103. DERS (A'raf Suresi, 59 - 72) Hz. Nuh ve Hz. Hûd

59- لَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ “Andolsun ki Nûh’u kavmine elçi gönderdik.”

فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللَّهَ “Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a ibadet edin.”

مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ “Sizin O’ndan başka bir ilâhınız yoktur.”

إِنِّيَ أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ “Doğrusu ben, başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum.”

Şayet iman etmezseniz, başınıza gelecek büyük bir azap gününden korkuyorum.

Bu, hem onlara bir vaîddir, hem de ibadete sevk eden durumu beyandır.

Ayette bahsedilen azap günü,

-Ya kıyamet günüdür.

-Veya tufan felaketinin başlarına geldiği gündür.

 

60- قَالَ الْمَلأُ مِن قَوْمِهِ إِنَّا لَنَرَاكَ فِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ “Kavminden ileri gelenler dediler ki: Gerçekten biz seni apaçık bir dalalet içinde görüyoruz.”

Ayetin metninde geçen “mele”, eşraf anlamındadır. Bir kavmin önde gelenleri, göz dolduran, dikkat çeken kimselerdir.

 

61- قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ بِي ضَلاَلَةٌ “Nûh dedi ki: “Ey kavmim! Bende hiçbir dalalet yok.”

Onlar, kuvvetli bir şekilde Hz. Nûh’a dalaleti nisbet etiler. Hz. Nûh da dalaleti kuvvetli bir şekilde nefyetti.

Onun “Bende hiç bir dalalet yok” deyişinde “ama sizde var” şeklinde bir tariz söz konusudur.

وَلَكِنِّي رَسُولٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ “Lakin ben âlemlerin Rabbinden bir elçiyim.”

Böyle deyişi, dalalet üzere değil hidayet üzere olmasını gerektirir. Sanki şöyle demiştir: “Lakin ben tam bir hidayet üzereyim. Çünkü Allahın bir elçisiyim.”

 

62- أُبَلِّغُكُمْ رِسَالاَتِ رَبِّي “Size Rabbimin mesajlarını tebliğ ediyorum.”

“Risalet (mesaj)” kelimesinin çoğul gelmesi,

-İlahi mesajların farklı vakitlerde gelmesi,

-Veya akaid, öğüt, ahkâm gibi çeşitli manalarda olmasındandır.

-Veya bundan murat, Hz. Nûha ve kendisinden önceki Hz. Şit ve Hz. İdris gibi peygamberlere vahyedilenlerdir.

وَأَنصَحُ لَكُمْ “Sizin için nasihat ediyorum”

“Size nasihat ediyorum” yerine “Sizin için nasihat ediyorum” demesi, nasihatten kendisine bir beklentisi olmadığına delalet içindir.

وَأَعْلَمُ مِنَ اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ “Ve Allah’tan sizin bilmediklerinizi biliyorum.”

“Allah’tan sizin bilmediklerinizi biliyorum” demesi, onlara yaptığı uyarıyı takrir içindir. Çünkü bunu derken, “ben O’nun kudretini ve cezalandırmasının şiddetini bilirim” manası vardır.

Veya bundan murat “Ben ondan gelen vahiyle, sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim” manası da olabilir.

 

63- أَوَعَجِبْتُمْ أَن جَاءكُمْ ذِكْرٌ مِّن رَّبِّكُمْ عَلَى رَجُلٍ مِّنكُمْ لِيُنذِرَكُمْ وَلِتَتَّقُواْ وَلَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ “Sizi uyarması ve günahlardan sakınmanız için, ayrıca ola ki merhamet olunursunuz diye içinizden bir adam vasıtasıyla Rabbinizden size bir öğüt gelmesine hayret mi ettiniz?”

“Günahlardan sakınmanız için”

Çünkü onlar, bir insanın peygamber gönderilmesine şaşıyorlar, “Bu ancak sizin gibi bir beşerdir. Size üstünlük taslamak istiyor. Şayet Allah dileseydi, bir melek gönderirdi. Biz önceki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.” (Mü’minun, 24) diyorlardı.

Peygamber sizi küfürden, günahların akıbetinden uyarıyor ve bu uyarma ile onlardan sakınmanızı söylüyor.

“Ola ki merhamet olunursunuz diye”

Olur ki, takva ile Allahın rahmetine nâil olursunuz.

Ayette, “ola ki” لَعَلَّ (lealle) ile bunun ifade edilmesi,

-Takvanın illa rahmeti icap ettirmediğini,

-Allahtan gelen rahmetin sırf bir lütuf olduğunu,

-Takva sahibinin takvasına güvenmemesi ve Allahın azabından emin olmaması gerektiğini ifade etmek içindir.

 

64- فَكَذَّبُوهُ “Ama O’nu yalanladılar.”

فَأَنجَيْنَاهُ وَالَّذِينَ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ “Biz de O’nu ve O’nunla beraber gemide bulunanları kurtardık.”

Rivayete göre bunlar kırk erkek ve kırk kadın idi.

Bir rivayette ise üç oğlu Ham, Sam ve Yafes, altısı da başkalarından olmak üzere dokuz kişi idi.

وَأَغْرَقْنَا الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا “Ayetlerimizi yalanlayanları ise suda gark ettik!”

إِنَّهُمْ كَانُواْ قَوْماً عَمِينَ “Çünkü onlar, kör bir kavim idiler.”

Çünkü onlar basiretten mahrum ve kalp gözü kör kimselerdi.

 

65- وَإِلَى عَادٍ أَخَاهُمْ هُوداً “Ad kavmine de kardeşleri Hûd’u (gönderdik.)

Bu ifadede, Hz. Hûd’un onlardan biri olduğu anlatılmıştır.

Onlardan olmasında,

-Sözünü daha iyi anlamaları,

-Hâlini daha iyi bilmeleri,

-Onun peşinden gitmeye daha ziyade rağbet göstermeleri gibi incelikler vardır.

قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ “Onlara dedi “Ey kavmim! Allah’a ibadet edin.”

مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ “Sizin için O’ndan başka hiç bir ilâh yoktur.”

Ayet, atıf harfi olmadan müstakil bir cümle olarak gelmiştir. Sanki “Gönderildiğinde onlara ne dedi” şeklinde bir soruya cevap gibidir. Onların cevabı anlatılırken de benzeri bir üslûp vardır.

أَفَلاَ تَتَّقُونَ “Sakınmaz mısınız?”

Yani, Allahın azabından korkmaz mısınız?

 

66- قَالَ الْمَلأُ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن قَوْمِهِ “Kavminin önde gelenlerinden kâfir olanlar dedi ki:”

Öyle anlaşılıyor ki, kavmin eşrafından Hz. Hûd’a iman edenler de vardı.

إِنَّا لَنَرَاكَ فِي سَفَاهَةٍ “Biz gerçekten seni sefahet içinde biri olarak görüyoruz.”

Yani, “Biz Sende ileri derecede kıt akıllılık görüyoruz. Çünkü atalarının dininden farklı bir dinle geldin.”

وِإِنَّا لَنَظُنُّكَ مِنَ الْكَاذِبِينَ “Ve biz gerçekten Seni yalancılardan sanıyoruz.”

 

67- قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ بِي سَفَاهَةٌ “Hûd dedi ki: “Ey kavmim! Bende hiç bir sefihlik yok.”

وَلَكِنِّي رَسُولٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ “Lakin ben âlemlerin Rabbinden bir elçiyim.”

 

68- أُبَلِّغُكُمْ رِسَالاتِ رَبِّي “Rabbimin mesajlarını size tebliğ ediyorum.”

وَأَنَاْ لَكُمْ نَاصِحٌ أَمِينٌ “Ve ben sizin için emin bir nasihatçiyim.”

 

69- أَوَعَجِبْتُمْ أَن جَاءكُمْ ذِكْرٌ مِّن رَّبِّكُمْ عَلَى رَجُلٍ مِّنكُمْ لِيُنذِرَكُمْ “Sizi uyarması için, içinizden bir adam vasıtasıyla Rabbinizden size bir öğüt gelmesine hayret mi ettiniz?”

Bunların tefsiri biraz önce geçmişti.

Kâfirlerin ahmakça sözlerine Peygamberlerin verdikleri cevaplar ve onlara mukabeleden yüz çevirmelerinde,

-Mükemmel bir nasihat,

-Son derece bir şefkat,

-Nefis terbiyesi,

-Güzel bir mücadele örneği vardır.

Nasihat eden her kimsenin bu şekilde hareket etmesi gerekir.

Hz. Hûd’un onlara, “ben sizin için emin bir nasihatçiyim” demesinde, onların Hz. Hûd’u bu iki özellikle tanımalarına bir tenbih vardır.

وَاذكُرُواْ إِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَاء مِن بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ “Düşünün ki O sizi Nûh kavminden sonra, halifeler kıldı.”

Hûd kavminin halife kılınması,

-Nûh kavminin yaşadıkları yerlerde onlardan sonra yaşamalarını,

-Veya yeryüzünde hükümran olmalarını ifade eder.

Hz. Hûd, önce onları Allahın azabıyla korkuttu, sonra kendilerine Allahın nimetlerini hatırlattı.

وَزَادَكُمْ فِي الْخَلْقِ بَسْطَةً “Ve yaratılışta sizi üstün yaptı.”

Boy ve kuvvette sizi ziyade kıldı.

فَاذْكُرُواْ آلاء اللّهِ “Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın.”

Önce hususi bazı nimetler nazara vermişti, burada da genel olarak bütün nimetlere dikkat çekti.

لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ “Ola ki felaha eresiniz.”

Ta ki nimetleri hatırlamak sizi şükre sevk etsin, o da kurtuluşa ermenize yol açsın.

 

70- قَالُواْ أَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُنَا “Dediler: Sen bize tek Allah’a ibadet edelim ve atalarımızın taptıklarını bırakalım diye mi geldin?”

Tek Allaha ibadet etmeyi ve ecdatlarının şerik koştuklarından yüz çevirmeyi akıldan uzak gördüler. Bu, taklide saplanıp kalmalarından ve alışmış oldukları şeyleri sevmelerinden kaynaklanıyordu.

“Bize… Şunun için mi geldin?” demelerindeki “gelmek” ifadesi,

-Hz. Hûd’un kavminden bir süre uzak kalarak, sonra gelip tebliğde bulunmasından olabilir.

-Veya “gökten mi geldin?” tarzında alay yollu bir ifade olabilir.

-Veya mecazî anlamda kullanılmış olabilir.

فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ “Eğer doğru söyleyenlerden isen, vaat ettiğini bize getir de görelim!”

Hz. Hûd’un onlara “(Allahtan gelecek bir azaptan) Sakınmaz mısınız?” ifadesinde işaret ettiği azabı istediler.

 

71- قَالَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُم مِّن رَّبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌ “Hûd dedi ki: “Artık üzerinize Rabbinizden bir azap ve bir gadap inmiştir.”

“Üzerinize inmiştir” denilmesi “size böyle bir azap vacip oldu, bunu hak ettiniz veya “azap size geldi” anlamındadır. Çünkü vukuu beklenen bir şey, vaki olmuş gibidir.

أَتُجَادِلُونَنِي فِي أَسْمَاء سَمَّيْتُمُوهَا أَنتُمْ وَآبَآؤكُم “Sizin ve atalarınızın taktığı bir kısım isimler hususunda benimle mücadele mi ediyorsunuz?”

Yani, siz bir kısım eşyaya “bunlar ilahlardır” dediniz. Ama bunlarda uluhiyetin manası yoktur. Çünkü ibadete bizzat layık olan, ancak her şeyi icat eden Zâttır.

مَّا نَزَّلَ اللّهُ بِهَا مِن سُلْطَانٍ “Allah bunlarla ilgili hiç bir delil indirmemiştir.”

Şayet bu ilah saydıklarınız Allah tarafından ibadete layık olsalar,

-Ya bu konuda ayet inmesi,

-Veya buna bir delil bulunması lazımdır.

Böyle bir şey de olmadığına göre, onların cehalet ve gabaveti açıkça ortaya çıkar.

فَانتَظِرُواْ إِنِّي مَعَكُم مِّنَ الْمُنتَظِرِينَ “Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!”

Mademki hak ortaya çıktı, siz ise kabul etmemekte ısrar ediyorsunuz, öyleyse başınıza bir azabın gelmesini bekleyin.

 

72- فَأَنجَيْنَاهُ وَالَّذِينَ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِّنَّا “Onu ve onunla beraber olanları bizden bir rahmetle kurtardık.”

“Onunla beraber olanlar” ifadesinden murat, dinde Onunla beraber olanlardır.

وَقَطَعْنَا دَابِرَ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَمَا كَانُواْ مُؤْمِنِينَ “Ve âyetlerimizi yalanlayıp da iman etmeyenlerin kökünü kestik.”

Ayette, kurtulanlarla helâk olanlar arasındaki ayırıcı vasfın iman olduğuna bir tenbih vardır.

Rivayete göre, Âd kavmi putlara tapıyorlardı. Allah onlara Hz. Hûd’u gönderdi, ama onu yalanladılar, gittikçe daha da azgınlaştılar. Allah da üç yıl onlardan yağmuru kesti, kıtlık meydana geldi. O zamandaki insanların müslimi ve müşriki başlarına bir musibet gelince Beyt-i Harama yöneliyor ve Allahtan kurtuluş talep ediyorlardı. Âd kavmi, içlerinde Kayl ve Mirasedin de bulunduğu seçkin kimselerden meydana gelen yetmiş kişilik bir kafile meydana getirdi. O sıralar Mekke’de Amalika kavmi vardı, başlarında da Muaviye Bin Bekr bulunuyordu. Mekke dışında onun yanına vardıklarında kendilerini konuk etti, ikramlarda bulundu. Çünkü onun akrabaları idiler. Böylece onun yanında bir ay kaldılar, bu süre zarfında içki içtiler, iki tane şarkıcı kadının şarkılarıyla eğlendiler. Muaviye Bin Bekr, bunların geliş maksatlarının başka yöne kaydığını görünce onlara üzüldü. Ama bu konuda kendileriyle konuşmaktan da hayâ etti. Çünkü yanında kalmalarının ona ağırlık verdiğini zannedebilirlerdi. Bundan dolayı iki şarkıcı kadına şöyle bir şiir söylemelerini öğretti.

“Ey Kayl, yazık sana,

Kalkıp durumuna baksana.

Olur ki Allah yağmur gönderir,

Âd diyarını kandırır suya.

Çünkü Âd kavmi geliyor,

Ama nedense bir şey demiyor.”

Şarkıcı kadınlar bunu şarkı olarak söylediler. Bu onların canını sıktı. Mirsed dedi ki: “Vallahi, sizin duanızla yağmur yağmaz, lakin peygamberinize itaat eder, tevbe ile Allaha dönerseniz yağmura layık olursunuz.”

Bunun üzerine Ad kavminin heyetinde yer alanlar Muaviye Bin Bekr’e dediler: “Bunu hapset, bizimle beraber Mekke’ye gelmesin. Çünkü o, Hûd’un dinine tâbi oldu, bizim dinimizi terk etti.”

Sonra Mekke’ye girdiler. Kayl dedi: “Allahım, Âd kavmine yağmur ver.”

Allahu Teâlâ üç bulut meydana getirdi: Beyaz, kırmızı ve siyah. Sonra semadan bir münadi şöyle seslendi: “Kendin ve kavmin için birini seç!”

Kayl dedi: “Siyah olanı seçtim. Çünkü en fazla yağmur onda olur.”

Bu siyah bulut vadi tarafından Ad kavmine göründü. Bununla sevindiler ve şöyle dediler: “Bu bize yağmur verecek bulut.” Ama bu buluttan kendilerine her şeyi akîm kılan bir rüzgar geldi, onları helak etti.

Ancak Hz. Hûd ve onunla beraber olan ehl-i iman kurtuldu. Bunlar Mekke’ye geldiler, orada ölünceye kadar Allah’a ibadet üzere devam ettiler.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
7. A'raf
Gönderi tarihi: 17-05-2013
1,766 kez okundu
Block title
Block content