119. DERS (Enfal Suresi, 67 - 75) Bedir Esirleri

 

67- مَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَن يَكُونَ لَهُ أَسْرَى حَتَّى يُثْخِنَ فِي الأَرْضِ “Hiçbir peygamber için, arzda ağır basmadıkça esirleri olması uygun değildir.”

“Arzda ağır basmaktan” murat, peygamberin küfrü ve küfür ehlini zelil kılması, o yolda gidenleri azaltması, İslâmı ve müslümanları azîz kılması, hâkim duruma getirmesidir.

تُرِيدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَا “Siz dünya malını istiyorsunuz.”

Sizler, fidye olarak dünya menfaatlerini murat ediyorsunuz.

وَاللّهُ يُرِيدُ الآخِرَةَ “Oysa Allah ahireti diliyor.”

Allah ise sizin için ahiret sevabını veya ahiret sevabını elde etmeye sebep olan dinini aziz, düşmanlarını ise zelil kılmayı murat ediyor.

وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ“Ve Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.”

Allah Azîz’dir, dostlarını düşmanlarına galip kılar. Hâkim’dir, her hâle lâyık olanı bilir, ona göre hüküm verir. Mesela, müşriklerin kuvvetli olduğu dönemde onlara sert muamele yapılmasına, kendilerinden kurtuluş için fidye alınmamasına hükmetmiştir. Ama durum değişip mü’minler galip olduğunda fidye almak veya salıvermek hususunda muhayyer bırakmıştır.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre, Bedir Savaşında yetmiş esir alınmıştı. İçlerinde Hz. Peygamberin amcası Abbas ve Ebu Talibin oğlu Akîl de vardı. Hz. Peygamber esirlere ne yapılacağı hususunda sahabilerle istişare etti. Hz. Ebubekir şöyle dedi: “Onlar senin kavmin ve ehlindir. Onları öldürme. Olur ki Allah onlara tevbe nasip eder. Kendilerinden fidye al, bununla ashabını kuvvetlendirmiş olursun.”

Hz. Ömer de şöyle dedi: “Onların boyunlarını vur. Çünkü onlar küfrün önderleridir. Allah seni fidye almaktan müstağni kılmıştır. Bana esirler arasında falan akrabamı ver, Ali ve Hamzaya da kardeşlerini ver, boyunlarını vuralım.”

Hz. Peygamber bu görüşten hoşlanmadı ve şöyle dedi: “Şüphesiz Allah bir kısım insanların kalplerini öyle yumuşatır ki, ipekten daha yumuşak hale gelir. Bazılarının kalbine de öyle sertlik verir ki, taştan daha katı olur. Ey Ebubekir, senin misalin “Artık kim bana uyarsa, o bendendir ve kim de bana karşı gelirse, şüphesiz Sen Ğafur – Rahim’sin.”diyen Hz.İbrahime benzer.Ey Ömer senin misalin de “Ya Rabbi! Yeryüzünde kâfirlerden bir tek kişi bile bırakma.” (Nûh, 26) diyen Hz. Nûha benzer.”

İstişare sonunda Hz. Peygamber, ashabını esirleri salıvermek veya fidye almakta serbest bıraktı, onlar da fidye almayı tercih ettiler. Bunun üzerine üstteki ayet nazil oldu. Hz. Ömer, Rasulullahın yanına vardığında O’nu ve Ebubekiri ağlıyor buldu. Heyecanla şöyle dedi:

“Ya Rasulallah, bu ne hâldir, bana haber ver. Ağlayabilirsem ağlayayım, ağlayamazsam da ağlar gibi yapayım.”

Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Arkadaşlarının fidye almasına ağla! Onların azabı şu ağaçtan daha yakın bir şekilde bana gösterildi.”

Ayet, peygamberlerin de içtihat yaptıklarına ve içtihatlarında hata edebileceklerine bir delildir. Lakin hataları vahiyle düzeltilir, öyle bırakılmaz.

 

68- لَّوْلاَ كِتَابٌ مِّنَ اللّهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ فِيمَا أَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ “Şayet önceden Allah’tan bir hüküm bulunmasa idi, aldığınızdan dolayı size mutlaka büyük bir azab dokunurdu.”

Bu hüküm, Allahın levh-i mahfuzdaki önceden sabit bir hükmüdür.

Bu hükümden murat şunlar olabilir:

-İçtihadında hata eden cezalandırılmaz.

-Bedir ehli azap görmeyecek.

-Kendilerine açık hüküm bildirilmeyenler cezalandırılmayacak.

-Almış oldukları fidye kendilerine helâl kılınacak.

Rivayete göre Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Şayet azap nazil olsaydı, Ömerden ve Sa’d Bin Muazdan başkası kurtulmazdı.”

Sa’d Bin Muaz’da Hz. Ömer tarzında görüş belirtmişti.

 

69- فَكُلُواْ مِمَّا غَنِمْتُمْ حَلاَلاً طَيِّبًا “Öyleyse elde ettiğiniz ganimetten helâl ve hoş olarak yiyin.”

Artık aldığınız fidyelerden yiyebilirsiniz. Çünkü fidye de ganimete dâhildir.

Denildi ki: Üstteki ayet dolayısıyla ganimetlere yanaşmadılar, bu ayet nazil oldu.

Ayetin başında فَ (fe) harfi sebebiyet bildirir. Sebep ise zikredilmemiştir. Bunun takdiri şöyledir: “Ganimetleri size helâl kıldım. Öyleyse onlardan helâl-hoş yiyin.”

Ayette “helal” kaydının yer alması, fidyeyi kabullerinden dolayı kınanmalar sebebiyle nefislerinde meydana gelen şüpheyi ortadan kaldırmak içindir.

 وَاتَّقُواْ اللّهَ “Ve Allah’tan korkun.”

Allahın emirlerine muhalefet etmekten sakının.

إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Şüphesiz Allah, Ğafur’dur, Rahîm’dir.”

Şüphesiz Allah Gafur’dur, günahlarınızı bağışladı.

Rahim’dir, aldığınız fidyeleri size mubah kıldı.

 

70- يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ “Ey Peygamber!”

قُل لِّمَن فِي أَيْدِيكُم مِّنَ الأَسْرَى “Elinizdeki esirlere de ki:”

 إِن يَعْلَمِ اللّهُ فِي قُلُوبِكُمْ خَيْرًا يُؤْتِكُمْ خَيْرًا مِّمَّا أُخِذَ مِنكُمْ “Eğer Allah sizin kalplerinizde bir hayır bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir.”

Bundan murat “Allah kalplerinizde bir iman, bir ihlâs bilirse” manasıdır.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre, bu ayet Peygamberimizin amcası Abbas hakkında indi. Hz. Peygamber O’nu hem kendisinin hem de kardeşlerinin oğulları olan Akîl ve Nevfel’in fidyesini vermekle mükellef kılmıştı. Abbas dedi: “Ey Muhammed, hayatta olduğum sürece beni Kureyş’e el açmaya terkettin!” Bunun üzerine Hz. Peygamber “savaşa çıkarken Ümm-ü Fadl’a bıraktığın altın nerde? Ona şöyle demiştin: Bu olayda başıma ne geleceğini bilmiyorum. Şayet bana bir şey olursa bu altın senin ve çocuklarımındır.”

Abbas dedi: “Bunu Sana kim söyledi?”

Dedi: “Rabbim bana haber verdi.”

Abbas dedi: “Şehadet ederim ki Sen Sadıksın. Allahtan başka ilah yok

ve sen O’nun rasulüsün. Vallahi, Allahtan başka kimse bu parama muttali değildi. Hanımıma bu parayı gecenin karanlığında vermiştim.”

Abbas der: “Allah, fidye olarak verdiklerimizden daha hayırlısını bana verdi. Şimdi benim yirmi tane kölem var. Ayrıca zemzemle ilgili görevi bana nasip etti. Bu öyle bir nimet ki, buna bedel Mekke ahalisinin malı bana verilse, bana daha sevimli olmaz. Şimdi de Rabbimden mağfiret bekliyorum.”

Abbas, bu son ifadesiyle ayetin devamında va’dedileni kastediyor:

 وَيَغْفِرْ لَكُمْ “Ve günahlarınızı bağışlar.”

وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Ve Allah Ğafur’dur, Rahîm’dir.”

 

71- وَإِن يُرِيدُواْ خِيَانَتَكَ فَقَدْ خَانُواْ اللّهَ مِن قَبْلُ فَأَمْكَنَ مِنْهُمْ “Ve eğer sana hıyanet etmek isterlerse, (iyi bilsinler ki) bundan önce Allah’a hainlik etmişlerdi, Allah da onların cezalandırılmasına imkân vermişti.”

Eğer esirler Sana verdikleri ahdi bozarak hıyanet etmek isterlerse, daha önceden inkâr ederek ve akılla onlardan alınan sözü bozarak Allaha hıyanet etmişlerdi.

Allah Bedir’de yaptığı gibi Sana onları yakalama imkânı verdi. Şayet tekrar hıyanet ederlerse yine Sana imkân verir.

وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ “Ve Allah Alîm, Hakîm’dir (her şeyi hakkıyla bilendir,hüküm ve hikmet sahibidir).”

 

72- إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ “Şüphesiz inanan ve hicret edenler.”

Ayette anlatılanlar muhacirlerdir.

Allah ve Rasulünün muhabbetiyle vatanlarından hicret ettiler.

وَجَاهَدُواْ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ “Ve mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad yapanlar.”

Mallarını cihad için binek ve silaha sarfettiler, gerekli şeyleri almaya harcadılar

Doğrudan savaşa gitmek sûretiyle canlarıyla da cihad yaptılar.

وَالَّذِينَ آوَواْ وَّنَصَرُواْ “Bir de onları barındırıp yardım edenler var ya…”

Ayette anlatılanlar Ensardır. Diyarlarına gelen Muhacirleri barındırdılar, düşmanlarına karşı yardım ettiler.

 

أُوْلَئِكَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ “İşte bunlar birbirlerinin dostlarıdırlar.”

İşte bunlar mirasta birbirlerine varistirler.

Muhacir ve Ensar, “Daha sonradan iman eden ve hicret edip sizinle beraber cihad edenler de sizdendirler. Bir de akraba olanlar, Allah’ın kitabına göre, birbirlerine daha yakındırlar.” ayeti gelinceye kadar akrabalık bağı olmadan birbirlerine mirasçı oluyorlardı. Ama ilgili ayetle bu uygulamaya son verildi.

وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَلَمْ يُهَاجِرُواْ مَا لَكُم مِّن وَلاَيَتِهِم مِّن شَيْءٍ حَتَّى يُهَاجِرواْ “Ve iman ettiği halde henüz hicret etmemiş olanlara gelince, onlar hicret edinceye kadar velayetleri size ait değildir.”

Bunlar, hicret etmedikçe mirastan hissedar olamazlar.

وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ “Bununla beraber dinde sizden yardım isterlerse, onlara yardım etmeniz üzerinize borçtur.”

Müşriklere karşı onlara yardımcı olmanız üzerinize bir vecibedir.

إِلاَّ عَلَى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُم مِّيثَاقٌ “Ancak sizinle arasında antlaşma bulunan bir kavme karşı yapamazsınız.”

Çünkü böyle bir durumda onlara yardım edeceğiz diye anlaşmayı bozamazsınız.

وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ “Ve Allah bütün yaptıklarınızı görendir.”

 

73- وَالَّذينَ كَفَرُواْ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ“Kâfirler de birbirlerinin dostlarıdırlar.”

Kâfirlerin bir kısmı bir kısmına, mirasta veya destek olmakta dostturlar. Ayet, mefhum-u muhalifi ile kâfirlerle mü’minler arasında miras ve yardımlaşma olmayacağına delâlet eder.

 إِلاَّ تَفْعَلُوهُ تَكُن فِتْنَةٌ فِي الأَرْضِ وَفَسَادٌ كَبِيرٌ “Eğer siz öyle yapmazsanız, yeryüzünde büyük bir fitne ve fesat çıkar.”

Eğer size emredilen aranızdaki irtibatı ve birbirinize destek olmayı, hatta varis olmayı yapmaz, sizinle kâfirler arasındaki alakaları kesmezseniz, o zaman yeryüzünde büyük bir fitne olur. Bu da iman zaafı ve küfrün galebesidir.

Ayette nazara verilen fesad, dinde meydana gelecek fesatla ilgilidir.

 

74- وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ “İman eden, hicret eden ve Allah yolunda cihada katılanlar.”

وَالَّذِينَ آوَواْ وَّنَصَرُواْ “Ve onları barındırıp yardıma koşanlar var ya..”

أُولَئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا “İşte bunlar hakkıyla mü’min olanlardır.”

Allahu Teâlâ Mü’minleri üç kısma taksim etti. Onlardan imanı kâmil olanların, imanın muktezası olan hicret, cihad, Allah yolunda malından harcamak gibi özellikleri kendilerinde gösterdiklerini beyan etti. Onlara en güzel bir vaadde bulunarak şöyle dedi:

لَّهُم مَّغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ “Bunlara bir mağfiret ve hoş bir rızık vardır.”

Sonra da hicret ve cihadda onlara katılacak ve kendilerinin özelliklerini taşıyacak olanları anlatıp şöyle buyurdu:

 

75- وَالَّذِينَ آمَنُواْ مِن بَعْدُ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ مَعَكُمْ فَأُوْلَئِكَ مِنكُمْ “Daha sonradan iman eden ve hicret edip sizinle beraber cihad edenler de sizdendirler.”

Ey Muhacir ve Ensar! Bunlar da sizdendir.

وَأُوْلُواْ الأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللّهِ “Bir de akraba olanlar, Allah’ın kitabına göre, birbirlerine daha yakındırlar.”

Akraba olanlar miras olayında yabancılara nisbetle birbirlerine daha evlâdırlar.

Bu Allahın kitabında böyledir.

Allahın kitabından murat, Allahın hükmü, levh-i mahfuz veya Kur’an olabilir.

إِنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ “Şüphe yok ki Allah her şeyi bilendir.”

Allah, herşeyi bildiği gibi mirasla ilgili olanları da bilir. Bundan dolayı önce müslümanlık ve birbirine destek olma şeklinde müslümanları birbirine mirasçı yapar, ardından da akrabalığa dayalı bir şekilde hükmünü bildirir.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Enfal ve Tevbe sûrelerini okuyana ben kıyamet günü şefaatçi olurum. Onun nifaktan uzak olduğuna şehadet ederim. Ona erkek ve kadın münafıklar sayısınca haseneler verilir. Arş ve arşa görevli melekler ona hayatı boyunca mağfiret talebinde bulunurlar.” 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
8. Enfal
Gönderi tarihi: 23-08-2013
2,990 kez okundu
Block title
Block content