189- هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ “O Allah ki sizi bir tek nefisten yarattı.”
Nefs-i vahideden (tek nefisten) murat Hz. Âdemdir.
وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ إِلَيْهَا “Onunla sükûnet bulsun diye Ona eş kıldı.”
Zevci ise Hz. Havvadır.
Hz. Havvanın Hz. Âdemden olması,
-Ya O’nun eğe kemiğinden yaratılması,
-Veya O’nun cinsinden kılınması anlamına gelir. Başka bir ayette “Allah, size kendi cinsinizden eşler kıldı.” (Nahl, 72) denilmiştir.
O tek nefse mukabil eş yaratılması, onunla ünsiyet etmesi, sükûnete ermesi, itminan bulması içindir. Bu, bir şeyin kendi parçasına veya cinsine meyletmesi, onunla mutmain olması tarzındadır.
وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ إِلَيْهَا “O, eşiyle birleşince eşi hafif
bir yük yüklendi (hâmile kaldı), onu bir süre taşıdı.”
Erkek, hanımıyla ilişkiye girdiğinde, hanımı hafif bir yük yüklendi. Hamile olanların genelde maruz kaldıkları ezalara maruz kalmadı.
Veya “hafif bir yük”ten murat, nutfedir.
فَلَمَّا أَثْقَلَت دَّعَوَا اللّهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ آتَيْتَنَا صَالِحاً لَّنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ “Yani, insanın eşi gerçekte ondan bir parça olmadığı gibi, Hz. Havva da Hz. Âdemden bir parça değildir. Bundan murat, iki tarafın birbirine muhtaç olması ve birbirlerinin eksiğini tamamlamasıdır. Hz. Peygamber (asm), kadının eğe kemiğinden yaratıldığını, düzeltilmeye çalışılırsa kırılacağını söyler. Bazıları, hadisin ifadesinden, kadının böyle bir kemikten yaratıldığını anlamak istemişlerse de, aslında bu, erkekle kadının arasındaki tabiat farklılığına ve kadınların erkekleştirilmeye kalkışılmasının, onları kırıp atmak olduğuna tenbih ihtiva eden bir temsildir. Nitekim hadisin farklı varyantlarında aynı mana teşbih edatıyla “Kadın eğe kemiği gibidir...” şeklinde ifade edilmiştir.
Derken yükü ağırlaştığında, Rableri olan Allah’a şöyle dua ettiler: Eğer bize salih bir evlat verirsen, biz muhakkak şükredenlerden olacağız.”
Karnındaki çocuğun büyümesiyle yükü ağırlaştığında, “Eğer bize düzgün, bedeni sağlıklı bir çocuk verirsen, bu nimetine şükredenlerden oluruz” dediler.
190- فَلَمَّا آتَاهُمَا صَالِحاً جَعَلاَ لَهُ شُرَكَاء فِيمَا “Fakat Allah, kendilerine salih bir çocuk verince, her ikisi de tuttular, verdiği çocuk üzerine Ona ortak koşmaya başladılar.”
Ama Allah onlara salih bir evlat verdiğinde, Âdem ve Havvanın çocukları Allahın onlara verdiğine şerikler kıldılar, çocuklarına “Abdüluzza, Abdimenaf” gibi put isimleri koydular.
Ayette kastedilen Hz. Âdem ve Hz. Havva olmayıp, o ikisinin evladı hükmünde olan insanlardır.
Ayetin devamı, çoğul sığasıyla buna delâlet eder:
آتَاهُمَا فَتَعَالَى اللّهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ “Allah, onların şerik koştukları şeylerden münezzehtir.”
191- أَيُشْرِكُونَ مَا لاَ يَخْلُقُ شَيْئاً وَهُمْ يُخْلَقُونَ “Hiçbir şey yaratmayan ve kendileri yaratılmış olan şeyleri mi O’na şerik kılıyorlar?”
Ayette anlatılan şerik kılınan şeyler, putlardır.
Denildi ki: Hz. Havva hamile kaldığında İblis O’na bir adam sûretinde geldi ve şöyle dedi: “Nerden biliyorsun, belki karnında olan bir hayvandır veya bir köpek yavrusudur. Onun nereden çıkacağını nerden biliyorsun?”
Hz. Havva bundan korktu ve Hz. Âdeme konuşulanları anlattı, her ikisi de kederlendiler. Sonra İblis Hz. Havvaya yine geldi ve dedi:
“Benim Allah yanında bir konumum var, ben Allahtan karnındakini senin gibi bir varlık yapmasına ve senden çıkışının kolay olmasına dua edeceğim, buna mukabil sen de onun adını “Abdül-hars” koyarsın.”
İblisin adı melekler arasında Haris idi.
Hz. Havva bunu kabul etti. Doğum olduğunda, adını Abdül-hars koydular.
Böyle kıssalar peygamberler hakkında uygun değildir.
Birkaç ayet öncesinde “O Allah ki sizi bir tek nefisten yarattı.” denilmişti. Bundan murat, Kureyşten Kusay hanedanı olması muhtemeldir.
Çünkü Kureyş kabilesi, Kusay’ın çocuklarıdır. Kusay’ın kendi ırkından Kureyşli Arab bir eşi vardı. Allahtan çocuk talep etmişlerdi. Allah da onlara dört erkek evlat verdi. Bunlara “Abdi Menaf, Abdi Şems, Abdi Kusay ve Abdi Dar isimleri verdiler. Bu durumda, üstteki ayette geçen “tuttular, verdiği evlat üzerine ona ortak koşmaya başladılar” ifadesi Kusay, Kusayın eşi ve onlardan sonra gelenler hakkında olur.
192-وَلاَ يَسْتَطِيعُونَ لَهُمْ نَصْرً “Ve şerik kıldıkları şeyler, onlara herhangi bir yardıma güç yetiremezler.”
O putlar, kendilerine ibadet edenlere yardım edemezler.
وَلاَ أَنفُسَهُمْ يَنصُرُونَ “Ve o şerikler bizzat kendilerine de yardım yapamazlar.”
Mesela kendilerine arız olan bir zararı def edemezler.
193- وَإِن تَدْعُوهُمْ إِلَى الْهُدَى لاَ يَتَّبِعُوكُمْ “Eğer siz onları yola çağırsanız,size uymazlar.”
“Siz o müşrikleri İslâma çağırsanız, size tabi olmazlar.”
Şöyle de olabilir: Hitap müşriklere olup “onlar” zamiriyle de putlar kastedilmiştir.
Yani, “ey müşrikler, siz o putları size hidayet etmeye, yol göstermeye çağırsanız, sizi muradınıza sevkedemezler. Allahın size icabeti gibi cevap veremezler.”
سَوَاء عَلَيْكُمْ أَدَعَوْتُمُوهُمْ أَمْ أَنتُمْ صَامِتُونَ “Onları ha çağırmışsınız, ha çağırmayıp susmuşsunuz, sizin için fark etmez.”
Veya o müşrikler ihtiyaçları için dua etmiyorlardı. Sanki bu ayetle şöyle denilmiş oldu: “Sizin için onlara dua etmeyi ihdas etmeniz veya eskide olduğu gibi onlara dua etmekten sessiz kalmanız aynıdır, bir şey değişmez.”
194- إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ عِبَادٌ أَمْثَالُكُمْ “Allah’ı bırakıp taptıklarınız da tıpkı sizin gibi kullardır.”
Sizin kendilerine ibadet ettiğiniz ve “ilah” olarak isimlendirdiğiniz şeyler sizin gibi memluk, musahhar kullardır.
فَادْعُوهُمْ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Eğer iddianızda doğru iseniz haydi onları çağırın da size cevap versinler.”Onların ilah oldukları iddianızda sadık iseniz, haydi onların çağırın, size icabet etsinler.Şöyle bir mana da muhtemeldir:
Onlar bazı putları insan sûretinde yontuyorlardı. Ayet onlara şu manayı bildirdi: “O putlar için varılabilecek en nihaî durum, sizin gibi canlı-akıllı varlıklar olmaktır. Öyleyse siz birbirinizin ibadetine layık olmadığınız gibi, onlar da sizin ibadetinize layık olamazlar.”
195- أَلَهُمْ أَرْجُلٌ يَمْشُونَ بِهَا “Onların yürüyecek ayakları mı var?”
أَمْ لَهُمْ أَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَا “Yoksa tutacak elleri mi?”
أَمْ لَهُمْ أَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَا “Yoksa görecek gözleri mi?”
أَمْ لَهُمْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا “Yoksa işitecek kulakları mı var?”
Cenab-ı Hak ardından onları silkelemeye dönüp şöyle buyurdu:
قُلِ ادْعُواْ شُرَكَاءكُمْ ثُمَّ كِيدُونِ فَلاَ تُنظِرُونِ “De ki: “Haydi çağırın o ortaklarınızı, sonra bana istediğiniz tuzağı kurun ve göz açtırmayın.”
Ey peygamber! De ki: “Bana düşmanlıkta o putlardan yardım isteyin, şeriklerinizi çağırın. Siz ve şerikleriniz yapabileceğiniz her türlü tuzağı yapın. Bana göz açtırmayın, mühlet vermeyin.”
196- إِنَّ وَلِيِّيَ اللّهُ الَّذِي نَزَّلَ الْكِتَابَ “Zira benim velim, kitabı indiren Allah’tır.”
Çünkü ben Allahu Teâlânın yardımına ve korumasına güvendiğimden size hiç aldırmıyorum.
وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِحِينَ “Ve O, salih kullarına sahip çıkar.”
Elçilerine bir lütuf olarak salih kullarına sahip çıkmak, Allahu Teâlânın âdetindendir.
197- إِنَّ وَلِيِّيَ اللّهُ الَّذِي نَزَّلَ الْكِتَابَ “Allah’tan başka taptıklarınız ise, ne size yardım edebilirler, ne de kendi kendilerine yardımları dokunur.”
Bu ayet, Hz. Peygamberin onlara önem vermemesinin, aldırmamasının illetini beyan etmede bir tetimmedir.
198- وَإِن تَدْعُوهُمْ إِلَى الْهُدَى لاَ يَسْمَعُواْ “Siz onları doğru yola çağıracak olsanız duymazlar.”
وَتَرَاهُمْ يَنظُرُونَ إِلَيْكَ “Onların sana baktıklarını görürsün.”
وَهُمْ لاَ يُبْصِرُونَ “Ama onlar görmezler.”
O putlar, sana bakan kimselere benzerler, çünkü onları yapanlar, karşısında durana bakar bir şekilde bunlara sûret vermişlerdir.
199- خُذِ الْعَفْو “Sen affa sarıl.”
İnsanların fiillerinden, kolay olan ve yapabilecekleri şeyleri onlardan talep et, onlara zor gelecek şeyler isteme.
Veya şu manayı ifade eder: Suçluları affetme yolunu seç.
Veya onlardan İslamî hizmetler için teberru aldığında, mallarının fazlasından ve kolay verebilecekleri şeylerden al.
Bu, zekâtın vücubundan önce idi.
وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ “Ve iyiliği emret.”
Fiillerden marûf ve müstahsen olanı emret.
وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ “Ve cahillerden yüz çevir.”
Onlarla mücadeleye girişme, onların yaptıklarının aynısıyla mukabelede bulunma!
Bu ayet mekârim-i ahlakı (en güzel ahlakî esasları) cem etmiş ve Hz. Peygamberi bunların hepsini yapmakla mükellef kılmıştır.
200- وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ ه“Eğer şeytandan bir vesvese gelirse hemen Allah’a sığın.”
Şayet şeytan sana arız olan bir öfke veya bir fikirle vesvese verip, emirlerimin hilafına bir şeyi yapmaya sevk ederse, hemen bana sığın.
إِنَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ “Muhakkak ki O, Semi, Alîm’dir.”
Çünkü O, senin istiazeni işitir, senin için maslahatlı olanı bilir, seni ona sevk eder.
Veya Allah sana eza edenlerin seslerini işitir, fiillerini bilir, ona göre onları cezalandırır. Böylece, intikamla ve şeytanla cedelleşmekle seni meşgul etmez
201- إِنَّ الَّذِينَ اتَّقَواْ إِذَا مَسَّهُمْ طَائِفٌ مِّنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُواْ “Allah’tan korkanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese iliştiği zaman, durup düşünürler.”
Ayetin metninde geçen “taif kelimesi tavaf kökünden gelir. Sanki şeytanî vesvese onları tavaf etmiş, etraflarında dönmüş, ama onlara etki etmeye güç yetirememiştir.
O müttakiler, vesvese anında Allahın emirlerini ve yasaklarını hatırlarlar.
فَإِذَا هُم مُّبْصِرُونَ “Böylece basiretle hareket ederler.”
O düşünme sebebiyle hata ettikleri yerleri ve şeytanın hilelerini görürler, bunlardan korunurlar, şeytana uymazlar.
Ayet, makablini te’kid ve takrîrdir. Bundan sonra gelen ayet de aynı şekildedir:
202- وَإِخْوَانُهُمْ يَمُدُّونَهُمْ فِي الْغَيِّ “Onların kardeşlerine gelince, şeytanlar onları azgınlığa sürükler.”
Şeytandan sakınmayan şeytan dostlarına gelince; günahları süslü göstererek ve kışkırtarak şeytan onların azgınlığına meded verir, destek olur.
Ayetin şu manasına da dikkat çekilmiştir:
“Şeytanlar kendi dostlarına günahları kolaylaştırarak ve günahlara teşvik ederek meded verirler; dostları da onlara tâbi olarak ve uyarak yardım ederler.
ثُمَّ لاَ يُقْصِرُونَ “Sonra da yakalarını bırakmazlar.”
Sonra da onları doğru yoldan çevirinceye kadar aldatmaktan ellerini çekmezler, dostlarının yakasını bırakmazlar.
Zamirin şeytan dostlarına râci olması da caizdir: O şeytan dostları, azgınlıktan ellerini çekmezler, taşkınlıklarını tam yaparlar.
“Onların kardeşleri” ifadesinden, şeytanlar ve cahiller de anlaşılabilir. Yani, o cahillerin ihvanı olan şeytanlar, onları azgınlığa sevkederler, sonra bu konuda hiç gevşeklik göstermezler, onları her türlü taşkınlığa yönlendirirler.
203- وَإِذَا لَمْ تَأْتِهِم بِآيَةٍ قَالُواْ لَوْلاَ اجْتَبَيْتَهَا “Onlara (arzularına göre) bir âyet getirmediğin zaman, “derleyip toplasaydın ya” derler.”
Sen onlara Kur’andan bir ayet veya talep ettikleri bir mu’cize getirmediğinde “daha önce okudukların gibi kendi nefsinden bir şeyler uydurup söyleseydin ya, veya Allahtan talep etseydin ya” derler.
قُلْ إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يِوحَى إِلَيَّ مِن رَّبِّي “De ki: Ben ancak Rabbimden bana ne vahyolunuyorsa ona uyarım.”
Ben ayetleri uyduran biri veya o mu’cizeleri talep eden biri değilim, ben ancak bana vahyedilene tâbi olurum.
هَذَا بَصَآئِرُ مِن رَّبِّكُمْ “İşte bu, Rabbinizden gelen basiretlerdir.”
Bu Kur’an kendisiyle hakkın görüldüğü, doğrunun idrak edildiği basîret nurlarıdır.
وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ “İman eden bir kavim için bir hidayettir ve bir rahmettir.”
204- وَإِذَا قُرِىءَ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُواْ لَهُ “Kur’ân okunduğu zaman, hemen onu dinleyin.”
وَأَنصِتُواْ “Ve susun.”
لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ “Ola ki, rahmete nâil olursunuz.”
Bunun tefsiri geçmişti
Ayet, namaz hakkında indi. Bazıları namazda konuşuyorlardı, Bu ayetle imamın kıraatine kulak vermek ve onun için susmakla emrolundular.
Lafzın zâhiri Kur’an okunduğunda onu dinlemek ve susmanın vücubunu iktiza eder. Bütün alimler, namaz dışında Kur’an duyulduğunda susmak ve dinlemenin müstehap olduğunu söylerler.
Bu ayetle cemaatle namaz esnasında cemaatin imam arkasında kıraatinin vacip olmadığına delil getirilmiş ise de, zayıf bir delildir.
205- وَاذْكُر رَّبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخِيفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالآصَالِ “Sabah akşam, kendi içinden, tazarru ile ve ürpererek, alçak sesle Rabbini an.”
Ayetin hükmü, kıraat ve duada ve bu ikisi dışındaki zikirlerde geneldir.
Veya ayet, İmam Şafiînin mezhebinde olduğu gibi, imam fatiha okumayı bitirdiğinde cemaatin gizlice Fatihayı okumasına bir emirdir.
Burada bildirilen ölçü, gizli okumanın fevkinde, ama sesli konuşmanın da aşağısında bir sesle okumaktır. Çünkü böyle bir okuyuş, huşu ve ihlâsa daha uygundur.
وَلاَ تَكُن مِّنَ الْغَافِلِينَ “Ve gafillerden olma.”Allahı anmaktan gaflet edenlerden olma.
206- إِنَّ الَّذِينَ عِندَ رَبِّكَ لاَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ “Zira Rabbinin nezdinde olanlar, Allah’a ibadetten asla kibirlenmezler.”
“Rabbinin nezdinde olanlar”dan murat, mele-i âlâdaki meleklerdir.
وَيُسَبِّحُونَهُ “Ve O’na tesbih ederler.”
وَلَهُ يَسْجُدُونَ “Ve yalnızca O’na secde ederler.”
İbadet ve tezellülü sadece Allah için yaparlar, başkasını O’na şerik kılmazlar.
Bu ifade, onların dışında olan mükelleflere bir tarizdir. Bundan dolayı bu ayetin okunmasıyla secde edilmesinin vücubuna hükmedilmiştir.
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Âdemoğlu secde ayetini okuyup secdeye vardığında şeytan ağlar ve şöyle der: Yazıklar olsun bana! Bu insan secde ile emrolundu ve secde etti, ona cennet var. Ben de secde ile emrolundum, ama isyan ettim, bana da cehennem var.”
Yine Hz. Peygamber şöyle der: “A’raf sûresini kim okursa Allah kıyamet günü onunla İblis arasında bir perde çeker ve Hz. Âdem kıyamet günü ona şefaatçi olur.”