75- ثُمَّ بَعَثْنَا مِن بَعْدِهِم مُّوسَى وَهَارُونَ إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ بِآيَاتِنَا “Sonra bunların arkasından Musa ve Harun’u âyetlerimizle Firavun’a ve onun yakınında olanlara gönderdik.”
فَاسْتَكْبَرُواْ “Ama onlar, kibirlendiler.”
Onlara tabi olmaktan kibirlendiler.
وَكَانُواْ قَوْمًا مُّجْرِمِينَ “Ve günahkâr bir kavim oldular.”
Onlar, günahlara alışmış bir kavim idi. Bundan dolayı Rab’lerinin mesajını hafife aldılar ve redde cür’et ettiler.
76- فَلَمَّا جَاءهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِندِنَا قَالُواْ إِنَّ هَذَا لَسِحْرٌ مُّبِينٌ “Kendilerine tarafımızdan hak gelince, “Muhakkak ki bu, apaçık bir sihirdir” dediler.”
Katımızdan hak kendilerine geldiğinde, şekki izale eden apaçık mu’cizelerin görülmesiyle o hakkı tanıdıklarında, aşırı inatları sebebiyle “bu apaçık bir sihir” dediler.
77- قَالَ مُوسَى أَتقُولُونَ لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءكُمْ “Musa dedi ki: Size hak gelince, ona böyle mi diyorsunuz?”
أَسِحْرٌ هَذَا “Bu bir sihir mi?”
Size hak geldiğinde “bu bir sihirdir” mi diyorsunuz?
وَلاَ يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ “Hâlbuki sihirbazlar iflah olmazlar.”
Bu ifade, Hz. Musanın kelâmının devamıdır. Bunda, kendisinin getirdiğinin sihir olmadığına bir delalet vardır. Çünkü sihir olsaydı mağlup olurdu ve sihirbazların sihrini ibtal edemezdi.
Öte yandan “sihirbazlar iflah olmazlar” diyen birisi elbette sihirle uğraşmaz.
Veya bu ifade onların sözleri de olabilir. Bu durumda sanki şöyle demişlerdir:
“Felah bulmak için bize sihir mi getirdin? Sihirbazlar ise felah bulmazlar.”
78- قَالُواْ أَجِئْتَنَا لِتَلْفِتَنَا عَمَّا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءنَا وَتَكُونَ لَكُمَا الْكِبْرِيَاءُ فِي الأَرْضِ “Dediler: Bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan döndürüp de kibriya (büyüklük ve saltanat) ikinizin eline geçsin diye mi bize geldin?”
Biz atalarımızı puta tapar bulduk. Bizi bu yoldan çevirmeye mi geldin?
Yeryüzünde hükümdarlık “kibriya” ile isimlendirilmesi, genelde hükümdarların kibirle muttasıf olmalarındandır.
Veya bundan murat halkı kendilerine tâbi yaparak tekebbürde bulunmalarıdır.
وَمَا نَحْنُ لَكُمَا بِمُؤْمِنِينَ “Biz ikinize de iman edecek değiliz.”
79- وَقَالَ فِرْعَوْنُ ائْتُونِي بِكُلِّ سَاحِرٍ عَلِيمٍ “Firavun dedi: “Bana bütün bilge sihirbazları toplayıp getirin!”
80- فَلَمَّا جَاءَ السَّحَرَةُ قَالَ لَهُم مُّوسَى أَلْقُواْ مَا أَنتُم مُّلْقُونَ “Sihirbazlar gelince, Musa onlara: “Ortaya ne atacaksanız atın!” dedi.”
81- فَلَمَّا أَلْقَواْ قَالَ مُوسَى مَا جِئْتُم بِهِ السِّحْرُ “Onlar ortaya atınca Musa dedi ki: Sizin yaptığınız şey sihrin ta kendisidir.”
Firavun ve kavmi, Hz. Musanın getirdiğine “sihir” demişlerdi. Hz. Musa buna işaretle “işte sihir bu, yoksa Firavun ve kavminin dedikleri değil” dedi.
إِنَّ اللّهَ سَيُبْطِلُهُ “Şüphesiz ki Allah onu iptal edecektir.”
Allah bu sihri silip yok edecek veya batıl olduğunu gözler önüne serecektir.
إِنَّ اللّهَ لاَ يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِدِينَ “Şüphesiz ki Allah, müfsitlerin işini düze çıkarmaz.”
Allah, bozguncuların amelini sabit kılmaz, kuvvetlendirmez.
Ayette sihrin bir ifsad ve bir göz yanıltması (illizyon) olduğuna ve gerçeği bulunmadığına bir delil vardır.
82- وَيُحِقُّ اللّهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ “Allah, mücrimlerin hoşuna gitmese de- hakkı kelimeleriyle ortaya koyar.”
Allah, emirleri ve hükümleriyle hakkı tahakkuk ettirir, sabit kılar.
83- فَمَا آمَنَ لِمُوسَى إِلاَّ ذُرِّيَّةٌ مِّن قَوْمِهِ عَلَى خَوْفٍ مِّن فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِمْ أَن يَفْتِنَهُمْ “Firavun ve adamlarının kendilerini belaya uğratması korkusundan dolayı, Musa’ya kendi kavminin bir kısım gençlerinden başka kimse iman etmedi.”
Hz. Musanın nübevvetinin ilk döneminde kavminden ancak az sayıda gençler kendisine iman etti. Hz. Musa kavmini hakka davet ettiğinde, Firavunun korkusundan bazı gençler dışında diğerleri imana girmedi.
Zamirin Firavna ait olduğu düşünülebilir. Bu durumda Firavunun kavminden bazı gençlerin Hz. Musanın yanında yer aldığı anlaşılır. Mü’min sûresinde kıssası anlatılan kimse, Firavun hanedanından idi. Firavunun hanımı Asiye ve bazı adamları da iman etmişlerdi.
Ayette “Firavun ve adamlarının” ifadesinde çoğul zamir Firavuna aittir. Çünkü büyük makam sahiplerinden çoğul sığasıyla bahsetmek anlaşılmış bir adettir.
Veya Firavundan murat, onun hanedanıdır. Nitekim “Rabia ve Mudar” dediğimizde bunlar her ne kadar müfret birer isim ise “Rabia oğulları, Mudar oğulları” anlaşılır. Firavundan da bu şekilde Firavun sülalesinin anlaşılması mümkündür.
Veya burada çoğul zamiri o gençlere veya kavimlere aittir.
وَإِنَّ فِرْعَوْنَ لَعَالٍ فِي الأَرْضِ “Çünkü Firavun, gerçekten arzda ululuk taslayan biri idi.”
وَإِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِفِينَ “Ve gerçekten o, haddi aşanlardandı.”
Firavun kibir ve taşkınlıkta aşırı gidenlerdendi. Öyle ki kendisinin rab olduğunu iddia edecek kadar ileri gitti, peygamber torunlarını köle yaptı.
84- وَقَالَ مُوسَى يَا قَوْمِ إِن كُنتُمْ آمَنتُم بِاللّهِ فَعَلَيْهِ تَوَكَّلُواْ “Musa dedi ki: “Ey kavmim! Siz gerçekten Allah’a iman ettinizse, artık O’na tevekkül edin!”
Yani, “Hz. Musaya az sayıda genç iman etti. Bunun sebebi, Firavundan ve kendi kavimlerinden korkmaları idi.” Nitekim günümüzde de İslama girmek isteyenlerin bir kısmı kendi çevrelerinin tepkisinden çekindiklerinden müslüman olamıyorlar veya müslüman olduklarını gizliyorlar.
Hz. Musa, mü’minlerin korkusunu görünce şöyle dedi:
Ey kavmim! Eğer Allaha iman ettinizse, O’na güvenin ve O’na itimat edin.
إِن كُنتُم مُّسْلِمِينَ “Eğer O’na samimiyetle teslim olanlardan iseniz…”
Eğer Allahın kazasına teslim olan, O’na ihlâsla yönelen kimseler iseniz böyle yapın.
Bu, iki şarta bağlanması değildir. Çünkü imana talik edilen, tevekkülün vücubudur. Çünkü, iman tevekkülü iktiza eder. Ona teslim olmakla şart kılınan ise, tevekkülün husulüdür. Bunun benzerini şöyle bir ifadede bulabiliriz: “Eğer Zeyd seni çağırırsa, yapabilirsen ona icabet et.”
85- فَقَالُواْ عَلَى اللّهِ تَوَكَّلْنَا “Onlar da dediler: Biz Allah’a tevekkül ettik.”
رَبَّنَا لاَ تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِّلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ “Ey Rabbimiz, bizi o zalim kavmin fitnesine uğratma!”
“Ya Rabbena, bizleri fitneye maruz bırakma” yani, bizi fitneye düşürmesinler.
86- وَنَجِّنَا بِرَحْمَتِكَ مِنَ الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ “Bizi rahmetinle o kâfir kavmin elinden kurtar!”
Ve bizi kâfir kavmin tuzağından, kötü halde görmelerinden rahmetinle kurtar.
Onların duasından önce Allaha tevekküllerinin nazara verilmesinde, dua eden kimsenin duasına icabet edilmesi için duadan evvel tevekkül içinde olması gerektiğine bir tenbih vardır.
87- وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى وَأَخِيهِ أَن تَبَوَّءَا لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتًا “Musa ve kardeşine şöyle vahyettik: Kavminiz için Mısır’da birtakım evler hazırlayın.”
Yerleşmeleri veya ibadet için toplanmaları gayesiyle Mısırda kavminize evler edinin.
وَاجْعَلُواْ بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً “Ve evlerinizi bir kıble yapın.”
Ve evlerinizi bir kıble, bir namazgah yapın.
Onlara bu şekilde emir verilmesi, kâfirlerin onları fark edip de eza vermemeleri, dinlerinden dolayı fitneye düşürmemeleri içindi.
وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ “Ve namazı kılın.”
وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ “Ve mü’minleri müjdele!”
Mü’minleri dünyada nusret ve ahirette cennet ile müjdele.
Ayette Hz. Musa ve Harunun Mısırda evler edinmesi ve buraları mescid yapmaları her ikisine de emir sığasıyla geldi. Çünkü her ikisi bu meselelerde kavimlerinin önde gelenleriyle meşveret ediyorlardı. Sonrasında nazara verilen “evlerin kıble yapılması, namazın kılınması” çoğul sığasıyla geldi. Çünkü bunları her birinin yapması gerekir. “Mü’minleri müjdele!” emri ise sadece Hz. Musaya geldi. Çünkü müjdelemede asıl olan, şeriat sahibi tarafından yapılmasıdır.
88- وَقَالَ مُوسَى رَبَّنَا إِنَّكَ آتَيْتَ فِرْعَوْنَ وَمَلأهُ زِينَةً وَأَمْوَالاً فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “Musa dedi: “Ey Rabbimiz! Sen Firavun’a ve adamlarına şu dünya hayatında bir zînet ve servet verdin.”
Ayette ifade edilen zînet, kendisiyle süslenilen elbise, binek ve benzerleridir.
Küfür üzere verilen nimetler bir istidraçtır ve dalalet üzere devamlarına vesile olur.
رَبَّنَا لِيُضِلُّواْ عَن سَبِيلِكَ “Ey Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye mi?”
رَبَّنَا اطْمِسْ عَلَى أَمْوَالِهِمْ “Ey Rabbimiz, onların mallarını sil süpür.”
وَاشْدُدْ عَلَى قُلُوبِهِمْ “Ve kalplerini sık.”
فَلاَ يُؤْمِنُواْ حَتَّى يَرَوُاْ الْعَذَابَ الأَلِيمَ “Çünkü onlar o elem verici azabı görmedikçe iman etmezler.”
89- قَالَ قَدْ أُجِيبَت دَّعْوَتُكُمَا “Allah buyurdu: Her ikinizin de duası kabul olundu.”
فَاسْتَقِيمَا “Öyleyse, istikamet üzere olun.”
Kavminizi hakka çağırmaya ve onlara delil getirmeye devam edin, bu konuda sebat gösterin, acele etmeyin. İsteğiniz verilecektir, ancak vakti gelince olacaktır.
Rivayete göre Hz. Musa bu duadan sonra onların içinde kırk yıl kaldı.
وَلاَ تَتَّبِعَآنِّ سَبِيلَ الَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ “Bilmeyenlerin yoluna ise, sakın sakın uymayın.”
Aceleyle hemen sonuç almak isteyerek cahiller gibi olmayın.
Veya Allahın vaadine güvensizlik ve itminansızlık ile cahilce hareket etmeyin.
90- وَجَاوَزْنَا بِبَنِي إِسْرَائِيلَ الْبَحْرَ “Ve İsrailoğulları’nı denizden geçirdik.”
فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ وَجُنُودُهُ بَغْيًا وَعَدْوًا “Firavun ve askerleri, yakalamak ve saldırmak için onları takip etti.”
حَتَّى إِذَا أَدْرَكَهُ الْغَرَقُ قَالَ آمَنتُ أَنَّهُ لا إِلِهَ إِلاَّ الَّذِي آمَنَتْ بِهِ بَنُو إِسْرَائِيلَ وَأَنَاْ مِنَ الْمُسْلِمِينَ “(Firavun) suda boğulmaya başlayınca, “İsrailoğulları’nın iman ettiğinden başka ilah olmadığına iman ettim ve ben ona teslim olanlardanım” dedi.”
91- آلآنَ “Şimdi mi?”
Hayatın biterken ve seçme hakkın kalmamış iken mi iman ediyorsun?
وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ “Oysa bundan önce isyan etmiştin.”
Daha önce ömrün boyunca isyan etmiştin.
وَكُنتَ مِنَ الْمُفْسِدِينَ “Ve müfsitlerden idin.”
Yoldan çıkmıştın ve başkalarını da imandan saptırıyordun.
92- فَالْيَوْمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ آيَةً “Biz de bugün arkandan gelenlere bir ibret olman için bedenini kurtaracağız.”
Kavminin denizde boğulduğu yerde seni kurtaracağız, suyun üzerine çıkaracağız.
Veya İsrailoğullarının görmesi için yüksekçe bir yere bırakacağız.
“Ruhunu değil, bedenini, bedenin tamamını elbisesiz, çıplak bir şekilde ve üzerindeki altın zırh ile kurtaracağız” şeklinde açıklamalar da yapılmıştır.
İsrailoğullarının ruhlarında Firavunun bir azameti vardı, hatta onun helâk olmayacağını sanıyorlardı. Öyle ki, Hz. Musa onun boğularak öldüğünü haber verdiğinde Hz. Musayı yalanladılar. Sahile vurmuş cesedini gördüklerinde ancak ölümüne inanabildiler.
“Arkandan gelenlere bir ibret olman için” ifadesi, sonraki devirleri de içine alabilir. Çünkü Firavun gibi birinin bu ibretlik sonu, sonrakiler için de tuğyandan caydırıcı bir cezadır.
Firavunun bu şekilde ölümünde şu mesaj da vardır: İnsan ne kadar debdebeli bir saltanat ve büyüklük içinde olsa da, rububiyetten hissesi olmaktan çok uzaktır, memlûktür, ölüme mahkûmdur.
وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ عَنْ آيَاتِنَا لَغَافِلُونَ “Bununla beraber, insanların çoğu âyetlerimizden gafildirler.”
İnsanların çoğu ayetlerimizi tefekkür etmezler, onlardan ibret almazlar.