138. DERS (Yunus Suresi, 21 - 30) Dünya Hayatı

21- وَإِذَا أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً مِّن بَعْدِ ضَرَّاء مَسَّتْهُمْ إِذَا لَهُم مَّكْرٌ فِي آيَاتِنَا “İnsanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra kendilerine bir rahmet tattırdığımız zaman, âyetlerimiz hakkında derhal bir takım hilekârlıklara girişirler.”

İnsanlara, kendilerine gelen kıtlık ve hastalık gibi bir musibet sonrası sıhhat ve genişlik gibi bir rahmet tattırdığımızda, bakarsınız ki ayetlerimizi çürütmeye ve onları def için hileler yapmaya başlarlar.

Denildi ki: Mekke ahalisi yedi yıl kuraklığa maruz kaldı. Öyle ki, neredeyse açlıktan helâk olacaklardı. Sonra Allah onlara merhameten kıtlığı kaldırdı. Ama bu defa da Allahın ayetlerini tenkit etmeye ve Rasulüne tuzak kurmaya başladılar.

قُلِ اللّهُ أَسْرَعُ مَكْرًا “De ki: Allah’ın hilesi çok daha çabuktur.”

Allah, tuzak yönüyle sizden daha süratlidir. Siz Peygambere ve ehl-i imana tuzağın tedbirini düşünmeden, O sizin cezalandırılmanızı hesaplamıştı.

Ayette geçen “mekr” kelimesi “gizli tuzak” anlamındadır.

Mekr kelimesi Allaha nisbet edildiğinde,

-Ya istidraç manasına gelir,

-Veya onların mekrine cezayı ifade eder.

إِنَّ رُسُلَنَا يَكْتُبُونَ مَا تَمْكُرُونَ “Şüphesiz elçilerimiz yaptığınız hileleri yazıp duruyorlar.”

Ayetin bu kısmı, İlahi intikamın gerçekliğini bildirir ve şuna tenbihte bulunur: Onların gizlice çevirdikleri hileler, her şeyi kaydeden meleklere bile gizli değildir, nerede kaldı Allaha gizli kalsın?

İstidraç: Derece derece yükseltmek veya indirmek. Istılahta ise, bir kimseyi, kendi arzusuna göre bir noktaya kadar götürüp, sonunda felâkete atmak, mânâsına gelir.

İnsanın kavuştuğu bir nimet, eğer onun hakkında hayırlı ise, bu ilâhî bir ikramdır. Eğer o nimet o şahsın kibrini ve isyanını artırırsa bu, ikram değil istidracdır.

 

22- هُوَ الَّذِي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ “Sizi karada ve denizde gezdirip dolaştıran O’dur.”

حَتَّى إِذَا كُنتُمْ فِي الْفُلْكِ وَجَرَيْنَ بِهِم بِرِيحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُواْ بِهَا “Gemide bulunduğunuzda, hoş bir rüzgar onları alıp götürerek tam keyiflendikleri bir sırada…”

Ayet, önce onlara hitap ile başladı. Ama “hoş bir rüzgâr onları alıp götürdüğünde” derken onları gıyabî olarak anlattı. Bu, sanki başkalarına “şunların haline bakın” tarzında hem bir hayret uyandırma, hem de hâllerini inkârdır.

جَاءتْهَا رِيحٌ عَاصِفٌ “Gemiye şiddetli bir fırtına gelir çatar.”

وَجَاءهُمُ الْمَوْجُ مِن كُلِّ مَكَانٍ “Ve her taraftan onlara dalga gelmeye başlar.”

وَظَنُّواْ أَنَّهُمْ أُحِيطَ بِهِمْ “Bütünüyle kuşatılıp artık bittiklerini sanırlar.”

Düşman tarafından kuşatılan biri gibi, bunlar da bütün kurtuluş yollarının kapandığını, artık helâk olduklarını anladıklarında…

دَعَوُاْ اللّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ (İşte o vakit) tam ihlas ile Allah’a yalvarırlar.”

İşte o zaman, korkunun şiddeti ile aslî fıtratın kendilerine geri dönmesi ve muhalefetin son bulmasıyla hiçbir şeyi Allaha şerik yapmadan samimane O’na yalvarırlar.

لَئِنْ أَنجَيْتَنَا مِنْ هَذِهِ لَنَكُونَنِّ مِنَ الشَّاكِرِينَ “Eğer bizi bundan kurtarırsan, and olsun ki, şükredenlerden olacağız” (derler).”

 

23- فَلَمَّا أَنجَاهُمْ إِذَا هُمْ يَبْغُونَ فِي الأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ “Allah onları kurtardığında, bakarsın ki onlar yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara başlarlar.”

Allah, dualarına icabetle kendilerini kurtardığında, bir de bakarsınız yeryüzünde hemen fesada başlarlar, sür’atle eski hâllerine dönerler.

“Haksız Yere…”

Ayetteki bu kayıt, yeryüzünde bihakkın yapılan bozmaktan ihtiraz içindir. Çünkü müslümanlar kâfirlerin diyarını harap ederler, mahsullerini yakarlar, ağaçlarını sökerler. Ama bunları yaparken haksız yere değil, haklı olarak yaparlar.

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلَى أَنفُسِكُم “Ey insanlar! Taşkınlığınız ancak kendi zararınızadır.”

Bu tarz haksız yere fesadınızın vebali size aittir. Veya sizin gibi olanlaradır.

مَّتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا (Görüp göreceğiniz) Şu dünya hayatından bir süre faydalanmaktır.”

Bunlar dünya hayatının gelip geçici menfaatleridir, devam etmez. Bunlar geçer, ama cezası kalır.

ثُمَّ إِلَينَا مَرْجِعُكُمْ “Sonra dönüşünüz bizedir.”

Sonra kıyamet günü dönüşünüz bizedir.

فَنُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “Biz de bütün yaptıklarınızı tek tek size haber veririz.”

Biz de yaptıklarınıza ceza vermek sûretiyle neler yaptıklarınızı birer birer haber veririz.

 

24- إِنَّمَا مَثَلُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “Dünya hayatının misali şuna benzer:”

Dünya hayatının süratle gelip geçmesi ve nimetlerinin insana yöneldikten sonra zeval bulması ve insanların onunla aldanmalarındaki hayret verici hâl şuna benzer:

كَمَاء أَنزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاء فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ الأَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالأَنْعَامُ “Gökten indirdiğimiz su ile, insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır.”

حَتَّىَ إِذَا أَخَذَتِ الأَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّنَتْ وَظَنَّ أَهْلُهَا “Nihayet yeryüzü süslerini takınıp süslendiği ve onun ehli (ehl-i dünya) kendilerini ona gücü yeter zannettikleri bir sırada…”

Yeryüzü güzel ve parlak biz vaziyet alıp, rengârenk elbiseler ve zînetlerle süslenen bir gelin gibi çeşitli bitkiler ve muhtelif şekiller ve renklerle süslü bir hâle geldiğinde…

أَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَآ أَتَاهَا أَمْرُنَا لَيْلاً أَوْ نَهَارًا “Geceleyin veya gündüzün, ona (helak) emrimiz geldi.”

فَجَعَلْنَاهَا حَصِيدًا كَأَن لَّمْ تَغْنَ بِالأَمْسِ “Derken onu öyle biçtik ki, sanki bir gün önce orada hiçbir şenlik yokmuş gibi oldu.”

Üzerinde olanlar hasat edeceklerini, mahsulünü alacaklarını zannettikleri sırada, ona emrimiz gece veya gündüz gelir, onun üzerindekileri kökünden biçilmiş ekinler gibi yaparız.

كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ “Düşünen bir kavim için âyetlerimizi işte böyle açıklarız.”

Ayetteki teşbih, teşbih-i mürekkeptir.11 Bununla getirilen temsil, hikâyenin mazmunudur. Bu da bitkilerin yeşilliğinin birden solması ve taptaze iken çer-çöp haline gelmesidir.

 

25- وَاللّهُ يَدْعُو إِلَى دَارِ السَّلاَمِ“Allah, Daru’s - selama çağırır.”

Dârus-selâmdan murat, cennettir.

Dârus-selâm fanilikten ve her türlü kötülüklerden insanların selâmet bulacakları yer demektir.

Dârus-selâm için “dârullah” yani “Allahın diyarı” da denilmiştir.

Cennete Dârus-selâm denilmesi, Allahın ve meleklerin buraya girenlere selâm vermesinden dolayıdır.

وَيَهْدِي مَن يَشَاء إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ “Ve dilediğini sırat-ı müstakime (doğru bir yola) hidayet eder.”

Sırat-ı müstakim, insanı Dârus-selâma götüren yoldur. Allah, dilediği kimseyi bu yolda muvaffak kılarak hidayet eder. Bu yolda, takva libası giyilerek gidilir.

Davetin umumî, hidayetin ise Allahın meşietiyle olması, emrin iradeden farklı olduğuna ve Allahın, dalalette ısrar eden kimsenin doğru yola gelmesini istemediğine bir delildir.

 

26- لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ “Güzel amel yapanlara en güzeli ve bir ziyade vardır.”

Güzel işler yapanlar için en güzel sevap vardır.

Teşbih-i mürekkep, birebir benzetme yerine ana hatlarıyla benzetme yapılmasıdır.

Ayrıca Allahtan bir lütuf olmak üzere sevaba ilave vardır. Cenab-ı Hak şöyle buyurur:

“İman edip salih ameller işleyenlere gelince, (Allah) onların mükâfatlarını eksiksiz öder. Ayrıca lütfundan onlara daha da fazlasını verir.” (Nisa, 173)

Şöyle de denildi: Ayette geçen “hüsna”, onların hasenelerine mislinin verilmesi, ziyade ise on katından yedi yüz katına kadar, hatta daha fazlasının verilmesidir.

Denildi ki: Ziyade, Allahtan bir mağfiret ve rızadır.

Keza, şuna da dikkat çekildi: Hüsna cennettir, ziyade ise Allaha kavuşmaktır.

وَلاَ يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلاَ ذِلَّةٌ “Yüzlerine ne en ufak bir kara bulaşır, ne de bir zillet.”

Cehennem ehlini bürüyen şeyler onları bürümez veya hüzün ve kötü hâl gibi kötü akıbeti gerektiren şeyler, onları kaplamaz.

أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ “İşte onlar Cennet ashabıdır.”

هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ “Orada ebedî kalacaklardır.”

Onlar cennette daimidirler. Dünya ve dünyanın yaldızlı zînetlerine muhalif olarak o cennette zeval yoktur, nimetlerinin bir gün bitmesi söz konusu değildir.

 

27- وَالَّذِينَ كَسَبُواْ السَّيِّئَاتِ جَزَاء سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا “Kötülük kazanmış olanlara gelince, kötülüğün cezası, aynıyladır.”

وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ “Ve bir zillet onları kaplar.”

مَّا لَهُم مِّنَ اللّهِ مِنْ عَاصِمٍ “Onlar için Allah’tan bir kurtarıcı yoktur.”

Onları Allahın gadabından koruyacak hiç kimse yoktur.

Veya Allahın mü’minleri koruması tarzında, onlar için Allah cihetinden ve indinden geleni koruyacak hiç kimse yoktur.

كَأَنَّمَا أُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعًا مِّنَ اللَّيْلِ مُظْلِمًا “Yüzleri karanlık geceden bir parçaya bürünmüş gibidir.”

أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ “İşte onlar cehennem ashabıdır.”

هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ “Orada ebedî kalacaklardır.”

Bazıları bu ayetle cehenneme giren herkesin orada ebedi kalacaklarına istidlalde bulundular.

Elcevap: Ayet, kâfirler hakkındadır. Çünkü seyyiat kelimesi küfür ve şirki de içine alır.

Ayrıca, önceki ayette geçen “güzel amel yapanlar” ifadesi ehl-i kıbleden olan büyük günah sahiplerini de içine alır. Böyle olunca, onlar bu ayette belirtilen kısma dâhil sayılmazlar.

 

28- وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا “O gün hepsini mahşere toplarız.”

ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذِينَ أَشْرَكُواْ مَكَانَكُمْ أَنتُمْ وَشُرَكَآؤُكُمْ “Sonra da o şirk koşanlara “Haydi, siz de, ortak koştuklarınız da yerlerinize!” diyeceğiz.”

O gün her iki fırkayı da haşrederiz. O müşriklere, “yerinize geçin, size yapılacakları gözleyin” deriz.

فَزَيَّلْنَا بَيْنَهُمْ “Böylece, onlarla taptıklarının aralarını ayırırız.”

Aralarını açar, mabeynlerindeki bağı keseriz.

وَقَالَ شُرَكَآؤُهُم مَّا كُنتُمْ إِيَّانَا تَعْبُدُونَ “O ortak koştukları şeyler, “Siz bize tapmıyordunuz” der.”

Ayetin bu kısmı, onların taptıkları şeylerin kendilerine ibadet edilmesinden beri olmalarından bir mecazdır. Çünkü onlar gerçekte ancak kendi hevâlarına taptılar. Zira Allaha şirk koşmayı emreden, şirk koştukları şeyler değildi, kendi hevâları idi.

Denildi ki: Allah putları konuşturur. Putlar da, onların beklentilerinin aksine, şefaat etmek yerine onları ele verirler.

Onların şerik ittihaz ettikleri şeyler, putlar olabildiği gibi, melekler, Hz. İsa ve şeytanlar da olabilir.

 

29- فَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ “Şimdi bizimle sizin aramızda şahit olarak Allah yeter.”

Çünkü Allah, durumun hakikatini bilir.

إِن كُنَّا عَنْ عِبَادَتِكُمْ لَغَافِلِينَ “Sizin bize ibadet ettiğinizden bizim haberimiz yoktu.”

 

30- هُنَالِكَ تَبْلُو كُلُّ نَفْسٍ مَّا أَسْلَفَتْ “Orada herkes geçmişte ne yaptıysa bulacak.”

İşte bu makamda her nefse yaptığı ameller haber verilir, o da faydasını, zararını görür.

Şöyle de mana verilmiştir: Her nefis, amelini takip eder, ameli onu cennete veya cehenneme götürür.

وَرُدُّواْ إِلَى اللّهِ مَوْلاَهُمُ الْحَقِّ “Ve gerçek Mevlâları olan Allah’a döndürülürler.”

Yaptıklarının karşılığını verecek olan Allaha döndürülürler. Ve Allah, onların gerçek Mevlasıdır, yoksa onların şerik edindikleri şeyler, gerçek Mevla olmaktan uzaktırlar.

وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُواْ يَفْتَرُونَ “Ve iftira edip uydurdukları şeyler kendilerinden kaybolup gider.”

“Bunlar bizim ilahlarımız”, “bunlar bizim şefaatçilerimiz” dedikleri şeyler, onlardan kaybolur giderler.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
10. Yunus
Gönderi tarihi: 23-08-2013
2,584 kez okundu
Block title
Block content