330. DERS (Şura Suresi, 1 - 12) Gerçek Dost

 

1- حم “Hâ Mîm.”

 

2- عسق “Ayn, Sîn, Kâf.”

Ha-mim Ayn-Sin-Kaf sûre için isim olabilir. Bunun için araları ayrılmış ve iki ayrı ayet sayılmışlardır. Eğer bu ikisi bir tek isim ise, bu şekilde ayrılmaları diğer Ha-Mîm’lere uygun olması içindir.

 

3- كَذَلِكَ يُوحِي إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكَ اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “Azîz -Hakîm olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyediyor.”

Bu sûrede anlatılan manaların benzerini, Allah hem Sana, hem de Senden öncekilere vahyediyor.

Ayette “vahyediyor” ifadesinin geniş zaman ile yer alması, vahyin devamına ve böyle vahyetmenin Allahın bir âdeti (prensibi) olduğuna delâlet etmek içindir.

Azîz – Hakîm, Allahın iki sıfatı olup, önceki sûrede geçtiği gibi, vahyedilenin şanının yüceliğini ortaya koyar.

 

4- لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ “Göklerde ne var ve yerde ne varsa hepsi O’nundur.”

وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ “Ve O, Aliyy – Azîm’dir (yücedir, büyüktür.)

Ayetin bu kısmı, önceki ayette nazara verilen Allahın izzet ve hikmetini açıklamaktadır.

 

5- تَكَادُ السَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِن فَوْقِهِنَّ “Neredeyse gökler üstlerinden yarılacak.”

Gökler, Allahın azametinden neredeyse yarılacak.

Veya –haşa- O’na veled nisbet edilmesinden yarılacak.

Bu yarılma, onların üst cihetinden başlayarak meydana gelecek. “Üstlerinden” şeklinde tahsis edilmesi, Allahın ayetlerinin en büyüğünün ve

O’nun şanının yüceliğine en ziyade delalet eden şeyin, üstlerindeki sema olmasındandır.

Üstlerindeki semanın yarılmasını haber vermek, altlarındaki arzın yarılmasına evleviyetle delâlet eder.

وَالْمَلَائِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَن فِي الْأَرْضِ “Melekler ise,Rablerini hamd ile tesbih ederler ve arzdakiler için istiğfar ederler.”

Meleklerin arzda olanlar için istiğfar etmeleri, insanların mağfiretine vesile olacak,

-Şefaatte bulunmaları,

-İlham vermeleri,

-Tâate yaklaştıran sebepler için çalışmaları şeklinde olur. Bu ise kısmen mü’min ve kâfiri içine alır. Hatta “istiğfar” kelimesi “muhtemel zararı def etmek için çalışmak” şeklinde tefsir edilse, canlıları, hatta cansızları da içine alır.

Bu istiğfar sırf mü’minlere yönelik ise, o zaman bundan murat şefaattir.

أَلَا إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ “İyi bilin ki Allah, Ğafur’dur – Rahîm’dir.”

Çünkü her mahlûk, mutlaka ve mutlaka O’nun rahmetinden nasibini almıştır.

Ayet, Allahın azametini takrirde bulunur. Ayrıca, kendisine veled nisbet edilmesi gibi durumlardan yüce olduğuna delâlet eder. Bu çirkin sözü söyleyenlere hemen ceza vermemesi,

-Meleklerin istiğfarda bulunmaları,

-Ve kendisinin engin merhameti ve rahmetindendir.

 

6- وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَولِيَاء اللَّهُ حَفِيظٌ عَلَيْهِمْ “O’ndan başka dostlar edinenlere gelince, Allah onları daima gözetlemektedir.”Allah, kendisine şerikler ve emsal edinenlerin hâllerine ve amellerine muttalidir, onları murakabe eder ve buna göre de cezalarını verir.

وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ “Sen onlara vekil değilsin.”

Onların cezasını vermek Sana ait değildir.

 

7- وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِّتُنذِرَ أُمَّ الْقُرَى وَمَنْ حَوْلَهَا “Böylece sana Arabça bir Kur’an vahyettik ki, Ümmü’l- Kurâ ve çevresinde bulunanları uyarasın.”

Ümmü’l-Kurâ, Mekkedir.

وَتُنذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ فِيهِ “Ve hakkında asla şüphe olmayan cem günüyle onları uyarasın.”

Cem günü”, kıyamet günüdür. Çünkü o günde bütün mahlukat bir araya getirilir.

Veya bundan murat, kıyamet gününde ruhlar ve cesetlerin bir araya getirilmesidir.

Veya bir başka açıdan bakıldığında, ameller ve bu amelleri işleyenlerin bir araya getirilmesidir.

فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَرِيقٌ فِي السَّعِيرِ “Bir grup cennette, bir grup ise cehennem ateşindedir.”

Mahşerde insanların hepsi önce bir araya getirilir, ardından da iki fırka hâlinde kendilerine uygun yerlere gönderilir.

 

8- وَلَوْ شَاء اللَّهُ لَجَعَلَهُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً “Şayet Allah dileseydi, onları bir tek ümmet yapardı.”

Hepsini hidayet üzere veya hepsini dalâlet üzere yapardı.

وَلَكِن يُدْخِلُ مَن يَشَاء فِي رَحْمَتِهِ “Lakin O, dilediğini rahmetine alır.”

Onu hidayet üzere kılar, tâate sevkeder.

وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُم مِّن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ “Zalimlerin ise, onlara ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.”Zâlim olanları ise, ne bir dost ne de bir yardımcı olmadan azabına terk eder.

O dilediğini rahmetine alır” denildikten sonra, buna mukabil olanları farklı bir üslûbta anlatması, onları ziyadesiyle tehdît etmek içindir. Çünkü kelâm, uyarma sadedinde gelmiştir.

 

9- أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء “Yoksa onlar Allah’tan başka dostlar mı edindiler?”

Buradaki sual, onların Allah dışında dostlar edinip edinmediklerini öğrenmek için olmayıp, böyle yaptıklarını takrir içindir. Yani, Allahı bırakıp putları dost edinmişlerdir.

فَاللَّهُ هُوَ الْوَلِيُّ “Hâlbuki gerçek dost Allah’tır.”

Eğer hakkıyla dost olmaya layık olanı arıyorlarsa, işte Allah gerçek dosttur.

وَهُوَ يُحْيِي المَوْتَى “O, ölüleri diriltir.”

وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Ve O, her şeye kadirdir.”

Ayetin bu kısmı, dost olmaya layık olanın ancak O olduğunu takrir gibidir.[1>

 

10- وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِن شَيْءٍ فَحُكْمُهُ إِلَى اللَّهِ “Hakkında ayrılığa düştüğünüz ne varsa, hepsinin hükmü Allah’a aittir.”Siz ve kâfirler, dünya ve din meselelerinde ihtilafa düştüğünüzde, bunun hükmü Allaha havale edilir. O, haklı olanı haksız olandan ayırır.

Veya bundan murat, mükâfatlandırmak ve cezalandırmak suretiyle onlar arasında hükmünü vermesidir.

Denildi ki: Mana şöyle de olabilir: “Müteşabih bir meselenin te’vilinde ihtilafa düştüğünüzde, Allahın kitabından muhkem olana müracaat ediniz.”

ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبِّي “İşte bu, Rabbim Allah’tır.”

عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ “Yalnız O’na tevekkül ettim.”

Ben bütün işlerde O’nu vekil kıldım.

وَإِلَيْهِ أُنِيبُ “Ve ancak O’na yöneliyorum.”

Müşkil meselelerde de O’na rücu ederim.

 

11- فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “O, gökleri ve yeri yaratandır.”

جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا “Size kendinizden eşler, hayvanlardan da eşler yaratmıştır.”

Burada, hayvanların çeşit çeşit kılınması da anlaşılabilir.

يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ “Bu sûretle sizi üretiyor.”

Sizi ve hayvanları böyle eşeyli kılarak çoğaltır, üretir.

لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.”

Allaha eş veya münasip olacak hiçbir şey yoktur.

Burada misil’den murat, o şeyin zâtıdır. “Senin gibi biri böyle yapmaz” dediğimizde, doğrudan o kişinin zâtının anlaşılması gibi.

Şöyle de mana verilmiştir: Onun sıfatı gibi bir sıfat yoktur.

وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ “Ve O, Semi’ – Basir’dir.”

O, bütün işitilen ve görülen şeyleri işitir, görür.

 

12- لَهُ مَقَالِيدُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur.”

يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاء وَيَقْدِرُ “Dilediğine rızkı bol verir ve daraltır.”

O, meşietine muvafık bir şekilde rızkı genişletir ve daraltır.

إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ “Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir.”

Her şeyi bilen olduğu için, her şeyi olması gereken şekilde yapar


[1> Yani, ölenler değil, ölüleri dirilten; acizler değil, her şeye gücü yeten gerçek dosttur.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
42. Şura
Gönderi tarihi: 16-04-2014
1,335 kez okundu
Block title
Block content