136. DERS (Yunus Suresi, 1 - 10) Mü’minler ve Kâfirler

 

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

1- الر “Elif, Lâm, Râ.”

تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ “İşte bunlar o hikmetli kitabın âyetleridir.”

“İşte bunlar” ifadesi sûrenin veya Kur’anın tazammun ettiği ayetlere işarettir. Kitaptan murat, bu sûre veya Kur’andır.

Bu kitabın “Hakîm” olması, kendisinde bulunan hükümler ve hikmetler yönündendir.

Veya “muhkem” anlamında olabilir. Yani, onun ayetleri muhkemdir, onlarda neshedilen bir şey yoktur.

2- أَكَانَ لِلنَّاسِ عَجَبًا أَنْ أَوْحَيْنَا إِلَى رَجُلٍ مِّنْهُمْ أَنْ أَنذِرِ النَّاسَ وَبَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُواْ “İçlerinden birine “İnsanları uyar ve iman edenleri müjdele” diye vahiy göndermemiz insanlara tuhaf mı geldi?”

Bu, istifham-ı inkâridir.1

Onlar şöyle diyorlardı: “Hayret, Allah insanlara Ebu Talibin yetiminden başka gönderecek bir elçi bulamadı mı?”

Böyle demeleri dünya işlerinde kıt akıllı ve kısa nazarlı olmalarından, vahiy ve nübüvvetin hakikatini bilmemelerinden idi. Kaldı ki Hz. Peygamberin (asm) mal dışında onların dünyaca büyük saydıklarından eksik bir durumu yoktu. Peygamberlikte ise malın fazla olmaması çok cihetlerle daha münasiptir. Bundan dolayı, ondan önce de peygamberlerin çoğu bu hâl üzere idi.

Şöyle de denildi: Onları hayrete düşüren durum, En’am sûresinde de anlatıldığı üzere insanlardan bir peygamber gelmesi olmuştu.

Yani, insanlar buna niye hayret ediyorlar, hâlbuki bir peygamber gönderilmesi gayet makul bir durumdur.

“İnsanları uyar ve iman edenleri müjdele”

Ayette inzar (uyarı) bütün insanlara genel, müjdelemek ise mü’minlere has kılındı. Çünkü bütün insanların uyarıya ihtiyacı vardır. Müjdenin ehl-i imana tahsisi ise, kâfirlerin gerçek anlamda müjdelenecek bir durumları olmamasındandır.3

أَنَّ لَهُمْ قَدَمَ صِدْقٍ عِندَ رَبِّهِمْ “Onlar için Rableri nezdinde yüksek makamlar vardır.”

Ayetin metninde geçen “Kadem-i sıdk”, yüksek makamlar ve derecelerdir. Bunun “sıdk” kelimesine nisbeti tahakkukunu beyan etmek içindir. Ayrıca, onların bu âli makamlara söz ve niyette dosdoğru olmalarıyla ulaştıklarına bir tenbihtir.

قَالَ الْكَافِرُونَ إِنَّ هَذَا لَسَاحِرٌ مُّبِينٌ “Kâfirler: “Hiç şüphesiz bu apaçık bir sihirbaz” dediler.”

Ayette geçen “sahir” kelimesi “sihir” şeklinde de okunmuştur. Bu okumaya göre, “Bu” kelimesi ile Kitab’a ve Hz. Peygamberin getirdiklerine işaret edilmiştir.

Aslında bu ifadede onların Hz. Peygamberden harikulâde işlere rastladıklarına ve bunların muarazasından acze düştüklerine bir itiraf vardır.

 

3- إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ “Rabbiniz o Allah’tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı.”

Gökler ve yer, imkân dairesinde her şeyin asıllarıdır.

ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ “Sonra arşa istiva etti.”

Allah “ol” emriyle belirlediği ve hikmetinin iktiza ettiği şekilde varlıkların emrini takdir eder, onu harekete geçirecek sebeplerini müheyya kılar, o sebeplerden neticeleri alır.

يُدَبِّرُ الأَمْرَ “İşi O idare ediyor.”

Ayetin metninde geçen “tedbîr”, akıbetin güzel olması için işlerin sonunu düşünmektir.

 “Onları elîm bir azap ile müjdele!” (Lokman, 7) gibi bazı ayetlerde yer alan müjde kelimesi, gerçek anlamda değildir.

مَا مِن شَفِيعٍ إِلاَّ مِن بَعْدِ إِذْنِهِ “O’nun izni olmadan hiç bir şefaatçi yoktur.”

Ayet, Allahın azametini anlatır ve “bu tanrılar Allah nezdinde bize şefaatçi olacak” diyenlerin batıl iddialarını reddeder.

Ayette, Allahın izin verdiğinin şefaatini isbat vardır.

ذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمْ “İşte Rabbiniz olan Allah budur.”

İşte ulûhiyet ve rububiyeti iktiza eden sıfatlarla mevsuf olan Allah, sizin Rabbinizdir. Sizi terbiye eden O’dur. Hiçbir varlık O’nun bu rububiyetinde O’na şerik değildir.

فَاعْبُدُوهُ “Öyleyse O’na ibadet edin!”

Başkasına değil, sadece O’na ibadet edin.

أَفَلاَ تَذَكَّرُونَ “Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız?”

En ufak bir tefekkürde bulunmuyor musunuz? Ta ki Rububiyete ve ibadete layık olanın ancak O olduğunu, sizin taptıklarınızın olmadığını anlayasınız.

 

4- إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا “Hepinizin dönüşü O’nadır.”

Ölümle veya haşirden sonra diriltilmekle hepiniz O’na döneceksiniz, başkasına değil. Öyleyse O’na kavuşmaya hazırlık yapınız!

وَعْدَ اللّهِ حَقًّا “Bu, Allah’tan hak bir vaattir.”

إِنَّهُ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ “Her şeyi ilk baştan yaratan sonra da iade edecek olan O’dur.”

لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِ “Bu, iman edip salih amel işleyenleri adil bir şekilde mükâfatlandırması içindir.”

Ayetin metninde geçen “kıst”, adalet anlamındadır. Allah, iman eden ve salih amel işleyenlerin karşılığını adaletiyle verecektir.

Veya onların işlerini adalete uygun yapmalarını mükâfatlandıracaktır.4

Veya bu ifade “Allah onları imanlarıyla mükâfatlandıracak” manasını da ifade edebilir. Nasıl ki şirk çok büyük bir zulümdür, iman dahi tam

İnsan adaletle iş yaptığında ifrat ve tefritten uzak olur, yaptığı şeyin hakkını verir.

bir adalettir. Bu mana, ayette daha zâhir görülmektedir. Ayetin devamında kâfirlerin cezası anlatılırken, onların da bu hâle küfürleri sebebiyle düştüklerinin anlatılması, bu ciheti te’yid eder.

وَالَّذِينَ كَفَرُواْ لَهُمْ شَرَابٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُواْ يَكْفُرُونَ “İnkar edenlere ise, küfürlerine karşılık kaynar sudan bir içecek ve elem verici bir azap vardır.”

Ayetten öyle anlaşılıyor ki, bu âlemin yaratılışı ve kıyametten sonra ikinci hayatın verilmesinden asıl maksad, bir muhasebe sonucu insanlara mükâfat veya ceza verilmesidir.

Ayette, Allahu Teâlâ, mü’minlere lütuf ve keremine yaraşır bir şekilde mükâfat vermeyi taahhüt etmiş olduğundan bunun ayrıntılarına girmemiştir. Ama kâfirlerin cezasına gelince, bu bozuk inançlarının ve uğursuz amellerinin sevkettiği bir hastalık gibidir.

Ayet, biraz önce nazara verilen “hepinizin dönüşü O’nadır” manasının hikmetini beyan gibidir. Çünkü dünya ve ahiretin yaratılışından maksat, mükellef olan insanların amellerinin karşılığını vermek olduğundan, Allaha dönüş elbette olacaktır.

5- هُوَ الَّذِي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَاء وَالْقَمَرَ نُورًا “O (Allah) ki, güneşi bir ziya, ayı da bir nur kıldı.”

Nur, ziyadan daha geneldir. Işığı kendisinden olana ziya, ârızî olana (ışığı başkasından alana) nur denilir. Allahu Teâlâ bununla şuna tenbihte bulundu: Allah güneşi bizâtihi ışık kaynağı kıldı, ayı da güneşe mukabil yaptı, onu güneşten ışık alacak şekilde yarattı.

وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ “Ona menziller takdir etti.”

Burada zamir güneş ve ayın her birine aittir. Yani, bunlardan her biri için menziller takdir etti.

Veya bu ikisini menziller sahibi kıldı.

Veya zamir sadece aya râci olabilir. Özel olarak ondan böyle bahsedilmesi, seyrinin süratli oluşu, menzillerinin gözle görülmesi, dinin bazı hükümlerinin ona bağlı olması gibi sebeplerdendir.5 Bundan dolayı bu takdirin sebebi şöyle açıklandı:

لِتَعْلَمُواْ عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ “Bunları, senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye yaptı.”

Mesela, Ramazan ayı onun görülmesiyle başlar.

Böyle olması, muamelat ve tasarruflarınızda ayların, günlerin hesabını bilmeniz içindir.

مَا خَلَقَ اللّهُ ذَلِكَ إِلاَّ بِالْحَقِّ “Allah bunu ancak hak olarak yarattı.”

يُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ “O, bilecek bir kavim için âyetlerini ayrıntılı olarak açıklar.”

Çünkü bu ayetleri dikkatle düşünerek bunlardan yararlananlar onlardır.

 

6- إِنَّ فِي اخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَّقُونَ “Elbette gece ile gündüzün farklı olmasında (veya birbiri

ardınca gelmesinde) ve Allah’ın göklerde ve yerde yarattıklarında, (günahlardan) sakınan bir kavim için ayetler vardır.”

Bütün bunlarda Saniin varlığına ve birliğine, ilim ve kudretinin kemâline alâmetler vardır.

Ancak bu ayetler, kötü akıbetten sakınanlar içindir. Çünkü bu sakınma, onları tefekkür ve tedebbüre sevkeder.

 

7- إَنَّ الَّذِينَ لاَ يَرْجُونَ لِقَاءنَا وَرَضُواْ بِالْحَياةِ الدُّنْيَا وَاطْمَأَنُّواْ بِهَا “Gerçekten Bize kavuşmayı ummayan, dünya hayatına razı olan ve onunla tatmin olanlar...”

Bunlar, öldükten sonra dirilmeyi inkârlarından dolayı Allaha kavuşmayı hiç beklemezler. Sadece gözle görülenlere takılıp kalırlar, ötesine geçemezler.

Ahireti bilmediklerinden, gafletleri sebebiyle kendilerini tamamen dünyaya verirler.

Her şeyleriyle ona yönelirler,

Bütün himmetlerini dünyanın lezzetlerine ve surî şaşaasına tahsis ederler.

 وَالَّذِينَ هُمْ عَنْ آيَاتِنَا غَافِلُونَ “Ve onlar Bizim âyetlerimizden gafildirler.”

Onlar, tümüyle ilâhî ayetlerin zıddı şeylere daldıklarından, o ayetler üzerinde düşünmezler.

Ayet, öncekine atıfla onların vasfı olabileceği gibi, başkalarını anlatıyor da olabilir. Bu durumda önce nazara verilenler, öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden ve ancak dünya hayatını gören kimselerdir. Bu ayette anlatılanlar ise, dünya sevgisi kendisini oyalayıp ahireti düşünmekten ve ona hazırlanmaktan alıkoyan kimselerdir.

 

8- أُوْلَئِكَ مَأْوَاهُمُ النُّارُ بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ “İşte kendi kesbettikleri yüzünden, bunların varacakları yer ateştir.”

Devamlı işledikleri ve iyice bulaştıkları günahlar yüzünden, bunların varacakları yer cehennemdir.

 

9- إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ يَهْدِيهِمْ رَبُّهُمْ بِإِيمَانِهِمْ “Şüphesiz iman edip salih ameller işleyenleri, imanları sebebiyle Rableri hidayete erdirir.”

Onların Rabbi, imanları sebebiyle onları cennete götürecek yola iletir.

Veya onları gerçekleri idrake sevkeder. Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Kim bildiğiyle amel etse, Allah ona bilmediğini de öğretir.”

Veya Allah onları cennette istedikleri şeye sevk eder.

Ayete dikkat edildiğinde, bu ilâhî sevkin sebebinin iman ve salih amel olduğu anlaşılır. Lakin, ayette “imanları sebebiyle” denilmesi, her ne kadar salih amel imana bir tetimme ve onunla yan yana olsa da, sebebiyet noktasında imanın müstakil olduğuna delâlet eder.

تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الأَنْهَارُ فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ “Naîm cennetlerinde onların altlarından ırmaklar akar.”

 

10- دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ “Onların oradaki duaları şudur: “Allahım, seni tenzih ederiz.”

وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ “Orada birbirlerine tahiyyeleri ise, ‘selâm’dır.”

O cennetlerde birbirlerine veya meleklerin onlara iyi dilekleri, selâmdır.

وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ “Ve dualarının sonu da

“Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun” demeleridir.”

Mana, şöyle olabilir: Onlar cennete girdiklerinde, Allahın azamet ve kibriyasını görünce, O’nun şanını yüceltirler, celâl vasıflarıyla O’nu tavsif ederler. Sonra melekler onları selamlayıp her türlü kötü şeyden selamete erdiklerini ve her türlü ikrama nail olacaklarını haber verirler.

Veya doğrudan ilâhî selâma muhatap olurlar. Onlar da Cenab-ı Hakka hamd u senada bulunurlar, ikram sıfatlarıyla O’nu yâd ederler.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
10. Yunus
Gönderi tarihi: 23-08-2013
3,934 kez okundu
Block title
Block content