246. DERS (Şuara Suresi, 123 - 140) Hz. Hûd

123- كَذَّبَتْ عَادٌ الْمُرْسَلِينَ “Âd kavmi de peygamberleri yalanladı.”

Âd, aslında bu kavmin ecdadının ismidir. Ayette müennes fiil kullanılması, kabile itibarıyla olmuştur.

 

124- إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ هُودٌ “Hani kardeşleri Hûd onlara şöyle demişti:”

أَلَا تَتَّقُونَ “Allah’tan korkmaz mısınız?”

 

125- إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ “Şüphesiz ben sizin için emin bir peygamberim.”

 

126- فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ “Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin.”

 

127- وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ “Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum.”

إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ “Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”

Bu sûrede anlatılan kıssaların aynı kalıp ifadelerle başlatılması; peygamberliğin,

-Hakkın marifetine,

-Ve Hakka itaate davetten ibaret olduğuna delâlet eder.

Hakka itaate davet ise,

-Davet edileni sevap olan şeylere yaklaştırmak,

-Günah olan ve cezayı gerektiren şeylerden uzaklaştırmak şeklindedir.

Peygamberler, basit-seviyesiz beklentilerden ve dünyevî gayelerden uzak kimseler olarak, her ne kadar bazı füruatta ihtilafları olsa da, bu temel esaslarda müttefik idiler.

 

128- أَتَبْنُونَ بِكُلِّ رِيعٍ آيَةً تَعْبَثُونَ “Siz her yüksek yere bir alamet bina yapıp boş şeylerle mi eğleniyorsunuz?”Bunların her tepeye alâmet olarak yaptıkları binadan murat,

-Yolculuk esnasında yolu kaybetmemek için yaptıkları binalar,

-Güvercin kaleleri,

-Yoldan geçenlerle eğlenmek için toplandıkları binalar,

-Veya kendileriyle iftihar ettikleri köşkler olabilir.

 

129- وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَ “İçlerinde daimî kalma ümidiyle sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?”

Bundan murat da,

-Su mahzenleri,

-Köşkler,

-Kaleler olabilir.

 

130- وَإِذَا بَطَشْتُم بَطَشْتُمْ جَبَّارِينَ “Tutup yakaladığınız zaman da zorba

ca yakalıyorsunuz.”Kılıç veya kamçı ile ceza verirken de,

-Acımasız,

-Terbiye maksadı olmadan,

-Ve sonunu hiç hesaba katmadan zorbaca tutuyor, ceza veriyorsunuz.

 

131- فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ “Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin.”Böyle şeyleri terk ile Allahtan korkun.Davet ettiğim hususlurda bana itaat edin. Çünkü bu sizin için en faydalı olandır.

 

132- وَاتَّقُوا الَّذِي أَمَدَّكُم بِمَا تَعْلَمُونَ “Size o bildiğiniz şeyleri verenden korkun.”Allahtan korkmayı burada tekrarladı. Buna gerekçe olarak da Allahın onlara vermiş olduğu ve kendilerinin de aslında bildikleri çeşit çeşit nimetleri hatırlattı. Allahtan korkup emirlerine itaat ettiklerinde bu ilâhî nimetlerin devam edeceğine, ama itaati terk ettiklerinde bunların son bulacağına tenbihte bulundu.Sözlerinin başında “Allahtan korkun” diyerek onların bazı kötü hâllerine mücmel olarak işaret etmiş, sonra da bu kötü hâlleri açıklamıştı. Burada da nimet yönüne önce mücmel olarak dikkat çekti, ardından da ziyadesiyle bir ikaz ve takvaya teşvik için bazı ayrıntıları nazara verdi ve şöyle dedi:

 

133- أَمَدَّكُم بِأَنْعَامٍ وَبَنِينَ “Davarlar ve evlatlar verdi.”

 

134- وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍ “Ayrıca bağlar ve pınarlar.” Ardından da şu uyarıyı yaptı:

 

135- إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ “Gerçekten ben sizin hakkınız da büyük bir günün azabından korkarım.”Ben sizin hakkınızda dünya ve ahirette büyük bir günün azabından korkarım.Çünkü Rabbiniz olan Allah nimet vermeye kadir olduğu gibi, intikam almaya da kadirdir.

 

136- قَالُوا سَوَاء عَلَيْنَا أَوَعَظْتَ أَمْ لَمْ تَكُن مِّنَ الْوَاعِظِينَ “Dediler ki: Sen ister öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bize göre birdir.”Çünkü biz, hâlimizi değiştirecek değiliz. Normalde “öğüt versen de vermesen de bizim için birdir” demeleri gerekirken, “Sen ister öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bize göre birdir” demeleri, O’nun öğüdüne önem vermediklerini kuvvetli bir şekilde ifade etmek içindir.

 

137- إِنْ هَذَا إِلَّا خُلُقُ الْأَوَّلِينَ “Bu, öncekilerin âdetinden başka bir şey değildir.”

Bundan muradın ne olduğu çeşitli şekillerde ifade edilmiştir:

-Bize getirdiğin din, öncekilerin yalanlarından ibarettir.

-Bizim şu anda bulunduğumuz hâl, öncekilerin hâlidir, onlar gibi yaşar ve ölürüz. Dirilmek yoktur, hesap yoktur!

-Şu an bizim bulunduğumuz din, öncekilerin bir devamıdır. Biz onlara uymuş kimseleriz.

-Şu an bizim için söz konusu olan hayat ve ölüm, kadîm bir âdettir. Böyle gelmiş, böyle devam edip gidecektir.

 

138- وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ “Biz azaba uğratılacak da değiliz.”Biz, üzerinde bulunduğumuz hâlden dolayı azaplandırılacak değiliz.

 

139- فَكَذَّبُوهُ “Böylece Hûd’u yalanladılar.”

فَأَهْلَكْنَاهُمْ “Biz de onları helâk ettik.”Onlar, Hûd’u yalanladılar, biz de yalanlamaları sebebiyle kasıp kavuran şiddetli bir rüzgarla onları helâk ettik. إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً “Şüphesiz bunda bir âyet vardır.” وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ “Ama onların çoğu mü’min değillerdir.”

 

140- وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ “Ve şüphesiz Rabbin, Azîz – Rahîmdir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
26. Şuara
Gönderi tarihi: 14-04-2014
968 kez okundu
Block title
Block content