26- يُرِيدُ اللّهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْ “Allah, bilmediklerinizi size bildirmek, sizden öncekilerin yollarını size göstermek ve tevbenizi kabul etmek istiyor.”
وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ “Allah, Alîm’dir – Hakîm’dir.”
27- وَاللّهُ يُرِيدُ أَن يَتُوبَ عَلَيْكُمْ “Allah sizin tevbenizi kabul etmek istiyor.”
وَيُرِيدُ الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ أَن تَمِيلُواْ مَيْلاً عَظِيمًا “Şehvetlerine uyanlar ise, sizin büyük bir meyl ile (bütünüyle) yoldan çıkmanızı istiyorlar.”
28- يُرِيدُ اللّهُ أَن يُخَفِّفَ عَنكُمْ “Allah, sizden hafifletmek istiyor.”
Allah, sizin yükünüzü hafifletmek istediği için size kolay, uygulanabilir bir din gönderdi. Kölelerle evlenmek örneğinde olduğu gibi, zor durumlarda ruhsatla çıkış yolları gösterdi.
وَخُلِقَ الإِنسَانُ ضَعِيفًا “Ve insan çok zayıf yaratılmıştır.”
İnsan, zayıf olduğu için nefsin şehvani isteklerinin karşısında duramaz, ibadetlerin meşakkatine dayanamaz.
İbnu Abbas şöyle der:
Nisa sûresinde bulunan sekiz ayet, bu ümmet için üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır. Bunlar da:
1-“Allah, bilmediklerinizi size bildirmek, sizden öncekilerin yollarını size göstermek ve tevbenizi kabul etmek istiyor.” (26. ayet)
2-“Allah sizin tevbenizi kabul etmek istiyor.” (27. ayet)
3-“Allah, sizden hafifletmek istiyor.” (28. ayet)
4-“Eğer size yasaklanan kebairden (büyük günahlardan) kaçınırsanız, küçük günahlarınızı örteriz ve sizi hoş bir yere koyarız.” (31. ayet)
5-“Şüphesiz Allah, zerre kadar zulüm etmez. Çok küçük bir iyilik de olsa onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından çok büyük bir mükâfat verir.” (40. ayet)
6-“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalanları ise, dilediği kimseler için bağışlar.” (48. ayet)
7-“Kim kötü bir amel işlerse, onunla cezalandırılır.” (123. ayet)
8-“Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size niye azab etsin ki?” (147. ayet)
29- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin.”
Dinin cevaz vermediği gasp, faiz ve kumar gibi haksız kazanç peşinde olmayın.
إِلاَّ أَن تَكُونَ تِجَارَةً عَن تَرَاضٍ مِّنكُمْ “Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka.”
Ancak, karşılıklı rızaya dayanan ticaret durumu böyle değildir. Batıl yollarla değil de, ticaret yoluyla kazanç peşinde koşmak, haysiyet sahibi kimselere daha münasiptir. Böyle kimseler, haksız yollarla başkalarının malını yemeye tenezzül etmezler.
Ayet, aynı zamanda malın Allahın razı olmadığı tarzda sarfından bir yasaklama olarak da anlaşılmıştır.
وَلاَ تَقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ “Nefislerinizi öldürmeyin.”
Hind fakirlerinin cahilce yaptıkları tarzda, nefsinizi susturmaya çalışmayın.
Veya, onu tehlikeye atmak sûretiyle bile bile ölüme maruz bırakmayın. Nitekim şu rivayet de bu manayı teyid eder: Amr İbn-i As, soğuk bir havada gusle ihtiyaç olduğunda, teyemmüm yapmayı tercih etmiş, Hz. Peygamber de buna itiraz etmeyip ikrar buyurmuştur.
Keza, şu manaya da dikkat çekilmiştir: “Dininizden olanları öldürmeyin!” Çünkü mü’minler bir tek nefis gibidir.
“Mal canın yongasıdır” denilir. Ayette de malı ve canı korumak birlikte zikredilmiştir. Zaten insan, mal ile hayatını düzgün devam ettirebilir, mal ile bir kısım faziletleri elde edebilir.
إِنَّ اللّهَ كَانَ بِكُمْ رَحِيمًا “Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir.”
Allahın size emrettiği ve yasakladığı şeyler, size olan son derece rahmet ve merhametinin eserleridir.
Ayrıca şu manaya da dikkat çekilmiştir:
Cenab-ı Hak, haddi aşan İsrailoğullarına “Nefislerinizi öldürün.” derken (Bakara, 54) ümmeti Muhammede “nefislerinizi öldürmeyin” demesi, onlara olan hususi rahmetindendir.
30- وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ عُدْوَانًا وَظُلْمًا فَسَوْفَ نُصْلِيهِ نَارًا “Kim haddi aşarak ve zulmederek bunu yaparsa, onu cehennem ateşine atacağız.”
وَكَانَ ذَلِكَ عَلَى اللّهِ يَسِيرًا “İşte bu, Allah’a pek kolaydır.”
31- إِن تَجْتَنِبُواْ كَبَآئِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُم مُّدْخَلاً كَرِيمًا “Eğer size yasaklanan kebairden (büyük günahlardan) kaçınırsanız, küçük günahlarınızı örteriz ve sizi hoş bir yere koyarız.”
Kebair, Allah ve Rasulünün yasakladığı büyük günahlardır. Kişi, bunlardan kaçındığında, küçük günahları silinir, bağışlanır.
Kebairin neler olduğu ihtilaflıdır. En uygunu, “Şari’in kendisine had cezası terettüp ettirdiği veya onu işleyeni azapla tehdid ettiği her günah” denilebilir. “Haramlığı kati olarak bilinen her günah kebiredir” de denilmiştir. Hz. Peygamberden bunların yedi olduğu rivayet edilir:
İbnu Abbas şöyle der: “Büyük günahlar yedi değil, yedi yüze kadar varır. Ama bunlardan en büyükleri yedidir.”
Konumuz olan ayetteki kebairden muradın, şirkin çeşitleri olduğu söylenmiştir. Cenab-ı Hak şöyle demiştir:
“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalanları ise, dilediği kimseler için bağışlar.” (Nisa, 48)
Bir başka zaviyeden ise, “günahların büyük ve küçük olması, kendi alt ve üstlerinde olana nisbetledir” denilmiştir. Bu durumda, büyük günahların en büyüğü şirk, küçük günahların en küçüğü ise, kişinin kendi içinde günahı hayal etmesidir. Bu ikisi arasında çok durumlar vardır, bunların bazıları büyük günah, bazıları da küçük günah olur. Mesela birisinin karşısına bir günah çıkar, nefsi şiddetle o günahı ister. O ise nefsin isteğine muhalefet eder, büyük bir günahı terk ettiği için, nefsinin onu istemesi şeklindeki küçük günahı örtülür. Bu, şahıslar ve karşılaşılan haller itibarıyla farklı farklı olabilir. Görmez misin, Allahu Teâlâ Peygamberini bazı hallerde itab etmişken, başkaları için bu hallerden dolayı değil muaheze etmek, hata olarak bile saymamıştır.
32- وَلاَ تَتَمَنَّوْاْ مَا فَضَّلَ اللّهُ بِهِ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ “Allah’ın bazınıza diğerinden fazla verdiği şeyleri (haset ederek) temenni etmeyin.”
Bunlar, makam ve mal gibi dünyevi şeylerdir, bazen bunların olmaması daha hayırlı olabilmektedir. Böyle bir temenniden men edilme sebebi, bunun hased ve düşmanlığa vesile olabilmesindendir. Ayrıca, böyle bir temennide Allahın taksimine razı olmamak gibi bir durum vardır.
İnsanın, gücünün yetmediği şeyi temenni etmesi kaderin hikmetine muhalefettir.
Çalışarak elde edebileceği şeyi çalışmadan temenni etmesi ise, tembelliktir.
لِّلرِّجَالِ نَصِيبٌ مِّمَّا اكْتَسَبُواْ “Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır.”
وَلِلنِّسَاء نَصِيبٌ مِّمَّا اكْتَسَبْنَ “Kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır.”
Öyleyse Allahtan üstünlük isterken hasetle ve temenni ile değil, çalışarak isteyin. Nitekim Hz. Peygamber şöyle demiştir: “İman, temenni ile olmaz.”
وَاسْأَلُواْ اللّهَ مِن فَضْلِهِ “Allah’ın, lütfundan isteyin.”
İnsanlarda olanı istemek yerine, onların mislini Allahın bitmez – tükenmez hazinesinden isteyin.
Ayetin bu kısmı yasaklanan temenninin hasetle istemek olduğuna delâlet eder.
إِنَّ اللّهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا “Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.”
Her şeyi bilen Allah, elbette her insanın da neye layık olduğunu bilir, ona göre verir.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, Ümmü Seleme “ya Rasulallah, erkekler savaşa gidiyor biz gidemiyoruz. Ayrıca bize mirastan yarı pay var. Keşke biz de erkek olsaydık” deyince, bu ayet nazil olmuştur.
33- وَلِكُلٍّ جَعَلْنَا مَوَالِيَ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالأَقْرَبُونَ “(Erkek ve kadından) her biri için ana-babanın ve akrabanın geride bıraktıklarına varisler kıldık.”
وَالَّذِينَ عَقَدَتْ أَيْمَانُكُمْ فَآتُوهُمْ نَصِيبَهُمْ “Yeminlerinizin bağladığı (ahitleştiğiniz) kimselere de kendi hisselerini verin.”
“Ölünce birbirimize varisiz” şeklinde anlaşma yapanlara, mirastan altıda bir hisse veriliyordu. “Bir de akraba olanlar, Allah’ın kitabına göre, birbirlerine daha yakındırlar.” (Enfal, 75) ayetiyle, bu uygulamaya son verildi. Ebu Hanifeye göre, bir adam bir başka adam vasıtasıyla Müslüman olsa ve bunlar “diyette ve mirasta beraberiz” diye akit yapsalar sahihtir, birbirlerine mirasçı olurlar.
إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدًا “Şüphesiz Allah her şeye şahittir.”
Ayet, mirasta gereken payı hak sahiplerine vermeyen kimseler için bir tehdittir.
34- الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء “Erkekler, kadınlar üzerine idareci ve hakimdirler.”
İdareciler nasıl raiyyetin işlerini görürlerse, erkekler de kadınların hizmetlerini görmekle yükümlüdürler.
Cenab-ı Hak, bu hükmün illetini iki cihetle açıkladı. Bunlardan biri vehbi, diğeri ise kesbî:
بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ “Çünkü Allah kimini kiminden üstün kılmıştır.”
Vehbi olanı, erkeğin aklının daha kâmil olması, daha tedbirli hareket etmesi, iş ve taatte daha kuvvetli olması gibi durumlardır. Bundan dolayı nübüvvet, imamet, idarecilik, şeairi ikame, bütün meselelerde şahitlik yapabilme, kendilerine cihadın ve Cumanın farz olması gibi durumlar, mirasta ziyade pay erkeklere has kılındı.
وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ “Bir de erkekler mallarından (aile fertlerine) harcamaktadırlar.”
Kesbî olanı ise, evin harcamalarının erkeğe ait olmasıdır.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, Ensarın önde gelenlerinden Sa’d Bin Rebi’, hanımı Habibe Binti Zeyd huysuzluk yapınca bir tokat vurdu. Hanımının babası, kızını da alarak Rasulullaha geldi, durumu şikayet etti. Rasulullah, “Kısas yapılacak” dedi. Ama ardından bu ayet nazil olunca “biz bir şeye niyetlendik, ama Allah başka şey diledi. Allahın dilediği hayırlıdır” buyurdu.
فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ “Saliha olan kadınlar ise; itaatkardırlar ve Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri kocalarının gıyabında da koruyanlardır.”
Saliha kadınlar, Allaha itaat ederler, kocalarının haklarını yerine getirirler. Kocalarının gıyabında korunması gereken nefis ve malı korurlar.
Peygamber efendimiz, “Kadınların en hayırlısı, kendisine baktığında sana sürur veren, emrettiğinde itaat eden, senin gıyabında malını ve nefsini koruyandır” der ve üstteki ayeti okur.
Saliha kadınların koruması gereken şeyin, kocalarının sırları olduğu da söylenmiştir.
وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ “Fenalık ve geçimsizliklerinden korktuğunuz kadınlara gelince:”
فَعِظُوهُنَّ “Onlara öğüt verin.”
وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ “Onları yatakta yalnız bırakın.”
وَاضْرِبُوهُنَّ “(Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün.”
Bu üç durum, sırasıyla yapılması gerekenlerdir. Bu tertibe uyulması gerekir.
فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً “Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın.”
İtaatkâr hâle geldiklerinde onları kınamak, azarlamak gibi şeyler yapmayın, önceki yaptıklarını olmamış gibi sayın. Çünkü, “günahından tevbe eden kimse, günahı olmayan kimse gibidir.”[1>
إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا “Şüphesiz Allah Aliyy – Kebir’dir.”
Öyleyse, taşkın hareketlerden, Allaha karşı gelmekten sakının. Çünkü O, yüce ve büyüktür. Sizin eliniz altında olanlara sizin gücünüzün yetmesinden çok daha ziyade size dilediğini yapmaya kadirdir.
Keza, o Allah yüce şanı ile sizin günahlarınızı bağışlıyor, tevbelerinizi kabul ediyor, siz de eşlerinizi affedin.
Cenab-ı Hakkın yüce ve büyük olması, O’nun kimseye zulmetmemesi, kimsenin hakkını eksiltmemesi manasını da ifade eder.
35- وَإِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُواْ حَكَمًا مِّنْ أَهْلِهِ وَحَكَمًا مِّنْ أَهْلِهَا “Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin.”
Gönderilecek hakemlerin akraba dışından olması caiz olmakla beraber, akrabadan olması daha uygundur. Çünkü, onlar iki tarafın durumlarını daha iyi bilirler ve aralarının düzelmesi için daha istekli olurlar. Gönderilen bu hakemler hem durum tesbiti yapmak, hem de arayı bulmak içindir.
Seçilen hakemler, karı – kocanın yetki vermeleri müstesna – sadece durumu tesbit etme ve aralarında sulh yapma yetkisine sahiptirler, boşamaya hükmedemezler. Bu ayetle, tahkimin (ihtilaflı konularda hakem seçmenin) cevazına delil getirilmiştir.
إِن يُرِيدَا إِصْلاَحًا يُوَفِّقِ اللّهُ بَيْنَهُمَا “İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da onları uzlaştırır.”
Burada kastedilenler acaba kimler?
1-Birinci zamir iki hakeme, ikincisi karı-kocaya bakar. Yani, her iki hakem ıslaha çalışırlarsa, Allah onların bu çalışması ile, karı-koca arasında muvafakat meydana getirir.
2-Her iki zamir hakemlere ait olabilir. Yani, onlar ıslahı esas aldıklarında, Allah onların konuşmalarını ittifak ettirir, böylece maksad hâsıl olur.
3-Her iki zamir de karı-kocaya ait olabilir. Yani, onlar ıslahı ve ayrılığın son bulmasını murat ettiklerinde, Allah da aralarında ülfet ve ittifak meydana getirir.
إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيمًا خَبِيرًا “Şüphesiz Allah, Alîm’dir – Habîr’dir.”
Ayette şu manaya bir tenbih vardır:
“Kim iyi niyetle bir işe koyulursa, Allah onu maksadına ulaştırır.”
36- وَاعْبُدُواْ اللّهَ “Allah’a ibadet edin.”
وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا “Ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın.”
Put ve gayrısı, veya açık ve gizli her türlü şirk yasaktır.
وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالجَنبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ “Sonra ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolda kalana, sahip olduğunuz kölelere iyilik edin.”
“Yakın komşu”dan murat, komşulukla beraber nesep veya din bağı olan kimse de olabilir denilmiştir. “Uzak komşu”, mekân itibariyle anlaşılabileceği gibi, “akraba olmayan komşu” da olabilir.
Peygamber efendimiz şöyle der:
Komşular üç sınıftır:
1-Üç hakkı olan komşu. Bu üç hak, komşuluk, yakınlık ve Müslümanlıktır.
2-İki hakkı olan komşu. Bunlar da, komşuluk ve Müslümanlıktır.
3-Tek hakkı olan komşu. Bu da, sadece komşuluk hakkıdır. Kitap ehlinden olanların durumu gibi.
Ayetteki “sahib-i cenb”, ilim, sanat ve yolculuk gibi bir vesile ile kişinin samimi olduğu yakın arkadaş anlamındadır.
Bazıları “bundan murat kişinin hayat arkadaşı olan eşidir” demişlerdir.
إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ مُخْتَالاً فَخُورًا “Şüphesiz Allah, kibirlenen - övünen kimseleri sevmez.”
37- الَّذِينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ “Onlar, cimrilik ederler, insanlara cimriliği emrederler ve Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği nimeti gizlerler.”
وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا “Ve biz kâfirlere zillet verici bir azap hazırladık.”
Kendilerine verilen ilim ve zenginlik gibi şeylerde cimrilik yapanlar her türlü ayıplamaya layıktırlar.
Ayette “onlara şöyle bir azap hazırladık” demek yerine “Ve biz kâfirlere zillet verici bir azap hazırladık” denilmesi böyle yapan kimselerin Allahın nimetlerine nankörlük içinde olduklarını bildirmek içindir. Böyle biri, cimrilikle ve gizlemekle nimeti tahkir ettiği için, kendisini küçük düşürecek bir azabı hak etmiş olmaktadır.
Sebeb-i Nüzûl
Ayet, Ensara nasihat yollu “mallarınızı başkalarına infak etmeyin. Yoksa, size fakirlik gelmesinden korkarız” diyen bir Yahudi topluluğu hakkında inmiştir.
38- وَالَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ رِئَاء النَّاسِ “Ve mallarını, insanlara gösteriş yapmak için harcarlar.”
وَلاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ “Allah’a ve ahiret gününe iman etmezler.”
Bu ayet, cimrilik yapanları kınayan bundan önceki ayete atıftır. Cimrilik tefrit, gösteriş için bolca harcamak ise ifrattır. Dolayısıyla her ikisi de çirkinlikte ve zemmi celpte eşittirler.
Veya bu cümle mübteda olarak kabul edilebilir. Yani: “Ve mallarını, insanlara gösteriş yapmak için harcayan, Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyenler.”
Bu durumda onun haberi hazfedilmiş, doğrudan zikredilmemiştir. Ayetin devamı, onun haberine delalet eder.
Yani, ayetin devamında “Şeytan kimin arkadaşı olursa, o ne kötü arkadaştır!” denildiğine göre, “Ve mallarını, insanlara gösteriş yapmak için harcayan, Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyenler” ifadesinin haberi “işte böyle yapanlar şeytana arkadaş olurlar, o ise ne kötü bir arkadaştır” olur.
وَمَن يَكُنِ الشَّيْطَانُ لَهُ قَرِينًا فَسَاء قِرِينًا “Şeytan kimin arkadaşı olursa, o ne kötü arkadaştır!”
Ayet, mallarını gösteriş için sarfedenlere şeytanın arkadaşlık yaptığını, şeytanın da onlara bu çirkin işi süsleyip israfa sevk ettiğini hatırlatmaktadır. Nitekim şu ayet de bu manayı te’yid eder:
“Çünkü saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir.” (İsra, 27)
Şeytandan murat, içteki ve dıştaki şeytan ve aveneleridir. Ayetten muradın, böyle yapan müsriflerin cehennem ateşinde onlarla beraber olmalarını açıklaması da muhtemeldir.
39- وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ آمَنُواْ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَأَنفَقُواْ مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّهُ “Bunlar, Allah’a ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allah’ın onlara verdiği rızıktan (Allah yolunda) infak etselerdi, kendilerine ne zarar gelirdi?”
Ayet, faydayı bilmemeleri ve bir şeyi gerçekte olduğundan farklı itikad etmeleri sebebiyle onları bir kınamadır. Ayetin soru şeklinde gelmesi, cevabı araştırmaları için onları düşünmeye teşvik eder. Olur ki, böyle bir fikir yürütmeden sonra büyük menfaatler, güzel neticeler elde edebilirler. Keza, kendisinde zarar olmayan bir şeye yapılan davet en azından ihtiyatla karşılanmalı ve gereği yapılmalıdır. Kaldı ki, onu yapmakta çok menfaatler varsa ondan geri kalmak akıl kârı değildir.
وَكَانَ اللّهُ بِهِم عَلِيمًا “Allah, onları çok iyi bilendir.”
40- إِنَّ اللّهَ لاَ يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ “Şüphesiz Allah, zerre kadar zulüm etmez.”
Kimsenin zerre kadar ne mükâfatını azaltır, ne de cezasını artırır.
Küçük karıncalara, keza havadaki tozlara “zerre” denilir. Zerre ağırlığında bile zulmedilmeyeceğinin zikri, zulmün en küçüğünün de cezasının büyük olduğuna bir imadır.
وَإِن تَكُ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا وَيُؤْتِ مِن لَّدُنْهُ أَجْرًا عَظِيمًا “Çok küçük bir iyilik de olsa onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından çok büyük bir mükâfat verir.”
Aslında, Allahın iyiliklere kat kat karşılık vermesi bir lütuf iken, ayette “ecir” yani mükâfat ile ifade edilmesi, ecre tâbi olmasından, onun üzerine artı olarak verilmesindendir.
41- فَكَيْفَ إِذَا جِئْنَا مِن كُلِّ أمَّةٍ بِشَهِيدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلَى هَؤُلاء شَهِيدًا “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de bunların üzerine bir şahit yaptığımız zaman, onların hali nice olur!”
Her ümmetin peygamberi, onların yanlış inançlarına ve çirkin amellerine şehadet eder. O zaman, Yahudi, Hristiyan ve başka ümmetlerden kâfir olanların hâli nice olur?
Peygamber efendimizin şahitliği üç cihetle olabilir:
1-Ümmetlerinin hâline şahitlik yapan peygamberlere şahit olur. Çünkü onların inançlarını bilmektedir. O’nun şeriatı, onların bütün inançlarını içine almaktadır.
2-Ey peygamber! Ümmetinden olan kâfirlere şahit olarak geldiğinde, onların hâli nice olur?
3-Peygamberimiz, mü’minlere de şahit olacaktır. Nitekim bir başka ayette şöyle denilmiştir:
“Ta ki sizler insanlara birer şahit olasınız ve Peygamber de size bir şahit olsun.” (Bakara, 143)
42- يَوْمَئِذٍ يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَعَصَوُاْ الرَّسُولَ لَوْ تُسَوَّى بِهِمُ الأَرْضُ “Allah’ı inkâr edip peygambere isyan edenler, o gün yerle bir olmayı isterler.”
Yani,
-Her peygamber kendi ümmetine şahit olarak getirildiğinde, küfür ve isyan içinde olanlar, ölüler gibi defnedilip üzerlerinin dümdüz olmasını isteyecekler.
-Veya “keşke diriltilmeseydik” diyecekler.
-Veya “keşke hiç yaratılmasaydık, toprak gibi kalsaydık” diyecekler.
وَلاَ يَكْتُمُونَ اللّهَ حَدِيثًا “Ve Allah’tan hiçbir sözü gizleyemezler.”
Yani, yaptıklarını gizlemek isteseler bile gizleyemeyecekler. Çünkü kendi azaları onların aleyhinde şahadet edecek.
Veya Allahtan bir şeyi gizleyemedikleri, yalan söyleyemedikleri halde yerle bir olmayı isteyecekler.(En’am 23) de anlatıldığı üzere “Vallahi ey Rabbimiz, biz müşriklerden değildik.” diyecekler. Bunu dediklerinde Allah onların ağızlarını mühürleyecek, onların azaları neler yaptıklarını söyleyecek. Bunlar çok sıkılacaklar “ah yer yarılsa da yerin içine girsek” temennisinde bulunacaklar.
[1> Bu, meşhur bir hadis mealidir.