158. DERS (Yusuf Suresi, 87 - 111) Gerçekleşen Rüya

87- يَا بَنِيَّ اذْهَبُواْ فَتَحَسَّسُواْ مِن يُوسُفَ وَأَخِيهِ “Ey oğullarım! Gidin, Yusuf’u ve kardeşini araştırın.”

وَلاَ تَيْأَسُواْ مِن رَّوْحِ اللّهِ “Ve Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.”

إِنَّهُ لاَ يَيْأَسُ مِن رَّوْحِ اللّهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ “Çünkü Allah’ın rahmetinden kâfirlerden başkası ümit kesmez.”Allahın rahmetinden ancak O’nu ve sıfatlarını inkâr edenler ümidini keserler. Çünkü O’nu tanıyan bir mü’min, hiçbir durumda O’nun rahmetinden ümitsizliğe düşmez.

 

88- فَلَمَّا دَخَلُواْ عَلَيْهِ قَالُواْ يَا أَيُّهَا الْعَزِيزُ مَسَّنَا وَأَهْلَنَا الضُّرُّ “Sonra (Mısır’a gidip) onun huzuruna girince, dediler ki: “Ey Aziz! Bize ve çoluk çocuğumuza sıkıntı dokundu.”

وَجِئْنَا بِبِضَاعَةٍ مُّزْجَاةٍ “Ve pek az bir sermaye ile geldik.”Ayette nazara verilen “pek az bir sermaye” hakkında “değersiz para, yün ve yağ, çam kozalağı ve çitlembik…” gibi farklı görüşler ifade edilmiştir.

فَأَوْفِ لَنَا الْكَيْلَ وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَآ “Sen bize yine tam zahire ver ve tasaddukta bulun.”

“Ve tasaddukta bulun” ifadesi

-“Kardeşimizi bize vererek,

-Hoşgörüyle ve kıymetsiz malımızı kabul ederek,

-Verdiğimiz malın değerinden fazlasını bize vererek ikramda bulun” gibi manalara işaret eder.

Sadaka almanın haramlığı bütün peygamberlere mi veya Peygamberimize has mı olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir.

إِنَّ اللّهَ يَجْزِي الْمُتَصَدِّقِينَ “Çünkü Allah tasadduk edenleri mükafatlandırır.”

Şüphesiz Allah, tasaddukta bulunanları en güzel bir şekilde mükâfatlandırır.

Tasadduk, mutlak anlamda lütfu ifade eder. Hz. Peygamberin seferde namazın kısaltılmasıyla ilgili hadisinde bunu görebiliriz:

“Bu Allahtan size bir sadakadır, O’nun verdiği bu sadakayı kabul ediniz.”

Ancak örfte “sadaka” denildiğinde “kendisiyle Allahtan sevap beklenen belli amel” anlaşılır.

 

89-  قَالَ هَلْ عَلِمْتُم مَّا فَعَلْتُم بِيُوسُفَ وَأَخِيهِ إِذْ أَنتُمْ جَاهِلُونَ (Yusuf) dediki: Siz cahil iken, Yusuf’a ve kardeşine ne yaptığınızı biliyor musunuz?”Kardeşleri, Bünyamini Yusuftan ayırmış, zillete düçar etmişlerdi. Öyle ki onlarla çekine çekine konuşuyordu.“Siz cahil iken”O zaman bu yaptığınızın çirkinliğini veya sonucunu bilmediğinizden bu hatayı işlemiştiniz.

Hz. Yusufun onlara böyle demesi, hem onlara bir nasihat, hem tevbeye teşvik, hem de onlarda gördüğü acizlik ve meskenet karşısında şefkat duymasındandır. Yoksa onları ayıplamak ve yaptıklarını yüzlerine vurmak için değildir.

Denildi ki: Kardeşleri Hz. Yusufa Bünyaminin kurtarılması için babalarının mektubunu verdi. Yusufu ve kardeşini kaybetmesinden dolayı, içinde bulunduğu mahzun hâli söylediler. O zaman Hz. Yusufun onlar hakkında “siz cahil iken” demesi, onların yaptığı fiilin cahillerin fiili olmasındandır.

Veya o vakit onların delikanlılık dönemlerindeki akıldan uzak hareketleri sebebiyledir.

 

90- قَالُواْ أَإِنَّكَ لَأَنتَ يُوسُفُ “Onlar “Yoksa sen Yusuf musun?” dediler.”

Hz. Yusufu nasıl tanıdıkları hakkında çeşitli açıklamalar yapılmıştır.

-Hz. Yusuf, beraber oldukları dönemdeki durumları anlattı, böylece tam kanaatleri geldi.

-Onlara tebessüm edince gülüşünden tanıdılar.

-Başından tacı çıkardı, saçında aynen babası Yakub’a benzer beyaz bir alâmet vardı.

 

 

قَالَ أَنَاْ يُوسُفُ وَهَذَا أَخِي “O da “Ben Yusuf’um ve bu da kardeşim”dedi.”Bünyamin, Hz. Yusufun ana-baba bir kardeşi idi. Hz. Yusufun böyle demesi, kendini onunla tanıtmak içindi.

قَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَيْنَا “Doğrusu Allah, bizi lutfuyla nimetlendirdi.”

Allah bizi selâmete çıkarmakla ve ikramda bulunmakla bize lütufta bulundu.

إِنَّهُ مَن يَتَّقِ وَيِصْبِرْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ “Gerçekten de kimAllah’dan korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah muhsin olanların ecrini zayi etmez.”Sabırdan murat,

-Belâlara sabretmek,

-İtaat hususunda sabır göstermek

-Veya günahlardan kaçınmak olabilir.

“Allah onların ecrini zayi etmez” denilebileceği halde “Allah muhsin olanların ecrini zayi etmez” denilmesi, muhsin olanların takva ve sabrı cem eden kimseler olduğuna tenbihte bulunmak içindir.

 

9ّّ1- قَالُواْ تَاللّهِ لَقَدْ آثَرَكَ اللّهُ عَلَيْنَا “Dediler ki: Vallahi, Allah seni bize üstün kıldı.”

Allah seni bize hüsn-ü suret ve kemâl-i siretle (suret güzelliği ve güzel ahlâkla) üstün kıldı.

وَإِن كُنَّا لَخَاطِئِينَ “Biz gerçekten büyük hata işlemiştik.”

Biz ise, sana yaptıklarımızla gerçekten günahkâr kimseleriz.

 

92- قَالَ لاَ تَثْرَيبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ “Dedi: Bugün size bir kınama yoktur.”

يَغْفِرُ اللّهُ لَكُمْ “Allah sizi bağışlasın.”

وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ “O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.”

Çünkü O, hem küçük günahları hem de büyük günahları bağışlar, tevbe edene lütufta bulunur.

Hz. Yusufun keremini gösteren bir durum da şudur. Kardeşleri kendisine “Sen sabah akşam bizi yemeğe davet ediyorsun, biz ise Sana yaptıkla440

rımızdan dolayı gerçekten çok utanıyoruz” demişlerdi. Hz. Yusuf onlara şöyle dedi: “Mısır ahalisi bana ilk gördükleri nazarla bakıyor ve “Yirmi dirheme satılan bir köle, ta nerelere kadar çıktı, hayret!” diyorlardı. Ben ise sizlerin gelmesiyle şeref buldum, sizin benim kardeşlerim ve benim Hz. İbrahimin torunlarından olduğumu bilmeleriyle onların gözünde büyüdüm.”

 

93- اذْهَبُواْ بِقَمِيصِي هَذَا “Alın şu gömleğimi götürün.”

فَأَلْقُوهُ عَلَى وَجْهِ أَبِي يَأْتِ بَصِيرًا “Babamın yüzüne sürün, gözü açılsın.”

وَأْتُونِي بِأَهْلِكُمْ أَجْمَعِينَ “Ve bütün ailenizle bana gelin.”

Kadınlarınızla, çocuklarınızla, kölelerinizle hepiniz buraya gelin.

 

94- وَلَمَّا فَصَلَتِ الْعِيرُ قَالَ أَبُوهُمْ إِنِّي لَأَجِدُ رِيحَ يُوسُفَ لَوْلاَ أَن تُفَنِّدُونِ “Kafile (Mısır’dan) ayrıldığında, babaları dedi ki: Eğer bana bunak demezseniz, doğrusu ben Yusuf’un kokusunu alıyorum.”Babaları, yanında olanlara dedi: Şayet bana “bunak” demezseniz, diyeceğim o ki Yusuf yakınlarda.

 

9ّ5- قَالُواْ تَاللّهِ إِنَّكَ لَفِي ضَلاَلِكَ الْقَدِيمِ “Dediler: Vallahi sen hâlâ o eskişaşkınlığındasın.”

Yusufa olan aşırı sevgin Sana böyle söyletiyor. Eskiden beri O’na kavuşmak ümidiyle hep böyle şeyler söylüyorsun.

 

 

96- فَلَمَّا أَن جَاء الْبَشِيرُ أَلْقَاهُ عَلَى وَجْهِهِ فَارْتَدَّ بَصِيرًا “Müjdeci geldiğindegömleği Yakub’un yüzüne koydu, hemen gözü açıldı.”Rivayete göre, gömleği getiren Yehuza idi. “Yusufun kana bulanmış gömleğini babama ben götürmüş, O’nu üzmüştüm. Şimdi de bunu ben vereyim de O’nu sevindireyim” demişti.

 

قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ مِنَ اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ “Dedi: Ben size, ‘Allah’dan sizin bilmediklerinizi bilirim’ demedim mi?”“Ben Yusuf’un hayatı ve ferahlayacağınız hususunda, sizin bilmediklerinizi Allah tarafından bilirim demedim mi?”

Denildi ki: “Ben size demedim mi?” müstakil bir kelâmdır veya “ben Yusuf’un kokusunu alıyorum” ifadelerine işaret edilmiş olabilir. Bu durumda devamı da, ‘Allah’dan sizin bilmediklerinizi bilirim’ şeklinde başka bir cümle olur.

 

97- قَالُواْ يَا أَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا “Dediler: Ey babamız, günahlarımız için Allah’a istiğfar eyle.”

إِنَّا كُنَّا خَاطِئِينَ “Biz gerçekten büyük günah işlemiştik.”

Günahını itiraf edenin hakkı ise, bağışlanması ve kendisi için mağfiret istenmesidir.

 

98- قَالَ سَوْفَ أَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبِّيَ “Dedi: “Sizin için daha sonra Rabbimden mağfiret dileyeceğim.”

إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ “Şüphesiz O, Ğafur’dur – Rahîm’dir.”Hz. Yakubun hemen onlar için istiğfar etmemesi, seher vakti, gece namazı veya Cum’a gecesi gibi uygun bir icabet vakti aramak için olabilir.Veya Yusufun onlara hakkını helâl etmesini isteyip ardından mağfiret talebinde bulunmak olabilir. Veya O’nun kardeşlerini bağışladığını bilme gayesiyle olabilir. Çünkü mazlumun affı, mağfiretin bir şartıdır. Bu konuda gelen bir rivayet de bunu teyid eder: Hz. Yakub ayakta kıbleye yöneldi, dua ediyordu. Yusuf da arkasında O’nun duasına “Amin” diyordu. Kardeşleri de onların arkasında huşu içerisinde boyun bükmüş vaziyette ayakta durmuşlardı. Sonra Hz. Cebrail nazil oldu, “Allah duana icabet etti, onlara da Senden sonra nübüvvet görevi verdi” dedi.

Bu rivayet şayet sahihse, Hz. Yakub’un oğullarının Peygamberliğine bir delildir. Bu durumda onlardan sadır olan hataları, nübüvvet öncesine ait durumlar olur.

 

99- فَلَمَّا دَخَلُواْ عَلَى يُوسُفَ آوَى إِلَيْهِ أَبَوَيْهِ “Yusuf’un yanına vardıklarında, annesini ve babasını kucakladı, yanına aldı.”Rivayete göre, Hz. Yakub ve yanındakiler Mısıra geldiklerinde Onları Hz. Yusuf ve hükümdar Mısır halkıyla beraber karşıladılar. Erkek – kadın toplam yetmiş iki kişi idiler. Hz. Musa zamanında Mısırdan çıktıklarında ise sayıları, çocuk ve yaşlılar haricinde altıyüzbin beşyüz yetmiş küsura ulaştı.

Ayette Hz. Yusufun ebeveyninden maksat, babası ve teyzesidir. Amca, baba yerine sayıldığı gibi teyze de anne yerine geçer. Bunun bir misalini Hz. Yakubun evlatlarının “Senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan bir tek ilâha ibadet edeceğiz.” (Bakara, 133) demelerinde görürüz. Hz. Yakubun oğulları “senin ataların” diye sayarken Hz. İsmaili, dedeleri Hz. İshakla beraber saymışlardır.

Veya Hz. Yakub, Yusufun annesinin ölümünden sonra Yusufun teyzesiyle evlenmesinden dolayı böyle denilmiş olabilir. Çünkü üvey anneye de anne denilir.

وَقَالَ ادْخُلُواْ مِصْرَ إِن شَاء اللّهُ آمِنِينَ “Ve “Allah’ın dilemesiyle güven içinde Mısır’a girin” dedi.”Mısıra, kuraklık ve her türlü nahoş şeylerden emin olarak girin.

 

100- وَرَفَعَ أَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ “Anne babasını taht üzerine oturttu.”

وَخَرُّواْ لَهُ سُجَّدًا “Ve hepsi Onun için secdeye kapandılar.”Ayette secdeden murat, onların selâm ve hürmetlerini sunmalarıdır. Çünkü secde onlarda, bu manayı ifade için yapılmaktaydı.

Şöyle de denildi: Hz. Yusuf için Allaha şükür secdesi yaptılar.

Denildi ki: Zamir Allaha râcidir. Bu secdeye Hz. Yusufun anne – babası ve kardeşleri dahildir. Secde sonrası Hz. Yusuf anne-babasını tahta oturtmuştur. Ayette tahta oturtmanın önce nazara verilmesi, Hz. Yusufun onları tazime verdiği önemi göstermek içindir.

وَقَالَ يَا أَبَتِ هَذَا تَأْوِيلُ رُؤْيَايَ مِن قَبْلُ “Yusuf dedi: Babacığım, işte bu önceki rüyamın te’vilidir.”

قَدْ جَعَلَهَا رَبِّي حَقًّا “Gerçekten Rabbim onu hak kıldı.”

وَقَدْ أَحْسَنَ بَي “Ve bana hakikaten ihsanda bulundu.”

إِذْ أَخْرَجَنِي مِنَ السِّجْنِ “Çünkü beni zindandan çıkarttı.”

وَجَاء بِكُم مِّنَ الْبَدْوِ مِن بَعْدِ أَن نَّزغَ الشَّيْطَانُ بَيْنِي وَبَيْنَ إِخْوَتِي “Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, sizi çölden getirtti.”Hz. Yusufun, Cenab-ı Hakkın kendisine olan nimetlerini sayarken kuyudan çıkarılmasını burada zikretmeyişi, kardeşlerini mahcup etmemek ve üzmemek içindir.

إِنَّ رَبِّي لَطِيفٌ لِّمَا يَشَاء “Şüphesiz Rabbim dilediği şeyi lütfedendir.”

Rabbimin tedbiri çok latiftir. Çünkü her türlü zorluğa O’nun meşieti nüfuz eder ve zorlukları kolaylaştırır.

إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ “Şüphesiz O, Alîm’dir – Hakîm’dir.” O, gerçekten Alîm’dir, her türlü maslahat ve tedbiri bilir. Hakîm’dir, her şeyi vaktinde ve hikmetin gerektirdiği şekilde yapar.

Rivayete göre Hz. Yusuf babasına depolarını birer birer gezdirip gösterdi. Kağıt – kalem kısmına gelince, babası şöyle dedi: “Yavrum, bu kadar kağıt – kalem varken sekiz konak ilerde olan babana mektup yazmana engel ne idi?”

Hz. Yusuf şöyle cevap verdi: “Cebrail böyle emretti.”

-Peki, sebebini sordun mu?

-Babacığım, sebebini Sen daha iyi sorarsın.

Bunun üzerine Hz. Yakub Cebraile bu yasağın sebebini sordu, Hz. Cebrail şöyle cevap verdi:

Sen, “Siz habersizken Onu kurt yemesinden korkarım” (Yusuf, 13) demiştin ya, Allahu Teâlâ “benden korkması gerekirdi” buyurdu ve Yusufun mektup yazmasını yasaklamamı bana emretti.

 

101- رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ “Ey Rabbim! Bana mülkten verdin.”

وَعَلَّمْتَنِي مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ “Ve bana ehadisin te’vilinden öğrettin.”

فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ “Ey gökleri ve yeri yoktan var eden!”

أَنتَ وَلِيِّي فِي الدُّنُيَا وَالآخِرَةِ “Sen dünya ve ahirette benim velimsin.”Sen benim velimsin, yardımcımsın, işimi deruhte edensin.

تَوَفَّنِي مُسْلِمًا “Beni bir müslim olarak vefat ettir.”

تَوَفَّنِي مُسْلِمًا “Ve beni salih kullarının arasına kat!” Salihlerden murat, kendi ecdadından salihler olabildiği gibi, genel anlamda mertebe ve şereflilikte salih olanlar zümresi de olabilir.

Rivayete göre Hz. Yakub, Hz. Yusufun yanında yirmidört yıl kaldı, sonra vefat etti. Şam’da babası Hz. İshakın yanına gömülmeyi vasiyet etmişti. Hz. Yusuf, vasiyeti yerine getirdi. Şam’dan döndükten sonra yirmiüç sene daha yaşadı. Sonra nefsi daimî saltanata iştiyak duydu ve ölümü arzuladı. Allahu Teâlâ da O’nu tertemiz bir şekilde vefat ettirdi. Mısır halkı defnedileceği yer hususunda tartıştılar, neredeyse birbirleriyle savaşma durumuna geldiler. Sonunda mermerden bir tabuta yerleştirip Nil nehrine yerleştirmeye karar verdiler. Ta ki sular O’nun kabrine uğrayıp oradan Mısıra yayılsın, onlar da bununla bereket bulsunlar.

Sonra Hz. Musa Hz. Yusufun kabrini, ecdadının kabirlerinin olduğu yere nakletti.

Hz. Yusuf, yüzyirmi yıl yaşamıştı. Züleyhadan iki oğlu oldu, bunlardan biri Hz. Yuşa’nın ceddidir, bir de kızı oldu, o da Hz. Eyyûb’un hanımıdır.

 

102- ذَلِكَ مِنْ أَنبَاء الْغَيْبِ نُوحِيهِ إِلَيْكَ “İşte bu, sana vahiyle bildirdiğimiz gayb haberlerindendir.”“İşte bu” ifadesi Hz. Yusuf hakkında anlatılanlara bakar.

 وَمَا كُنتَ لَدَيْهِمْ إِذْ أَجْمَعُواْ أَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ “Yoksa onlar yapacaklarına karar verip tuzak kurarlarken sen yanlarında değildin.”Ayetteki hitab, Hz. Peygamberedir.Yani, bu anlatılanlar gaybî şeylerdir, Sen bunları vahiy yoluyla öğrendin. Yoksa Sen, Yusufun kardeşleri O’nu kuyuya bırakmaya kesin karar verdiklerinde ve babalarının O’nu kendileriyle göndermesi için tuzak kurduklarında onların yanında değildin. Seni yalanlayanlara da gizli olmadığı üzere, Sen bunları işiten biriyle karşılaşıp da, bunları ondan öğrenmiş değilsin. Gerçi bu cihet ayette nazara verilmemiştir. Bu kıssa dışında başka yerde, “İşte bunlar gayb haberlerindendir, bunları sana vahyediyoruz. Bundan önce bunları ne sen bilirdin, ne de kavmin” (Hûd, 49) ayetinde buna dikkat çekildiğinden, burada ayrıca belirtilmemiştir.

 

103- وَمَا أَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِنِينَ “Sen ne kadar hırs da göstersen, insanların çoğu mü’min olacak değillerdir.”

Ama insanların çoğu inatları ve küfür üzere kalmakta ısrarları sebebiyle, sen ne kadar iman etmelerini arzulasan ve kendilerine ayetler göstersen de, yine de iman etmezler.

 

104- وَمَا تَسْأَلُهُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ “Hâlbuki Sen onlardan herhangi bir ücret de istemiyorsun.”

Hâlbuki Sen, bunları haber vermek, Kur’anı anlatmak hususunda onlardan herhangi bir ücret istemiyorsun.

إِنْ هُوَ إِلاَّ ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ “O (Kur’ân), ancak âlemlere bir öğüttür.”

 

 105- وَكَأَيِّن مِّن آيَةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ “Bununla beraber göklerde ve yerde nice âyetler var ki, insanlar onlara uğrarlar, ama yüz çevirip geçerler.”Göklerde ve yerde Allahın varlığına, hikmetine, kudretinin kemâline ve bir olduğuna dair nice ayetler vardır ki insanlar o ayetlere muhatap olurlar, görürler. Ama yüz çevirirler, onlar hakkında tefekkür etmezler, onlardan bir ibret almazlar.

 

106- وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللّهِ إِلاَّ وَهُم مُّشْرِكُونَ “Onların çoğu Allah’a müşrik olarak inanır.”

İnsanların çoğu, Allahın varlığını ve yaratıcı olduğunu kabul etmekle beraber,

-Allahtan başkasına ibadet ederek,

-Din adamlarını Rabler edinerek,

-Allaha oğul isnad ederek,

-Nur ve zulmet gibi kavramlarla,

-Sebepleri bir nevi yaratıcı sanmak ve benzeri tarzlarda Allaha şerikler kılarlar.

Ayetin,

-Mekke müşrikleri,

-Münafıklar,

-Ehl-i kitap hakkında indiği hususunda farklı görüşler nakledilir.

 

1ّ07- أَفَأَمِنُواْ أَن تَأْتِيَهُمْ غَاشِيَةٌ مِّنْ عَذَابِ اللّهِ أَوْ تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً وَهُمْ لاَ يَشْعُرُونَ “Yoksa onlar Allah’ın azabından hepsini saracak bir felaket gelmesinden veya farkında değillerken kendilerine ansızın kıyametin gelmesinden emin mi oldular?”Onları bürüyen, hepsini içine alan ilâhî bir azabın kendilerine gelmesinden veya öncesinde hiçbir alâmet yokken ve kendilerinin de hiçbir hazırlığı olmadan kıyametin gelivermesinden emin mi oldular?

 

108- قُلْ هَذِهِ سَبِيلِي “De ki: İşte bu benim yolum.” “İşte bu” ile işaret olunan tevhide davet ve ahirete hazırlıktır. Bunun için ayetin devamı “yolu” şöyle açıklar:

أَدْعُو إِلَى اللّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَاْ وَمَنِ اتَّبَعَنِي “Basiret üzere Allah’a davet ediyorum, ben ve bana uyanlar işte böyleyiz.”Sizi Allaha gözü kapalı olarak körü körüne inanmaya değil, delil ve hüccete dayanarak iman etmeye çağırıyorum.

وَسُبْحَانَ اللّهِ “Ve Subhanallah (Allah’ı tesbih ederim).”

وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ “Ve ben müşriklerden değilim.”

 

 109- وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ إِلاَّ رِجَالاً نُّوحِي إِلَيْهِم مِّنْ أَهْلِ الْقُرَى “Biz senden önce de, o beldelerin ahalisinden ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik.”

Ayet, “Şayet Rabbimiz dileseydi melekler indirirdi.” (Fussılet, 14) ayetinde ifade edilen “meleklerden peygamber gelme” meselesine bir reddir.

Denildi ki: Ayet, kadınlardan peygamber gelmesini nefyetmektedir.

 

 

“Kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri”Sana vahyettiğimiz gibi onlara da vahyetmekteyiz. Böylece onlar bu vahiyle diğer insanlardan farklı olurlar, ayrılırlar.

Ayette ilâhî vahyin geldiği kimselerin çölde yaşayanlar değil, şehir hayatında yaşayanlardan olduğuna dikkat çekilmiştir. Çünkü onlar, çölde yaşayanlara göre hem daha bilgili, hem de daha halîmdirler.

أَفَلَمْ يَسِيرُواْ فِي الأَرْضِ فَيَنظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ “Şimdiarzda gezip de kendilerinden önce gelip geçenlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı?”

Onlar, daha önceki devirlerde peygamberleri ve ayetleri yalanlayanların akıbetine bakmadılar mı, ta ki Seni yalanlamaktan kaçınsınlar!

Veya onlar önceki devirlerde dünyaya kendini kaptırıp helâk olan kimselerin akıbetine bakmadılar mı, ta ki kendilerini dünya sevgisinden kurtarsınlar!

وَلَدَارُ الآخِرَةِ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ اتَّقَواْ “Elbette ahiret yurdu müttakiler için daha hayırlıdır.”

Elbette ahiret hayatı, şirkten ve günahlardan sakınanlar için çok daha hayırlıdır.

أَفَلاَ تَعْقِلُونَ “Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız?”

Akıllarınızı kullanmıyor musunuz ki, ahiretin daha hayırlı olduğunu bilesiniz.

 

110- حَتَّى إِذَا اسْتَيْأَسَ الرُّسُلُ وَظَنُّواْ أَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُواْ “Nihayet peygamberleri (onların iman etmelerinden) ümit kesecek hale gelince ve kendilerine yalan söylendiğini zannedince…”Yani, zamanın böyle akıp gidişi ve başınıza bir şey gelmemesi sakın sizi aldatmasın. Çünkü önceki devirlerde de inkâr edenlere mühlet verildi. Öyle ki onlara gönderilen elçiler dünyada onlara galip gelmeyeceklerini zannettiler.                            Küfre dalmaları ve herhangi bir engel olmadan refah içinde yaşamaları sebebiyle onların imana gelmelerinden ümitlerini kestiler.

Nefislerinin kendilerine galip geleceklerini söylemesinde veya kavimlerinin iman vaadinde yalan söylediklerini zannettiler.

Denildi ki: Ayetteki zamir, Peygamberlerin gönderildiği kimselerdir. Yani, o kavimler Peygamberlerin yaptıkları davette ve ilâhî azapla korkutmalarında yalan söylediklerini zannettiler.Şöyle de mana verildi: O kavimler, Peygamberlerin yalancı çıktıklarını, onlara vaad edilen ilâhî yardımın gelmeyeceğini, işlerin kendilerine karıştırıldığını zannettiler.

İbnu Abbastan ayetle ilgili şöyle bir açıklama nakledilir: “Peygamberler, kendilerine vaat edilen ilâhî yardım hususunda kendilerine yapılan vaadin yerine getirilmeyeceğini zannettiler.”

Bu rivayet şayet sahihse, bundan murat kalbe vesvese yoluyla gelen bazı iç konuşmalardır.

Bu böyle olmakla beraber, ayetten murat temsil yoluyla kâfirlere verilen sürenin uzun olması ve mühlet verilmesini anlatmak da olabilir.

جَاءهُمْ نَصْرُنَا “Onlara yardımımız geldi.”

فَنُجِّيَ مَن نَّشَاء “Böylece dilediklerimiz kurtarıldı.”

İşte, böyle zannedildiği bir vakitte yardımımız gelir, Peygamber ve ehl-i iman kurtarılır.

Ayette kimlerin kurtulacağının belirlenmemesi, Allahın necatını istediği kimselerin Peygamber ve ehl-i iman olduğunun, bu kurtuluşta kendilerine ortak olacak başka kimse olmadığının malum olmasındandır.

وَلاَ يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمِينَ “Mücrimler topluluğundan bizim azabımız geri çevrilmez.”“Azabımız o suçluların başına indiğinde, onlardan çevrilmez.”

Ayette, Allahın kimler için kurtuluş dileyeceğinin bir beyanı vardır.

 

 111- لَقَدْ كَانَ فِي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِّأُوْلِي الأَلْبَابِ “Gerçekten de onların kıssalarında akıl sahipleri için bir ibret vardır.”“Onların kıssaları”ndan murat

-Peygamberlerin ümmetleriyle olan kıssaları,

-Veya Hz. Yusufun kardeşleriyle olan durumu olabilir.

“Ulu’l-elbab”dan murat ülfet ve hisse meyletme şaibelerinden uzak olan akıl sahipleridir.

مَا كَانَ حَدِيثًا يُفْتَرَى “Bu, uydurulmuş bir söz değildir.”

وَلَكِن تَصْدِيقَ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ “Lâkin O, kendisinden önce gelenlerin bir tasdikidir.”

O Kur’an, önceki ilâhî kitapların tasdikidir.

وَتَفْصِيلَ كُلَّ شَيْءٍ “Ve her şeyin bir tafsilidir.”

Ve Kur’an, dinde ihtiyaç duyulan her şeyin tafsilidir. Çünkü, dînî bütün meselelerin ya doğrudan veya dolaylı olarak Kur’anda bir senedi vardır.

وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ “Ve iman edecek bir kavim için hidayet ve rahmettir.”Kur’an, dalaletten bir kurtuluş, kendisiyle dünya ve ahiret saadetine nail olunan bir rahmettir.Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Kölelerinize Yusuf sûresini öğretiniz. Çünkü, hangi Müslüman bu sûreyi okusa, ailesine ve kölelerine öğretse, Allah ona ölüm sekeratını kolaylaştırır ve her bir Müslümana haset etmemek konusunda bir kuvvet verir.”

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
12. Yusuf
Gönderi tarihi: 12-04-2014
1,806 kez okundu
Block title
Block content