بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
1- يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأَنفَالِ “Sana ganimetler hakkında soruyorlar.”
Sana ganimetlerin hükmünü soruyorlar.
Ganimete “nefl” denilmesi, Allahtan bir ihsan ve lütuf olmasındandır.
قُلِ الأَنفَالُ لِلّهِ وَالرَّسُولِ “De ki: Ganimetler, Allah’a ve Resûlüne aittir.”
Bu konuda yetki Peygambere verilmiştir, O, Allahın kendisine emrettiği şekilde taksim eder, dağıtır.
Sebeb-i Nüzûl
Ayet, Müslümanların Bedir savaşından elde edilen ganimetler hakkında “nasıl taksim edilecek? Kime taksim edilecek, Muhacirlere mi, yoksa Ensara mı?” şeklindeki ihtilafları üzerine inmiştir.
Denildi ki: Bedir harbinde Hz. Peygamber ihtiyacı olmayan kimselerin ganimetten pay almamalarını şart koştu. Bunun üzerine gençler şevkle koşuştular. Savaş sonunda müşriklerden yetmiş kişi öldürüldü, yetmişi de esir alındı. Gençler, Hz. Peygamberden ganimet haklarını istediler. Mal, az bir şey idi. Bunun üzerine, sancakların yanında olan yaşlılar ve gözcüler şöyle dediler: “Biz sizin gerinizde sığınacağınız destek kuvvet idik. Bizim de hakkımız var.” Bunun üzerine bu ayet nazil oldu, Hz Peygamber de aralarında eşit bir şekilde taksim etti.
Bunun için denildi: İmamın vaadini yerine getirmesi lazım değildir. Bu, İmam-ı Şafiînin görüşüdür.
Sa’d Bin Ebi Vakkas’dan şöyle rivayet edilir: Bedir günü kardeşim Umeyr şehid oldu. Ben de ona bedel Said Bin Âs’ı öldürdüm ve kılıcını aldım. Kılıcı Hz. Peygambere götürdüm, hibe olarak bana verilmesini istedim. Şöyle buyurdu: “Bu ne benim ne de senin. Ganimet malları içine onu at.” Ben de attım. Kardeşimin öldürülmesi ve ganimet olarak aldığımın
Vaadini yerine getirmemekle, mevcut şartlar çerçevesinde yerine getirememek arasında ayrım yapılması gerekir.
Benden alınması sebebiyle ancak Allahın bildiği duygular yaşadım. Çok az bir zaman geçmişti ki, Enfal sûresi nazil oldu. Rasûlullah bana şöyle dedi: “Benden kılıcı istemiştin, o zaman kılıç benim değildi. Ama şimdi benim oldu. Git ve onu al.”
فَاتَّقُواْ اللّهَ “Öyleyse Allah’tan korkun.”
Böyle ihtilaf etmekte ve tartışmakta Allahtan korkun.
وَأَصْلِحُواْ ذَاتَ بِيْنِكُمْ “Ve aranızı düzeltin.”
Allahın rızık olarak size verdiğinde hoşgörü ve yardımlaşma ile ve işi Allah ve Rasûlüne teslim ile aranızı düzeltin.
وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ “Ve eğer mü’minler iseniz Allah ve Resûlüne itaat edin.”
Çünkü iman bunu iktiza eder.
Veya imanınız kâmil ise böyle yapın. Çünkü imanın kemali bu üçü iledir:
-Emirlere itaat.
-Günahlardan sakınmak
-İnsanların arasını adalet ve ihsan ile düzeltmek.
2- إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ “Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir.”
İmanı kâmil olan mü’minler şunlardır:
Onlar büyüklüğü ve celalinin heybeti karşısında Allah anıldığında kalpleri ürperir.
Denildi ki: Ayetin anlattığı kimse şöyle biridir: Bir günah işlemeye niyetlenmişken kendisine “Allahtan kork” denildiğinde Allahın cezalandırma korkusundan o günahtan elini çeker.
وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا “Onun ayetleri kendilerine okunduğunda, bu imanlarını arttırır.”
İmanlarının artması,
-Yeni ayetlerin okunmasıyla iman edilecek şeylerin artması,
-Delillerin tezahürü ile nefislerinin itminana kavuşması ve yakinlerinin kökleşmesi,
-Ayetlerin mucibiyle amel etmek şeklinde olabilir. Bu son görüş, ameli
imana dahil gören ve “iman, taat ile artar, günah ile azalır” diyenlerin bakış açısına göredir,
وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ “Ve sadece Rablerine tevekkül ederler.”
Onlar Allaha tefviz-i umur ederler, ancak O’ndan korkar ve O’nu umarlar.
3- الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ “Onlar namazı gereği gibi kılarlar.”
وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ “Ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.”
4- أُوْلَئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا “İşte gerçek mü’minler onlardır.”
Çünkü onlar kalbin en değerli amellerinden olan Allah’tan korkmak, ihlâs ve tevekkülü, ayrıca aza ile yapılan en kıymetli amellerden olan namaz ve sadakayı imanlarına katmışlar, böylece imanlarını tahkîke çıkarmışlardır.
لَّهُمْ دَرَجَاتٌ عِندَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ “Onlar için Rableri nezdinde dereceler, bir mağfiret ve çok hoş bir rızık vardır.”
Rableri nezdinde derecelerden murat,
-İtibarlı olmaları, yüksek bir konumda bulunmalarıdır.
-Veya amelleriyle yükseldikleri cennet dereceleri de olabilir.
Ayrıca onlar için,
-İhmalleri sebebiyle kendilerinden sadır olan kusurlara karşı Allahtan bir mağfiret
-Ve cennette hazırladığı, sayısız ve süresiz hoş bir rızık vardır.
5- كَمَا أَخْرَجَكَ رَبُّكَ مِن بَيْتِكَ بِالْحَقِّ “Nasıl ki, Rabbin seni hak ile evinden çıkarmıştı.”
Ayet, mahzuf bir mübteda’nın haberidir. Takdiri ise şöyledir:
Onların ganimetlerle ilgili hoşlanmadıkları bu durum, Allahın seni Bedir Harbi için çıkarmasındaki hoşlanmamalarına benzer.
Veya şöyle de mana verilebilir: Rabbin nasıl ki Seni evinden hicret yerin, meskenin, yeni evin olan Medineye çıkarmıştı. O zaman da bundan hoşlanmayanlar olmuştu. Ganimetlerin sana tahsis edilmesinden hoşlanmayanlar da olabilir, ama hicret Senin için nasıl faydalı olmuşsa, bu hüküm de öyle faydalıdır.
وَإِنَّ فَرِيقاً مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ لَكَارِهُونَ “Mü’minlerden bir grup ise bundan hoşlanmamışlardı.”
Bu cümle, hâl cümlesidir. Kureyş kafilesi Şamdan yola çıkmıştı. Kervanda çok büyük ticaret malları vardı. İçlerinde Ebu Süfyan, Amr Bin Âs, Amr Bin Hişam gibi kimseler de olduğu halde kırk binitli adam kervanla beraberdi. Cebrail (as) kervanı Hz. Peygambere haber verdi. Peygamber de mü’minlere söyledi. Çokça mal ve az sayıda refaket eden kimse olduğunu duyunca onu karşılamak mü’minlerin hoşuna gitti. Kervan için çıktıklarında, bunun haberi Mekke ahalisine ulaştı. Ebu Cehil Ka’benin üzerine çıkıp şöyle seslendi: “Ey Mekke ahalisi! Elinizi çabuk tutun! Ne yapıp edip kervanınızı, mallarınızı kurtarın. Şayet Muhammed onlara el koyarsa, bir daha asla iflah olmazsınız.”
Abdülmüttalibin kızı Âtıke üç gün önce şöyle bir rüya görmüştü:
Semadan bir melek iner, dağdan bir kayayı alıp parçalar. Mekkenin herbir evine o kayadan bir şey isabet eder. Âtıke, bunu Abbasa söyler. Bu rüya Ebu Cehle kadar ulaşır. Ebu Cehil şöyle der: “Erkeklerinin nübüvvet iddiaları yetmedi, şimdi de kadınları kehanette bulunmaya başladılar.”
Ebu Cehil, bütün Mekke ahalisini çıkarır, onlarla beraber Bedr’e varır. Bedir, kendisinde kuyu olan bir yerdir. Arablar senede bir gün burada pazar için bir araya gelirlerdi. Onlar oraya vardığında Hz. Peygamber Zefran vadisinde idi. Hz. Cebrail Hz. Peygambere gelip “ya kervan ya da Kureyş sizin olacak” diye vaat etti. Hz. Peygamber de durumu ashabıyla görüştü. Bazıları şöyle dediler: “Ya Rasulallah, keşke bize savaş ihtimalini de zikretseydin, ona göre hazırlık yapardık. Biz kervana göre çıkmıştık.”
Hz. Peygamber şöyle dedi: “Kervan, deniz tarafından gitti, Ebu Cehil ise bize doğru geldi.” Bunun üzerine bazıları “Ya Rasulallah, sen kervana bak, düşmanı boş ver” dediler. Onların böyle konuşmalarına Hz. Peygamber kızdı. Bunun üzerine Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer kalkıp güzel konuşmalar yaptılar. Sonra Sad Bin Ubede kalkıp şöyle dedi: “Emrine bak, onu uygula. Allaha yemin ederim ki, Aden’e gitsen Ensar’dan bir tek kişi bile geride kalmayacak, seninle gelecektir.”
Sonra Mikdad Bin Amr kalktı, “Allah neyi emretmişse onu yap, nasıl olmamı istersen ben o şekilde seninleyim. Biz sana İsrailoğullarının Musaya dediği gibi “Ey Mûsa! Onlar orada bulundukça, biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin, onlarla savaşın. Biz burada oturacağız” (Maide, 24) diyecek değiliz. Lakin dediğimiz şu ki “Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz de sizinle beraber savaşanlarız.”
Hz. Peygamber Mikdadın bu sözüne tebessüm etti. Sonra Ensar’ı murat ederek “bana görüşlerinizi bildirin” dedi. Çünkü Ensar Akabede biat ettiklerinde, Hz. Peygamber onların diyarına geldiğinde sorumluluklarının sona ermesini şart olarak söylemişlerdi. Peygamberin hatırına “Sadece Medineye saldıran düşmana karşı yardım etme görüşü ileri sürerler” şeklinde bir endişe geldi.
Bunun üzerine Sa’d Bin Muaz ayağa kalkıp “Ya Rasulallah, “ey insanlar” derken bizi mi kastediyorsun?” dedi. Hz. Peygamber “evet” deyince Sa’d Bin Muaz konuşmasını şöyle sürdürdü: “Biz sana inandık, seni tasdik ettik. Getirdiğinin hak olduğuna şehadet ettik. Seni dinleyeceğimize ve itaat edeceğimize sana söz verdik. Ya Rasulallah, bizi dilediğin şekilde yürüt. Seni hak ile gönderen Allaha yemin ederim ki bize şu denizi gösterip dalsan, biz de seninle beraber dalarız, bizden bir kişi bile geride kalmaz. Bizi düşmanla karşı karşıya getirmenden biz rahatsızlık duymayız. Biz savaşta sabreden, düşmanla karşılaşmada döneklik yapmayan kimseleriz. Umarım ki Allah, bizden taraf Senin gözünü aydın kılacak şeyler gösterecektir. Öyleyse, bizi Allahın bereketiyle yürüt.”
Sa’dın bu sözleri Hz. Peygamberi neşelendirdi ve şöyle dedi: “Allahın bereketiyle yürüyün! Sizlere müjde! Allah bana iki taifeden birini vaat etti. Allaha yenin ederim, sanki ben onların düşüp ölecekleri yerleri görür gibiyim.”
Denildi ki: Hz. Peygambere Bedir Harbi bitince “şimdi de kervanı halledelim” diyenler oldu.
Esirler arasında kolları bağlı bir şekilde duran amcası Abbas nidâ etti: “Bunu yapman uygun olmaz!
“Hz. Peygamber “niye?” diye sordu.
Abbas “çünkü dedi, Rabbin sana ikisinden birini vaat etmişti ve vaadini yerine getirdi.”
Bu söz doğru olmakla beraber bazılarının hoşuna gitmedi.
6- يُجَادِلُونَكَ فِي الْحَقِّ بَعْدَمَا تَبَيَّنَ “Ve gerçek açığa çıktıktan sonra, seninle o konuda tartışıyorlardı.”
Senin kendilerine bildirmenle, kervan veya Kureyş’ten hangisine yönelseler galip geleceklerini aslında biliyorlardı. Bununla beraber, Senin savaşı seçmene karşılık, kervanı ele geçirmek hususunda Seninle mücadele ediyorlardı.
كَأَنَّمَا يُسَاقُونَ إِلَى الْمَوْتِ وَهُمْ يَنظُرُونَ “Sanki göz göre göre ölüme sevk olunuyorlardı.”
Göz göre ölüme sevk olunan kimselerin hoşlanmayışı gibi savaşa gitmekten hoşlanmıyorlardı. Bunun sebebi, sayılarının azlığı ve silahlarının olmayışı idi. Rivayete göre, bu sefere katılan mü’minlerden ikisi dışında diğerleri yaya idi.
Ayette onların bu mücadelesinin aşırı korku ve endişelerinden olduğuna bir ima vardır.
7- وَإِذْ يَعِدُكُمُ اللّهُ إِحْدَى الطَّائِفَتِيْنِ أَنَّهَا لَكُمْ “Hani o zaman Allah, iki taifeden birinin sizin olacağını vaad ediyordu.”
وَتَوَدُّونَ أَنَّ غَيْرَ ذَاتِ الشَّوْكَةِ تَكُونُ لَكُمْ “Siz ise, güçsüz olanın sizin olmasını arzu ediyordunuz.”
Siz ise, daha kolay bir lokma olan kervanı arzuluyordunuz.
Çünkü kervanda sadece kırk binekli vardı. Bundan dolayı kervanla karşılaşmayı istiyor, sayıca ve silahça üstün olan Kureyşle karşılaşmaktan hoşlanmıyorlardı.
وَيُرِيدُ اللّهُ أَن يُحِقَّ الحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ وَيَقْطَعَ دَابِرَ الْكَافِرِينَ“Allah ise, kelimeleriyle hakkı üstün kılmak ve kâfirlerin arkasını kesmek istiyordu.”
Allah ise hakkı sabit kılmak ve yüceltmek murat ediyordu.
Allahın hakkı üstün kılması,
-Bu halde indirdiği vahiy ile,
-Meleklere yardım etmeleri hususunda emirleri iledir.
Siz mal elde etmek, nahoş bir şeyle karşılaşmamak istiyordunuz. Allah ise dinini yüceltmek, size dünya ve ahirette kurtuluş verecek bir sonuç almanızı murat ediyordu.
8- لِيُحِقَّ الْحَقَّ وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ “Ta ki, hakkı ortaya koysun ve batılı da yok etsin!
وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ “Velev mücrimler hoşlanmasalar da.”
Allah, hakkı yüceltmek, batılı ibtâl etmek için yaptığını yaptı.
Bu, bir tekrar değildir. Çünkü birincisi Allahın muradı ile onların muradı arasındaki farklılığı beyan içindir. İkincisi ise, Hz. Peygamberi daha zor olanı seçmeye sevkeden durumu beyan içindir.
9- إِذْ تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ “Hani o vakit siz Rabbinizden yardım diliyordunuz.”
Sahabiler savaştan bir kurtuluş olmadığını öğrendiklerinde şöyle demeye başladılar:
“Ya Rabbi, düşmanına karşı bize zafer ver. Ey yardım isteyenlere yardım eden! Bize yardım et.”
Hz. Ömerden şöyle rivayet edilir:
Hz. Peygamber müşrikler tarafına baktı, onların sayısı bin kadardı. Ashabına baktı, onlar da üçyüz kadardı. Kıbleye yönelip iki ellerini de açarak şöyle dua etti:
“Allahım, bana olan vaadini yerine getir. Allahım, bu topluluk helâk olursa, artık arzda sana ibadet eden kimse kalmaz.”
Böyle dua etmeye devam etti, öyle ki ridası yere düştü. Bunun üzerine Hz. Ebubekir şöyle dedi:
“Rabbine duan yeter ey Allahın nebisi! Şüphesiz O, sana vaadini yerine getirecektir.”
فَاسْتَجَابَ لَكُمْ أَنِّي مُمِدُّكُم بِأَلْفٍ مِّنَ الْمَلآئِكَةِ مُرْدِفِينَ “O da: “Ben ardı ardına bin melekle size yardım ediyorum” diye duanızı kabul buyurmuştu.”
“Ben, mü’minlerin peşinden melekleri göndererek veya o melekleri ardı ardına göndererek size medet vereceğim.”
Meleklerin mü’minlerin önünde savaşmaları şeklinde de ayete mana verilmiştir. Âl-i İmran sûresinde bu meleklerin sayısı beşbin olarak geçer. Burada “bin” denilmesi,
-Öncü olarak gönderilenlerin sayısı bindir.
-O melekler zât itibarıyla bin tanedir.
-Veya o meleklerden savaşanların sayısı bindir.
Meleklerin savaşıp savaşmadıkları hususunda ihtilaf vardır.
Savaşmalarına delâlet eden rivayetler bulunmaktadır.
10- وَمَا جَعَلَهُ اللّهُ إِلاَّ بُشْرَى وَلِتَطْمَئِنَّ بِهِ قُلُوبُكُمْ “Bunu Allah sırf size bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yapmıştı.”
Meleklerle yapılan bu imdad, ancak size zaferin bir müjdecisi olsun diyedir.
Ayrıca, sayıca azlığınız ve zilletiniz sebebiyle sizde meydana gelen endişenin ortadan kalkıp kalpleriniz mutmain olsun diyedir.
وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ “Yoksa zafer ancak Allah’tandır.”
إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “Gerçekten Allah Azîz, Hakîm’dir.”
Meleklerin yardıma gelmesi, sayıca ve silahça çokluk ve benzeri şeyler birer vasıtadır, bunların bir tesiri yoktur. Zaferin bunlarla olduğunu sanmayınız. Bunlar olmadığında da ümitsizliğe düşmeyiniz.
11- إِذْ يُغَشِّيكُمُ النُّعَاسَ أَمَنَةً مِّنْهُ “Hani o sıra (Allah), katından bir esenlik olmak üzere hafif bir uyku ile sizi bürüyordu.”
Burada, “Hani o zaman Allah, iki taifeden birinin sizin olacağını vaad ediyordu” ayetinden itibaren üçüncü bir nimete dikkat çekilmiştir.
Onları bürüyen bu uyuklama, Allahtan özel bir nimettir. Çünkü o savaş şartlarında aslında korkudan gözlerine uyku girmemesi gerekirdi.
وَيُنَزِّلُ عَلَيْكُم مِّن السَّمَاء مَاء لِّيُطَهِّرَكُم بِهِ “Sizi tertemiz kılmak için gökten üzerinize yağmur indiriyordu.”
Gökten indirilen bu yağmur, onları hem pislikten, hem de cünüplükten temizlemek içindi.
وَيُذْهِبَ عَنكُمْ رِجْزَ الشَّيْطَانِ “Ayrıca şeytanın pisliğini sizden gidermek…”
“Şeytanın pisliğinden” murat,
-Cünüp olma hali olabilir. Çünkü bu, şeytanın rüyada hayale getirdiği bir olaydır.
-Veya onlara vesvese vermesi, “susuzluktan ölüp gideceksiniz” şeklindeki korkutmasıdır.
Rivayete göre, Hz. Peygamberin ordusu susuz, ayakların battığı kumluk bir yerde konakladılar. Uyuduklarında çoğu ihtilam oldu. Müşrikler ise suyu tutmuşlardı. Şeytan onlara vesvese verip dedi: “Onlara karşı nasıl geleceksiniz? İçinizde peygamberi olduğu hâlde, suyunuz onların elinde. Siz cünüp ve pis bir hâlde namaz kılıyorsunuz, tutup kendinizin Allahın dostları olduğunu, iddia ediyorsunuz.” Onlar şeytanın bu vesvesesi karşısında korktular, Allah da yağmur yağdırdı. Yağmur gece gelmişti. Vadiden sular aktı, havuzlar yapıp suları depoladılar, hayvanları suladılar, yıkandılar, abdest aldılar. Onlarla düşman arasındaki toprak bu yağmurla sertleşti. Böylece ayakları kaymaktan kurtuldu ve vesvese ortadan kalktı.
وَلِيَرْبِطَ عَلَى قُلُوبِكُمْ “Ve yüreklerinize kuvvet vermek…”
Böylece Allahın size olan lütfuna güvenmeniz sağlandı.
وَيُثَبِّتَ بِهِ الأَقْدَامَ “Ve ayaklarınıza sebat vermek istiyordu.”
İnen yağmurla kum sertleşti, ayaklarınızın sebat etmesi temin edildi.
Veya Allah kalplerinize güven vererek, ayaklarınızı savaşta sebat ettirdi, kaymaktan kurtardı.
12- إِذْ يُوحِي رَبُّكَ إِلَى الْمَلآئِكَةِ أَنِّي مَعَكُمْ “Hani Rabbin meleklere şöyle vahyediyordu: Ben sizinle beraberim.”
فَثَبِّتُواْ الَّذِينَ آمَنُواْ “Haydi mü’minlere sebat verin.”
Müjde vererek veya sayılarını artırarak veya düşmanlarıyla savaşarak ehl-i imana sebat verin.
سَأُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُواْ الرَّعْبَ “Kâfirlerin yüreğine korku salacağım.”
فَاضْرِبُواْ فَوْقَ الأَعْنَاقِ “Siz de vurun boyunlarının üstüne!”
وَاضْرِبُواْ مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍ “Ve vurun onların herbir parmağına.”
Ayetin bu kısmı “ben sizinle beraberim, haydi mü’minlere sebat verin” kısmına tefsir gibidir. Bunda meleklerin savaştıklarına bir delil vardır. Meleklerin savaşmayacağını kabul edenler ise, bu ayeti ve devamını ehl-i imana yönelik bir hitap olarak değerlendirdiler veya bunu ehl-i imana söylemeleri için Allahtan bir telkin şeklinde açıkladılar.
1ّ3- ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ شَآقُّواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ“İşte bu, onlar Allah ve Rasûlüne karşı geldiler diyedir.”
“İşte bu” ifadesi vurmak veya bununla ilgili emre işarettir. Hitap Hz. Peygamberedir veya muhatap olan herkesedir.
Ayette onların Allah ve rasûlüne karşı gelmeleri “şâkka” kelimesiyle anlatılmıştır. Bu kelime “şıkk” kökünden gelir. Çünkü birbirine muhalif olanların her biri diğerine muhalif şıkta yer alır.
وَمَن يُشَاقِقِ اللّهَ وَرَسُولَهُ فَإِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ “Her kim Allah’a ve Rasûlüne karşı gelirse, bilsin ki Allah’ın azabı çok çetindir.”
Ayetin bu kısmı, onların niçin böyle bir akıbete maruz kaldığını anlatan önceki ayeti takrîrdir veya dünyada başlarına gelen anlatıldıktan sonra, ahirette kendileri için hazırlananı söyleyerek uyarmaktır.
14- ذَلِكُمْ فَذُوقُوهُ “İşte şimdi tadın onu!”
وَأَنَّ لِلْكَافِرِينَ عَذَابَ النَّارِ “Kâfirler için cehennem azabı vardır.”
Burada hitap, iltifat yolu ile kâfirleredir.2 Ahirette sizin için hazırlanmış olan azap olmakla beraber şimdi peşin olan cezanızı tadın bakalım.
Ayette “onlar için cehennem azabı vardır” denilebileceği hâlde, “kâfirler için cehennem azabı vardır” denilmesi, ilerdeki azap sebebinin küfür olduğuna delâlet içindir.
15- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا لَقِيتُمُ الَّذِينَ كَفَرُواْ زَحْفاً فَلاَ تُوَلُّوهُمُ الأَدْبَارَ “Ey iman edenler! Toplu olarak kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arkanızı dönmeyin.”
Böyle kalabalık olduklarında bile hezimete uğrayıp geri kaçmak caiz değilse, sizin gibi veya sizden az olduklarında hiç caiz olmaz. Açıkça görülen odur ki, bu ayet (Enfal, 65-66) ayetiyle tahsis edilmiştir.
Şu manaya da dikkat çekilmiştir: İki saf olarak karşı karşıya geldiğinizde, onlar size ve siz onlara ilerlerken, hezimete uğrayıp geri kaçmayınız.
Ayet, Huneyn’de olacak bir olaya da işaret gibidir. Müslümanların sayısı oniki bin iken, savaşın başında geriye kaçmışlardı.
16- وَمَن يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُ إِلاَّ مُتَحَرِّفاً لِّقِتَالٍ أَوْ مُتَحَيِّزاً إِلَى فِئَةٍ فَقَدْ بَاء بِغَضَبٍ مِّنَ اللّهِ “Savaş taktiği olarak düşmanı vurmak için geri çekilme, ya da diğer bir birliğe katılmak durumu hariç- böyle bir günde her kim onlara arkasını dönerse mutlaka o, Allah’dan bir gazaba uğramıştır.”
İltifat, hitabın yönünü değiştirme, sözü gaybtan muhataba, muhatabtan ğayba döndürme san’atıdır. Onlara hitap edildikten sonra, hitaptan azledilerek kendilerinden üçüncü şahıslar olarak bahsedilmiştir. Savaşta düşmandan kaçmak caiz değildir. Ancak,
1-Bir savaş hilesi olarak, düşmanı aldatmak için kaçıyor görülüp ardından saldırmak buna dahil sayılmaz.
2-Veya yakındaki bir Müslüman bölüğe yardım etmek niyetiyle onlara katılmak da düşmandan kaçmak değildir.
Bazı âlimler, şu rivayete dayanarak katılınacak bölüğün yakın olma şartı olmadığını söylediler:
Hz. Ömerin oğlu Abdullahtan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber onları bir seriyye birliği olarak göndermişti, ama onlar Medine’ye firar ettiler. Abdullah der: “Ya Rasulallah, biz savaş kaçkınlarıyız!” Hz. Peygamber ise şöyle değerlendirir:
“Hayır, siz döne döne savaşan mücahitlersiniz, ben sizin bölüğünüzüm.”
وَمَأْوَاهُ جَهَنَّمُ “Ve varacağı yer cehennemdir.”
وَبِئْسَ الْمَصِيرُ “Orası ne kötü bir akıbettir.”
Ayette bildirilen azap (Enfal, 66) ayetinden anlaşılacağı üzere, düşman iki kattan daha az ise söz konusudur.
,
17- فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ “Onları siz öldürmediniz, lâkin Allah öldürdü.”
Onları siz kendi kuvvetinizle öldürmediniz, lakin
-Size nusret vererek,
-Sizi onlara musallat kılarak,
-Kalplerine korku bırakarak Allah onları öldürdü.
Rivayete göre, Kureyş karşı tepelerden görüldüğünde Hz. Peygamber şöyle dua etti: “Allahım, işte Kureyş, gurur ve kibirle geldiler, Senin peygamberini tekzip ediyorlar! Allahım, bana vaat ettiğini göstermeni istiyorum.”
Bu dua sonrasında Hz. Cebrail geldi, Hz. Peygambere “yerden bir avuç toprak al, üzerlerine at” dedi. İki ordu karşı karşıya geldiğinde Hz. Peygamber yerden bir avuç çakıl taşı aldı ve “yüzleri kara olsun” diyerek onlara doğru attı. Hz. Peygamberin attığı, her bir müşrike isabet etti, her biri gözleriyle meşgul olmaya başladılar, böylece hezimete uğradılar. Mü’minler onları takip etti, bir kısmını öldürdüler, bir kısmını da esir aldılar.
Yani benim birliğime katılmış oldunuz.
İlgili ayette.“O halde sizden sabreden yüz kişi olursa ikiyüze galip gelir. Ve sizden bin kişi olursa, Allah’ın izniyle ikibine galip gelir” denilmektedir.
Müslümanlar savaştan döndüklerinde bir kısmı övündüler, “ben öldürdüm, ben esir aldım” gibi ifadeler kullanmaya başladılar. Ayet, bunun üzerine nazil oldu.
“Onları siz öldürmediniz” ayetinin başında yer alan فَ (fe) harfi,
mahzuf bir şartın cevabıdır. Bunun takdiri: “şayet onları öldürmekle iftihar ediyorsanız, onları siz öldürmediniz, lakin Allah onları öldürdü.”
وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى “Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı.”
Ey peygamber! Attığın zaman da onların her birinin gözüne ulaşacak şekilde sen atmadın. Senin gücün buna yetmez.
Lakin Allah attı, o attığını her birinin gözüne ulaştırdı, böylece münhezim oldular, siz de onların kökünü kesmeye imkân buldunuz.
Daha önceden bilmiştin: Bir şey mutlak zikrolunca, ondan bunun kemali kastedilir.
Denildi ki: ayetin manası şöyledir: Korkuyu sen atmadın, senin attığın çakıl taşları idi. Lakin Allah onların kalplerine korku attı.
Denildi ki, ayet Hz. Peygamberin Uhudda Übey Bin Halefe attığı mızrakla alakalıdır. Übey Bin Halefden kan çıkmamıştı, ama bu darbenin neticesinde çok feryat edip bağırdı, sonunda öldü.
Veya ayet Hayber savaşındaki şu durumla ilgilidir:
Hz. Peygamber kale tarafına bir ok attı. Atılan ok, yatağındaki Kinane Bin Ebi’l- Hakik’e isabet etti.
Cumhur ise, ayetin Bedir savaşındaki durumu anlattığını söyler.
وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلاء حَسَناً “Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı.”
Allah mü’minlere nusret vererek, ganimet kazandırarak ve mu’cizeler göstererek büyük bir nimette bulunmak için bütün bunları yaptı.
إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ “Şüphesiz Allah Semi’, Alîm’dir.”
Şüphesiz Allah onların yardım taleplerini ve dualarını işitir, niyetlerini ve hallerini bilir.
18- ذَلِكُمْ “İşte bu, böyledir.”
“İşte bu” ifadesi
-Allahtan mü’minlere gelen güzel nimete
-Kâfirlerin öldürülmesine
-Veya atma olayına işaret olabilir.
وَأَنَّ اللّهَ مُوهِنُ كَيْدِ الْكَافِرِينَ “Ve Allah, kâfirlerin kurduğu tuzağı boşa çıkarır.”
Bunlardan maksat, mü’minlere nimette bulunmak, kâfirleri zayıflatmak ve hilelerini ibtâl etmektir.
19- إِن تَسْتَفْتِحُواْ فَقَدْ جَاءكُمُ الْفَتْحُ “Eğer fetih istiyorsanız, işte size fetih gelmiştir.”
Ayet, tehekküm üslûbuyla Mekke ahalisine bir hitaptır. Çünkü onlar Mekkeden savaşa çıkarken Ka’benin örtülerine tutunup “Allahım, iki ordudan en yüce olanına, iki bölükten en doğru yolda gidenine ve iki hizipten en şereflisine yardım et” demişlerdi, duaları kabul oldu!
وَإِن تَنتَهُواْ فَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ “Eğer son verirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”
Küfürden ve peygambere düşmanlıktan vazgeçerseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Çünkü dünya ve ahirette selâmeti ve her iki âlemde hayra nail olmayı tazammun eder.
وَإِن تَعُودُواْ نَعُدْ “Yok eğer dönerseniz, biz de döneriz.”
Hz. Peygamberle savaşa dönerseniz, biz de size karşı O’na yardıma döneriz.
وَلَن تُغْنِيَ عَنكُمْ فِئَتُكُمْ شَيْئًا وَلَوْ كَثُرَتْ “O vakit askeriniz çok da olsa size hiç bir şekilde fayda vermez.”
وَأَنَّ اللّهَ مَعَ الْمُؤْمِنِينَ “Ve (iyi bilin ki), Allah mü’minlerle beraberdir.”
Allah nusret ve yardımı ile mü’minlerle beraberdir.
Denildi ki: Ayet mü’minlere bir hitaptır. Yani, “Ey mü’minler! Allahtan yardım istiyorsanız, işte yardım size geldi. Eğer savaşta gevşeklik göstermekten ve Peygamberin tercihinden yüz çevirmekten vazgeçerseniz, bu sizin için çok daha hayırlıdır. Ama bu hallere dönerseniz, biz de sizi inkâra veya düşmanı üzerinize saldırtmaya döneriz. Allah yardımıyla sizinle olmazsa, sayıca çok olmanız size bir fayda sağlamaz. Şüphesiz Allah sizden kâmil iman sahipleriyle beraberdir.”
Hitabın mü’minlere olmasını, peşinde gelen ayet de teyid eder.