245. DERS (Şuara Suresi, 105 - 122) Hz. Nuh

 

105- كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍ الْمُرْسَلِينَ “Nûh’un kavmi peygamberleri yalanladı.”

Nûh kavminin “peygamberi” değil de “peygamberleri” yalanlamasının izahı daha önce geçmişti.

 

106- إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ نُوحٌ “Hani kardeşleri Nûh onlara şöyle demişti:”

“Kardeşleri” denilmesi, o kavimden olmasındandır.

أَلَا تَتَّقُونَ “Allah’tan korkmaz mısınız?”

Allahtan korkup ta başkasına ibadeti terk etmez misiniz?

 

107- إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ “Şüphesiz ben sizin için emin bir peygamberim.”

Ben içinizde “emîn” olmakla bilinen biriyim.

 

108- فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ “Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin.”

Allahtan korkun ve size emretmiş olduğum tevhid ve Allaha taat hususunda bana itaat edin.

 

 109- وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ “Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum.”

Yaptığım davet ve nasihat karşılığında sizden herhangi bir ücret istemiyorum.

إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ “Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”

 

110- فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ “Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin.”

Bunu biraz önce söylemiş iken burada tekrar etmesi, te’kid içindir. Ayrıca, davet ettiği şeye uyma hususunda emin oluşu ve bir beklenti taşımamasından sadece biri bile kendisine uymayı gerektirirken, bunların her ikisiiçtima ettiğinde uymanın lüzumunu daha kuvvetli bir şekilde gerektirdiğine bir tenbihtir.

 

111- قَالُوا أَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْأَرْذَلُونَ “Dediler: Sana seviyesiz kimseler uymuş iken, hiç sana inanır mıyız?”Sayıca az, makam ve malca düşük kimseler sana uymuşken hiç sana inanır mıyız?

Böyle demeleri kıt akıllı olmaları ve sadece dünyevî menfaati düşünmelerindendir. Öyle ki onların sayıca az olmasını, onlara uymaya ve Peygamberin davet ettiğine iman etmeye engel kıldılar, o davetin batıl oluşuna delil saydılar.Böyle diyerek, onların Hz. Nûha tâbi olmalarının tefekkür ve basirete dayanmadığına, bir mal ve makam beklentisiyle olduğuna işaret ettiler. Buna mukabil Hz. Nûh onlara şöyle cevap verdi:

 

112- قَالَ وَمَا عِلْمِي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ “Dedi: Onların yaptıkları hakkında bir bilgim yoktur.”

Onlar buna samimi mi uydular yoksa bir beklentileri mi var, bilemem. Bana düşen zahire itibar etmektir.[1>

 

113- إِنْ حِسَابُهُمْ إِلَّا عَلَى رَبِّي “Onların hesabı ancak Rabbime aittir.”

Onların içyüzlerinin hesabı bana düşmez, bu Allaha aittir.

Çünkü kalplere muttali olan O’dur.

لَوْ تَشْعُرُونَ “Bir anlayabilseniz!”

Şuurunda olsanız, bunun böyle olduğunu bilirdiniz. Lakin siz cahilce hareket ediyor, bilmediğiniz şeyleri söylüyorsunuz.

 

114- وَمَا أَنَا بِطَارِدِ الْمُؤْمِنِينَ “Ben mü’minleri kovacak değilim.”

Onlar “Sana seviyesiz kimseler uymuşken hiç Sana inanır mıyız” derken “onları yanından kovarsan Sana uyarız” manasını hissettirmişlerdi. Hz. Nûh “Ben mü’minleri kovacak değilim” diyerek onlara cevap verdi.

 

115- إِنْ أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُّبِينٌ “Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.”

Bu da, onları niçin kovmayacağının illeti gibidir. Yani, ister aziz ister zelil kimseler olsunlar, ben ancak mükellefleri uyarmak için gönderilmiş bir kimseyim. Zenginler bana uysunlar diye fakirleri kovmak bana yakışmaz.

Veya, bana düşen ancak apaçık bir şekilde kati delillerle sizi uyarmaktır. Yoksa sizin gönlünüz hoş olsun diye onları kovmak bana ait bir görev değildir.

 

116- قَالُوا لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُومِينَ “Dediler: Ey Nûh!Eğer vazgeçmezsen, taşlananlardan olacaksın!”“Taşlananlardan olacaksın” demelerinden murat, sözle veya doğrudan taş ile taşlanmayı ifade edebilir.

 

117- قَالَ رَبِّ إِنَّ قَوْمِي كَذَّبُونِ “Dedi: Ya Rabbi! Kavmim beni yalanladı.”

Hz. Nûh, bu ifadesiyle niçin onlara beddua ettiğini ortaya koydu. O da, hakkı yalanlamalarıdır. Yoksa onu korkutmaları ve kendisiyle dalga geçmelerinden dolayı beddua etmiş değildir.

 

118- فَافْتَحْ بَيْنِي وَبَيْنَهُمْ فَتْحًا “Artık benimle onların arasını aç.”

وَنَجِّنِي وَمَن مَّعِي مِنَ الْمُؤْمِنِينَ “Beni ve beraberimdeki mü’minleri kurtar.”

Beni ve mü’minleri, onların kötü maksatlarından ve kötü amellerinden kurtar.

 

119- فَأَنجَيْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ “Biz de Onu ve o dolu gemide beraberinde olanları kurtardık.”

 

120- ثُمَّ أَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاقِينَ “Sonra da geride kalanları suda boğduk.”

 

121- إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً “Şüphesiz bunda bir âyet vardır.”

Şüphesiz bunda şüyu bulan ve mütevatir hâle gelen bir ibret vardır.

وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ “Ama onların çoğu mü’min değillerdir.”

 

122- وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ “Ve şüphesiz Rabbin, Azîz – Rahîm’dir.”


[1> Din, zâhire hükmeder. Hüküm verirken kalplerdeki niyetlere göre değil, zahi re göre hüküm veririz. Ama Allahın muamelesi, kalplerdeki niyetlere göredir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
26. Şuara
Gönderi tarihi: 14-04-2014
1,043 kez okundu
Block title
Block content