103- ثُمَّ بَعَثْنَا مِن بَعْدِهِم مُّوسَى بِآيَاتِنَا إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ “Sonra onların arkasından Musa’yı ayetlerimizle Firavun’a ve onun yakın çevresine gönderdik.”
Fars krallarına “kisra” denildiği gibi, Mısır hükümdarlarına da “firavun” deniliyordu.
فَظَلَمُواْ بِهَا “Tuttular o ayetlere zulmettiler.”
Bunlardan, yani biraz önce bahsi geçen peygamberler ve onların ümmetlerinden sonra, mu’cizelerimizle Musa’yı gönderdik. Bu ayetler (mu’cizeler) son derece açık olduğundan iman etmeleri gerekirken, bunun yerine onları inkâr etmek sûretiyle zulmettiler.
Bundan dolayı ayette “inkâr ettiler” yerine “zulmettiler” denildi.
فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ “Şimdi bak, o müfsitlerin akıbeti nasıl oldu!”
104- وَقَالَ مُوسَى يَا فِرْعَوْنُ إِنِّي رَسُولٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ “Ve Musa dedi: “Ey Firavun! Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinden bir elçiyim.”
105- حَقِيقٌ عَلَى أَن لاَّ أَقُولَ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقَّ “Bana yaraşan, Allah hakkında ancak hak olanı söylemektir.”
Böyle demesi, muhtemelen risalet davasında Firavunun Onu yalanlamasına bir cevaptır. Bunun zikredilmeyişi, ayetin öncesinde onların ilâhî ayetleri yalanlamalarının nazara verilmesindendir.
قَدْ جِئْتُكُم بِبَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ “Gerçekten ben size Rabbinizden bir beyyine (mu’cize) getirdim.”
فَأَرْسِلْ مَعِيَ بَنِي إِسْرَائِيلَ “Artık İsrailoğullarını benimle gönder.”
Onları serbest bırak. Benimle beraber atalarının vatanı olan arz-ı mukaddese dönsünler.
Firavun, İsrailoğullarını köle yapmış, ağır işlerde onları çalıştırıyordu.
106- قَالَ إِن كُنتَ جِئْتَ بِآيَةٍ فَأْتِ بِهَا “Firavun dedi: Eğer bir ayet getirdiysen onu göster.”
إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ “Eğer doğru söyleyenlerden isen.”
Seni gönderenin nezdinden bir mu’cize ile gelmişsen, yanımda göster ki doğru olduğun ortaya çıksın.
107- فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ “Bunun üzerine, asâsını yere bıraktı, o da birden kocaman bir ejderha haline geldi.”
Rivayete göre Hz. Musa asasını yere bıraktığında, asa ağzı açık, tüylü, dehşetli bir yılan oldu. İki çenesi arası seksen arşın idi. Alt çenesini yere üst çenesini de sarayın suruna koydu. Sonra Firavun’a yöneldi. Firavun ondan kaçtı, altına pisletti. İnsanlar tam bir panik halinde kaçıştılar. Yirmi beş bin kişi hayatını kaybetti. Firavun “ya Musa! Seni gönderen hakkı için bunu al! Ben sana inanıyorum, İsrailoğullarını da seninle gönderiyorum” dedi. Bunun üzerine Hz. Musa yılanı aldı, tekrar asa haline geldi.
108- وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاء لِلنَّاظِرِينَ “Elini koynuna soktu. Çıkardığında bakanların gözünü kamaştıran bir ışık saçıyordu.”
Rivayete göre Hz. Musa esmer biri idi. Elini koynuna veya koltuk altına sokup çıkardığında eli nurani bir beyazlığa dönüştü, etrafa güneşten daha fazla ışık saçıyordu.
109- قَالَ الْمَلأُ مِن قَوْمِ فِرْعَوْنَ إِنَّ هَذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ “Firavun’un kavminden ileri gelenler, “Muhakkak bu çok bilge bir sihirbaz” dediler.”
Denildi ki: Firavunun çevresindeki önde gelen topluluk Hz. Musa’nın durumu hakkında meşveret yapılınca, görüşlerini böyle ifade ettiler.
Bu ifade Şuara sûresinde Firavunun sözü olarak nazara verildi, burada ise önde gelen adamlarının sözü olarak anlatıldı.[1>
110- يُرِيدُ أَن يُخْرِجَكُم مِّنْ أَرْضِكُمْ “O, sizi arzınızdan çıkarmak istiyor.”
فَمَاذَا تَأْمُرُونَ “O halde ne emrediyorsunuz?”
111- قَالُواْ أَرْجِهْ وَأَخَاهُ “Dediler: Onu ve kardeşini beklet.”
وَأَرْسِلْ فِي الْمَدَآئِنِ حَاشِرِينَ “Şehirlere de toplayıcılar gönder.”
112- يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَاحِرٍ عَلِيمٍ “Bütün bilge sihirbazları sana getirsinler.”
Hz. Musa hakkında görüş birliğine vardılar ve bunu Firavun’a bildirdiler.
113- وَجَاء السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ “Ve sihirbazlar Firavun’a geldi.”
قَالْواْ إِنَّ لَنَا لأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبِينَ Galip gelen biz olursak bize muhakkak mükâfat var, değil mi?” dediler.”
Ayetin bu kısmı, sanki “Sihirbazlar Firavuna geldiklerinde ne dediler” şeklinde bir sualin cevabıdır.
114- قَالَ نَعَمْ وَإَنَّكُمْ لَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ “Firavun dedi: “Evet, o zaman benim yakın çevremden olacaksınız.”
115- قَالُواْ يَا مُوسَى إِمَّا أَن تُلْقِيَ وَإِمَّا أَن نَّكُونَ نَحْنُ الْمُلْقِينَ “SihirbazlarMusa’ya: “Ey Musa! Sen mi atarsın, yoksa atan biz mi olalım?” dediler.”
Hz. Musa’yı dilediğini seçmekte muhayyer bırakmaları,
-Edebe riayettendir.
-Veya büyüklük göstermek içindir.
Lakin kendi arzuları Hz. Musa’dan önce hünerlerini göstermek idi. Bunu, “sen mi atarsın, yoksa atan biz mi olalım” derken de bir derece hissettirdiler. Çünkü ifadelerinde haberi elif-lâmlı getirerek, fiilde zaten “biz” manası varken ayrıca “biz” ifadesini kullanarak rağbetlerine dikkat çektiler.
116- قَالَ أَلْقُوْا “Musa, “Siz atın” dedi.”
Hz. Musa’nın öncelik hakkını onlara vermesi, onlara karşı bir ikram, bir tolerans olabileceği gibi, önce onların ne yaptığını görmek ve kendine güvenmek de olabilir.
فَلَمَّا أَلْقَوْاْ سَحَرُواْ أَعْيُنَ النَّاسِ “Ellerindekileri yere attıklarında insanların gözlerini büyülediler.”
Onların gözlerine gerçeği ters yüz ederek gösterdiler.
وَاسْتَرْهَبُوهُمْ “Ve onları dehşete düşürdüler.”
Onları şiddetli bir şekilde korkuttular. Anlaşıldığına göre, zaten niyetleri de buydu.
وَجَاءوا بِسِحْرٍ عَظِيمٍ “Çok büyük bir sihir gösterdiler.”
Rivayete göre kalın ipleri ve uzun değnekleri yere bıraktılar. Bunlar vadiyi dolduran birbiri üstüne yığılmış yılanlar gibi görüldü.
117- وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَلْقِ عَصَاكَ “Biz de Musa’ya “asânı yere bırak” diye vahyettik.”
فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ “Bir de ne görsünler, asâ onların uydurduklarını yakalayıp nyutuveriyor!”
Rivayete göre, Hz. Musa’nın yılanı onların iplerini ve değneklerini yakalayıp yuttuktan sonra orada bulunanlara yöneldi. Bunun üzerine kaçmaya başladılar, tam bir panik hali yaşadılar. Pek çok insan hayatını kaybetti. Sonra Hz. Musa yılanı eline aldı, tekrar asa haline döndü. Bunu gören sihirbazlar “bu bir sihir olsaydı iplerimiz ve değneklerimiz ortadan kaybolmaz, kalırlardı” dediler.
118- فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ “Böylece hak ortaya çıktı ve onların bütün yaptıkları boşa gitti.”
Böylece, yapmış oldukları sihrin ve muarazanın boş olduğu anlaşıldı.
119- فَغُلِبُواْ هُنَالِكَ وَانقَلَبُواْ صَاغِرِينَ “Orada mağlup oldular ve küçükdüştüler.”
Böylece zelil ve perişan oldular.
Veya zillet ve perişaniyet içinde şehre döndüler.
Zamir, Firavun ve kavmine aittir.
120- وَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ “Sihirbazlar hep birden secdeye kapandılar.”
Hak onlara galip geldi, öyle ki secdeye varmaktan kendilerini alamadılar.
Veya Allah böyle yapmalarını kendilerine ilham etti, buna sevk etti. Ta ki Firavun bunlarla Hz. Musaya galip gelmek isterken iş tersine dönsün, tam bir mağlubiyet yaşasın.
Veya bu ifade onların secdeye varmalarının sür’at ve şiddetini anlatmak içindir.
121- قَالُواْ آمَنَّا بِرِبِّ الْعَالَمِينَ “Dediler: Âlemlerin Rabbine iman ettik.”
122- رَبِّ مُوسَى وَهَارُونَ “Musa’nın ve Harun’un Rabbine.”
Önce “âlemlerin Rabbine iman ettik” dediler. Bundan Firavunu kastetmediklerini göstermek için de “Musanın ve Harunun Rabbine” ifadesini ondan bedel olarak getirdiler.
123- قَالَ فِرْعَوْنُ آمَنتُم بِهِ قَبْلَ أَن آذَنَ لَكُمْ “Firavun dedi: Ben size izin vermeden Ona iman ettiniz ha!”
Firavunun “O’na iman ettiniz ha!” deyişi inkâr içindir. Yani “nasıl olur da inanırsınız?” manası taşır.
إِنَّ هَذَا لَمَكْرٌ مَّكَرْتُمُوهُ فِي الْمَدِينَةِ لِتُخْرِجُواْ مِنْهَا أَهْلَهَا “Şüphesiz bu, halkı yerinden çıkarmak için sizin şehirde kurduğunuz bir hiledir.”
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ “Sonra bileceksiniz!”
Yani, yaptığınızın akıbetini bileceksiniz!
Bu, mücmel bir tehdittir. Ayetin devamında bu şöyle tafsil edilir:
124- لأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلاَفٍ “Elbette ve elbette ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim.”
ثُمَّ لأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ “Sonra da hepinizi astıracağım.”
Sizi zillete düçar etmek ve emsalinize de gözdağı vermek için hepinizi astıracağım.
Denildi ki, bu şekilde idam etme işini ilk başlatan Firavun oldu.
Allahu Teâlâ bu şekilde cezayı eşkıya için uygun gördü. Böyle bir ceza verilmesi, onların cürmünün büyüklüğünü göstermektedir. Ve Allah eşkıyalığı “Allah ve Rasulüne harp açmak” şeklinde isimlendirdi. Lakin ilâhî hükümde cezanın uygulanması kademeli bir şekildedir. Hemen bir defada el ve ayakları çapraz kesilmez. Bu da O’nun rahmetinin büyüklüğünü göstermektedir.
125- قَالُواْ إِنَّا إِلَى رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ “Onlar da: Şüphesiz zaten biz Rabbimize döneceğiz” dediler.”
Yani, “ölümle her hâl ü kârda Rabbimize döneceğiz. Dolayısıyla senin tehdidine aldırmıyoruz!”
Veya “eğer bu dediklerini yaparsan biz Rabbimize ve O’nun vereceği sevaba dönmüş oluruz.” Sanki böyle diyerek Allah’a bir an önce kavuşma arzularını ifade ettiler.
Veya, “senin de bizim de dönüşümüz Rabbimizedir. O, aramızda hükmedecektir.”
126- وَمَا تَنقِمُ مِنَّا إِلاَّ أَنْ آمَنَّا بِآيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَاءتْنَا “Senin bize kızman da sırf Rabbimizin âyetleri gelince onlara iman etmemizden dolayıdır.”
Senin bizimle ilgili kızdığın ve inkâr ettiğin şey, en hayırlı amel ve en şerefli paye olan Allaha imanımızdır. Senin rızanı gözeterek bundan vazgeçecek değiliz.
Sonra Allaha yönelip şöyle dua ettiler:
رَبَّنَا أَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır.”
“Gökten yağan yağmur gibi üzerimize sabır yağdır.”
Veya “bizi günahlardan tertemiz kılacak bir hal bizlere ihsan et.” Yani, Firavunun tehdidine karşı sabır kuvveti ver.
وَتَوَفَّنَا مُسْلِمِينَ “Ve Sana teslim olan kimseler olarak canımızı al.”
Denildiğine göre, Firavun onlara dediğini yaptı.
Bazıları ise, “…onlar size erişemeyecekler.” (Kasas, 35) ayetinden delil getirerek, onlara bir şey yapmadığını söylediler.
127- وَقَالَ الْمَلأُ مِن قَوْمِ فِرْعَونَ “Firavunun kavminden ileri gelenler dediler ki:”
أَتَذَرُ مُوسَى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ وَيَذَرَكَ وَآلِهَتَكَ “Seni ve ilâhlarını terk etsinler de yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi Musa’yı ve kavmini serbest bırakacaksın?”
“Musa ve kavmi, insanları senin aleyhine geçiriyorlar, sana muhalif olmaya çağırıyorlar. Onları bu şekilde yeryüzünde fesat çıkarmaya mı terk edeceksin?”
“Firavunun ilahları” ifadesi onun mabutlarını ifade eder. Denildiğine göre yıldızlara tapıyordu.
Yine denildiğine göre kavmi için putlar yaptırmış ve bunlarla kendisine yaklaşılması için onlara tapmalarını emretmişti. Bundan dolayı “Ben sizin en yüce Rabbinizim” (Naziat, 24) demişti.
قَالَ سَنُقَتِّلُ أَبْنَاءهُمْ وَنَسْتَحْيِي نِسَاءهُمْ “Firavun dedi: Onların oğullarınıöldüreceğiz, kadınlarını hayatta bırakacağız.”
Daha önce yaptığımız gibi, onların erkek çocuklarını öldüreceğiz, kız çocuklarını sağ bırakacağız. Ta ki bizim onlar üzerindeki kahr ve galebemizin devam ettiği bilinsin. Musa’nın, müneccim ve kâhinlerin haber verdikleri “saltanatımıza son verecek çocuk” olduğu tevehhüm edilmesin.
وَإِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ “Ve biz onlar üzerinde kahredici bir üstünlüğe sahibiz.”
Biz onlara galibiz, onlar ise bizim elimiz altında mahkûmdurlar.
128- قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ “Musa, kavmine dedi ki:”
Kavmi Firavunun sözlerini duyduğunda rahatsızlık duyunca, Hz. Musa onları teskin için böyle dedi:
اسْتَعِينُوا بِاللّهِ وَاصْبِرُواْ “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin.”
إِنَّ الأَرْضَ لِلّهِ “Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır.”
يُورِثُهَا مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ “Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar.”
Hz. Musa’nın bu ifadesi,
-Onlara bir tesellidir.
-Allahtan yardım isteme emrini açıklamaktır.
-Mesele hakkında sebat göstermelerini telkindir.
وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ “Akıbet müttakilerindir.”
Ayetin bu kısmı ise,
-Galip geleceklerini onlara vaat etmektir.
-Firavunun kavminin helâk olup, onların diyarına kendilerinin varis olacakları şeklindeki vaadini hatırlatmaktır.
-Bunun tahakkuk edeceğini bildirmektir.
129- قَالُواْ أُوذِينَا مِن قَبْلِ أَن تَأْتِينَا وَمِن بَعْدِ مَا جِئْتَنَا “Kavmi dediler ki: “Sen bize gelmeden önce de eziyet gördük, sen geldikten sonra da.”
Sen bize gelmezden önce de evlatlarımız öldürülüyordu, sen geldikten sonra da bir şey değişmedi.
قَالَ عَسَى رَبُّكُمْ أَن يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الأَرْضِ “Musa dediki: “Ola ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizi yeryüzünde halife kılacaktır.”
Hz. Musa daha önce kinaye yollu söylediğini, onlar bununla tatmin olmayınca açıktan ifade etti.
“Ola ki” demesi, bizzat o günkü muhataplarının mı yoksa onların evlatlarının mı bu müjdeye mazhar olacaklarını tam bilmemesinden olabilir. Rivayete göre, Mısır Hz. Davud döneminde İsrailoğullarının oldu.
فَيَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ “Böylece sizin nasıl yaptığınıza bakacaktır.”
Allah size bu imkânı verecek, ta ki şükür ve küfran, taat ve isyandan ne yaptığınızı görsün, sizden meydana gelen fiillere göre yaptıklarınızın karşılığını versin
130- وَلَقَدْ أَخَذْنَا آلَ فِرْعَونَ بِالسِّنِينَ وَنَقْصٍ مِّن الثَّمَرَاتِ “Gerçekten biz, Firavun sülâlesini, kıtlıkla ve mahsullerden noksanlaştırarak cezalandırdık.”
Allah onları kıtlıkla cezalandırdı, yağmur ve sular azaldı. Ayrıca afetlerle mahsullerini noksanlaştırdı.
“Kıtlık” manası ayette “sinîn” kelimesiyle ifade edilmiştir. Bu kelime “sene” kökünden gelir. Kıtlık yılına “sinîn” denilmesi sıkça o yıldan bahsedilmesinden ve olayların o yıla göre anlatılmasındandır.
لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ “Ola ki düşünüp ibret alsınlar.”
Ta ki başlarına gelen bu felaketin küfür ve günahlarından dolayı olduğunu anlasınlar da ibret alsınlar ve bu şiddetli haller dolayısıyla kalpleri rikkat peyda etsin de Allaha sığınsınlar, O’nun nezdinde olana rağbet göstersinler.
131- فَإِذَا جَاءتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُواْ لَنَا هَذِهِ “Kendilerine iyilik geldiği zaman, “işte bu bizim hakkımızdır” dediler.”
Kendilerine bolluk-genişlik tarzında iyilik geldiğinde “biz buna layığız, bizden dolayı bu verildi” dediler.
وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُواْ بِمُوسَى وَمَن مَّعَهُ “Başlarına bir kötülük gelirsede, “işte bu, Musa ile yanındakilerin uğursuzluğu yüzünden” dediler.”
Kıtlık- bela gibi kötü bir hâl geldiğinde ise, “bu, Musa ve yanındakilerin uğursuzluğu” dediler.
Bu, onların ne kadar kaba ve katı olduklarını vasfeder. Çünkü başa gelen şiddetli haller -özellikle de ayetleri (mu’cizeleri) gördükten sonra- kalpleri inceltir, nefisleri itaate sevk eder, taassubu ortadan kaldırır. Onlarda ise bu musibetler etkili olmadı, hatta musibetler geldikçe, azgınlıklarını ve batıla dalmalarını artırdılar.
-Meydana gelmesi için bizzat iradenin taalluku,
-Ve çokça vuku bulması sebebiyle ayette “hasene” “el-hasene” şeklinde marife olarak getirildi.
“Seyyie” ise,
-Nadiren olması,
-Ve bizzat değil tebeî olarak kastedilmesinden dolayı elif-lâmsız ve şek ifade eden “eğer” lafzıyla nazara verildi.
أَلا إِنَّمَا طَائِرُهُمْ عِندَ اللّهُ “İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındandır.”
Onların hayır ve şerrinin sebebi Allahın nezdindedir, o da Allahın hikmet ve meşietidir.
Veya mana şöyle olabilir: Onların böyle kötü hallere maruz kalmalarının sebebi, Allah nezdinde yazılı olan amelleridir. O kötü ameller, kendilerini üzecek musibetlerin sevkine vesile olmaktadır.
وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ “Lâkin onların çoğu bilmezler.”
Lakin onların çoğu, başlarına gelen hallerin Allahtan olduğunu veya kötü amelleri yüzünden bu hallere düştüklerini bilmezler.
132- وَقَالُواْ مَهْمَا تَأْتِنَا بِهِ مِن آيَةٍ لِّتَسْحَرَنَا بِهَا فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ “Ve sen bizi büyülemek için her ne mu’cize/ayet getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz,” dediler.”
“Mu’cize” demeleri Hz. Musa’nın iddiasına göredir, yoksa buna inandıklarından değildir. Nitekim sözlerinin devamında inanmayacaklarını açıktan ifade ettiler.
133- فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ آيَاتٍ مُّفَصَّلاَتٍ “Biz de üzerlerine kudretimizin ayrı ayrı alâmetleri olmak üzere tufan, çekirge, bit, kurbağa ve kan gönderdik.”
Tufan, onları kuşatan, evlerini, mahsullerini bürüyen taşkın bir yağmur veya sel suyudur.
Rivayete göre, sekiz gün boyunca her taraf kararmış bir şekilde durmaksızın yağmur yağdı. Hiçbiri evinden çıkamadı. Su, evlerini bastı, ta boğazlarına kadar su içinde kaldılar. İsrailoğullarının evleri onların evleriyle karışık olmakla beraber, bir damla bile su evlerine girmedi. Su, arazilerini bastı, ekip biçmelerine ve tasarrufta bulunmalarına engel oldu. Bu durum haftalarca devam etti.
Bunun üzerine Hz. Musa’ya, “Rabbine dua et, bu durumdan bizi kurtarsın, sana inanacağız” dediler. Hz. Musa Allaha dua etti, Allah da bu musibeti onlardan kaldırdı, daha önce hiç görmedikleri şekilde bol mahsul verdi, ama onlar iman etmediler.
Allah da onlara çekirge gönderdi, çekirgeler onların ektiklerini, meyvelerini, yiyip bitirdi. Sonra kapıları, çatıları, elbiseleri yemeye başladılar.
Korkuyla ikinci defa Hz. Musa’ya sığındılar. Hz. Musa dua etti, sahraya çıktı. Doğu ve batı tarafına işaret etti, çekirgeler geldikleri tarafa döndüler. Firavun ve adamları yine iman etmedi.
Allah bu defa kendilerine bit gönderdi. Bitler, çekirgelerden arda kalanları yediler. Yemeklerinin içine düşüyor, elbiseleriyle derileri arasına giriyor, kanlarını emiyorlardı. Yine Hz. Musa’ya müracaat ettiler, O’nun duasıyla bu afetten kurtuldular. Bunun üzerine dediler ki: “Artık tahakkuk etti ki, sen bir sihirbazsın.”
Sonra Allah onlara kurbağa gönderdi. Kurbağalar her tarafı istila etti, öyle ki bir elbiseyi veya yemeği açsalar oradan kurbağa çıkıyordu. Yatakları kurbağa ile doluydu. Kurbağalar, yemek pişirilirken kaynayan tencereye, konuşurlarken de ağızlarına atlıyordu. Korkuyla yine Hz. Musa’ya vardılar, yalvardılar. O da kendilerinden ahitler aldı ve Allaha dua etti, Allah bu musibeti de kaldırdı, ama ahitlerini bozdular.
Sonra Allah üzerlerine kan gönderdi, suları kana dönüştü. Hatta onlardan biri İsrailoğullarından biriyle aynı kabı kullandıklarında kendisi kullanınca kan oluyor, diğeri kullanınca su akıyordu. Yine onlardan biri İsrailoğullarından birinin ağzındaki suyu emse, bu su kendi ağzında kana dönüşüyordu.
“Kudretimizin ayrı ayrı alâmetleri olmak üzere”
Bunlar apaçık, mufassal ayetlerdi. Aklı başında biri, bunların Allahın ayetleri (mu’cizeleri) ve onlardan intikam alması olduğunda asla tereddüte düşmezdi.
Bu ayetlerin mufassal olması, onların hâllerini denemek için bölüm bölüm gelmesinden dolayı olabilir. Her biri arasında bir ay süre vardı ve bir hafta boyunca devam ediyordu.
Denildi ki: Hz. Musa sihirbazlara galip geldikten sonra onların içinde kaldı. Bu mu’cizeler bu süre zarfında meydana geldi.
فَاسْتَكْبَرُواْ وَكَانُواْ قَوْمًا مُّجْرِمِينَ “Ama onlar kibirlendiler ve mücrim bir kavim oldular.”
134- وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ “Ne zaman ki azap üzerlerine çöktü.”
Ayette ifade edilen “ricz”den (azaptan) murat, biraz önce tafsil edilen musibetlerdir.
Veya, bunlardan sonra Allahın onlara gönderdiği taun felaketidir.
قَالُواْ يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِندَكَ “Dediler ki “Ey Musa! Sana olan ahdi hürmetine bizim için Rabbine dua et.”
Cenab-ı Hakkın Hz. Musa nezdindeki ahdi:
-Ona verdiği nübüvvet,
-Dua ettiğinde icabette bulunması olabilir.
لَئِن كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ “Eğer bizden bu azabı kaldırıp uzaklaştırırsan, yemin olsun ki, sana kesinlikle iman edeceğiz.”
وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَنِي إِسْرَآئِيلَ “Ve kesinlikle İsrailoğullarını Seninle birlikte göndereceğiz.”
135- فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ إِلَى أَجَلٍ هُم بَالِغُوهُ إِذَا هُمْ يَنكُثُونَ “Ne zaman ki, belli bir süreye kadar onlardan azabı kaldırdık, derhal yeminlerini bozdular.”
Bu süreden murat, Kızıldenizde boğulmaları veya ölümdür.
Denildi ki: Bundan murat, kendilerinin belirlediği bir müddettir.
136- فَانتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَكَانُواْ عَنْهَا غَافِلِينَ “Biz de, âyetlerimizi inkâr ettikleri ve onlardan gafil oldukları için kendilerinden intikam aldık da hepsini denizde boğduk.”
Onların suda boğularak cezalandırılmaları,
-Ayetleri (mu’cizeleri) yalanlamaları,
-O ayetler hakkında düşünmemeleri, onlardan gafil olmaları sebebiyle idi.
137- وَأَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذِينَ كَانُواْ يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الأَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا “Ve o hırpalanıp ezilmekte olan kavmi de arzın bereketle donattığımız doğusuna ve batısına mirasçı yaptık.”
Köle olarak kullanılan, erkek evlatları boğazlanan o mazlum kavmi, arzın doğularına ve batılarına varis kıldık.
Arz’dan murat Şam bölgesidir. Firavun ve Amalika sonrası İsrailoğulları buralara hâkim oldu ve çevreye de genişleme imkânı buldular.
Buraların mübarek olması, verimli araziler ve geçim rahatlığı yönüyledir.
وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنَى عَلَى بَنِي إِسْرَآئِيلَ بِمَا صَبَرُواْ “Ve böylece sabırları sebebiyle, İsrailoğullarına Rabbinin o güzel kelimesi tamam oldu.”
Cenab-ı Hakk’ın onlara olan kelimesi, “Biz ise, istiyorduk ki arzda ezilmekte olanlara lütufta bulunalım Ve onları önderler yapalım ve onları varisler yapalım. Ve arzda onları hâkim kılalım, Firavun ile Hâmân ve ordularına, onlardan çekinmekte oldukları şeyi gösterelim.” (Kasas, 5-6) ayetlerinde bildirilen durumdur. Orada vaat edilen durum aynen tahakkuk etti.
Zorluklara karşı sabır göstermeleri sebebi ile bu ilâhî vaade nail oldular.
وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُواْ يَعْرِشُونَ “Ve Firavun ve kavminin yapageldikleri sanat eserlerini ve diktikleri binaları yerle bir ettik.”
Firavun ve kavminin yaptıkları köşkleri, mamureleri yerle bir ettik.
Keza, Haman’ın yaptığı kule gibi, yükselttikleri binaları ve bahçeleri harabeye çevirdik.
[1> Bkz. Şuara, 35