117. DERS (Enfal Suresi, 45 - 54) Bedir Savaşı-5

45-يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا لَقِيتُمْ فِئَةً فَاثْبُتُو “Ey iman edenler! Bir düşman topluluğu ile karşılaştığınız zaman sebat edin.”

وَاذْكُرُواْ اللّهَ كَثِيرًا لَّعَلَّكُمْ تُفْلَحُونَ “Ve Allah’ı çokça zikredin, ola ki felaha eresiniz.”

 

46- وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ “Allah ve Rasûlü’ne itaat edin.”

 وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ “Ve birbirinizle çekişmeyin, yoksa içinize korku düşer ve kuvvetiniz gider.”

Bedir veya Uhudda yaptığınız gibi görüş ayrılığına düşerek birbirinizle çekişmeyin.

Ayet metninde geçen “rîh” “rüzgâr” kelimesi devlet manası için bir istiaredir. Rüzgâr nasıl her tarafa eser ve nüfuz ederse, devlet dahi işlerinin yürütülmesi ve nüfuzunda rüzgâr gibi etkilidir.

Denildi ki: Ayetteki rîh (rüzgâr) gerçek anlamda kullanılmıştır. Çünkü galip gelmek, ancak Allahın gönderdiği bir rüzgârla olur. Hadiste şöyle bildirilmiştir:

“Bana Saba rüzgârı ile yardım edildi. Âd Kavmi ise Debur (batı rüzgarı) ile helâk edildi.

وَاصْبِرُواْ “Ve sabredin.”

إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ “Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”

Allah, korumasıyla ve yardımı ile sabredenlere beraberdir.

 

47 - وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ خَرَجُواْ مِن دِيَارِهِم بَطَرًا وَرِئَاء النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ “Ve çalım atarak ve halka gösteriş yaparak yurtlarından çıkanlar ve Allah yolundan alıkoyanlar gibi olmayın.”

Ayet Mekke ahalisinin kervanı korumak için çıkışlarını anlatır.

Bu çıkışları, gururla ve insanlara riya ile olmuştu. Öyle ki, Cuhfe denilen yere geldiklerinde Ebu Süfyanın elçisi onlara ulaştı, “geri dönün,kervanınız kurtuldu” haberini ulaştırdı. Ebu Cehil dedi: “Vallahi olmaz. Bedr’e varacağız, orada içki içeceğiz, şarkıcı kadınlar bize çalıp söyleyecek. Arablardan oraya gelenlere ikramda bulunacağız.”

Sözlerinde de durdular, lakin orada ölüm şarabı içtiler, şarkıcıları duymaya bedel kendilerine ağıt yakıcılar ağıtlar yaktılar.

Cenab-ı Hak bu ayetle mü’minleri onlar gibi şımarık, riyakâr olmaktan nehyetti. Ve onlara takva ve ihlâs ehli olmayı emretti. Çünkü bir şeyden nehyetmek, zıddını emretmektir.

وَاللّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ “Ve Allah onların bütün yaptıklarını kuşatmıştır.”Ona göre karşılık verir.

 

48- وَإِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ وَقَالَ “Şeytan, onlara amellerini güzel gösterdi ve şöyle dedi:”

Şeytan vesvese vererek gerek Hz. Peygambere düşmanlıkta, gerekse diğer meselelerde onlara kötü amellerini süslü göstermişti.

لاَ غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ “Bugün insanlardan size galip gelecek yoktur.”

وَإِنِّي جَارٌ لَّكُمْ “Ve ben sizin koruyucunuzum.”

Şeytanın bu sözü, insanın içinden geçen söz tarzındadır. Yani, onların fikrine şunu telkin etti, kendilerini şu hayale sevk etti: Sayıca ve silahça çoklukları sebebiyle mağlup olmayacaklar, karşılarında kimse duramayacak. Ve onların Allaha yakınlık zannettikleri şeylerde kendisine tâbi olmaları, onları koruyacaktır. Öyle ki şöyle dua ettiler:

“Allahım, bu iki gruptan en hidayette olana ve iki dinden en efdal olana nusret ver.”

فَلَمَّا تَرَاءتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلَى عَقِبَيْهِ “Fakat iki taraf karşı karşıya geldiğinde arkasını dönüp kaçtı.”

İki grup karşılaştığında ise gerisin geriye döndü, yani hilesi boşa çıktı. Onlara “ben sizin koruyucunuzum” derken onların helâk sebebi oldu.

وَقَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكُمْ “Ve şöyle dedi: Ben sizden kesinlikle uzağım.”

إِنِّي أَرَى مَا لاَ تَرَوْنَ “Çünkü ben sizin göremeyeceğiniz şeyler görüyorum.”

إِنِّيَ أَخَافُ اللّهَ “Ben Allah’tan korkarım.”

Şeytan, olardan teberri etti, akıbetlerinden korktu, hallerinden ümitsizliğe düştü. Çünkü Allahın müslümanlara meleklerle imdadını görmüştü.

Denildi ki: Kureyş, savaş için yola çıkmaya karar verdiğinde kendileriyle Kinane arasında olan düşmanlığı hatırladı. Bu, neredeyse onları yola çıkmaktan döndürecekti. Derken şeytan Kinane kabilesinden Süraka Bin Malik sûretinde temessül etti. “Bu gün size galip gelecek kimse yok. Ben sizi Kinane oğullarına karşı korurum” dedi. Ama melekleri inerken görünce geriye kaçtı. Eli, Haris Bin Hişamın elinde idi. Haris ona dedi: “Böyle bir hâlde bizi yardımsız mı bırakıyorsun?”

Şeytan şöyle cevap verdi: “Ben sizin görmediklerinizi görüyorum.” Harisi göğsünden itekledi ve ayrıldı. Kureyş, hezimete uğradı. Mekkeye vardıklarında “Süraka insanları helâk etti.” Bu, Sürakaya ulaşınca “Vallahi, hezimet haberiniz bana ulaşıncaya kadar ben böyle bir sefere çıktığınızı bile bilmiyordum” dedi. Daha sonra İslâma girdiklerinde, kendilerine bu vaatleri yapanın şeytan olduğunu öğrendiler.

Bu rivayete göre, şeytanın “ben Allahtan korkarım” demesi

-“Meleklerden bana nahoş bir şey isabet ettirmesinden korkarım”

-Veya “ beni helâk etmesinden ve bana vaat edilen vaktin bu vakit olmasından korkarım” manasında olabilir. Çünkü daha önce görmediklerini Bedirde görmüştü. Birinci vecih, Hasan-ı Basri’ye aittir, İbnu Bahr da bunu tercih etmiştir.

وَاللّهُ شَدِيدُ الْعِقَابِ “Ve Allah’ın azabı çok çetindir.”

Bu ifade, şeytanın sözünün devamı olabileceği gibi, müstakil bir cümle de olabilir.

 

49- إِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ “O sırada münafıklar ve kalplerinde bir hastalık olanlar şöyle diyorlardı:”

“Kalplerinde bir hastalık olanlar”, henüz imana gönülleri tam yatmamış ve kalplerinde şüphe kalmış kimselerdir. Bunların müşrikler olduğu söylendi. “Münafıklardır” diyen de oldu. Bu durumda bunların münafıklara atfedilmesi, iki vasfın farklı olmasındandır.

غَرَّ هَؤُلاء دِينُهُمْ “Şunları dinleri aldattı.”

“Dinleri bunları aldattı, altından kalkamayacakları işe giriştiler. Sayıları üçyüz on küsur iken bin kadar insanın karşısına çıktılar.”

 وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ فَإِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “Oysa her kim Allah’a tevekkül ederse, bilsin ki, Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.”

Bu ifade, onlara bir cevaptır.

Azîz’dir, O’na sığınanlar, sayıları az olsa da zillete düşmezler. Hakim’dir, nihayetsiz hikmetiyle aklın uzak gördüğü ve idrakinden aciz kaldığı şeyleri yapar.

 

50- وَلَوْ تَرَى إِذْ يَتَوَفَّى الَّذِينَ كَفَرُواْ الْمَلآئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ “Melekler, o kâfirlerin yüzlerine ve sırtlarına vura vura onların canlarını alırken hallerini bir görmeliydin!”

Melekler Bedirde inkârcıların canını alırken bir görseydin…

“Yüzlerine ve arkalarına” vurmaktan murat, önlerinden ve arkalarından her tarafa vurmak olabilir.

وَذُوقُواْ عَذَابَ الْحَرِيقِ “Tadın bakalım yakıcı azabı!”

Melekler onlara vururken ahiret azabını da müjdelerler!

Denildi ki: Meleklerin demirden kamçıları vardır, her vuruşlarında ateş daha da alevlenir.

Ayette “bir görmeliydin” denildikten sonrası söylenmemiştir. Bu da, görülecek şeyin korkunçluğunu ve dehşetini bildirir.

 

51- ذَلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيكُمْ “İşte bu, sizin kendi ellerinizin önceden yaptıklarının bir sonucudur.”

İşte bu vurmak ve azap, kendi ellerinizin kazandığı küfür ve günahlar sebebiyledir.

وَأَنَّ اللّهَ لَيْسَ بِظَلاَّمٍ لِّلْعَبِيدِ “Allah, kullara asla zulmedici değildir.”

Allah kullarına zulmedici olmadığından, onları yapmadıklarıyla cezalandırmaz.

Bu cümle, önceki cümlede yer alan cezanın sebebine atfedilmiştir, onunla kayıtlı bir durumu anlatır. Çünkü, onların günahı olmadan da Allah’ın kendilerine azap vermesi mümkündür. Yoksa, “günah varsa Allah mutlaka ceza vermelidir” denilemez. Çünkü, hak eden birine cezayı terk etmek, ne şer’an ne de aklen bir zulüm değildir. Dolayısıyla bu ayetten hareketle “Allah, suç olduğunda mutlaka ceza verir” hükmüne varılamaz.9

 

52- كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ “Tıpkı Âl-i Firavun ve onlardan öncekilerin hali gibi.”

Onların işi ve yolu, Firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin işi ve yolu gibidir.

 كَفَرُواْ بِآيَاتِ اللّهِ “Onlar Allah’ın âyetlerini inkar ettiler.”

Ayetin bu kısmı, onların işini ve yolunu açıklar.

فَأَخَذَهُمُ اللّهُ بِذُنُوبِهِمْ “Allah da günahları yüzünden onları yakalayıverdi.”

إِنَّ اللّهَ قَوِيٌّ شَدِيدُ الْعِقَابِ “Çünkü Allah çok kuvvetli ve azabı çok çetin olandır.”

O’nun azabının def’inde hiçbir şey O’na galip gelemez.

 

53- ذَلِكَ بِأَنَّ اللّهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّرًا نِّعْمَةً أَنْعَمَهَا عَلَى قَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنفُسِهِمْ “İşte bu, şundandır: Allah bir kavme verdiği nimeti, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez.”

“İşte bu”, başlarına gelenlere işarettir.

Allah, bir kavme verdiği bir nimeti, onlar kendi hâllerini daha kötü bir hâle değiştirmedikçe nikmete çevirmez. Mesela Kureyş, sıla-ı rahme dikkat eder, ayetlere ve rasullere taarruzdan el çekerlerken, bi’set sonrası Hz. Peygambere ve O’na tabi olanlara düşmanlık yapmışlar, kanlarını akıtmaya çalışmışlar, ayetleri yalanlamışlar, o ayetlerle dalga geçmişlerdir. Buna ceza olarak da, mazhar oldukları nimetleri kaybetmişlerdir. Zira nimete nankörlük yapıldığında nimetin elden alınması, Allahın devam ede gelen bir kanunudur. O dilese başka şekilde de onlara verdiği nimeti alabilir. Ama, nankörlüğe ceza olarak nimeti almayı esas almış, âdeti böyle cereyan etmiştir. Allah’ın suça ceza vermesi adaletinden, iyiliğe mükâfat vermesi de lütfundandır. Yoksa, O’na vacib bir şey yoktur. Suçsuza ceza vermesi zulüm olmadığı gibi, iyiliğe mükâfat vermemesi haksızlık sayılmaz. Çünkü O, mülkün malikidir. Mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunur. Ancak O, adaletle ve lütufla muamelede bulunmayı kendine esas edinmiştir. وَأَنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ “Ve şüphesiz Allah Semi’, Alîm’dir.”

Allah onların sözlerini duyar, ne yaptıklarını bilir.

 

54- كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ “Tıpkı Âl-i Firavun ve onlardan öncekilerin hali gibi.”

كَذَّبُواْ بآيَاتِ رَبِّهِمْ “Rablerinin âyetlerini yalanladılar.”

فَأَهْلَكْنَاهُم بِذُنُوبِهِمْ “Biz de günahları yüzünden onları helâk ettik.”

وَأَغْرَقْنَا آلَ فِرْعَونَ “Âl-i Firavunu suda boğduk.”

Ayette firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin tekrar nazara verilmesi, te’kid içindir. Ayrıca burada helâk ediliş sebebi olarak küfran-ı nimette bulunduklarına “Rablerinin ayetlerini yalanladılar” şeklinde dikkat çekilmiştir. Bir de Firavun hanedanının helâk ediliş şekli beyan edilmiştir.

Denildi ki, birinci defa Mekke müşriklerinin hâli Firavun hanedanına ve onlardan öncekilere benzetilmesinde küfürde ve cezada bir teşbih vardır. İkincisinde ise, kendilerinde olan hâli değiştirmek sebebiyle kendilerine verilen nimetlerin değiştirilmesi yönüyle teşbih yapılmıştır.

وَكُلٌّ كَانُواْ ظَالِمِينَ “Hepsi de zalimler idiler.”

“Hepsi” ifadesinden murat, Allahın ayetlerini yalanlayan bu fırkalardır.

Veya suda boğulan Firavun ve adamlarıyla, öldürülen Kureyşlilerdir. Bunların herbiri, küfür ve günahlarla nefislerine zulmeden kimselerdi.

 

 Üstteki ayet “bir kavim kendilerini değiştirmedikçe, Allah’ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğini” bildiriyor. Ama bu, “değiştiremez” anlamında da anlaşılmamalıdır.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
8. Enfal
Gönderi tarihi: 23-08-2013
1,489 kez okundu
Block title
Block content