57- يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءتْكُم مَّوْعِظَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَشِفَاء لِّمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ “Ey insanlar! Size Rabbinizden güzel bir öğüt, gönüllerde olanlara tam bir şifa, mü’minler için büyük bir hidayet ve büyük bir rahmet geldi.”
Yani, size pratik hem de teorik hikmeti cem eden bir kitap geldi. O, amelî (pratik) hikmet yönüyle hem amellerin güzelliklerini ve çirkinliklerini ortaya koyuyor, güzel amellere rağbet ettirip, çirkin amellerden sakındırıyor.
Teorik (nazarî) hikmet yönüyle ise, o kalplerde olan şek ve kötü itikadlara bir şifadır, hakka götüren bir hidayettir ve mü’minlere bir rahmettir. Çünkü onlara nazil olmuştur, böylece onlar dalalet karanlıklarından kurtulup iman nuruna çıkmışlardır. Varacakları yer cehennem tabakaları yerine, cennetteki yüksek makamlar olmuştur.
Ayette mev’iza şifa, hüden ve rahmet kelimelerinin elif-lâmsız gelmesi, büyüklük ifade eder.
58- قُلْ بِفَضْلِ اللّهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذَلِكَ فَلْيَفْرَحُواْ “De ki: Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle, yalnızca bunlarla sevinç duysunlar.”
Allah Kur’an indirerek lütuf ve rahmetini gösterir. İşte bununla sevinsinler.
Bunda, biraz önce sıfatları anlatılan Kitabın gelişinin ferahı gerektiren bir olay olduğuna delalet vardır.
هُوَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ “O, kendilerinin biriktirip durduklarından çok daha hayırlıdır.”
O, kendilerinin toplamış oldukları ne kadar dünya malı varsa hepsinden daha hayırlıdır. Çünkü o malların zeval bulması yakındır.
59- قُلْ أَرَأَيْتُم مَّا أَنزَلَ اللّهُ لَكُم مِّن رِّزْقٍ فَجَعَلْتُم مِّنْهُ حَرَامًا وَحَلاَلاً “De ki:Allah’ın sizin için indirdiği; sizin de, bir kısmını helâl, bir kısmını haram kıldığınız rızıklar hakkında ne dersiniz?”
Ayette rızkın indirilen bir şey olarak ifade edilmesi, rızkın semada takdir edilmesi ve sebeplerinin semadan gelmesi itibarıyladır. “Sizin için rızık” denilmesi, bu rızıktan muradın helal rızık olduğunu gösterir. Devamında insanların bunun bir kısmını haram kılmasının kınanması da, bundan muradın helâl rızık olduğuna işaret eder:
Başka ayetlerde de benzeri bir manaya dikkat çekilmiştir.
“Zanlarınca dediler ki: Bunlar dokunulmaz hayvanlar ve ekinlerdir. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar da sırtları yasaklanmış hayvanlardır. Bir kısım hayvanları da keserken üzerlerine Allah’ın adını anmazlar.”
“Dediler ki: Bu hayvanların karınlarındakiler sadece erkeklerimize ait olup eşlerimize haramdır.” (En’am, 138 ve 139)
قُلْ آللّهُ أَذِنَ لَكُمْ “De ki: Allah mı size izin verdi?”
Haram kılma ve helâl kılma hususunda Allahtan yetki mi aldınız ki böyle hüküm veriyorsunuz?
أَمْ عَلَى اللّهِ تَفْتَرُونَ “Yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?”
60- وَمَا ظَنُّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “Allah’a yalan iftira edenler, kıyamet gününü ne sanıyorlar?”
Bunlar, Allahın kendilerine ceza vermeyeceğini mi zannediyorlar?
Ayette tehdidin müphem bırakılması, büyük bir tehdit olduğunu gösterir.
إِنَّ اللّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ “Allah, insanlara karşı çok büyük bir lütuf sahibidir.”
Onlara akıl vermiş, peygamberler göndererek ve kitaplar indirerek yol göstermiştir.
وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَشْكُرُونَ “Lâkin onların çoğu şükretmezler.”
61- وَمَا تَكُونُ فِي شَأْنٍ وَمَا تَتْلُو مِنْهُ مِن قُرْآنٍ “Ne halde bulunursan bulun, o halde iken Kur’ân’dan ne okursan oku…”
Mesela “gelirsem ensene tokadı patlatırım” denildiğinde, verilecek ceza belirlenmiştir. Ama tehdit makamında söylenen “gelirsem…” ifadesi müphemdir, etki itibarıyla birinciye nisbetle daha etkilidir, daha büyük bir tehdidi ifade eder.
وَلاَ تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ “Amel olarak ne yaparsanız yapın…”
إِلاَّ كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُودًا إِذْ تُفِيضُونَ فِيهِ “(Unutmayın ki) siz ona dalıp gitmişken, biz sizin üzerinizde şahidiz.”
İnsanlığın başında yer alan Hz. Peygamberle ilgili iki durum nazara verildikten sonra, umuma hitap edildi. Hz. Peygamberle ilgili durumlar azametli durumlardır, genel olanlar ise, kimi büyük işler, kimi de küçük işler olabilir.
وَمَا يَعْزُبُ عَن رَّبِّكَ مِن مِّثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الأَرْضِ وَلاَ فِي السَّمَاء “Yerde ve gökte zerre kadar da olsa hiç bir şey Rabbine gizli değildir.”
En küçük şey bile Rabbinizden uzak ve gizli değildir. Vücut ve imkân sahasında her şey O’nun ilmindedir.
“Yerde ve gökte” ifadesi her şeyi içine alır. Çünkü insanlar bu ikisinde yer almayan, bu ikisiyle alakası olmayan ve bu ikisinden başka imkân âleminden bir şey tanımazlar.
Ayette arzın (yerin) semadan önce ifade edilmesi, kelamın yerin sakinleri hakkında olmasındandır.
Ayetten maksat, Allahın ilminin her şeyi kuşattığını anlatmaktır.
وَلاَ أَصْغَرَ مِن ذَلِكَ وَلا أَكْبَرَ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ “Ondan (zerreden) daha küçük ve ondan daha büyük ne varsa, hepsi kitab-ı mübindedir (apaçık bir kitaptadır.)”
Burada “kitab-ı mübin”den murat, levh-i mahfuzdur.
62- أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ “Dikkat edin! Evliyaullah için ne bir korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar.”
Evliyaullah, “Allah dostları” demektir. Bunlar, itaat ile Allahı veli edinenler ve Allahın da ikram ile kendilerini sevdiği kimselerdir.
Gelebilecek nahoş bir şeyden bunların korkuları yoktur. Bekledikleri bir şeyi elden kaçırmaktan dolayı da üzülmezler.
Ayet, bu haliyle mücmel gibidir. Devamı ise, bundan muradın ne olduğunu açıklar:
63- الَّذِينَ آمَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ “Onlar ki, iman etmişler ve Allah’a karşı
gelmekten sakınmışlardır.”
Ayetin bu kısmı, onların Allahı dost edinmesini beyan eder.
64- لَهُمُ الْبُشْرَى فِي الْحَياةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ “Onlara dünya ve ahrette müjdeler vardır.”
Onlar için şu dünyadaki müjde,
-Allahın kitabında müttakilere müjde olarak bildirdiği şeyler,
-Peygamberlerinin diliyle müjdelediği şeyler,
-Allahın onlara gösterdiği salih rüyalar,
-Mükaşefe olarak onlara verdiği ilhamlar,
-Ve vefat ederken meleğin verdiği müjdedir.
Ahirette onlara verilecek müjde ise,
-Melekler selam vererek onları karşılarlar,
-Onların kurtulduklarını ve ikrama mazhar olduklarını müjdelerler.
İşte, dünyada ve ahirette onlara verilenler de, Allahın onları dost edinmesinin beyanıdır.
لاَ تَبْدِيلَ لِكَلِمَاتِ اللّهِ “Allah’ın sözlerinde bir değişiklik yoktur.”
Allahın sözleri için bir değişiklik ve vaat ettikleri için bunları yerine getirememek söz konusu olamaz.
ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ “İşte bu, büyük kurtuluştur.”
“İşte bu” ifadesi onların dünya ve ahirette müjdelenmiş olmalarına işarettir.
65- وَلاَ يَحْزُنكَ قَوْلُهُمْ “Onların sözleri Seni üzmesin.”
Onların Allaha şerik nispet etmeleri, Seni yalanlamaları ve tehdit etmeleri gibi sözleri Seni üzmesin.
إِنَّ الْعِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا “Çünkü izzet bütünüyle Allah’ındır.”
Ayetin bu kısmı, önceki hükmün sebebini beyan eder. Sanki şöyle denilmiştir:
“Onların sözlerine üzülme ve onlara aldırma! Çünkü galebe tümüyle Allahındır. Ondan başkası galebe hususunda bir şeye mâlik değildir. Öyleyse Allah onları kahr u perişan eder ve onlara karşı Sana nusret verir.”
هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ “O, Semi’, Alîm’dir.”
O, Semi’dir, sözlerini işitir; Alîm’dir, ne yapmak istediklerini bilir ve ona göre hepsine kâfi gelir, onları mağlup eder.
66- أَلا إِنَّ لِلّهِ مَن فِي السَّمَاوَات وَمَن فِي الأَرْضِ “Dikkat edin! Göklerde kim var, yerde kim varsa hep Allah’ındır.”
Göklerde ve yerde olan melekler ve sekaleyn, yani ins ve cin Allahındır. Bunlar, varlıkların en şereflileri iken Allahın birer kuludur, bunlardan hiçbirinin rububiyet dava etmesi söz konusu olamaz. Böyle olunca, akıl sahibi olmayanların Allaha denk veya şerik olması hiç düşünülemez.
وَمَا يَتَّبِعُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ شُرَكَاء “Allah’dan başkasına tapanlar, (Allah’a) ortak koştuklarına uymuş olmuyorlar.”
Ayetin bu kısmı, sonrasının bir delili gibidir.
Yani, Allahtan başkasını çağıranlar, her ne kadar onlara “şerikler” deseler de gerçekte o şeriklere tâbi olmazlar.
إِن يَتَّبِعُونَ إِلاَّ الظَّنَّ “Onlar ancak zanna uyarlar.”
Onlar bir yâkine tâbi değillerdir. Ancak onları şerikler olarak zannederler, bu zanlarına uyarlar.
Şöyle bir manaya dikkat çekilmiştir: “Meleklerden ve peygamberlerden şerîk saydıklarınız neye tâbi olurlar? Onların tâbi oldukları ancak Allahtır, başkasına ibadet etmezler. Öyleyse size ne oluyor ki onlara bu noktada tâbi olmuyorsunuz?”
Nitekim şu ayet bu manayı ifade etmektedir:
“Onların yalvardıkları da, Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar ve O’nun rahmetini umarlar, azabından korkarlar.” (İsra, 57)
Bu durumda bu kısım, bürhanlardan (delillerden) sonra ilzam etmek olur. Devamı ise onların hitap makamından düşürülüp gıyaplarında onların senedini ve görüşlerinin kaynağını beyan etmesi olur.
وَإِنْ هُمْ إِلاَّ يَخْرُصُونَ “Ve onlar ancak yalan söylüyorlar.”
Onlar, Allaha nisbet ettikleri şerikler hususunda yalan söylüyorlar.
Veya batıl bir tasarlama ile onları şerikler olarak takdir ediyorlar.
67- هُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ لِتَسْكُنُواْ فِيهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًا “O ki, kendisinde sükûnet bulmanız için geceyi ve göz açıcı olarak da gündüzü kıldı.”
Ayet, Cenab-ı Hakkın kudretinin kemâline ve nimetlerinin büyüklüğüne tenbihte bulunur. Gece ve gündüz birbirinden farklı olmakla beraber bir olan Allah onları bir gayede birleştirmiştir. Öyleyse bir olarak ibadete layık olan da ancak O’dur.
Ayette gece ile ilgili kısımda “kendisinde sükûnet bulmanız için” denildi, ama gündüzle ilgili kısımda “onda görmeniz için” yerine “gündüzü göz açıcı kıldı” denildi. Bunda ikisi arasında farka dikkat çekmek vardır. İnsanlar gece istirahat etmekte ortaktırlar, ama gündüzün aydınlığında farklı farklı işler yaparlar.
İşte ayette mücerret zarf ile sebep olan zarf birbirinden bu şekilde ayırt edilmiştir.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَسْمَعُونَ “Elbette bunda dinleyecek bir kavim için âyetler vardır.”
İşte bunda tefekkür ve ibretle duyanlar için ibretler vardır.
68- قَالُواْ اتَّخَذَ اللّهُ وَلَدًا “Dediler ki: Allah, çocuk edindi.”
سُبْحَانَهُ “O, böyle şeylerden münezzehtir.”
Ayetteki “Subhanehu” ifadesi, Allahı evlat edinmekten tenzih içindir. Çünkü çocuk edinmek, ancak kendisinin çocuk sahibi olması düşünülebilenler için söz konusudur.
Ayrıca “Subhanehu” ifadesi onların ahmakça sözlerine karşı bir taaccüptür.
هُوَ الْغَنِيُّ “O, Ğanidir.”
Allahın çocuk edinmekten münezzeh oluşunun illetini bildirir.
Yani o Allah Ğanidir, hiçbir şeye muhtaç değildir. Çocuk edinmek ise bir ihtiyaçtan kaynaklanır.
لَهُ مَا فِي السَّمَاوَات وَمَا فِي الأَرْضِ “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur.”
Ayetin bu kısmı, Allahın ğani oluşunu takrir eder.
إِنْ عِندَكُم مِّن سُلْطَانٍ بِهَذَا “Bu hususta elinizde bir delil varsa (gösterin).”
Türkçede bu daha çok “fesubhanallah” kalıbında ifade edilmektedir.
Bu ifadede, onların cahilliğini ortaya koymada bir mübalağa ve sözlerinin batıl oluşuna bir tahkik vardır.
أَتقُولُونَ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ “Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?”
Ayetin üslûbu, onların yalanlarına ve cehaletlerine karşı bir kınamak ve ağızlarının payını vermektir.
Ayette delilsiz her sözün cehalet olduğuna, akaidle ilgili meselelerde kati delil gerektiğine ve onlarda taklide cevaz bulunmadığına bir delil vardır.
69- قُلْ إِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ لاَ يُفْلِحُونَ “De ki: Allah adına yalan uyduranlar elbette felah bulmazlar.”
“Çocuk edindi” diyerek ve Onun şerikleri olduğunu söyleyerek Allaha iftira edenler iflah olmazlar; ateşten kurtulmazlar ve cennete ulaşmazlar.
70- مَتَاعٌ فِي الدُّنْيَا “(Bu halleri,) dünyada azıcık faydalanmaktır.”
Onların iftiraları, dünyada kısa bir faydalanmaktır, bununla küfürde riyasetlerini veya hayatlarını devam ettirirler.
ثُمَّ إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ “Sonra dönüşleri bizedir.”
Sonra, ölümle bize dönerler, ebedi şekavete maruz kalırlar.
ثُمَّ نُذِيقُهُمُ الْعَذَابَ الشَّدِيدَ بِمَا كَانُواْ يَكْفُرُونَ “Daha sonra da biz, inkârları sebebiyle çetin azabı onlara tattırırız.”
71- وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ نُوحٍ “Ve onlara Nûh’un kıssasını oku:”
إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ “Hani o kavmine demişti ki:”
يَا قَوْمِ إِن كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُم مَّقَامِي وَتَذْكِيرِي بِآيَاتِ اللّهِ فَعَلَى اللّهِ تَوَكَّلْتُ “Ey kavmim, eğer benim aranızda duruşum ve Allah’ın âyetleriyle öğüt verişim size ağır geliyorsa, şunu bilin ki, ben yalnızca Allah’a tevekkül ettim.”
فَأَجْمِعُواْ أَمْرَكُمْ وَشُرَكَاءكُمْ “Artık siz ortaklarınızı da yanınıza alarak ne yapacağınızı kararlaştırın.”
Hz. Nûh, bunları Allaha tam bir güvenle ve onların ne yapacağına aldırmayarak söyledi.
ثُمَّ لاَ يَكُنْ أَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً “Sonra bu işiniz size dert olmasın.”
Sonra benimle ilgili yapacağınızı gizliden de yapmayın, açıkça ne yapacaksanız yapın, sizden korkmuyorum.
ثُمَّ اقْضُواْ إِلَيَّ “Sonra bana ne yapacaksanız yapın.”
وَلاَ تُنظِرُونِ “Bana mühlet de vermeyin.”
72- فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَمَا سَأَلْتُكُم مِّنْ أَجْرٍ “Eğer yüz çevirirseniz, ben sizden bir ücret istemiş değilim.”
Şayet benim öğüt vermemden yüz çevirdinizse, ben sizden bir ücret istemedim ki ağır bularak ve beni çıkarcılıkla suçlayarak yüz çeviresiniz.
إِنْ أَجْرِيَ إِلاَّ عَلَى اللّهِ “Benim ücretim ancak Allahtandır.”
Bu davet ve uyarıda benim ücretim ancak Allaha aittir, sizinle bir alakası yoktur. O ise, siz ister iman edin, ister yüz çevirin beni mükâfatlandırır.
وَأُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْمُسْلِمِينَ “Ve ben O’nun emrine boyun eğenlerden olmakla emrolundum.”
O’nun hükmüne boyun eğmek, emrine muhalefet etmemek ve O’ndan başkasından bir şey ummamak bana emredildi.
73- فَكَذَّبُوهُ “Onlar ise Onu inkâr ettiler.”
Onlar ise, kendilerini ilzam edecek delil getirildikten sonra Hz. Nûhu yalanlamada ısrar ettiler. Onların bu yüz çevirmeleri başka değil, sadece ve sadece inat ve temerrütlerinden idi. Böyle olunca, azap kelimesi kendileri hakkında hak oldu.
فَنَجَّيْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ فِي الْفُلْكِ “Biz de onu ve gemide kendisiyle beraber olanları kurtardık.”
Biz de onları boğulmaktan kurtardık.
Rivayete göre, yanındakiler seksen kişi idi.
وَجَعَلْنَاهُمْ خَلاَئِفَ “Ve onları halifeler yaptık.”
Onları, helâk olanların yerine halef kıldık.
وَأَغْرَقْنَا الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا “Âyetlerimizi inkâr edenleri ise suda boğduk.”
Ayetlerimizi yalanlayanları tufanda boğduk.
فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنذَرِينَ “İşte bak, uyarılanların akıbeti nasıl oldu?”
Ayette onların başına gelen felaketin büyüklüğünü beyan, Hz. Peygamberi yalanlayanları sakındırma ve Hz. Peygamberi de teselli etmek vardır.
74- ثُمَّ بَعَثْنَا مِن بَعْدِهِ رُسُلاً إِلَى قَوْمِهِمْ “Sonra onun arkasından birçok peygamberleri kavimlerine gönderdik.”
فَجَآؤُوهُم بِالْبَيِّنَاتِ “Onlara açık mu’cizelerle geldiler.”
Her Peygamber kendi kavmine davasını isbat eden apaçık mu’cizeler getirdi.
فَمَا كَانُواْ لِيُؤْمِنُواْ بِمَا كَذَّبُواْ بِهِ مِن قَبْلُ “Fakat onlar önceden yalan dediklerine bir türlü inanmadılar.”
Ama onlar küfürde şiddetli inatları ve Allahın onları yardımsız bırakması sonucu, peygamberlerin gönderilmesinden önce alışmış oldukları hakkı yalanlamak ve bunu bir huy edinmek sebebiyle, imana yanaşmadılar.
كَذَلِكَ نَطْبَعُ عَلَى قُلوبِ الْمُعْتَدِينَ “İşte biz, haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz.”
Dalalete dalmaları ve alışmış oldukları hâli terk etmemelerinden dolayı biz onları hidayetten mahrum kılar, kalplerini işte böyle mühürleriz.
Bu gibi ayetlerde kulların fiillerinin Allahın kudreti ve kulun kesbi ile olduğuna bir delil vardır. Bunun tahkiki daha önce geçmişti.