56. DERS (Nisa Suresi, 43 - 48) Dinde Kolaylık

43- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقْرَبُواْ الصَّلاَةَ وَأَنتُمْ سُكَارَى حَتَّىَ تَعْلَمُواْ مَا تَقُولُونَ “Ey iman edenler! Sarhoş iken, ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın.”

 


Ayette nazara verilen sarhoşluk, içkiden dolayı olabildiği gibi, yarı uykulu hâl de buna dâhildir.


 


Sebeb-i Nüzûl


 


Rivayete göre Abdurrahmân Bin Avf bir ziyafet verdi. Sahabeden bazılarını davet etti. O sıralar henüz içki haram kılınmamıştı. Yediler, içtiler, sarhoş olup kendilerinden geçtiler. Akşam namazı vakti girince, içlerinden biri imamlığa geçti. Kâfirun sûresinden okumaya başladı: “Ben sizin taptığınıza tapmam” kısmını “ben sizin taptığınıza taparım” şeklinde okudu. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.


 


Ayet, aynı zamanda sarhoş olanların namaz mahalli olan mescitlere yaklaşmasını nehyeder.


Ayette, namaz kılan kişinin oyun – eğlence gibi kalbi meşgul eden şeylerden kendini koruması ve nefsini kötü şeylerden arındırması lüzumuna bir tenbih vardır.


 


وَلاَ جُنُبًا إِلاَّ عَابِرِي سَبِيلٍ حَتَّىَ تَغْتَسِلُواْ “Cünüb iken de, yolcu olanlar müstesna, gusül edinceye kadar (namaza yaklaşmayın.)


 


وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مِّنكُم مِّن الْغَآئِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا “Eğer hasta iseniz, veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz abdest bozmaktan gelirse veya kadınlara dokunup da su bulamazsanız, o zaman tertemiz bir toprak ile teyemmüm yapın.”


 


فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُمْ “Yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin.”


 


İmam-ı Şafii, ayetin “veya kadınlara dokunup da…” kısmından delil getirerek, yabancı kadına el değmesi durumunda abdestin bozulacağını söyler. Ancak ayetin manasının sadece onlara el değmesi olmayıp ailevi beraberlik olduğu da söylenmiştir.


 


Ayette, teyemmüme ruhsat verilen kimsenin durumları anlatılmıştır. Şöyle ki:


 


Teyemmüm yapacak kişinin ya abdesti yoktur veya cünüptür. Teyemmümü gerekli kılan hâl, çoğu kere hastalık veya seferdir. Cünüp kimse ile ilgili daha önce bahsedildiğinden burada tekrar ayrıntıya girilmemiştir. Abdestsiz kimse hakkında ise, daha önce onunla ilgili bahis olmadığından biraz ayrıntıya yer verilmiştir.


 


Kişiyi abdestsiz yapan durumlar, ya zâtî olur veya arizi olur.


 


Sanki şöyle denilmiştir: Eğer hasta veya sefer halinizde cünüp olursanız veya tuvaletten gelmek ve kadına değmek gibi bir durum sebebiyle abdestsiz olur da su bulamazsanız, o zaman teyemmüm yapınız.


 


Hanefilere göre, sert taş ile de teyemmüm olur. Şafiilere göre ise, Maide sûresi 6. ayette geçen “minhü” kelimesinden hareketle, teyemmüm edilen şeyden bir parça toprak ele ve yüze temas etmelidir.


 


إِنَّ اللّهَ كَانَ عَفُوًّا غَفُورًا “Şüphesiz Allah Afuvv – Ğafur’dur.”


 


Allah, affedici ve bağışlayıcı olduğu için, teyemmüme ruhsat vermiştir.


 


 


44- أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوتُواْ نَصِيبًا مِّنَ الْكِتَابِ “Kendilerine kitaptan azıcık bir nasip verilmiş olanları görmedin mi?”


 


Kendilerine kitaptan az bir pay verilenlerden murat, Yahudi âlimleridir.


 


“Görmedin mi?” derken, bundan murat ya baş gözü veya kalp gözüdür.


 


يَشْتَرُونَ الضَّلاَلَةَ وَيُرِيدُونَ أَن تَضِلُّواْ السَّبِيلَ “Onlar, dalaleti satın alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar.”


 


Bunlar, hidayeti bırakıp dalaleti seçiyorlar veya hidayet ellerine geçmişken bunu dalaletle değiştiriyorlar. Rüşvet almaları ve Tevratı tahrif etmeleri de ayetin şümulüne girebilir.


 


 


45- وَاللّهُ أَعْلَمُ بِأَعْدَائِكُمْ “Allah düşmanlarınızı en iyi bilendir.”


 


Allah, düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Bundan dolayı, kitaptan azıcık payı olan bu kimselerin düşmanlığını ve size karşı ne düşündüklerini haber vermiştir. Öyleyse, dikkatli davranın, onların oyununa gelmeyin!


 


وَكَفَى بِاللّهِ وَلِيًّا “Veli olarak Allah yeter.”


 


وَكَفَى بِاللّهِ نَصِيرًا “Yardımcı olarak da Allah yeter.”


 



46- مِّنَ الَّذِينَ هَادُواْ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَن مَّوَاضِعِهِ “Yahudilerden bir kısmı, (Allah’ın kitabındaki) kelimeleri tahrif ediyorlar.”


 


Ayetin bu kısmı, kitaptan azıcık nasibi olup da mü’minleri yoldan çıkarmak isteyenlerin kimler olduğunu beyan eder. Çünkü “kitaptan azıcık nasip verilmiş olan” ifadesi hem Yahudileri, hem de başkalarını içine alır.


 


Keza, öncesinde “Yardımcı olarak Allah yeter” denilmişti. Kime karşı olduğu burada ifade edilmiştir.


 


Yahudilerden bir kısmı, Allahın kelâmını vazolunduğu şekilden çıkarıp değiştirerek veya keyiflerine göre te’vil ederek tahrif etmişlerdi.


 


وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا “Ve şöyle diyorlar: İşittik ve isyan ettik.”


 


وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ “Dinle, dinlemez olası!”


 


Yani, “sözünü işittik, emrine isyan ettik” derler. Esasen onlar tarafından bir beddua olarak telaffuz edilen sözlerinin devamı, çeşitli anlamlara gelebilir. Yani:


 


-Duymaz olasıca, dinle.


 


-Canı çıkasıca, dinle.


 


-Sözü dinlenmiyesice, dinle.


 


-Hoş söz duymayasıca, dinle.


 


Onlar bu ifadeyi, ancak münafıkane söylediler. Yani, bu kelâmla iyi bir şey murat ediyor gibi davranıp aslında tahkire niyet ettiler.


 


وَرَاعِنَا “Ve râinâ (bizi gözet).”


 


Bize bak, seninle konuşalım veya kelâmını anlayalım.


 


لَيًّا بِأَلْسِنَتِهِمْ وَطَعْنًا فِي الدِّينِ “Bunu, dillerini eğerek ve dine saldırarak yaparlar.”


 


Onlar bu ifadeleri dillerini eğip bükerek ve sözü asıl mecrasından çevirerek kullandılar. Mesela, “raina” yani “bizi gözet” ifadesini aynı anlamı ifade eden “unzurna” kelimesi yerine koydular. Çünkü onlar “raina” kelimesini birbirlerine kötü söz olarak kullanıyorlardı.


 


Keza, “ğayre müsma” ifadesini “nahoş bir şey işitmeyesin” yerine koydular ve bununla kötü mana murat ettiler.


 


Zahirde dua ve saygılarını sunar görülmekle beraber, gerçekte bir beddua ve nifak olarak yaptılar, tahkirde bulundular.


 


Böyle yapmakla, dini değerleri alay konusu yaptılar.


 


وَلَوْ أَنَّهُمْ قَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانظُرْنَا لَكَانَ خَيْرًا لَّهُمْ وَأَقْوَمَ “Hâlbuki onlar, “İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak” deselerdi bu, kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu.”


 


وَلَكِن لَّعَنَهُمُ اللّهُ بِكُفْرِهِمْ “Fakat Allah, küfürleri yüzünden kendilerini lanetlemiştir.”


 


فَلاَ يُؤْمِنُونَ إِلاَّ قَلِيلاً “Artık onlar, pek az iman ederler.”


 


Onların pek de önemi olmayan çok az bir imanı vardır. Mesela, bazı ayetlere ve bazı peygamberlere iman etmeleri gibi.


 


Bundan murat, onlarda imanın olmayışı da olabilir.[1>


 


 


47- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ “Ey kendilerine kitap verilenler!”


 


آمِنُواْ بِمَا نَزَّلْنَا مُصَدِّقًا لِّمَا مَعَكُم مِّن قَبْلِ أَن نَّطْمِسَ وُجُوهًا فَنَرُدَّهَا عَلَى أَدْبَارِهَا أَوْ نَلْعَنَهُمْ كَمَا لَعَنَّا أَصْحَابَ السَّبْتِ “Birtakım yüzleri silip de arkalarına çevirmeden yahut ashab-ı sebti (cumartesi halkını) lânetlediğimiz gibi onları lânetlemeden, yanınızda bulunanı (Tevrat’ı) doğrulayıcı olarak indirdiğimize (Kur’an’a) iman edin.”


 


Yüzlerin arkaya çevrilmesi çeşitli şekillerde olabilir:


 


1- Yüz çizgilerinin silinip, o yüzlerin ense gibi olması.


 


2- Dünyada veya ahirette o yüzlerin tersine çevrilmesi.


 


3- Yahudilerden Beni Nadir kabilesi Medine’ye komşu olarak yaşıyorlardı. Bunlar, haddi aşınca geldikleri yere, yani Şam taraflarına gönderildiler. Böylece yüzleri hep geriye dönük oldu.


 


4- Ayette yüzlerden murat, onların reisleri de olabilir.


 


5-Yüzlerin silinmesi, o yüzdeki gözlerin ibretle bakmaması, kulakların ise hak söze kulak vermemeleri yüzünden hidayete bedel dalaleti seçmeleri de olabilir.


 


Ashab-ı Sebt’in Lanetlenmesi[2>


 


Allahın onları lanetlemesi, ashab-ı sebti maymuna çevirerek zelil ve perişan etmesi gibidir.


 


Veya Hz. Davud’un lisanıyla onlardan bir kısmının lanetlenmesi gibi, Hz. Peygamberin lisanıyla da onların lanetlemesidir.


 


وَكَانَ أَمْرُ اللّهِ مَفْعُولاً “Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir.”


 


Allah, neyi meydana getirmek ister, neye hükmeder veya ne ile tehdid ederse, bunlar mutlaka olur.


 


 


48- إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz.”


 


Çünkü, müşrik için sonsuz azap hükmü vardır. Ve şirk günahının eseri o kişiden silinmez. Bunun için, diğer günahlardan farklı olarak şirkin affa istidadı yoktur.


 


وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء “Bunun dışında kalanları ise, dilediği kimseler için bağışlar.”


 


Allah, şirkin dışındaki günahları ister küçük ister büyük olsun bir lütuf ve ihsan olarak bağışlar.


 


Mutezile, ayetteki “dilediği” kaydını cümlenin her iki kısmıyla alakalı olarak şöyle değerlendirdiler:


 


“Allah, şirki dileyen kimse için şirki bağışlamaz.” Bunlar, tevbe etmeyen kimselerdir.


 


“Dileyen kimse için ise bağışlar.” Bunlar da tevbe edenlerdir.


 


Şüphesiz, Mu’tezilenin bu yorumunda delil olmadan bir kayıt getirme vardır.


 


Ayet, onlara karşı bir delil olduğu gibi, her günahı şirk olarak gören ve günah sahibini de ebedi cehennemlik olarak değerlendiren Haricilere karşı da bir delildir.


 


وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدِ افْتَرَى إِثْمًا عَظِيمًا “Her kim Allah’a şirk koşarsa, gerçekten pek büyük bir günah ile iftira etmiş olur.”


 

Şirk koşan kimse, onun dışındaki bütün günahların küçük kalacağı bir günahı işlemiş olur. Bu ise, şirk ile diğer günahlar arasındaki ayırıcı manaya bir işarettir. İftira, söz ile olabildiği gibi, fiille de olabilmektedir.


[1> Bu durumda ayete şöyle meal verilir: “Artık onların pek azı iman ederler.”

[2> Ashab-ı Sebt, Cumartesi yasağını dinlemeyip maymuna çevrilen bir Yahudi taifesidir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
4. Nisa
Gönderi tarihi: 28-10-2011
6,345 kez okundu
Block title
Block content