124 - وَإِذِ ابْتَلَى إِبْرَاهِيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ “Hani Rabbi İbrahim’i birtakım kelimelerle denemişti.”
Rabbi, İbrahim’i bir kısım emirler ve yasaklarla mükellef kıldı.
Ayet metnindeki ibtila kelimesi belâ kökünden gelir, meşakkatli şeyle mükellef kılmak anlamındadır.
Denemek, imtihan etmek anlamına yakın bir mana ifade eder.
Kelimat (kelimeler) bazan manalara da kullanıldığından, Hz. İbrahim’in aldığı bu kelimeler, çeşitli ayetlerde zikredilen otuz güzel hasletle tefsir edilmiştir. Şöyle ki:
“(Bunlar), tevbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, saihun (Allah yolunda seyahat edenler.), rükû’ edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır.” (Tevbe, 112)
“Şüphe yok ki müslüman erkeklerle müslüman kadınlar,
Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar,
İtaat eden erkeklerle itaat eden kadınlar,
Sadık erkeklerle sadık kadınlar,
Sabreden erkeklerle sabreden kadınlar,
Allah’a derinden saygı duyan erkeklerle Allah’a derinden saygı duyan kadınlar,
Sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar
Oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar
Irzlarını koruyan erkeklerle ırzlarını koruyan kadınlar
Allah’ı çok zikreden erkeklerle Allah’ı çok zikreden kadınlar var ya
İşte Allah onlar için bir mağfiret ve çok büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab, 35)
“Mü’minler, gerçekten kurtuldu.”
“Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler.”
“Onlar ki, boş işlerden yüz çevirirler.”
“Onlar ki, zekât (vazifelerini) yaparlar.”
“Ve onlar ki, iffetlerini korurlar.”
“Onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler.”
“Onlar ki, namazlarını muhafaza ederler.” (Mü’minun, 1-9)
Hz. Âdemin Cenab-ı Hak’tan aldığı kelimeler de benzeri bir şekilde tefsir edilmiştir.
Ayrıca, Hz. İbrahime ait on sünnet de bu kelimeler zımnında değerlendirilmiştir.[1>
Keza,
-Haccın menasiki,
-Kendisine göklerin ve yerin melekûtunun gösterilmesi,
-Sünnet olması,
-Oğlu İsmail’i kurban etmekle imtihanı,
-Nemrut tarafından ateşe atılması,
-Hicret etmesi de bu meyanda sayılabilir.
Yani, Allahu Teâlâ, Hz. İbrahime bunlarla imtihana tâbi kılınan kimse muamelesi yaptı.
Ayete “İbrahim Rabbini bir kısım kelimelerle mübtela kıldı.” Yani “Ya Rabbi! Ölüleri nasıl diriltirsin, bana göster.” (Bakara, 260) ve “Hani İbrahim şöyle demişti: Rabbim! Bu şehri güvenli kıl…” (İbrahim, 35) de
Başta olan beş sünnet,
1-Saçını ortadan iki yana ayırmak.
2- Bıyıklarını kesmek (makas ile kırparak).
3- Misvak kullanmak.
4- Mazmaza ( Abdestte ağza bol su vermek, ağız temizliği yapmak.)
5- İstınşak ( Abdestte burna su vermek, burun temizliği yapmak.)
Bedende olan beş sünnet,
1- Tırnak kesmek.
2- Koltuk altlarındaki kılları temizlemek.
3- Etek traşı.
4- Su ile taharet.
5- Sünnet olmak.
olduğu gibi bazı kelimelerle Rabbine dua etti, duasına icabet edip etmeyeceğine baktı” manası da verilmiştir.
فَأَتَمَّهُنَّ “O da onların hepsini tamamladı.”
O da bunların hepsini mükemmel bir şekilde tamamladı, hepsinin hakkını verdi. Nitekim Cenab-ı Hak O’nu “Ve çok vefakâr olan İbrahim” (Necm, 37) diyerek vefakârlığıyla methetmiştir.
Eğer “İbrahim Rabbini bir kısım kelimelerle mübtela kıldı” manası esas alınırsa, “O da istediklerinin hepsini verdi” tarzında tefsir edilir.
قَالَ إِنِّي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ إِمَامًا “Rabbi dedi: Ben seni insanlara bir önder kılacağım.”
Sanki mukadder bir sualin cevabıdır. Yani, “İbrahim o kelimeleri tamamladığında Rabbi ne dedi?” sualine böyle cevap verilmiştir.
Veya ayetin bu kısmı, Allahu Teâlânın imtihanını beyan etmektedir. Bu durumda
-İnsanlara önder kılınması,
-Ka’beyi tertemiz yapması,
-O’nu temelleri üzerine yükseltmesi.
-Allaha tam bir teslimiyetle teslim olması.
İşte bütün bunlar Allahu Teâlânın O’nu imtihan etmesiyle alakalı durumlardır.
İmam, kendisine uyulan, peşinden gidilen anlamındadır. Hz. İbrahim’in imameti geneldir ve daimîdir. Çünkü kendisinden sonra gelen nice peygamber, O’nun neslindendir ve O’na ittiba ile mükelleftir.
قَالَ وَمِن ذُرِّيَّتِي İbrahim, “neslimden de (önderler yap, ya Rabbi!)” dedi.”
قَالَ لاَ يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِمِينَ “(Allah) dedi Benim ahdim (verdiğim söz) zalimleri kapsamaz.”
Ayet, hem isteğinin kabul gördüğünü anlatır, hem de neslinden bir kısım zâlimler de çıkacağını ve bunların imamete nâil olamayacaklarına tenbihte bulunur. Çünkü imamet, Allahtan bir emanet ve ahittir.
Zalim kişi ise buna elverişli değildir. Hz. İbrahim’in neslinden gelen iyi ve müttaki kimseler ise, böyle bir pâyeye nail olacaklardır.
Ayette peygamberlerin bi’set öncesi büyük günahlardan masum olduklarına ve fasıkın imamete ehil olmadığına bir delil vardır.
125-وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً “Hani, biz Beyt’i insanlara bir sevap kazanma ve güven yeri kılmıştık.”
Beyt’ten murat Ka’bedir. Ka’be, hac ve umre vesilesiyle ziyaret edilir, bu niyetle gelenler büyük sevaplar kazanırlar.
Orası bir emniyet yeridir. Orada olanlara saldırılmaz. “Biz onları emin bir hareme yerleştirmedik mi?” (Kasas, 57) ayetinde ifade edildiği gibi, onun etrafında yer alan bölgelerdeki insanlar saldırıya maruz iken, Ka’beye gelenler emniyet içinde olurlar.
Keza, hac için oraya gelenler ahiret azabından güven içinde olurlar. Çünkü hac, önceki günahları siler, temizler.
Hatta, Ebu Hanifenin görüşüne göre, oraya sığınan cânî, oradan çıkmadıkça yakalanıp cezalandırılmaz.
وَاتَّخِذُواْ مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى “Siz de Makam-ı İbrahim’den kendinize bir namaz yeri edinin.”
Ayetin evvelinde mukadder bir “Ve biz şöyle dedik” ifadesi düşünülebilir.
Veya “Ona yönelin…” düşünülebilir. Bu takdirde hitap Hz. Peygamberin ümmetinedir ve buradaki makam-ı İbrahimi musalla edinmek, farz bir emir olmayıp, müstehaptır. (emr-i istihbabî)[2>
Makam-ı İbrahim hakkında farklı mütalaalar vardır. Şöyle ki:
-Burası Hz. İbrahimin ayağının izi olan bir taştır.
-Veya kalkıp insanları hacca davet ettiğinde üzerine bastığı taştır.
-Veya Ka’beyi yaparken üzerine bastığı, bugün makam-ı İbrahim diye bilinen yerdeki taştır.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre Hz. Peygamber (asm) Hz. Ömerin elinden tutup “işte makam-ı İbrahim burası” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer “Orayı bir namazgah yapacak mıyız?” diye sordu. Hz. Peygamber “Bana böyle bir emir gelmedi” dedi. Ve o gün güneş batmadan makam-ı İbrahim’in namazgâh yapılmasını bildiren ayet geldi.
Buranın namazgâh kılınmasından muradın iki rek’at tavaf namazı olduğu söylenir. Hz. Cabirden rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (asm) tavafı bitirdiğinde makam-ı İbrahime yöneldi ve onun arkasında iki rekat namaz kılıp bu ayeti okudu. İmam-ı Şafiîden bu namazın vücubuyla ilgili iki farklı görüş nakledilir.
Makam-ı İbrahim’in haremin tamamı olduğu da söylendi. Ayrıca haccın değişik yerleri (mevakıfı) olduğu, musalla edinilmesi ise buralarda Allaha dua edilmesi olduğu nazara verildi.
Kıraat imamlarından Nâfi ve İbnu Amir, ayetteki emir sığasını mazi olarak okudular. Bu durumda mana şöyle olur: “İnsanlar makam-ı İbrahimi musalla (namazgâh) edindiler, yani Ka’beyi kıble yaptılar, ona yönelip namazlarını kıldılar.”
وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِالسُّجُودِ “İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.”
İbrahim’e ve İsmail’e Ka’beyi putlardan, pisliklerden ve ona layık olmayan şeylerden temizlemelerini emrettik.
126- وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ “Hani İbrahim şöyle demişti:”
رَبِّ اجْعَلْ هَذَا بَلَدًا آمِنًا “Rabbim! Bunu emin bir belde kıl.”
وَارْزُقْ أَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ آمَنَ مِنْهُم بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ “Halkından Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri her türlü ürünle rızıklandır.”
قَالَ وَمَن كَفَرَ فَأُمَتِّعُهُ قَلِيلاً “Allah dedi: İnkâr edeni de az bir süre rızıklandırırım.”
Hz. İbrahim daha önce neslinden önderler gelmesini isteyince, Cenab-ı Hak “zalimler için imamet olmayacağını” bildirmişti. Hz. İbrahim buna kıyas ile rızık noktasında “Halkından Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri her türlü ürünle rızıklandır” diye dua etti. Cenab-ı Hak “İnkâr edeni de az bir süre rızıklandırırım.” diye bildirdi.
Rızık dünyevî bir rahmettir, mü’mine de kâfire de şümullüdür, ama imamet ve dinde önderlik öyle değildir.
Öyle anlaşılıyor ki, küfür her ne kadar nimetlerden faydalanmaya bir sebep değilse de, bunların azaltılmasına bir sebeptir. Kafir, sadece dünyevî nimetlerden yararlanır, ama bunlarla sevap elde edemez.
ثُمَّ أَضْطَرُّهُ إِلَى عَذَابِ النَّارِ “Sonra onu cehennem azabına uğratırım.”
Küfründen ve verdiğim nimetleri zayi etmesinden dolayı onu cehennem ateşine gönderirim.
وَبِئْسَ الْمَصِيرُ “O, ne kötü bir varılacak yerdir!”
127- وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ “Hani İbrahim, İsmail ile birlikte Beyt’in (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyordu.”
Ayet, geçmişteki olayı hikâye eder. Bundan muradın, Hz. İbrahimin Ka’benin konumunu yüceltmesi, ona tazim ve insanlara hacca davet ile şerefini ortaya koyması olduğu da söylenir.
رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur!”
إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ “Şüphesiz sen Semi’ – Alîm’sin.”
Sen duamızı işitir, niyetlerimizi bilirsin.
128- رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ “Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş iki kimse kıl.”
“Bizi ihlâslı kullarından eyle.” Bundan murat daha ziyade ihlas ve iz’an taleb etmeleridir.
وَمِن ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُّسْلِمَةً لَّكَ “Neslimizden de sana teslim olmuş bir ümmet kıl.”
Kendi nesillerine dua etmeleri, onların şefkate en ziyade layık olmalarındandır. Ayrıca, onlar salih olduklarında, onlara tâbi olanlar da salih olacaklardır.
Dualarında “neslimizden…” diye bir kısmına dua etmeleri, kendilerine daha önce nesillerinden bir kısmının zalim olacağının bildirilmesindendir.
Ayrıca, hikmet-i ilâhîyenin herkesi içine alacak tam bir ihlâsı ve küllî bir yönelişi iktiza etmediğini biliyorlardı. Çünkü böyle bir durum dünyayı teşviş eder. Bu sebeple şöyle denilmiştir:
“Ahmaklar olmasa, dünya harap olurdu.”
Bazı âlimler, Hz. İbrahim ve Hz. İsmailin duasında kastedilen ümmetin, ümmet-i Muhammed olduğunu söylerler.
“Neslimizden” demeleri, bütün nesillerini içine alacak şümullü bir dua da olabilir. O zaman ayetteki “den” takısı beyaniye olur. Bunun bir benzerini şu ayette görebiliriz:
“Allah, içinizden iman edip de salih ameller işleyenlere şunu vaat etti:” (Nur, 55)
وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا “Ve bize menasikimizi göster.”
“Bize, hacda yapacağımız ibadetlerimizi göster.”
Menasik, nüsuk kelimesinden gelir. Bu kelime esas olarak ibadetin kemâlini ifade eder. Ancak, hacc ibadetlerini ifade etmede kullanımı daha yaygındır. Çünkü hacda ziyadesiyle külfet ve günlük hayatın alışkanlıklarından uzak kalmak vardır.
وَتُبْ عَلَيْنَآ “Tevbemizi kabul et.”
Allahtan tevbelerinin kabul edilmelerini istemeleri, nesilleri hesabına olabileceği gibi kendilerinden yanlışlıkla sadır olan durumlar için de olabilir. Belki de hem nefis terbiyesi yapmak, hem de bu şekilde nesillerini irşad etmek için bunu istediler.
إِنَّكَ أَنتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ “Çünkü sen, Tevvab – Rahîm’sin.”
129- رَبَّنَا وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْهُمْ “Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder.”
Duaları kabul edilmiştir. Hz. Peygamber (asm) şöyle bildirir: “Ben İbrahimin duası, İsanın müjdesi ve annemin rüyasıyım.”
يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِكَ “Onlara âyetlerini okusun.”
“Senin vahyettiğin tevhid ve nübüvvet delillerini onlara okusun ve tebliğ etsin.”
وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ “Kitabı ve hikmeti öğretsin.”
“Onlara Kur’anı ve nefislerini kemale erdirecek marifetleri ve hükümleri öğretsin.”
وَيُزَكِّيهِمْ “Ve onların nefislerini arındırsın.”
Şirk ve günahlardan onları temizlesin.
إِنَّكَ أَنتَ العَزِيزُ الحَكِيمُ “Şüphesiz Sen Azîz – Hakîm’sin.”
Şüphesiz Sen Azîz’sin, Senin murat ettiğine karşı çıkılamaz, galip gelinemez.
Hakîm’sin, murat ettiğini muhkem kılarsın.
130- وَمَن يَرْغَبُ عَن مِّلَّةِ إِبْرَاهِيمَ إِلاَّ مَن سَفِهَ نَفْسَهُ “Kendini bilmeyenden başka İbrahim’in dininden kim yüz çevirir?”
Ayetin bu kısmı, Hz. İbrahim’in o açık ve parlak dininden kimsenin yüz çevirmemesi gerektiğini anlatır.
Aklı başında bir kimse O’nun dininden yüz çevirmez. Ama nefsini küçük düşüren, zillete düçar eden, akılsızlık yapanlar müstesna.
وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا “Andolsun, biz Onu (İbrahim’i) bu dünyada seçkin kıldık.”
وَإِنَّهُ فِي الآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ “Şüphesiz o, ahirette de salihlerdendir.”
Ayet, önceki ayette nazara verilen Hz. İbrahime tâbi olmanın delili ve beyanıdır. Çünkü dünyada seçilmiş bir kul olan, kıyamet gününde de kendisine istikamet ve salah üzere olduğuna şehadet edilen kimse, elbette tâbi olunmaya layıktır, kıt akıllıdan veya aklını kullanmayandan başkası O’ndan yüz çevirmez.
131- إِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُ أَسْلِمْ “Rabbi ona “teslim ol” demişti.”
قَالَ أَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ “O da, “Âlemlerin Rabbine teslim oldum” dedi.”
Sanki şöyle denilmiştir: Hz. İbrahim imamet ve önderliğe layık, seçilmiş, salih bir kuldur. Bütün bunlara, iz’an ile, ihlâs ile nail olmuştur. Rabbi O’nu davet edip hakka teslim olmayı netice veren marifet delillerini kalbine bıraktığında, tam bir teslimiyetle mukabelede bulunmuştur.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre ayetler Abdullah Bin Selâm ve kardeşinin iki oğlu münasebeti ile inmiştir. Abdullah Bin Selâm, yeğenleri Seleme ve Muhaciri İslâma davet ettiğinde Seleme Müslüman olmuş, Muhacir ise reddetmiştir.
132-وَوَصَّى بِهَا إِبْرَاهِيمُ بَنِيهِ وَيَعْقُوبُ “İbrahim, bunu kendi oğullarına tavsiye etti, Yakub da:”
Tavsiye, başkasını kendisinde fayda olan fiile teşvik etmektir. Ayetteki zamir, millete (İbrahimin dinine) râcidir.
Veya “Âlemlerin Rabbine teslim oldum” cümlesidir.
Hz. İbrahimin dört, sekiz veya ondört oğlu olduğu rivayet edilir. Hz. Yakubun ise oniki oğlu vardı.
يَا بَنِيَّ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَى لَكُمُ الدِّينَ “Oğullarım! Allah, sizin için bu dini seçti.”
Burada bahsedilen din, bütün dinlerin özü olan İslam’dır. Ayetin devamı bunu gösterir:
فَلاَ تَمُوتُنَّ إَلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ “Artık ancak Allaha teslim kimseler olarak ölün.”
Ayetin zahiri, İslâm hâline aykırı bir ölümden nehiydir. Bundan maksad, öldüklerinde bu hâlin hilafına bir durumda olmalarından sakındırmaktır ve İslam üzere sebat göstermelerini emretmektir. İbarede, onların İslâm üzere olmayan ölümlerinin kendisinde hayır olmayan bir ölüm olduğuna ve böyle bir hale maruz kalmamaları gerektiğine delalet vardır.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre Yahudiler Hz. Peygambere “bilmiyor musun, Hz. Yakub öldüğü gün evlatlarına Yahudiliği tavsiye etmişti” dediler, ayet bu münasebetle nazil oldu.
133- أَمْ كُنتُمْ شُهَدَاء إِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُ “Yoksa siz Yakub’a ölüm geldiğinde orada hazır mı bulunuyordunuz?”
إِذْ قَالَ لِبَنِيهِ “Hani çocuklarına şöyle demişti:”
مَا تَعْبُدُونَ مِن بَعْدِي "Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?”
Buradaki soru, durumun böyle olmadığını ifade içindir. Yani, “Yakuba ölüm geldiğinde ve evlatlarına dediğini dediğinde siz orada hazır değildiniz. Öyle ise, niye “Yahudilik tavsiyesinde bulundu” diye iddia ediyorsunuz?”
Hitap bir yönüyle mü’minlere de olabilir. Yani, “Siz bu olayı müşahede etmediniz. Bunu ancak vahiy yoluyla öğrendiniz.”
Hz. Yakup bununla onların İslâm ve tevhid üzere karar kılmalarını murat etti ve bunlar üzerine sebat göstereceklerine dair kendilerinden söz aldı.
Ayette “benden sonra neye ibadet edeceksiniz?” ifadesinde soru edatı olarak مَا “Ma” kullanılmıştır. Bu edatla, bilinmeyen her şeyden sual edilebilir. Bilinen şeylerde ise, şahıstan sorulursa “Men” yani “kim” edatı kullanılır. Ama şahsın vasfından sorarken “Ma” yani “ne” ile sorulur. Mesela, “Zeyd nedir, hoca mı yoksa doktor mu?” denilir.
قَالُواْ نَعْبُدُ إِلَهَكَ وَإِلَهَ آبَائِكَ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ إِلَهًا وَاحِدًا “Onlar da şöyle dediler: Senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan bir tek ilâha ibadet edeceğiz.”
Hz. İsmail, Hz. Yakubun amcası iken ayette Hz. Yakubun ecdadı arasında sayılması ya tağlîb şeklindedir.
Veya hadiste “amca, babanın bir parçası gibidir” denilmesi gibi baba menzilesinde olmasındandır. Hz. Peygamber (asm) amcası Abbas hakkında “amcam, ecdadımdan geriye kalandır” demiştir.
“Bir tek ilaha” demeleri hem tevhidi açıktan ifade etmeleridir, hem de “Senin ilahına ve atalarının ilahına ibadet edeceğiz” ifadelerinde birden fazla ilaha ibadet etmek tevehhümü olmasın diye daha açık ifadeyle söylemeleridir.
وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ “Ve biz O’na teslim olmuş kimseleriz.”
134- تِلْكَ أُمَّةٌ قَدْ خَلَتْ “Onlar bir ümmetti, geldi geçti.”
Yani, Hz. İbrahim, Hz. Yakub ve bunların oğulları bir ümmettir.
Ümmet, cemaat, topluluk anlamındadır. Aynı ümmet içinde değişik fırkalar çıktığından, yani fırkaların esası ümmete dayandığından bu şekilde isimlendirilmiştir.
لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُم مَّا كَسَبْتُمْ “Onların kazandıkları onlara, sizin kazandığınız da size.”
Her biriniz amelinizin karşılığını göreceksiniz. Yani, “sizin onlara mensup olmanız, onların amellerinden faydalanmanızı gerektirmez. Ancak onlara benzerseniz ve onların gittiği yoldan giderseniz fayda görürsünüz.” Nitekim Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurur:
“İnsanlar amelleriyle benim yanıma geldiklerinde, sakın siz neseblerinizle gelmeyin!”
وَلاَ تُسْأَلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ “Ve siz onların yaptıklarından sorguya çekilecek değilsiniz.”
Yani, onların seyyieleriyle hesaba çekilmeyeceğiniz gibi, haseneleriyle de sevap almazsınız.”
135- اوَقَالُواْ كُونُواْ هُودًا أَوْ نَصَارَى تَهْتَدُواْ “Bir de: “Yahudi veya Hristiyan olun ki, hidayet bulasınız” dediler.”
Böyle diyenler, kitap ehlinden olan Yahudiler ve Hristiyanlardır. Yahudiler “Yahudi olun hidayete erin” derken, Hristiyanlar da “Hristiyan olun hidayete erin” demişlerdi.
قُلْ بَلْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا “De ki: “Hayır! Hanif olarak İbrahim’in dinine uyarız.”
De ki: “Hayır, biz İbrahimin dinindeniz. Hanif olarak, yani batıla değil hakka meylederek O’na tâbiyiz.”
وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ “O, müşriklerden değildi.”
Ayet, kitap ehline ve başkalarına bir tarizdir. Çünkü onlar müşrik oldukları hâlde, Hz. İbrahime tâbi olduklarını iddia etmektedirler.
136- قُولُواْ آمَنَّا بِاللّهِ وَمَآ أُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَالأسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَمَا أُوتِيَ النَّبِيُّونَ مِن رَّبِّهِمْ “Deyin ki: Biz Allah’a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve esbat’a (Yakubun neslinden gelenlere) indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilene ve bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik.”
Bir sonraki ayetten de anlaşılacağı üzere, hitap mü’minleredir.
Hz. İbrahime indirilen sahifeler her ne kadar O’na inmişse de, O’nun evlatları ve nesli bu sahifelere göre ibadet ediyorlardı, aynı hükümlere tâbi idiler. Böyle olunca, Kur’anın da hepimize indirilmesi gibi, o sahifeler bunlara da inmiş gibi oldu.
Esbat, sıbt kelimesinin çoğulu olup “torunlar” anlamındadır. Ayetteki “esbat”tan murat, Hz. Yakubun torunlarıdır veya oğulları ve onlardan meydana gelen nesillerdir. Çünkü onların hepsi Hz. İbrahim ve İshakın torunları idiler.
“Mûsâ ve İsa’ya verilene”
Hz. Musa ve Hz. İsaya indirilen, Tevrat ve İncildir. Bu iki peygamberin müstakillen gelmesi, bunların önce sayılanlardan farklılığıdır.[3>
Ayrıca, bu iki peygamber hakkında Yahudilerle Hristiyanlar arasında tartışma vardır.[4>
“Ve bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik.”
Bu sayılanlara ve sayılmayanlara, hepsine iman ettik.
لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ “Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz.”
Biz, Yahudilerin yaptığı gibi bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmeyiz.
وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ “Ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.”
137- فَإِنْ آمَنُواْ بِمِثْلِ مَا آمَنتُم بِهِ فَقَدِ اهْتَدَواْ “Artık eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar.”
-“Eğer kulumuza indirdiğimizden bir şüphe içinde iseniz, haydi onun mislinden bir sûre getirin.” (Bakara, 23) ayetinde olduğu gibi burada da onları acze düşürmek ve susturmak vardır. Çünkü, Müslümanların iman etmesinin bir misli olmadığı gibi, İslâm gibi de başka bir din yoktur.
Ayrıca şu mana da düşünülebilir:
“Eğer onlar sizin metodunuz tarzında hakka ulaştıran bir metot, bir yol ararlarsa, o zaman hidayete ererler.” Çünkü maksadın bir oluşu, yolların çeşitli olmasına engel değildir.
وَّإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا هُمْ فِي شِقَاقٍ “Eğer yüz çevirirlerse, elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar.”
Eğer imandan veya sizin onlara söylediklerinizden yüz çevirirlerse, onlar ancak haktan sapmış ve muhalefet etmiş olacaklardır.
Ayetin metninde “muhalefet” anlamında “şikak” kelimesi geçer. Çünkü birbirine muhalif olanların her biri diğer şık’ta yer almaktadır.
فَسَيَكْفِيكَهُمُ اللّه “Allah, onlara karşı sana yetecektir.”
Ayetin bu kısmı mü’minlere bir teselli ve onları teskîndir, muhalefet edenlere karşı da korunacaklarını ve yardım göreceklerini vaat etmektir.
وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ “O, Semi’ – Alîm’dir.”
Ayetin bu kısmı, hem vaat, hem de tehdîd olarak anlaşılabilir. Mü’minlere vaad, karşı şıkta yer alanlara ise tehdittir. Yani “ey ehl-i iman! Allah sizin sözlerinizi işitir, ihlâsınızı bilir ve hiç şüphe yok ona göre karşılık verir.”
Haktan yüz çevirenler için ise, “Allah onların izhar ettiklerini işitir, gizlediklerini de bilir, ona göre cezalandırır.”
138- صِبْغَةَ اللّهِ “(Sen) Allah’ın boyasına (bak).”
“Allahın boyası” Allahın insanları yaratmış olduğu fıtratı ifade eder. Nasıl ki boya, boyandığı şeyin süsü ise, fıtrat da insanın süsüdür.
“Allahın boyasından” murat, ilâhî hidayet de olabilir. Yani, “Allah bize hidayet etti ve bunun deliline de irşad etti.”
Veya “Kalplerimizi imanla tertemiz yaptı.”
İlahi hidayete “boya” denilmesi, boyanın boyalı cisimde görülmesi gibi, hidayet eserinin mü’minlerde görülmesi, boyanın elbiseye girmesi gibi onların kalplerine girmesindendir.
Veya müşakele içindir. Çünkü Hristiyanlar çocuklarını mamudiye dedikleri sarı bir suya batırıyor ve ”bu onları tertemiz yapar ve bununla Hristiyanlıkları gerçekleşir” diyorlardı. (Vaftiz olayı)
“Sıbğatullah: Allahın boyası” ifadesi teşvik manası da taşıyabilir. Yani, “siz Allahın boyasına bakın, başkasına değil.”
Veya daha önce geçen “İbrahim milleti (dininden) bedel olabilir.
وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ صِبْغَةً “Allah’ın boyasından daha güzel boya kimin olabilir?”
Onun boyasından daha güzel bir boya yoktur.
وَنَحْنُ لَهُ عَابِدونَ “Biz Ona ibadet edenleriz.”
Bu ifadede onlara bir tariz vardır. Yani “Biz sizin şirk koşmanız gibi O’na şirk koşmayız.”
139- قُلْ أَتُحَآجُّونَنَا فِي اللّهِ “De ki: Allah hakkında bizimle mücadele mi ediyorsunuz?”
Yoksa siz Allah hakkında, sizden değil de Arablardan bir peygamber seçti diye bizimle mücadele mi ediyorsunuz?
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre kitap ehli Hz. Peygambere şöyle dediler: “Bütün peygamberler bizdendir. Şayet bir peygamber olsan bizden olurdun.” Bu münasebetle bu ayet nazil oldu.
وَهُوَ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ “Hâlbuki O, Rabbimiz ve Rabbinizdir.”
Allah için bir kavmin Rabbi olmak gibi bir şey asla söz konusu olamaz. Rahmetini kullarından dilediğine nasip eder.
وَلَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ “Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir.”
Amellerimizden dolayı bize ikramda bulunması O’na uzak değildir. Sanki Cenab-ı Hak onların iddia edebilecekleri her görüşü ele almış, onları susturmuştur. Şöyle ki:
Nübüvvet ikramı,
-Ya Allahtan bir lütuftur, dilediğine nasip eder. Bunda bütün kavimler eşittir.
-Veya devamlı taat ve tam bir ihlâsla buna liyakat kesbedenlere verilen bir haktır. Sizin belki de Allahın nübüvveti vermede itibar edeceği bazı amelleriniz olabilir, ama aynı şey bizim için de geçerlidir, bizim de amellerimiz var.
وَنَحْنُ لَهُ مُخْلِصُونَ “Biz O’na gönülden bağlanmış kimseleriz.”
Sizden farklı olarak biz, tevhid ehli kimseleriz, iman ve taatle sırf Allah için amelde bulunmaya gayret ederiz.
140- أَمْ تَقُولُونَ إِنَّ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَالأسْبَاطَ كَانُواْ هُودًا أَوْ نَصَارَى “Yoksa siz, “İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve esbat (Yakuboğulları) Yahudi idiler veya Hristiyan idiler” mi diyorsunuz?”
قُلْ أَأَنتُمْ أَعْلَمُ أَمِ اللّهُ “De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?”
Elbette Allah daha iyi bilmektedir ve “İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hristiyandı. Fakat O, hanif bir müslimdi.” (Âl-i İmran, 67) diyerek Yahudi veya Hristiyan olmayı Hz. İbrahimden nefyetmiştir.
Buna şöyle diyerek delil getirmiştir: “Ey kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir.” (Âl-i İmran 65)
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن كَتَمَ شَهَادَةً عِندَهُ مِنَ اللّهِ “Allah tarafından kendisine ulaşan bir gerçeği gizleyenden daha zalim kim olabilir?”
Allahu Teâlâ Hz. İbrahimin hanif oluşuna, Yahudilik ve Hristiyanlıktan uzaklığına şehadet ederken, elbette bu şehadeti gizleyen kitap ehlinden daha zâlimi olamaz. Çünkü onlar bu şehadeti gizlemişlerdir.
Ayet şuna da işaret edebilir: “Şayet bu şehadeti gizlesek, bizden daha zâlimi var mıdır?”
Ayette, onların kendi kitaplarında ve başkasında Allahu Teâlânın Hz. Muhammede (asm) şehadetini gizlemelerine bir tariz vardır.
وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ “Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.”
141- تِلْكَ أُمَّةٌ قَدْ خَلَتْ “Onlar bir ümmetti, geldi geçti.”
لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُم مَّا كَسَبْتُمْ “Onların kazandıkları onlara, sizin kazandığınız da size.”
وَلاَ تُسْأَلُونَ عَمَّا كَانُواْ يَعْمَلُونَ “Ve siz onların yaptıklarından sorguya çekilecek değilsiniz.”
Ayet, aynı ibareyle daha önce geçmişti.[5> Bu şekilde tekrarı, onları sakındırmada mübalağa ve tabiatlerinde yerleşen ecdatlarıyla iftihar etmekten ve onlara güvenmekten zecr içindir.
Denildi ki: Tekrarlanan bu ayetin ilki onlara bakar, buradaki ise onlara uymaktan bizi sakındırmak için bize bakar.
Keza, şöyle de değerlendirildi: Birinci ayetteki ümmet peygamberlerdir. Burada ise ümmetten murat Yahudi ve Hristiyanların selefleridir.
[1> İbnu Abbas şöyle der: On şey vardır ki, onlar Hz. İbrahim’in sünnetindendir. O on şeyin beşi baş ile beşi de beden ile ilgilidir.
[2> Emir sığası normal şartlarda vücup ifade eder, yani emredilenin yapılmasını gerektirir. Ama bazan da burada olduğu gibi mubahlık bildirir, “yapabilirsiniz” şeklinde genişlik gösterir.
[3>Yani, her ikisine müstakil birer kitap inmiştir.
[4>Yahudiler Hz. İsayı kabul etmezler.
[5> Bkz. Bakara, 134.