105- إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللّهُ “Biz sana Kitabı hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği ile hüküm veresin.”
وَلاَ تَكُن لِّلْخَآئِنِينَ خَصِيمًا “Sakın hainlerin savunucusu olma!”
Sebeb-i Nüzûl
Zafer oğullarından Tu’me hakkında indi. Komşusu Katade Bin Nu’manın zırhını çaldı. Zırhı un çuvalına koydu, Yahudi Zeyd Bin Semin’in evine gizledi. Ancak çuvaldaki un, bir delikten yere dökülüyordu. Zırh, Tu’menin evinde arandı, ancak bulunamadı. Tu’me onu almadığına ve o konuda hiçbir bilgiye sahip olmadığına yemin etti, bunun üzerine onu bıraktılar. Un izlerini takip ederek Yahudinin evine vardılar, onu yakaladılar. Yahudi, “onu bana Tu’me bıraktı” dedi. Ve buna bazı Yahudiler de şehadet etti.
Bunun üzerine Zafer oğulları “Allah Rasulüne gidelim” dediler. Onun yanına varınca Tu’meye sahip çıkmasını istediler.
“Eğer sahip çıkmazsan helak olacak, zillet içinde kalacak, Yahudi ise beraat edecek” dediler. Rasulullah, Tu’meye yardım etmek istedi, bu münasebetle ilgili ayetler nazil oldu.
106- وَاسْتَغْفِرِ اللّهِ “Allah’tan mağfiret iste.”
إِنَّ اللّهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا “Şüphesiz, Allah Ğafur – Rahîm’dir.”
107- وَلاَ تُجَادِلْ عَنِ الَّذِينَ يَخْتَانُونَ أَنفُسَهُمْ “Kendilerine hainlik edenleri savunma.”
Çünkü hıyanetin cezası kendilerine döner.
Veya, günahlar nefse bir zulüm olduğu gibi, aynı zamanda bir hıyanettir.
Ayetteki zamir Tu’me ve emsalini içine alır. Veya Tu’me ve kavmini içine alır. Çünkü kavmi günahta ona ortak olmuş, suçlu olduğu halde masum olduğuna şahitlik yapmış, onu savunmuştu.
إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ خَوَّانًا أَثِيمًا “Çünkü Allah; hain olan, günahlara dalanı sevmez.”
Allah, hıyanette aşırı giden, onda ısrar eden kimseleri, ayrıca günaha daldıkça dalanları elbette sevmez.
Rivayete göre, Tu’me Mekkeye kaçar, dinden döner. Yine hırsızlık yapmak için bir evin duvarını delerken duvar yıkılır, altında kalarak ölür.
108- يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلاَ يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللّهِ “Bunlar, insanlardan gizlenmeye çalışırlar da Allah’tan gizlenmezler.”
Bunlar utanarak ve korku ile insanlardan gizlenmeye çalışırlar.
Ama, en ziyade haya edilmeye ve korkulmaya layık olan Allahtan haya etmiyorlar. Hâlbuki Allah onlarla beraberdir, onların gizli halleri Allaha gizli değildir. Bu durumda önlerinde Allahın çirkin gördüğü ve cezalandıracağını bildirdiği şeyleri terk etmekten başka bir yol kalmamaktadır.
وَهُوَ مَعَهُمْ إِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لاَ يَرْضَى مِنَ الْقَوْلِ “Oysa O, geceleyin razı olmayacağı sözleri kurarlarken onlarla beraberdir.”
Ayette bildirilen durum, suçsuz insana iftira atmak, yalan yere yemin etmek, yalancı şahitlik yapmak gibi hallerdir.
وَكَانَ اللّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطًا “Allah, onların yaptıklarını kuşatmıştır.”
109- هَاأَنتُمْ هَؤُلاء جَادَلْتُمْ عَنْهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “İşte siz öyle kimselersiniz (ki, diyelim) dünya hayatında onları savundunuz.”
فَمَن يُجَادِلُ اللّهَ عَنْهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “Ya kıyamet günü onları Allah’a karşı kim savunacak”
أَم مَّن يَكُونُ عَلَيْهِمْ وَكِيلاً “Yahut kim onlara vekil olacak?”
110- وَمَن يَعْمَلْ سُوءًا أَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّهَ يَجِدِ اللّهَ غَفُورًا رَّحِيمًا “Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder, sonra da Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı Ğafur – Rahîm (çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici) bulur.”
Ayette belirtilen kötülük, başkasına bir şekilde zarar vermek, nefse zulüm ise, kişinin kendini ilgilendiren günah işlemesidir.
Bununla birlikte “kötülükten murat, şirk dışındaki günahlardır, nefse zulüm ise şirktir” denilmiştir.
Veya “birinciden murat küçük günahlar, ikinciden murat ise büyük günahlardır” denilmiştir.
Ayette, Tu’me ve kavmini tevbe ve istiğfara teşvik vardır.
111- وَمَن يَكْسِبْ إِثْمًا فَإِنَّمَا يَكْسِبُهُ عَلَى نَفْسِهِ “Kim bir günah kazanırsa, onu ancak kendi aleyhine kazanmış olur.”
وَكَانَ اللّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا “Allah Alîm – Hakîm’dir (her şeyi hakkıyle bilendir, hikmet sahibidir.)”
112- وَمَن يَكْسِبْ خَطِيئَةً أَوْ إِثْمًا ثُمَّ يَرْمِ بِهِ بَرِيئًا فَقَدِ احْتَمَلَ بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُّبِينًا “Kim bir hata veya bir günah işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak iftira etmiş ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.”
Ayette metninde geçen “hatie”den murat küçük günah veya kasten işlenmeyen günahtır. “İsm”den murat ise büyük günah veya kasten işlenen günahtır.
113- وَلَوْلاَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّت طَّآئِفَةٌ مُّنْهُمْ أَن يُضِلُّوكَ “Eğer Allah’ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir güruh seni saptırmaya çalışırdı.”
وَمَا يُضِلُّونَ إِلاُّ أَنفُسَهُمْ “Hâlbuki onlar, ancak kendi nefislerini saptırırlar.”
وَمَا يَضُرُّونَكَ مِن شَيْءٍ “Sana hiçbir zarar veremezler.”
وَأَنزَلَ اللّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ “Allah, sana Kitabı ve hikmeti indirdi.”
وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ “Ve sana bilmediğin şeyleri öğretti.”
وَكَانَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا “Allah’ın sana olan lütfu çok büyüktür.”
Ayetteki zamir Allah Rasulüne râcidir. Zafer oğullarından bir topluluk, gerçeği bilmelerine rağmen Rasulullahın hak ile hükmetmesine engel olmaya çalışmıştı. Allah ise, durumu Rasulüne vahiy ile bildirdiğinden Rasulullahın ayağı kaymamış, işin vebali kendilerine dönmüştür.
Rasulullahın önce Zafer oğullarının isteği doğrultusunda hareket etmek istemesi, işin dış görünüşüne göre onlara itimat etmesinden idi. Ama, Allahın bildirmesiyle işin gerçeğini gördü.
114- اَّ خَيْرَ فِي كَثِيرٍ مِّن نَّجْوَاهُمْ إِلاَّ مَنْ أَمَرَ بِصَدَقَةٍ أَوْ مَعْرُوفٍ أَوْ إِصْلاَحٍ بَيْنَ النَّاسِ “Bir sadaka vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur.”
Marûf, dinin güzel gördüğü, aklın da inkâr etmediği her şeye verilen bir isimdir. Buradaki marûf, Allah yolunda ödünç vermek, muhtaca yardım etmek, zekâttan farz olan miktardan daha fazlasını vermek gibi durumlardır.
وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ ابْتَغَاء مَرْضَاتِ اللّهِ فَسَوْفَ نُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا “Kim bunları sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona çok büyük bir ecir vereceğiz.”
Kelâm “kim emrederse” şeklinde emretmek üzere bina edilmekle beraber, verilecek çok büyük mükâfat “kim bunları yaparsa” denilerek fiile terettüp ettirildi. Bunda ise, şöyle incelikler görülür:
-Bunları emreden, hayırlı kimseler zümresine girerse, elbette bilfiil yapan onların içinde olmaya çok daha layıktır.
-Ayrıca, işin esası bunları yapmaktır. Bunları emretmek de buna vesile olması cihetiyle güzel olur.
Ayette, sadece bu fiillerin yapılması değil, asıl önemli olan bu fiillerin Allah rızası için yapılması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Çünkü, “ameller niyetlere göredir.” Hayırlı bir işi gösteriş ve kendinden bahsettirmek için yapan birisi, Allahtan mükafata layık olamaz.
Bunları yapanlara verilecek ecrin çok büyük olduğunun bildirilmesi, Allah yolunda elden çıkan dünyevi çıkarların son derece kıymetsiz olduğuna dikkat çekmek içindir.
115- وَمَن يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ “Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Peygamber’e karşı çıkar, mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme sokarız.”
Ayet, icma’ya muhalefetin haram olduğuna delalet eder. Çünkü Allahu Teâlâ şiddetli tehdidi, peygambere muhalefete ve mü’minlerin gittiği yoldan başka bir yola uymaya terettüp ettirdi.
وَسَاءتْ مَصِيرًا “Orası ne kötü bir gidiş yeridir!”