41- وَإِن كَذَّبُوكَ فَقُل “Eğer seni tekzip ederlerse de ki:”
Kendileri ilzam olduktan sonra şayet seni yalanlamada ısrar ederlerse, onlardan teberri et. Çünkü artık mazur sayılırsın.
لِّي عَمَلِي وَلَكُمْ عَمَلُكُمْ “Benim amelim bana, sizin ameliniz de sizedir.”
Mana şöyledir: İster hak ister batıl, benim için amelimin karşılığı var, sizin için de amelinizin karşılığı var.
أَنتُمْ بَرِيئُونَ مِمَّا أَعْمَلُ وَأَنَاْ بَرِيءٌ مِّمَّا تَعْمَلُونَ “Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım.”
Siz beni amelimle muaheze etmeyiniz, ben de sizi amelinizle muaheze etmiyorum.
Ayette onlardan yüz çevirme ve kendi yollarına salıverme manası hissedilebileceğinden, bu ayetin “seyf ayetiyle” neshedildiği söylenir.
42- وَمِنْهُم مَّن يَسْتَمِعُونَ إِلَيْكَ “Onlardan seni dinlemeye gelenler de var.”
Sen onlara Kur’an okuduğunda ve ilâhî hükümleri öğrettiğinde onların bir kısmı Seni dinler. Lakin sağır kimsenin duymaması gibi, bunlar da asla kabul etmezler.
أَفَأَنتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ وَلَوْ كَانُواْ لاَ يَعْقِلُونَ “Akıllarını kullanmıyorlarsa, artık sağırlara Sen mi duyuracaksın?”
Sağır olan biri, bir de aklını hiç kullanmıyorsa Sen ona ne yapabilirsin?
Ayetten öyle anlaşılıyor ki, bir kelâmı dinlemenin hakikati, ondan kastedilen manayı anlamaktır.
Savaşı emreden ayetlerle bu tür ayetler birbiriyle çelişir görüldüğünden, bu ayeti ve emsallerini hükmü lağvedilmiş ayetler şeklinde değerlendirenler olmuştur. Ama her ayeti kendi çerçevesinde değerlendirdiğimizde, her birinin uygulama alanı olduğunu görürüz.
Bundan dolayı hayvanlar kelâmı anlama özelliğiyle vasfedilmezler. Anlamak, ancak kullanmakla gerçekleşir. Onların akıllarında ise,
-Vehmin muhalefeti,
-Ülfetin arkadaşlığı,
-Ve taklid arızaları olduğundan, kendilerine hikmetleri ve ince manaları fehmettirmek çok zor olmaktadır. Çobanın kelâmından davarlar ne kadar istifade ederlerse, onlar da kendilerine söylenen lafızlardan o kadar faydalanırlar.
43- وَمِنهُم مَّن يَنظُرُ إِلَيْكَ “İçlerinden sana bakanlar da var.”
Senin nübüvvet delillerini gözleriyle görüyorlar, lâkin Seni tasdik etmiyorlar.
أَفَأَنتَ تَهْدِي الْعُمْيَ وَلَوْ كَانُواْ لاَ يُبْصِرُونَ “Basiretleri yoksa, artık körlere sen mi yol göstereceksin?”
Basarları göremezken, basiretten de mahrumlarsa, Sen onlara nasıl yol gösterebilirsin? Gözü gören ama ahmak olan birinin görmediği gerçeği, gözü görmeyen, ama basireti açık biri sezebilir.
Ayet, onlardan teberri ve yüz çevirmenin illeti gibidir.14
44- إِنَّ اللّهَ لاَ يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْئًا “Şüphesiz Allah, insanlara asla zulmetmez.”
Allah, insanların duyularını ve akıllarını selbederek onlara zulmetmez.
وَلَكِنَّ النَّاسَ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ “Lakin insanlar kendi nefislerine zulmediyorlar.”
Lakin insanlar; duyularını, akıllarını ve bunlarla elde edebilecekleri menfaatleri elden kaçırarak kendi kendilerine zulmederler.
Ayette kul için kesb olduğuna ve Cebriye mezhebinin iddia ettiği tarzda iradesinin elinden alınmadığına bir delil vardır.
Ayetten murat, onlar için bir tehdit de olabilir. Yani, kıyamet günü onların başına gelecek azap, Allahtan bir adalettir, Allah haksız olarak onlara azap etmez. Lakin onlar, bu azaba yol açan amelleri isteyerek kendilerine zulmetmişlerdir.
45- وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ كَأَن لَّمْ يَلْبَثُواْ إِلاَّ سَاعَةً مِّنَ النَّهَارِ “Ve Allah’ın onları toplayacağı günde, sanki onlar dünyada gündüzün bir kısmı kadar kalmış gibi olacaklar.”
Yani, onlar işte böyle sağır, böyle kör, basiretten mahrum kimselerdir. Böyleleriyle boşuna vakit kaybetme, Sen muhtaç mütehayyirlere anlat.
Mahşer günü gördükleri dehşet karşısında, dünyada ve kabirde kaldıkları süreyi gayet az bulacaklar.
يَتَعَارَفُونَ بَيْنَهُمْ “Aralarında tanışırlar.”
Orada, çok az birbirlerinden ayrı kalmışlar gibi birbirlerini tanırlar. Bu, ilk defa bir araya getirildiklerinde gerçekleşir. Sonra durumun kendilerine şiddetlenmesinden, birbirlerini tanımaları kesilir.
قَدْ خَسِرَ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِلِقَاء اللّهِ “Allah’a kavuşmayı yalanlayanlar, hiç şüphesiz hüsrana uğramışlardır.”
وَمَا كَانُواْ مُهْتَدِينَ “Ve onlar maksatlarına da eremediler.”
Bunlar, marifet elde etmek için kendilerine çok şeyler verilmişken bunları yerinde kullanmazlar. Bu kıymetli aletlerle, kendilerini alçaltan ve daimi azaba yol açan cahilce işler yaparlar.
46- وَإِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهُمْ أَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَإِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ “Onlara vaat ettiğimizin bir kısmını Sana göstersek veya (göstermeden) Seni vefat ettirsek, sonunda onların dönüşü bizedir.”
Şayet biz Sana onlar için vaat ettiğimiz azabın bir kısmını Bedirde olduğu gibi gösterir veya göstermeden vefat ettirirsek, dönüşleri bizedir, onu ahirette Sana gösteririz.
ثُمَّ اللّهُ شَهِيدٌ عَلَى مَا يَفْعَلُونَ “Sonra Allah onların ne yaptıklarına şahittir.”
“Allah şahittir” derken mecaz vardır. Bundan murat, Allahın şahit olmasının neticesi ve gereğidir, yani onların cezalandırılmasıdır.
47- وَلِكُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولٌ “Her ümmet için bir elçi vardır.”
Geçmiş ümmetlerden her birinde, hakka davet için gönderilen bir peygamber vardır.
فَإِذَا جَاء رَسُولُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُم بِالْقِسْطِ “Elçileri gelince aralarında adaletle hüküm verilir.”
Peygamber kendilerine apaçık delillerle gelip onu yalanladıklarında, peygamberle onu yalanlayanlar arasında adaletle hükmedilir. Peygamber kurtarılır, yalanlayanlar ise helâk edilir.
وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ “Ve onlara zulmedilmez.”
Ayetin şu manasına da dikkat çekildi: Kıyamet günü her ümmet için o ümmetin kendisine nisbet edildiği bir elçi vardır. Onların elçisi kendilerinin küfür ve imanına şahitlik yapmak için getirildiğinde içlerinden iman edenlerin kurtarılmasına, kâfirlerin de ceza görmesine hükmedilir. Nitekim ayette “…Peygamberler ve şahitler getirilir ve insanlar arasında hak ile hüküm verilir. Ve onlara hiç haksızlık yapılmaz.” (Zümer, 69) denilmiştir.
48- وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Eğer doğru söylüyorsanız bu vaat ne zaman?” diyorlar.”
Onların böyle deyişi, bunun olmayacağına inanmalarındandır. Dolayısıyla bu sözü öğrenmek için değil, dalga geçmek için söylerler.
Onlar peygambere ve mü’minlere böyle demişlerdir.
49- قُل لاَّ أَمْلِكُ لِنَفْسِي ضَرًّا وَلاَ نَفْعًا إِلاَّ مَا شَاء اللّهُ “De ki: Allah’ın dilediğinin dışında, ben kendime bir zarar ve bir fayda vermeye malik değilim”.
Ben zarar veya menfaat hususunda kendime malik değilken, nasıl size malik olabilir, bir an önce azap görmenizi sağlayabilirim?
Ancak, Allahın mâlik olmamı istediği veya Allahın olmasını istediği müstesna. Böyle olanlar, gerçekleşecektir.
لِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ “Her ümmet için bir ecel vardır.”
Her ümmetin helâki için belirlenmiş bir ecel vardır.
إِذَا جَاء أَجَلُهُمْ فَلاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ “Ecelleri gelince, artık ne bir an geri, ne bir an ileri gidebilirler.”
Dolayısıyla, başınıza gelecek felaket için acele etmeyin! Vaktiniz gelecek, size yapılan vaat yerine getirilecektir.
50- قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ أَتَاكُمْ عَذَابُهُ بَيَاتًا أَوْ نَهَارًا “De ki: O’nun azabı size geceleyin uykuda veya güpe gündüz gelecek olsa (ne yaparsınız)?”
De ki: bir an önce gelmesini istediğiniz azap siz gece uykuda iken veya gündüz geçim derdiyle meşgul iken gelirse elinizden ne gelir?
مَّاذَا يَسْتَعْجِلُ مِنْهُ الْمُجْرِمُونَ “Mücrimler (günahkârlar), onun hangisini istemekte acele ediyorlar?”
Onlar azaptan neyi acele edip istiyorlar? Çünkü bu azabın hepsi hoşa gitmeyen bir şeydir. Dolayısıyla “aman hemen gelsin” denilip aceleyle istenecek bir şey değildir.
Ayette, “onlar” denilmesi yerine “mücrimler” şeklinde ifade edilmesi, onların cürümleri/ suçları sebebiyle, değil azabı acele ile istemek, onun gelmesinden korkmaları gerektiğine delâlet etmek içindir.
İşte, azap geldiğinde, onu istediğinize pişman olur, azabı istemenin nasıl bir hata olduğunu anlarsınız.
51- أَثُمَّ إِذَا مَا وَقَعَ آمَنْتُم بِهِ “Bu azap meydana geldikten sonra mı ona inanacaksınız?”
Yani, azap size geldiğinde ona inanacaksınız. Ama bu iman size bir fayda vermeyecek.
آلآنَ “Şimdi mi?”
Yani, azabın vukuundan sonra ona iman ettiklerinde kendilerine böyle denilir: “Şimdi mi ona iman ediyorsunuz?
وَقَدْ كُنتُم بِهِ تَسْتَعْجِلُونَ “Hâlbuki onun hemen gelmesini istiyordunuz.”
Hâlbuki daha önce onu yalanlayarak ve onunla dalga geçerek bir an önce gelmesini istiyordunuz.
52- ثُمَّ قِيلَ لِلَّذِينَ ظَلَمُواْ ذُوقُواْ عَذَابَ الْخُلْدِ “Sonra o zulmedenlere “Tadın ebedi azabı!” denilecek.”
هَلْ تُجْزَوْنَ إِلاَّ بِمَا كُنتُمْ تَكْسِبُونَ “Vaktiyle kazandığınızdan başkası ile mi cezalandırılacaksınız?”
Siz ancak kesbettiğiniz küfür ve günahların karşılığını göreceksiniz.
وَيَسْتَنبِئُونَكَ أَحَقٌّ هُوَ “O gerçek mi?” diye Senden haber almak istiyorlar.”
Öldükten sonra dirilmek, peygamberlik dava etmek gibi bize söylediklerin hak mı? Bunları ciddi mi söylüyorsun, yoksa bizimle dalga mı geçiyorsun?
Rivayete göre Huyey Bin Ahtab Mekkeye geldiğinde Hz. Peygambere böyle demişti.
Zâhir olan da, ayetin başında “Senden haber almak istiyorlar” ifadesinin delaletiyle öğrenmek istemeleridir.
Ancak burada sormanın öğrenme amaçlı değil, inkâr amaçlı olduğu da söylenmiştir. (İstifham-ı inkârî)
53- قُلْ إِي وَرَبِّي إِنَّهُ لَحَقٌّ “De ki: Evet, Rabbime yemin ederim ki, o kesin bir gerçektir.”
O, bir haktır, azap muhakkak gelecektir ve iddia ettiklerim de sabit şeylerdir.
Her iki zamirin Kur’ana raci olduğu da söylendi. Yani, “O Kur’an hak mı?” “Evet, Rabbime yemin ederim ki, o Kur’an gerçekten haktır.”
وَمَا أَنتُمْ بِمُعْجِزِينَ “Ve siz bundan kurtulamazsınız.”
Yani sizler kaçmakla azaptan kurtulamazsınız.
54- وَلَوْ أَنَّ لِكُلِّ نَفْسٍ ظَلَمَتْ مَا فِي الأَرْضِ لاَفْتَدَتْ بِهِ “Zulüm yapmış olan her nefis, arzda ne varsa kendinin olsa, hepsini fidye olarak verirdi.”
Allaha şirk koşarak veya başkasının hakkına tecavüz ederek zulmeden her nefis, arzın hazineleri ve malları kendisinin olsa, azaptan kurtulmak için fidye olarak verirdi. وَأَسَرُّواْ النَّدَامَةَ لَمَّا رَأَوُاْ الْعَذَابَ “Azabı gördüklerinde içten içe pişmanlık duyarlar.”
İçten içe pişmanlık duymaları, hiç hesap etmedikleri şekilde dehşetli bir azabı görünce şaşırıp kalmaları ve konuşmaya mecalleri olmamasındandır.
وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْقِسْطِ “Ve aralarında adaletle hüküm verilir.”
Yani, “hadi canım sende, öyle şey mi olurmuş” tarzında batıl olduğunu hissettirir bir tarzda sormuş da olabilirler.
وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ “Ve onlara hiç zulmedilmez.”
Ayetin bu kısmı biraz önce de geçmişti. Birincisinde peygamberlerle onları yalanlayanlar arasında hükmedilmesi anlatılmıştı. Burada ise, müşriklerin şirklerine karşılık cezalandırılmaları veya zalimlerle mazlumlar arasında hükmedilmesi anlatıldı. Çünkü ayette zalimlerden bahis vardır. Onlarla ilgili zamir, mazlumları da gerektirir.
55- أَلا إِنَّ لِلّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ “Dikkat edin, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır.”
أَلاَ إِنَّ وَعْدَ اللّهِ حَقٌّ “Dikkat edin, Allah’ın vaadi haktır.”
وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ “Lâkin onların çoğu bilmezler.”
56- هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ “O, diriltir ve öldürür.”
O, dünyada hayatı verir ve hayatı alır. Öyleyse ahirette de bunları yapmaya kâdirdir. Çünkü, lizâtihi kâdir olanın kudreti zâil olmaz. Bizzat hayatı ve ölümü kabul eden madde, ebediyen bunları kabule müstaiddir.
وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ “Ve siz O’na döndürüleceksiniz.”
Ölümle veya nüşur ile O’na döndürüleceksiniz.