105. DERS (A'raf Suresi, 85 - 102) Hz. Şuayb

85- وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا “Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik).”

Medyen, Hz. İbrahimin oğullarından biridir. Medyen ahalisi, onun torunlarıdır. Hz. Şuayb, kavmine karşı diyalogunda gayet güzel ifadeler kullandığı için kendisine “hatibü’l- enbiya” denilir.

قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ “Dedi: Ey kavmim, Allah’a ibadet edin!”

مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ “Sizin O’ndan başka bir ilâhınız yoktur.”

قَدْ جَاءتْكُم بَيِّنَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ “Size Rabbinizden bir beyyine geldi.”

“Beyyine”den murat, kendisine verilen mu’cizedir. Kur’anda bunun ne olduğuna dair bir şey bulunmamaktadır.

فَأَوْفُواْ الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ “Dolayısıyla ölçüyü ve tartıyı tam yapın.”

وَلاَ تَبْخَسُواْ النَّاسَ أَشْيَاءهُمْ “İnsanların eşyalarını eksik vermeyin.”

Yani, onların haklarında noksanlık yapmayın.

Ayette “insanların eşyalarını” denilmesi tamim içindir. Bu ifade de, onların büyük küçük, az çok her şeyde insanların haklarını çiğnediklerine bir tenbih vardır.

Denildi ki: İnsanların mallarını alırken hep düşük fiyat verirlerdi.

وَلاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ بَعْدَ إِصْلاَحِهَا “Islahından sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.”

Peygamber ve onlara tabi olanlar, din vasıtasıyla yeryüzünü ıslah ettikten sonra, küfürle ve haksızlık yapmak sûretiyle orada fesat çıkarmayın.

ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ “Eğer inanan insanlar iseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır.”

“İşte bu” ifadesinden murat, onlara emrettiği şeyleri yapmaları ve nehyettiklerinden uzak kalmalarıdır.

 “Bu sizin için daha hayırlıdır.”

Bunun manası:

-Ya “hayırlı olan budur” şeklinde mutlak ziyadeliği bildirdir.

-Veya “insaniyette, kazanmada ve mal toplamada daha hayırlıdır” anlamını ifade eder.

 

86- وَلاَ تَقْعُدُواْ بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ مَنْ آمَنَ بِهِ وَتَبْغُونَهَا عِوَجًا “Tehdit ederek, iman edenleri Allah yolundan alıkoyarak ve o yolun eğriliğini arayarak öyle her yolun başında oturmayın.”

Şeytan gibi, dinin yollarından her bir yolun önüne oturmayın.

Hak yol her ne kadar bir olsa da; marifet, ilâhî emir ve yasaklar (hadler) ve hükümler gibi şubelere ayrılır. Onlar, insanlardan herhangi birini bu yollardan birinde gayret içinde gördüklerinde, onu men ediyorlardı.

Denildi ki: İnsanların gelip geçtikleri yollarda durup Hz. Şuayb’a gitmek isteyenlere “O bir yalancıdır, sakın seni dininden çevirmesin.” diyorlar ve Ona inananları tehdit ediyorlardı.

Denildi ki: Eşkıyalık yapıyor, yol kesiyorlardı.

“Allah yolundan” denilmesi, onların engel olmak istedikleri şeyin ne kadar büyük olduğuna ve bunun büyüklüğüne göre de yaptıkları işin ne kadar çirkin olduğuna delalet eder.

“Allah yolundan” murat Allaha iman da olabilir.

Onların Allah yolunda eğrilik aramaları

-Birtakım şüpheler ileri sürerek Allah yolunu eğri göstermek istemeleri,

-Veya insanlara Allah yolunu eğri bir yol olarak sunmaya çalışmalarıdır.

وَاذْكُرُواْ إِذْ كُنتُمْ قَلِيلاً فَكَثَّرَكُمْ “Düşünün ki siz az idiniz de O sizi çoğalttı.”

Hatırlayın ki, sizin sayınız veya malınız az idi de, O nesil veya malda bereketle sizin imkânlarınızı çoğalttı.

وَانظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ “Bozguncuların akıbetinin nasıl olduğuna bakın!”

Sizden önceki milletlerden müfsit olanların akıbetine bakın, hallerinden ibret alın.

 

87- وَإِن كَانَ طَآئِفَةٌ مِّنكُمْ آمَنُواْ بِالَّذِي أُرْسِلْتُ بِهِ وَطَآئِفَةٌ لَّمْ يْؤْمِنُواْ فَاصْبِرُواْ حَتَّى يَحْكُمَ اللّهُ بَيْنَنَا “Eğer içinizden bir grup benimle gönderilene inanır, bir grup da inanmazsa, Allah aramızda hükmedinceye kadar sabredin.”

Allah hak yolda gidenlere batıl yolda olanlara karşı zafer verinceye kadar sabredin, durumu gözleyin bakalım.

Ayet, mü’minlere vaad, kâfirlere ise vaîddir.

وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمِينَ “O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”

Çünkü onun hükmünün üstünde bir güç yoktur, hükmünde zulüm de söz konusu değildir.

 

88- قَالَ الْمَلأُ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُواْ مِن قَوْمِهِ  “Kavminden önde gelen kibirlilerşöyle dediler:”

لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَكَ مِن قَرْيَتِنَا أَوْ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا “Ey Şuayb! Ya seni ve seninle beraber mü’min olanları beldemizden çıkarırız, ya da dinimize dönersiniz!”

Yani, iki şeyden biri olacak:

Ya buradan çıkarılacaksınız veya küfre döneceksiniz.

Hz. Şuayb asla onların dininde olmadı. Çünkü peygamberler için hiçbir şekilde küfür caiz olamaz. Lakin O’na iman edenler daha önce küfür yolunda oldukları için böyle hitap edildi. Benzeri bir durum, Hz. Şuayb’ın cevabı için söz konusudur.

قَالَ أَوَلَوْ كُنَّا كَارِهِينَ “Dedi ki: “İstemesek de mi?”

 

89- قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّهِ كَذِبًا إِنْ عُدْنَا فِي مِلَّتِكُم بَعْدَ إِذْ نَجَّانَا اللّهُ مِنْهَا “Allah bizi kurtardıktan sonra sizin batıl dininize dönersek, Allah’a karşı iftira etmiş oluruz.”

وَمَا يَكُونُ لَنَا أَن نَّعُودَ فِيهَا إِلاَّ أَن يَشَاء اللّهُ رَبُّنَا “Rabbimiz olan Allah’ın dilemesi müstesna, geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir.”

Bunda, küfrün de Allahın meşieti ile olduğuna bir delil vardır.

Denildi ki: Hz. Şuayb, olmayacak bir şeye talik ederek onların küfre dönüş beklentilerini kesmek istedi.

وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا “Rabbimiz ilmen her şeyi kuşatmıştır.”

Onun ilmi, bizden ve sizden olan ve olacak her şeyi kuşatmıştır.

عَلَى اللّهِ تَوَكَّلْنَا “Biz sadece Allah’a tevekkül ettik.”

Bizi iman üzere sabit kılmada ve kötülerden kurtarmada sadece Allah’a dayandık.

رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ “Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasını hak ile aç.”

Yani, “Bizimle kavmimiz arasında hak ile hükmet” demektir.

Veya “bizleri galip kıl, ta ki bizimle onlar arasındaki fark ortaya çıksın, hak yolda olan batıl yolda olandan ayrılsın” manası da olabilir.

وَأَنتَ خَيْرُ الْفَاتِحِينَ “Çünkü Sen açanların en hayırlısısın.”

Buna, üstte dikkat çekilen her iki mana verilebilir:

-Yani, “sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”

-“Sen, ortaya çıkaran, ayıranların en hayırlısısın.”

 

90- وَقَالَ الْمَلأُ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن قَوْمِهِ “Kavminden ileri gelen kâfirlerdediler ki:”

لَئِنِ اتَّبَعْتُمْ شُعَيْباً إِنَّكُمْ إِذاً لَّخَاسِرُونَ “Eğer Şuayb’a uyarsanız, o takdirdemutlaka hüsrana uğrarsınız.”

Yani, “Şayet, Şuayba uyup da dininizi terk ederseniz, doğru yolunuzu bırakıp O’nun sapık yoluna girmekle hüsrana düşenlerden olursunuz.”

Veya “insanların malını değerinden düşük almak, ölçüde tartıda hile yapmak sûretiyle elde ettiğiniz kazançlarınızdan mahrum kalırsınız.”

 

91- فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ “Derken o müthiş sarsıntı onları yakalayıverdi.”

فَأَصْبَحُواْ فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ “Yurtlarında diz üstü çökekaldılar.”

Burada zelzele ile helâk edilmeleri ifade edilirken, Hicr sûresinde sayha (şiddetli ses) ile cezalandırmaları anlatıldı.[2> Muhtemelen sayha, zelzelenin başlangıcında görülen bir durumdu.

 

92- الَّذِينَ كَذَّبُواْ شُعَيْبًا كَأَن لَّمْ يَغْنَوْاْ فِيهَا “Şuayb’ı yalanlayanlar var ya,sanki diyarlarında hiç şenlik tutmamış gibiydi.”

Şuaybı yalanlayanlar sanki orada hiç yaşamamış gibi oldular, toptan helak edildiler.

الَّذِينَ كَذَّبُواْ شُعَيْبًا كَانُواْ هُمُ الْخَاسِرِينَ “Şuayb’ı yalanlayanlar var ya, işte ziyana uğrayanlar onlar oldular.”

Dinlerinde ve dünyalarında tam bir hüsrana düştüler, yoksa iddia ettikleri gibi Hz. Şuayb ve O’nu tasdik edenler değil. Çünkü onlar dünya ve ahirette kazançlı oldular.

İşte buna tenbih ve hükümde mübalağa için “Şuayb’ı yalanlayanlar” ifadesi iki defa tekrar edildi.

 

93- فَتَوَلَّى عَنْهُمْ وَقَالَ “Şuayb onlardan yüz çevirip şöyle dedi:”

يَا قَوْمِ لَقَدْ أَبْلَغْتُكُمْ رِسَالاَتِ رَبِّي “Ey kavmim! Ben size Rabbimin mesajlarını ulaştırdım.”

وَنَصَحْتُ لَكُمْ “Ve size nasihat ettim.”

فَكَيْفَ آسَى عَلَى قَوْمٍ كَافِرِينَ “Artık kâfir bir kavme ben nasıl acırım?”

Onlar, küfürleri sebebiyle başlarına gelen böyle bir felaketi hak ettiklerinden dolayı arkalarından üzülmeye değecek kimseler değillerdir.

Veya böyle demesi, onlar hakkında çok üzülmemesinin mazeretini ifade etmek içindir. Yani, “ben dini tebliğde ve uyarıda bulunmakta üzerime düşeni yaptım. Nasihat etmekte ve şefkat göstermekte bütün gücümü kullandım. Ama siz benim sözümü tasdik etmediniz. Bu durumda ben size nasıl üzüleyim.”

 

94- وَمَا أَرْسَلْنَا فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّبِيٍّ إِلاَّ أَخَذْنَا أَهْلَهَا بِالْبَأْسَاء وَالضَّرَّاء “Biz hangi beldeye bir peygamber gönderdiysek, onun halkını mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır.”

لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ “Ola ki yalvarırlar diye.”

 

95- ثُمَّ بَدَّلْنَا مَكَانَ السَّيِّئَةِ الْحَسَنَةَ “Sonra kötülüğün yerine iyilik (bolluk) getirdik.”

Sonra içlerinde bulundukları bela ve şiddet yerine selamet ve genişlik verdik, böylece her iki durumla da onları denedik.

حَتَّى عَفَواْ “Öyle ki çoğaldılar.”

Bu çoğalma, sayıca ve imkânlar itibariyledir.

وَّقَالُواْ قَدْ مَسَّ آبَاءنَا الضَّرَّاء وَالسَّرَّاء “Ve “Atalarımıza da böyle darlık ve genişlik dokunmuştu” dediler.”

Bunu, Allahın nimetine nankörlük yaparak ve O’nu hatırlamayı unutarak söylediler. Böyle durumları zamanın bir âdeti itikad ettiler, “zaman insanlar arasında böyle darlık ve genişlik meydana getiriyor, bizim başımıza gelen atalarımızın da başına gelmişti” dediler.

فَأَخَذْنَاهُم بَغْتَةً وَهُمْ لاَ يَشْعُرُونَ “Derken hiç farkında olmadıkları birsırada ansızın onları yakaladık.”

 

96- وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُواْ وَاتَّقَواْ لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ “O beldelerin halkı iman etseler ve günahlardan korunsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden bereketler açardık.”

Şayet o beldelerde yaşayanlar, küfür ve isyanları yerine iman etseler, günahlardan sakınsalardı onlara hayırlı şeyleri bolca verirdik ve her taraftan o hayırlı şeyleri kendilerine kolaylaştırırdık.

Denildi ki: Sema ve arzın bereketinden murat, yağmur ve bitkidir.

وَلَكِن كَذَّبُواْ فَأَخَذْنَاهُم بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ “Lakin yalanladılar, biz deonları yaptıklarıyla kıskıvrak yakaladık.”

Lakin onlar peygamberleri yalanladılar, biz de işlemiş oldukları küfür ve günahlar sebebiyle onları şiddetle cezalandırdık.

 

97- أَفَأَمِنَ أَهْلُ الْقُرَى أَن يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا بَيَاتاً وَهُمْ نَآئِمُونَ “O beldelerin ahalisi, gece uyurlarken kendilerine azabımızın gelmesinden emin mi oldular?”

Ayet, iki ayet öncesinde geçen “Ve “Atalarımıza da böyle darlık ve genişlik dokunmuştu” dediler” cümlesine atfedilmiştir. Arada yer alanlar birer cümle-i muteriza, yani ara cümlelerdir.

 

98- أَوَ أَمِنَ أَهْلُ الْقُرَى أَن يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا ضُحًى وَهُمْ يَلْعَبُونَ “Yoksa o beldelerin ahalisi, gündüz vakti eğlenirlerken onlara azabımızın gelmesinden emin mi oldular?”

Onlar gündüz vakti gafletle eğlenirlerken veya kendilerine fayda vermeyecek şeylerle oyalanırlarken azabımızın kendilerine gelmesinden emin mi oldular?

 

99- أَفَأَمِنُواْ مَكْرَ اللّه “Allah’ın tuzağından emin mi oldular?”

 “Allahın mekri” (tuzağı), Allahın kul için istidraçta bulunmasını ve ummadığı yerden yakalamasını anlatan bir istiaredir.

فَلاَ يَأْمَنُ مَكْرَ اللّهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْخَاسِرُونَ “Hüsrana uğrayan topluluktan başkası, Allah’ın tuzağından emin olmaz.”

Onların hüsranı,

-Küfürleri,

-Tefekkür etmemeleri

-Ve ibret almamalarıdır.

 

100- أَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذِينَ يَرِثُونَ الأَرْضَ مِن بَعْدِ أَهْلِهَا “Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâlâ şu belli olmadı mı?”

أَن لَّوْ نَشَاء أَصَبْنَاهُم بِذُنُوبِهِمْ “Eğer biz dilersek onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırız!”

Önceki devirlerde gelip geçenlerin diyarına mirasçı olanlar şunu anlamadılar mı ki, biz istesek öncekilere musibet verdiğimiz gibi, onlara da yaptıkları günahlara karşılık olarak musibetler veririz.

وَنَطْبَعُ عَلَى قُلُوبِهِمْ “Ve Biz onların kalplerini mühürleriz.”

فَهُمْ لاَ يَسْمَعُونَ “Böylece onlar işitmezler.”

Biz onların kalplerini mühürleriz de, anlayacak ve ibret alacak şekilde duymazlar.

 

101- تِلْكَ الْقُرَى نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَآئِهَا “İşte o beldeler ki, sana onlarınhaberlerinden bir kısmını anlatıyoruz.”

“O beldeler” ifadesinden murat, üstte zikri geçen beldelerdir.

وَلَقَدْ جَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ “Andolsun ki, peygamberleri onlara apaçık deliller (mu’cizeler) getirmişlerdi.”

فَمَا كَانُواْ لِيُؤْمِنُواْ بِمَا كَذَّبُواْ مِن قَبْلُ “Fakat önceden yalanladıklarına iman edici olmadılar.”

Peygamberleri onlara mu’cizeler getirmişlerdi, ama onlar buna inanmadılar.

Peygamberler gelmezden önce de bunlara inanmıyorlardı. Apaçık ayetleri yalanlama üzere hayatları devam etmekteydi.

Veya mana şöyle de olabilir:

“Peygamberler kendilerine geldiğinde yalanladıklarına, ömürleri boyunca da iman etmediler. O peygamberlerin devam eden davetleri ve peş peşe gelen ayetleri (mu’cizeleri) onlarda bir etki yapmadı, inanmadılar.

Ayetteki ل lam harfi, hem bu nefyi te’kid eder, hem de onların imana

müsaid olmadıklarına delâlet eder. Çünkü küfürde çok ileri gitmişlerdi ve kalpleri de mühürlenmişti.

كَذَلِكَ يَطْبَعُ اللّهُ عَلَىَ قُلُوبِ الْكَافِرِينَ “İşte o kâfirlerin kalplerini Allah böyle mühürler.”

Dolayısıyla onların tabiatı, ayet ve uyarılara karşı yumuşamaz.

 

102- وَمَا وَجَدْنَا لأَكْثَرِهِم مِّنْ عَهْدٍ “Onların çoğunda, sözde durma diyebir şey bulmadık.”

Çünkü onların çoğu,

-Allahın ayetler indirerek,

-Ve deliller ortaya koyarak iman ve takva ile ilgili kendilerinden almış oldukları ahdi bozdular.

Veya bir zararla karşılaştıklarında korku içerisinde “Eğer bizi bundan kurtarırsan, andolsun ki, şükredenlerden olacağız.” (Yunus, 22) demeleri tarzında, Allaha verdikleri sözleri yerine getirmezler.[2>

 

وَإِن وَجَدْنَا أَكْثَرَهُمْ لَفَاسِقِينَ “Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.”

 


[1> Bkz. Hicr, 83.

[2> İlgili ayette gemiyle seyahat edenlerin durumu anlatılır. Keyifli bir seyahat yaparlarken, birden her taraftan dalgalar kendilerini kuşatır. O zaman Allaha yönelip “Eğer bizi bundan kurtarırsan, andolsun ki, şükredenlerden olacağız” derler. Ama Allah onları kurtardığında yine taşkınlık yapmaya devam ederler.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
7. A'raf
Gönderi tarihi: 29-06-2013
1,770 kez okundu
Block title
Block content