142-سَيَقُولُ السُّفَهَاء مِنَ النَّاسِ “İnsanlardan birtakım sefihler şöyle diyecekler:”
Ayet metninde geçen süfeha, aklı kıt olanlar demektir. Bunlar, taklidle ve tefekkürü terk ile akıllarını cılız hale getirmişlerdir.
Ayette bahsi geçen sefihler, kıblenin Kudüs’ten Mekke’deki Ka’beye değişmesini inkâr eden münafıklar, Yahudiler ve müşriklerdir.
Ayetin gelecek zaman sığasıyla bunu haber vermesi,
-Nefsi buna hazırlamak,
-Onların sözlerine cevap aramak,
-Ve aynı zamanda ilerde söylenecek bir sözü önceden haber vererek gaybtan haber vermektir, bu ise bir mu’cizedir.
مَا وَلاَّهُمْ عَن قِبْلَتِهِمُ الَّتِي كَانُواْ عَلَيْهَا “Yönelmekte oldukları kıbleden onları çeviren nedir?”
Kıble, aslında yönelmekle ilgili insanın bulunduğu bir haldir. Sonra namaz için yönelinen mekana bir alem (özel isim) oldu.
قُل لِّلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ “De ki: Doğu da, Batı da Allah’ındır.”
Bir mekânın zâtî bir özelliğe sahip olup ta, kendisinin yerine başka bir mekanın ikâme edilmesine engel olması söz konusu olmadığından, Allah için şurası değil de burası olması söz konusu olamaz. Önemli olan belli bir mekân değil, emrin yerine getirilmesidir.
يَهْدِي مَن يَشَاء إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ “Allah, dilediği kimseyi doğru bir yola iletir.”
Bu doğru yol, bir zaman Beyt-i Makdise, başka bir zaman da Ka’beye yönelmeyi gerektiren hikmet ve maslahattır.
143- وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا “Böylece, sizi istikametli bir ümmet yaptık.”
“Böylece”
Yani, “sizi sırat-ı müstakime yol bulmuş kimseler kıldığımız gibi”
Veya “kıblenizi, kıblelerin en efdali yaptığımız gibi, sizi hayırlı, ilim ve amelle mutedil bir ümmet kıldık.”
Vasat kelimesi aslında kendine doğru her taraftan mesafenin eşit olduğu “orta yer” anlamındadır. Sonra istiare yolu ile ifrat ve tefritin iki ucu arasında yer alan güzel hasletlere kullanılır oldu. Mesela, israf ve cimriliğin ortası cömertliktir. Tehevvür ve korkunun ortası şecaattir. Sonra bu kelime bu itidal haliyle muttasıf kişi ve kişilerde kullanıldı.
Ayet ile icmanın hüccet oluşuna delil getirildi. Çünkü, ümmetin ittifak ettiği şey batıl olsa, adalet özelliklerinde gedik açılmış olurdu.
لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا “Ta ki sizler insanlara birer şahit olasınız ve Peygamber de size bir şahit olsun.”
Ayetin bu kısmı, ümmet-i Muhammedin istikametli bir ümmet kılınmasının illetini beyan eder. Yani, sizin için ortaya koyduğu delillere ve indirdiği Kitaba dikkatle bakarak bilesiniz ki: Allahu Teâlâ hiç kimseye cimrilik yapmamıştır ve zulmetmemiştir, aksine yolları apaçık beyan edip peygamberler göndermiştir. Onlar da tebliğ etmişler nasihatta bulunmuşlardır. Lakin kafir olanların şekaveti kendilerini şehevata tâbi olmaya, ayetlerden yüz çevirmeye sevk etmiştir. İşte, ey ümmet-i Muhammed, siz bunları bilip hem kendi zamanınızda yaşayanlara hem öncekilere, hem de sonrakilere bu konuda şehadette bulunursunuz.
Rivayete göre, kıyamet günü ümmetler muhasebe için getirildiğinde peygamberlerin tebliğini inkâr ederler. Bunun üzerine Allahu Teâlâ – onların hâlini en iyi bilen olduğu halde – onlara tebliğde bulunulduğunu delilli bir şekilde göstermek ister, ümmet-i Muhammed getirilir, onlar da peygamberlerin tebliğde bulunduklarına şehadet ederler. O zaman diğer ümmetler “Bunu nereden bildiniz?” diye sorarlar. Onlar da “biz bunu Allahın sadık elçisinin diliyle bize bildirilen nâtık Kitabında Allahın ihbarıyla bildik” diye cevap verirler. Bunun üzerine Hz. Muhammed getirilir, ümmetinin hâlinden sorulur, o da âdil olduklarına şehadet eder.
وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنتَ عَلَيْهَا إِلاَّ لِنَعْلَمَ مَن يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّن يَنقَلِبُ عَلَى عَقِبَيْهِ “Biz, yönelmekte olduğun kıbleyi ancak; Peygamber’e tabi olanla, gerisin geriye dönecek olanı bilelim diye böyle yaptık.”
Ayette bahsi geçen Kıble, Ka’bedir, çünkü Hz. Peygamber Mekke’de oraya yönelip namaz kılıyordu. Sonra Medineye hicret ettiğinde Yahudilere ülfet olsun diye Mescid-i Aksaya doğru yönelmekle emrolundu.
Buradaki kıble, Mescid-i Aksa da olabilir. İbnu Abbas şöyle der: Hz. Peygamberin Mekkedeki kıblesi Mescid-i Aksa idi. Ancak o, namaza yönelirken Mescid-i Aksa ile kendi arasına Ka’beyi alırdı. Her ikisine göre mana şöyle olur: “Senin için asıl olan Ka’beye yönelmektir. Biz senin kıbleni Mescid-i Aksa kılmadık.”
“Peygamber’e tabi olanla, gerisin geriye dönecek olanı bilelim diye böyle yaptık.”
Biz bu kıble meselesini ancak insanları imtihan için yaptık, ta ki namazda oraya doğru sana uyanla, ecdadının kıblesine alıştığından dolayı Senin dininden döneni ayırt edelim.
Veya “şimdi peygambere uyanla uymayanı bilelim diye böyle yaptık.”
Hz. Peygamberin ilk kıblesinin Ka’be olması rivayetine göre mana şöyle olur:
Seni daha önceki kıblene çevirmemiz, İslâm dini üzere sebat gösterenle, endişesi ve iman zaafı sebebiyle gerisin geriye döneni ayırt edelim diyedir.
Eğer denilse: Ayette “bilelim diye böyle yaptık” deniliyor, hâlbuki Allah zaten biliyor?”
Elcevap: Bu ve emsali ibareler, mevcut duruma taalluk itibariyledir. Yani, “ilmimiz mevcut hâliyle ona taalluk etsin diye böyle yaptık.”
İkinci bir bakış açısıyla şöyle denildi: “Allahın böyle yapması, Hz. Peygamberin ve mü’minlerin durumu bilmeleri içindir. Lakin gerek Hz. Peygamber ve gerekse mü’minler Cenab-ı Hakkın has kulları olduğundan kendisine nisbet etmiştir.
Veya bir başka ayette “Böylece Allah, pis olanı temizden ayıracak.” (Enfal, 37) denildiği gibi Allahın bilmesi, onların birbirinden temyiz edilip ayrılması anlamına gelir. Nitekim ayetteki “bilelim diye” ibaresi “bilinsin diye böyle yaptık” şeklinde de okunmuştur.
وَإِن كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلاَّ عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللّهُ “Bu, Allah’ın hidayet ettiği kimselerin dışındakilere elbette çok ağır gelecektir.”
Burada medar-ı bahs olan durum,
-Cenab-ı Hakkın böyle bir tasarrufta bulunması,
-Ka’benin çevrilmesi,
-Dinden gerisin geriye dönmek,
-Veya kıble olabilir.
Normal şartlarda böyle bir durum nefislere zor gelir ve Allahın hidayet edip de ahkâmın hikmetine muttali kıldığı kimseler, imanda ve peygambere ittibada sebat gösterirler, yeni durum kendilerine zor gelmez.
وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ “Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir.”
“Allah, iman üzere sebatınızı zâyi etmez.”
Şöyle de mana verildi: “Allah, neshedilen kıbleye imanınızı zâyi etmez.”
Veya “Allah eski kıbleye yönelik kıldığınız namazları zâyi etmez.”
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre Hz. Peygamber (asm) Ka’beye yöneldiğinde “Ya Rasulallah, kıblenin değişmesinden önce vefat eden kardeşlerimizin durumu nedir?” diye sordular. Bu münasebetle ayet nâzil oldu.
إِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ “Şüphesiz Allah, bütün insanlara Rauf – Rahîm’dir (çok şefkatlidir, çok merhametlidir.)”
Onların mükâfatlarını zayi etmez, maslahatları olan şeyi terketmez.
144- قَدْ نَرَى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاء “Senin yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görmekteyiz.”
“Vahyin gelmesi özlemiyle zaman zaman yüzünü semaya çevirdiğini görmekteyiz.”
Hz. Peygamberin kalbi kıblenin Kabeye çevrilmesini arzuluyor, Rabbinden bunu bekliyordu. Çünkü Ka’be ceddi İbrahimin kıblesi ve iki kıbleden birincisiydi. Ayrıca Arabları imana daha ziyade sevkedici olabilirdi. Bir de Yahudilere muhalefet için bunu arzuluyordu.
Ayetin tasvir ettiği durum Hz. Peygamberin kemal-i edebine delâlet eder. Çünkü böyle bir şeyi beklemiş, ama doğrudan istememişti.
فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا “Artık elbette seni razı olacağın kıbleye çevireceğiz.”
Elbette ve elbette, dinî maksatlar Allahın meşiet ve hikmetine muvafık düştüğü için, sevdiğin ve iştiyakla arzuladığın kıbleye seni çevireceğiz.
فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ “Bundan böyle, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir.”
Mescid-i Harama terkibindeki “haram” ifadesi orada savaşın haram kılınmasından gelir.
Veya zâlim insanların taarruzundan men edilmesi cihetiyle böyle denilmiştir.
Ayette Ka’be değil de Mescid ifadesi gelmesi,. Hz. Peygamberin Medinede olması açısındandır. Uzakta olan birinin ciheti nazara alması yeterlidir. Çünkü, yakında olan doğrudan Ka’beye yönelebilse bile, uzakta olan için bu zordur.
Rivayete göre Hz. Peygamber (asm) Medineye geldiğinde onaltı ay Beyt-i Makdise doğru namaz kıldı. Sonra Bedir savaşından iki ay önce Recep ayında öğle namazında Ka’beye yöneldi. Benî Seleme mescidinde ashabına öğle namazının iki rekatını kıldırmıştı. Namaz esnasında Kabe tarafına yöneldi, erkekler ve kadınlar saflarını değiştirdiler, bu mescide “mescid-i kıbleteyn” (iki kıbleli mescid) denildi.
وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّواْ وُجُوِهَكُمْ شَطْرَهُ “(Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin.”
Cenab-ı Hak,
-Şanına bir tazim
-Ve rağbetine bir cevap olmak üzere önce hususî olarak Peygamberine Ka’beye yönelmesini emretti. Ardından da
-Hükmün umumî olduğunu göstermek,
-Kıble emrini te’kid etmek
-Ve ümmeti ona tâbi olmaya teşvik için genel bir şekilde açık bir hüküm olarak beyan etti.
وَإِنَّ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ “Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden bir hak olduğunu elbette bilirler.”
Kitap ehli, hem genel anlamda Allahu Teâlânın her din için bir kıble tahsisi ettiğini, hem de bir ayrıntı olmak üzere ahir zaman peygamberinin iki kıbleye yönelik namaz kılacağını biliyorlardı.
وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ “Allah, onların yaptıklarından gafil değildir.”
Ayet, her iki fırkaya nisbetle hem vaad, hem de tehdid ifade eder.
145- وَلَئِنْ أَتَيْتَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ بِكُلِّ آيَةٍ مَّا تَبِعُواْ قِبْلَتَكَ "andolsun, kendilerine kitap verilenlere her türlü ayeti getirsen de, onlar yine senin kıblene uymazlar.”
Ka’benin kıble olmasıyla alakalı olarak Sen onlara her türlü delili getirsen de Senin kıblene tâbi olmazlar.
وَمَا أَنتَ بِتَابِعٍ قِبْلَتَهُمْ “Sen de onların kıblesine uyacak değilsin.”
Ayet, onların beklentilerini keser. Çünkü onlar şöyle demişlerdi: “Eğer bizim kıblemizde sebat etseydin, beklediğimiz kurtarıcımızın Sen olduğunu umardık.”
Onlar “acaba döner mi?” diye bir beklentiyle ve aldatmak için böyle söylemişlerdi.
Ayette “onların kıblesi” ifadesinin müfret (tekil) olarak gelmesi, her ne kadar kıbleleri birden fazla olsa da bâtıl olmakta ve hakka muhalefette bir olmasındandır.
وَمَا بَعْضُهُم بِتَابِعٍ قِبْلَةَ بَعْضٍ “Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar.”
Çünkü Yahudiler Mescid-i Aksaya, Hristiyanlar ise güneşin doğduğu cihete yöneliyorlardı. Seninle aynı kıbleyi paylaşmaları ümit edilmediği gibi, kendi aralarında ortak bir kıblede birleşmeleri de düşünülemez. Çünkü her grup kendi içinde bulunduğu duruma memnundur, taassupla bağlıdır.
وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم مِّن بَعْدِ مَا جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ إِنَّكَ إِذَاً لَّمِنَ الظَّالِمِينَ “Andolsun, sana ilim geldikten sonra, eğer onların hevâ’larına uyarsan, o takdirde sen de zalimlerden olursun.”
Ayetteki “eğer uyarsan” ifadesi, “faraza uyarsan” anlamındadır.
Ayette yedi vecihle te’kid edilmiş bir tehdid vardır.
1-Yemin için kullanılan “lam” harfinin başta yer alması.
2-Gizli yemin olması.
3-Tahkik ifade eden “inne” edatı kullanılması
4-Fiil ve isim cümlesinden meydana gelmesi.
5-Haberde “lam” harfinin gelmesi.
6-“(Faraza, onlara uysan) Sen zâlimlerden olursun” denilmesi. “Sen zâlimsin” yerine “zalimlerden olursun” denilmesi onlarla beraber olmanın zulmün her çeşidini içine alabilmesidir.
7-“Sana ilim geldikten sonra” denilmesinde,
-Bilinen hakka bir tazim,
-Onunla yetinmeye bir teşvik,
-Hevâ’ya uymaktan bir sakındırma,
-Peygamberlerden günah sudurunun son derece çirkin olduğu göstermek vardır.
146- الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءهُمْ “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.”
Her ne kadar evvelinde kendisinden bahsedilmese de, buradaki zamir Hz. Peygamber içindir, kelâm buna delalet etmektedir. Ehl-i kitaptan murat, onların âlimleridir.
Zamirin “ilme” “Kur’an veya “kıblenin çevrilmesine” râci olduğu da söylenir.
“Onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.”
Ayetin bu kısmı, zamirin Hz. Peygambere râci olduğuna şehadet eder. Yani, onlar nasıl ki kendi çocuklarını tanırlar, başkaları ile iltibas etmezler. Onun gibi Hz. Peygamberi de vasıflarıyla tanırlar.
Sebeb-i Nüzûl
Hz. Ömer’den nakledilir ki, kendisi Abdullah İbnu Selâm’a Rasulullah ile ilgili sorar. İbnu Selam şöyle der: “Onu oğlumu tanıdığımdan daha iyi tanırım.” Hz. Ömer “niye?” diye sorunca şöyle cevap verir: “Ben Hz. Muhammedin nebî oluşunda asla şüpheye düşmedim. Çocuğuma gelince, ne bileyim belki de hanımım hıyanet etmiş olabilir.”
وَإِنَّ فَرِيقاً مِّنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ “Böyle iken, içlerinden bir kısmı bile bile hakkı gizlerler.
Ayette hakkı gizlemek onlardan inatçı olanlara tahsis edilmiş, iman edenler ise bu hükümden müstesna tutulmuştur.
147 - الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ “Rabbinden gelen haktır.”
Bu bir isti’naf cümlesidir.
Ayete “Hak Rabbindendir” şeklinde de mana verilebilir. Bu, ya belli bir haktır ki, Hz. Peygamberin üzerinde bulunduğu hâli veya kitap ehlinin gizlediği gerçeği ifade eder.
Bakara Sûresi b 213
Veya buradaki hak, cins ifade eder. Yani, Hak, Senin üzerinde bulunduğun hâl gibi Allahtan olduğu sâbit olandır, yoksa kitap ehlinin hâli gibi sabit olmayan değil.
فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ “Artık, sakın şüpheye düşenlerden olma!”
“Onun Rabbinden olduğuna sakın şüpheyle bakanlardan olma!”
Veya “bildikleri halde hakkı gizleyenlerden olma!”
Ayetten murat Hz. Peygamberi hakka şüpheyle bakmaktan nehiy değildir. Çünkü O’ndan böyle bir şey beklenmez.
Bu durumda böyle bir nehiy,
-Ya emri tahkik içindir. Yani o hak, bakan kimsenin şüpheleneceği bir konumda değildir.
-Veya şekki ortadan kaldıracak bilgileri elde etmeyi ümmete en beliğ bir şekilde emretmektir.
148- وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ “Herkes için bir cihet vardır.”
Her ümmetin bir kıblesi vardır.
Veya Müslümanlardan her bir kavmin Ka’be tarafına yöneldiği bir cihet vardır.
هُوَ مُوَلِّيهَا “O, ona yönelir.”
Buna iki şekilde mana verilebilir:
-Onların her biri o cihete yönelir.
-Allahu Teâlâ o cihete onları yöneltir.
فَاسْتَبِقُواْ الْخَيْرَاتِ “Haydi, hayratta yarışın!”
Gerek kıble meselesinde, gerekse diğer meselelerde dünya ve ahiret saadetini kazandıran şeylerde yarışınız.
أَيْنَ مَا تَكُونُواْ يَأْتِ بِكُمُ اللّهُ جَمِيعًا “ Nerede olsanız Allah hepinizi bir araya getirir.”
Muvafık veya muhalif olarak nerede olursanız olunuz, parçalarınız ister toplu ister dağınık olsun, Allah amellerinizin karşılığını vermek üzere sizi mahşere sevk eder.
Veya “arzın derinlerinde veya dağların tepelerinde de olsanız, Allah ruhlarınızı kabzeder.”
Veya “birbirine mukabil cihetlerde olsanız da Allah sizi bir araya getirir, namazlarınızı sanki bir cihete kılınmış gibi yapar.”
إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.”
Her şeye kâdir olduğu için sizi öldürmeye ve diriltmeye, keza bir arada toplamaya da kâdirdir.
149- وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ “Nereden yola çıkarsan çık, (namazda) yüzünü Mescid-i Haram’a çevir.”
وَإِنَّهُ لَلْحَقُّ مِن رَّبِّكَ Bu, elbette Rabbinden gelen bir gerçektir.”
وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ “Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.”
150-وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ “Nereden yola çıkarsan çık, (namazda) yüzünü Mescid-i Haram’a çevir.”
وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ “Siz de nerede olursanız olun, yüzünüzü ona (Mescid-i Haram’a) çevirin.”
İlletlerinin müteaddit oluşundan dolayı, Cenab-ı Hak kıbleye yönelme emrini tekrar etti. Çünkü Allahu Teâlâ, kıblenin değişmesiyle alakalı üç illet zikretti:
1-Rızasını nazara alarak Peygamberi tazim.
2-Her din ehli ve her davet sahibinin diğerlerinden farklılığını sağlayacak şekilde bir kıbleye yöneltilmesi ve bunun ilâhî bir âdet olarak uygulanması.
3-Beyan edeceğimiz şekilde, buna muhalif olanların delillerini ibtal etmek.
Öyle anlaşılıyor ki:
-Kıble çok önemli bir meseledir.
-Nesh, fitne ve şüpheye sebep olabilmesinden, kıblenin değiştirilmesi emri te’kid ile anlatılmalı ve tekrar be tekrar nazara verilmelidir.
لِئَلاَّ يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌ “Ta ki, insanların elinde (size karşı) bir delil olmasın.”
Yani, Mescid-i Aksayı bırakıp Ka’beye yönelmek Yahudilerin “Tevratta geleceği anlatılan peygamberi kıble olarak Ka’beye yönelecektir. “Muhammed dinimizi inkâr ediyor, ama kıblemize yöneliyor” demelerinin; müşriklerin ise “hem İbrahim dininden olduğunu söylüyor hem de O’nun kıblesine muhalefet ediyor” demelerinin önünü kesecektir.
إِلاَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنْهُمْ “Onlardan zalim olanlar başka.”
Burada istisna, ayetin öncesinde geçen “insanlar”dandır. Yani, “Sen Ka’beye yönel, ta ki insanlardan hiçbirinin bu konuda tutunacağı bir delil kalmasın. Ancak inatçı olanlar yine de laf etmeye devam edecekler ve şöyle söyleyeceklerdir: “O’nun Ka’beye yönelmesi ancak kavminin dinine meylinden ve vatanı olan Mekkeye muhabbetindendir.” Veya “Kendisine bir şey görüldü, atalarının kıblesine döndü, onların dinine de dönmesi yakındır.”
Ayette onların bahanelerine “hüccet” yani “delil” denilmesi, delil gibi kullanmalarındandır. Ayette “Allah’ın çağrısına uyulduktan sonra O’nun hakkında tartışmaya girenlerin delili Rableri katında batıldır.” (Şûra, 16) denilmesi kabilindendir. Çünkü zâlimin gerçek anlamda delili olamaz.
فَلاَ تَخْشَوْهُمْ “Onlardan korkmayın.”
وَاخْشَوْنِي “Benden korkun.”
Onlardan korkmayın, onların tenkidi size bir zarar vermez. Benden korkun da, size emrettiklerime muhalefet etmeyin!
وَلأُتِمَّ نِعْمَتِي عَلَيْكُمْ “Böylece size nimetimi tamamlayayım.”
وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ “Ve ola ki doğru yolu bulasınız.”
Yani, benim size kıbleyi tahvil emrim size olan nimetimi tamamlamak ve sizin hidayetinizi istememden dolayıdır.
Veya şöyle de mana verilebilir: “Benden korkun ki sizi onlardan koruyayım ve size olan nimetimi tamamlayayım.”
Hadiste şöyle geçer: “Nimetin tamamı, İslâm üzere ölmektir.”
151-كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولاً مِّنكُمْ “Nitekim kendi aranızdan bir peygamber gönderdik.”
Ayet, öncesiyle muttasıldır. Yani içinizden peygamber göndererek daha önce nimetimi tamamladığım gibi, kıble meselesinde veya ahirette de size olan nimetimi tamamlayayım.
يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا “O size âyetlerimizi okuyor.”
وَيُزَكِّيكُمْ “Nefislerinizi arıtıyor.”
O sizi kendisiyle tertemiz kimseler hâline geleceğiniz şeylere sevk ediyor.
Daha önce Hz. İbrahimin duasında, Hz. Peygamberin insanları manevi kirlerden arındırması, Kitap ve hikmeti öğretmesinden sonra nazara verilmişti. (Bakara, 129) Burada ise kitap ve hikmeti öğretmesinden önce nazara verildi. Orada fiil itibariyle sonra olması esas alındı, burada ise maksat itibarıyla önce zikredildi.
وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ “Size kitabı ve hikmeti öğretiyor.”
وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُواْ تَعْلَمُونَ “Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor.”
O size, fikir ve nazarla öğrenemeyeceğiniz şeyleri öğretiyor. Çünkü Cenab-ı Hakkın marifetine vahiyden başka bir yol yoktur.
Ayette “size öğretiyor” ifadesinin tekrarı her birinin başka cinsten öğreti olduğuna delalet içindir.
152- فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ “O halde beni zikredin, ben de sizi zikredeyim.”
Beni taat ile zikredin, ben de sizi sevap ile zikredeyim.
وَاشْكُرُواْ لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ “Bana şükredin, bana nankörlük etmeyin.”
Size verdiğim nimetle şükredin, nimetleri inkârla ve emre isyanla bana nankörlükte bulunmayın.