110. DERS (A'raf Suresi, 167 - 174) Ezeli Sözleşme

167- وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَن يَسُومُهُمْ سُوءَ الْعَذَابِ “Hani Rabbin şunu ilan edip bildirdi ki: Kıyamet gününe kadar onlara en kötü muameleyi yapacak olan kimseleri üzerlerine gönderecektir.”

Yani, Rabbin kendine şunu vacip kıldı:

-Muhakkak ki, Yahudilere bazılarını musallat kılacak.

-Kendilerini zillete düçar edecek,

-Cizye ödemek gibi en kötü azapları verecek kimseleri onlara gönderecek.

Allahu Teâlâ Hz. Süleymandan sonra üzerlerine Buhtunnasr’ı gönderdi.

O da onların diyarlarını harap etti, savaşçılarını öldürdü, kadınlarını, kızlarını köle yaptı, geride kalanları da cizyeye mahkûm etti. Hz. Peygamber gelinceye kadar Mecusilere vergi ödüyorlardı.

Hz. Peygamber geldiğinde onlara yaptığını yaptı, sonra da kendilerini cizye ödemeye mahkûm etti. Kıyamete kadar halleri böyle devam edecektir.

إِنَّ رَبَّكَ لَسَرِيعُ الْعِقَابِ “ Muhakkak ki Rabbin sür’atle cezalandırandır.”

O, dünyada böyle ceza verir.

وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ “Ve yine muhakkak ki O, Ğafur’dur, Rahim’dir.”

Ama imana giren ve tevbe edene ise, affedicidir, çok merhametlidir.

                                                                       

168- وَقَطَّعْنَاهُمْ فِي الأَرْضِ أُمَمًا “Ve onları yeryüzünde birçok ümmetlere ayırdık.”

Öyle ki, yeryüzünün hemen her tarafında grup grup bulunurlar. Bu parça parça olmak, onların güçlü-kuvvetli olmalarına engeldir.

مِّنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذَلِكَ “İçlerinde salih olanları vardı, olmayanları da.”

Onlardan salih olanlar olduğu gibi, böyle olmayan kâfir ve fasıkları da var.

وَبَلَوْنَاهُمْ بِالْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّئَاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ “Ola ki dönerler diye, onları güzel ve kötü hallerle denedik.”

Olur ki, yaptıklarına son verirler ve bulundukları kötü durumdan dönerler.

 

169- فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُواْ الْكِتَابَ “Derken, peşlerinden bozuk bir nesil kitaba (Tevrat’a) mirasçı oldu.”

Bunlar, öncekilerden Tevrata varis oldular, onu okuyor, içinde olanları öğretiyorlardı.

يَأْخُذُونَ عَرَضَ هَذَا الأدْنَى وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَا “ Şu alçak dünya malını alıyorlar ve “bize nasıl olsa mağfiret edilecek” diyorlardı.”

Bununla dünya menfaatlerini takip ediyorlardı. Mesela, rüşvet karşılığı hüküm veriyor, Tevratın hükümlerini tahrif ediyorlardı.

“Allah bizi bunlardan dolayı cezalandırmaz, bağışlar” diyorlardı.

وَإِن يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مُّثْلُهُ يَأْخُذُوهُ “Onun gibi bir mal gelse onu da alıyorlardı.”

Günahda ısrar etmekle beraber mağfiret umuyor, eskisine tevbe etmeden yeni günaha giriyorlardı.

أَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِم مِّيثَاقُ الْكِتَابِ أَن لاَّ يِقُولُواْ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقَّ “Allah’a karşı haktan başka bir şey söylemeyeceklerine dair kendilerinden kitabın hükmü gereğince sağlam söz alınmamış mıydı?”

وَدَرَسُواْ مَا فِيهِ “Ve onun içindekileri okuyup öğrenmemişler miydi?”

وَالدَّارُ الآخِرَةُ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَ “Oysa ahiret yurdu Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır.”

أَفَلاَ تَعْقِلُونَ “Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız?”

Bunlar akıllarını kullanmıyorlar mı ki, bunu bilsinler ve ilâhî cezayı gerektiren gayr-ı meşru dünya menfaatlerini daimi cennet nimetlerine değiştirmesinler.

 

170- وَالَّذِينَ يُمَسَّكُونَ بِالْكِتَابِ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ إِنَّا لاَ نُضِيعُ أَجْرَ الْمُصْلِحِينَ “Kitaba sımsıkı sarılanlara ve namazı dosdoğru kılanlara gelince, biz o ıslah edicilerin ecrini zayi etmeyiz.”

 

171- وَإِذ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَأَنَّهُ ظُلَّةٌ “Hani bir zamanlar biz o dağı gölgelik gibi tepelerine çekmiştik.”

وَظَنُّواْ أَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْ “Öyle ki üzerlerine düşüyor zannettiler.”

Dağı söküp onların üzerine kaldırmıştık.

Çünkü dağ, boşlukta sabit durmaz. Bunlar Tevratın hükümlerini ağır bularak kabul etmekten kaçınmışlardı, bunun üzerine Allah üzerlerine Turu kaldırdı. Ve kendilerine denildi ki: “Onda olanları kabul ederseniz ne âlâ. Yoksa dağ üzerinize düşecek.”

خُذُواْ مَا آتَيْنَاكُم بِقُوَّةٍ “Size verdiğimizi kuvvetle tutun.”

Onlara dedik: “Kitaptan size verdiklerimizi ciddiyetle ve zor gelenleri de tahammülle alın.”

وَاذْكُرُواْ مَا فِيهِ “Ve onda olanları hatırlayın.”

“Onda olanları uygulayarak tezekkür edin. Unutulmuş bir şey gibi terk etmeyin.”

لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ “Ola ki korunursunuz.”

Ola ki bu şekilde çirkin işlerden ve rezil ahlaktan sakınırsınız.

 

172-  وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ “Hani Rabbin Âdemoğullarından bellerindeki zürriyetlerini aldı.”

Allah onların sulbünden nesillerini çıkardı. Bu, asır be asır doğacak olanların hepsini içine alır.

وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ “Onları kendi nefislerine şahit yaptı.”

أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ “Ben Rabbiniz değil miyim?”

 قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا “Onlar da “Evet, Rabbimizsin, buna şahid olduk dediler.”

Allah onlara rububiyetinin delillerini dikti, akıllarında bunu ikrara sevkedecek terkipte bulundu. O nesiller kendilerine “Ben Rabbiniz değil miyim?” denilen ve onlar da “evet, Rabbimizsin, buna şahit olduk” diyen kimseler şeklinde ayette anlatıldı. Böylece Cenab-ı Hakkın onlara rububiyetini bilme imkânı vermesi ve onların da bunu gerçekleştirme gücüne sahip olmaları temsil yoluyla “şahit tutma ve itirafta bulunma” şeklinde anlatıldı.

َن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ (Bunu) kıyamet günü “Bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz diye yaptık.”Allahın sizi nefsinize şahit kılması ve manen sizden böyle bir söz alması, kıyamet günü “biz bundan gafildik, bir delille bu bize anlatılmadı” dememeniz içindir.

 

173- أَوْ تَقُولُواْ إِنَّمَا أَشْرَكَ آبَاؤُنَا مِن قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِّن بَعْدِهِمْ “Yahut şöyle demeyesiniz diye: “Atalarımız daha önce şirk koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir nesil idik…”

Veya şöyle dememeniz için: “Bizden önceki ecdadımız müşrikti, biz de onların nesilleri olarak kendilerine tâbi olduk.”

Böyle demeniz size mazeret olamaz. Çünkü delil varken ve öğrenme imkânı mevcut iken, taklidde bulunmak makul bir özür sayılmaz.

أَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ “Şimdi o batıl yolu tutanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin?”

Denildi ki: Allah Hz. Âdemi yarattığında onun sırtından zerreler gibi neslini çıkardı ve onlara hayat verdi. Onlara akıl ve konuşma bahşetti. “Evet, sen bizim Rabbimizsin” demelerini de ilham etti.

Bu hadis, Hz. Ömerden rivayet edilmektedir.

Ben “Mesabih” kitabını şerhimde bu konuyu enine boyuna ele aldım.18

Bu kelâmın burada yer alması, Yahudilerin ilzamı içindir. Çünkü bu ayetin hemen evvelinde onlardan alınan bir söz anlatılmıştı, burada da bütün insanlardan alınan söz nazara verildi.

Keza bu ayet,

-Yahudilere karşı naklî ve aklî hüccetlerle delil getirmektir.

-Onları taklidden men etmektir.

-Tefekkür ve istidlale onları sevketmektir.

 

174- وَكَذَلِكَ نُفَصِّلُ الآيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ “Ve işte biz, âyetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz, ola ki dönerler.”

Ola ki bu şekilde taklidden ve batıla uymaktan dönerler.

Mesâbîh, müellifin “Şerhu Mesâbîhu’s-Sünne” adıyla Beğavî’nin hadise dair Mesâbîhu’s-Sünne isimli eserine yazdığı şerhidir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
7. A'raf
Gönderi tarihi: 23-08-2013
1,916 kez okundu
Block title
Block content