316. DERS (Zümer Suresi, 21 - 31) Ürperen Kalpler

21- أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ أَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَسَلَكَهُ يَنَابِيعَ فِي الْأَرْضِ “Görmedin mi, Allah gökten su indirdi de onu yeryüzündeki kaynaklara ulaştırdı.”

Bundan murat gözeler ve yeraltındaki suyun mecralarıdır. Veya yerden kaynayan pınarlardır.

ثُمَّ يُخْرِجُ بِهِ زَرْعًا مُّخْتَلِفًا أَلْوَانُهُ “Sonra onunla rengarenk mahsuller çıkarır.”

Muhtelif renklerden murat buğday, arpa gibi çeşitli sınıflar olabileceği gibi, yeşil, kırmızı gibi bunların keyfiyetlerinin farklı olması da olabilir.

ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا “Sonra mahsuller kuruyor da onları sapsarı kesilmiş görürsün.”

Sonra bu ekin kurur. Bu hâle gelince, tarladan kaldırılma zamanı gelmiş demektir.

ثُمَّ يَجْعَلُهُ حُطَامًا “Sonra da onu bir çöpe çevirir.”

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِأُوْلِي الْأَلْبَابِ “Şüphesiz ki bunda akıl sahipleri için bir öğüt vardır.

Elbette bütün bu olanlar, bunların tedbirini gören bir Sani-i Hakimi hatırlatır.

Veya ayette çizilen tablo, dünya hayatına bir temsildir, “ona aldanma!” şeklinde bir mesaj sunmaktadır.“Akıl sahipleri için bir öğüt”

Çünkü, akıl sahiplerinden başkası bunları düşünmez.

 

22- أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ “Allah’ın, göğsünü İslâm’a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, (kalbi imana kapalı kimse gibi midir?)

Allah sadra genişlik verince, İslâm o sadra kolaylıkla girer, yerleşir. Zorlanmadan kabulü sebebiyle, nefsini kuvvetli istidad sahibi kılar. Allahı o sadr ile ifade eder, tanır.

Şu cihetle ki:Sadr, kalbin mahallidir. Kalp ise ruhun menbaıdır. Ruh ise, İslamı kabul eden nefis ile alakalıdır.Ayette geçen nurdan murat, marifet ve hakka hidayettir. Hz. Peygamber bunu şöyle açıklar:“Nur kalbe girdiğinde, o kalpte inşirah ve genişlik meydana gelir.

Denildi ki: Ya Rasûlallah, bunun alâmeti nedir?

Şöyle buyurdu: Bekâ yurduna ciddi yönelmek, şu aldanma yeri olan dünyadan uzaklaşmak, daha gelmeden ölüme hazırlanmak.”

فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ “Allah’ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay hâline!”

Ayette sadrın (göğsün) İslâm’a açılması Allaha nisbet edilmiş, buna mukabil kalp katılığı onlara verilmiştir. Bu da birincilerin kabulünü, diğerlerinin ise kabulden kaçınmasını daha etkili bir şekilde ifade etmek içindir.

أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ “İşte onlar apaçık bir dalalet içindedir.”

Onların dalâlette oldukları, en edna bir bakışta bile ortaya çıkar.

Ayet Hz. Ali ve Hz. Hamzayla, Ebu Leheb ve oğlu hakkında inmiştir.

 

23- اللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ كِتَابًا مُّتَشَابِهًا مَّثَانِيَ “Allah, sözün en güzelini müteşabih, mesani (ahenkli) bir kitap olarak indirdi.”

“En güzel söz”den murat, Kur’andır.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre Hz. Peygamberin ashabı bir usanç hâli gösterdiklerinde “Bize bir şeyler anlat” demişlerdi. Bu münasebetle ayet nazil oldu.Cümlenin “Allah” ile başlaması, “indirdi” fiilinin O’na isnad edilmesi, indirilen kitabın azametini gösterir ve o kitabın güzelliğine de şehadet eder.İndirilen kitabın müteşabih olması, o kitabı meydana getiren kısımların,

-İ’caz,

-Nazmın birbirine cevap vermesi,

-Mananın sahih olması,

-Ve genel menfaatlere delâlette birbirine benzemesi yönündendir.

Ayet metnindeki “mesani” kelimesinin açıklaması Hicr sûresinde geçmişti.[1>

Burada “kitap” kelimesinin vasfı olması,

“Kur’an, sûre ve ayetlerdir”, “İnsan; kemik, damar ve sinirlerdir” cümlelerinde olduğu gibi, tafsilatı itibarıyladır.Veya “müteşabih” kelimesi için bir temyizdir.

تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ “Rablerinden korkanların derileri  ondan dolayı ürperir.”

Onda olan tehdît ayetlerinin korkusundan ürperti duyarlar, tüyleri diken diken olur. Bu ifade, korkunun şiddetini ifade etmekte bir meseldir.

ثُمَّ تَلِينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ “Sonra derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine karşı yumuşar.”Sonra onların derileri ve kalpleri rahmetin genişliği ve mağfiretin umumî oluşuyla Allahın zikriyle sükûnet bulur, itminana erer.“Allahın zikri” ifadesinin mutlak gelmesi, Allahın tasarrufunda asıl olanın rahmet olduğunu ve rahmetinin gadabına galip geldiğini hissettirmek içindir.[2> Ayette önce ilâhî haşyetten derilerinin ürperdiği nazara verildi. Sonrasında ise sadece derilerinin sükûnetinden söz edilmeyip kalplerinin de sükûnetinden söz edildi. Öncesinde her ne kadar kalp geçmemişse de, haşyet kelimesi kalbi çağrıştırmaktadır. Çünkü haşyet duymak, kalbe arız olan hâllerden biridir.

ذَلِكَ هُدَى اللَّهِ يَهْدِي بِهِ مَنْ يَشَاء “İşte bu, Allah’ın hidayet rehberidir, onunla dilediğini doğru yola iletir.”

“İşte bu”, yani, Kitap veya kalpte meydana gelen haşyet ve ümit, Allahtan bir hidayettir. Allah onunla, hidayetini dilediği kimseye hidayet eder.

وَمَن يُضْلِلْ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ “Ve Allah, kimi de saptırırsa artık onun için hiçbir yol gösterici yoktur.”Allah kimi de yardımsız bırakarak yoldan çıkarırsa O kimseyi dalâletten çıkaracak bir rehber yoktur.

 

24- أَفَمَن يَتَّقِي بِوَجْهِهِ سُوءَ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “Kıyamet günü kötü azaba karşı yüzüyle korunan kimse, (o gün azaptan emin olan kimse gibi midir?)

Kıyamet günü kötü azaba karşı elleri bağlı olduğu cihetle kendini koruyamayan, ancak yüzünü kalkan yapan kimseyle, böyle bir azaptan emniyette olan kimse hiç bir olur mu?

وَقِيلَ لِلظَّالِمِينَ ذُوقُوا مَا كُنتُمْ تَكْسِبُونَ “O zalimlere, “tadın bakalım kazandıklarınızı” denir.”

“Onlara” yerine “o zâlimlere” denilmesi, onların zulmünü tesciller ve maruz kaldıkları durumun sebebini hissettirir.

 

25- كَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ “Onlardan öncekiler de yalanladı.”

فَأَتَاهُمْ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ “Derken azap kendilerine farkına varmadıkları bir yerden geldi.”

 

26- فَأَذَاقَهُمُ اللَّهُ الْخِزْيَ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “Böylece Allah dünya hayatında onlara zilleti tattırdı.”

Allah onlara şu dünya hayatında,

-Hayvan şekline sokmak. (Mesh)

-Yerin dibine geçirmek. (Hasf)

-Öldürülmek.

-Esaret hayatı yaşatmak.

-Sürgüne gönderilmek gibi zilletler tattırır.

وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَكْبَرُ “Ahiret azabı elbette daha büyüktür.”

Onlar için hazırlanan ahiret azabı ise, şiddeti ve devamından dolayı çok daha büyüktür.

لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ “Keşke bilselerdi!”

Şayet onlar ilim ve tefekkür ehli olsalardı bunu bilirler ve bundan ibret alırlardı.

 

27- وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِن كُلِّ مَثَلٍ “Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali verdik.”“Her türlü misal”den murat, Kur’ana bakan kişinin dinle ilgili meselelerde ihtiyaç duyduğu her türlü meseldir.

لَّعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ “Ola ki öğüt alırlar.”Olur ki bununla öğüt alırlar.

 

28- قُرآنًا عَرَبِيًّا غَيْرَ ذِي عِوَجٍ “Onu, hiçbir eğriliği bulunmayan Arabça bir Kur’an olarak indirdik.”Onda hiçbir cihetle doğruluğa halel verecek bir şey yoktur.

لَّعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ “Ola ki sakınırlar.”Kur’anda, ihtiyaç duyulan her meselin zikredilmesinin ikinci bir illetidir.[3> Bu ikinci illet, birinciye terettüp eden bir neticedir.[4>

 

29- ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا رَّجُلًا فِيهِ شُرَكَاء مُتَشَاكِسُونَ وَرَجُلًا سَلَمًا لِّرَجُلٍ “Allah,birbiriyle çekişen sahipleri bulunan biri ile, yalnızca birine ait olan bir başkasını misal getirdi.”

Allah, müşrik ve muvahhid için şöyle misal getirdi:Şirk yolunda giden kimsenin mesleği, mabutlarının her birinin ondan ibadet etmesini ve o kimse hakkında kendi aralarında çekişme hâlinde olmalarını gerektirir. O ise, bunların hangisinin isteğini yerine getireceği hususunda şaşırıp kalmış, ne yapacağını bilmez bir hâle gelmiştir. İşte müşrik böyle bir hâldedir.Tevhid ehli olan kimse ise, sadece bir Allahı bilir, başkasının ona “bana kul ol” demesi söz konusu olamaz.[5>

هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلًا “Bu ikisinin durumu hiç aynı olur mu?”

الْحَمْدُ لِلَّهِ “Hamd, Allah’a mahsustur.”

Her türlü hamd O’na mahsustur. Gerçekte O’ndan başkası hamdde O’na şerik olamaz. Çünkü,

-Nimetlerin gerçek sahibi O’dur.

-Herşeyin mutlak mâliki Odur.

بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ “Hayır, onların çoğu bilmiyorlar.”

Aşırı cehaletlerinden, başkasını O’na şerik kılıyorlar.

 

30- إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُم مَّيِّتُونَ “Şüphesiz sen ölüsün ve şüphesiz onlar da ölüler.”

Çünkü her biriniz ölüme mahkûmsunuz ve ölüler sınıfındasınız.

 

31- ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عِندَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ “Sonra şüphesiz siz kıyamet günü Rabbinizin huzurunda muhakeme edileceksiniz.”Orada Sen ey Peygamber, tevhidde hak üzere olduğunu ve onların Allaha şirk koşmada batıl üzere olduklarını, irşat ve tebliğe çalıştığını, onların ise tekzib ve inatta ısrar ettiklerini isbat edip galip geleceksin. Onlar ise “biz büyüklerimize uyduk”, “atalarımızı böyle bulduk” gibi batıl gerekçelerle mazeretlerini ileri sürecekler.

Denildi ki: Ayette nazara verilen hasımlaşmak geneldir. İnsanlar şu dünya hayatında aralarında geçen meseleler hakkında orada hasımlaşırlar, muhakeme olurlar.


[1> Bkz. Hicr, 87

[2>“Allahın zikri” ifadesi “Allahı anmak, Allahı hatırlamak” anlamına gelir. Allahı “ceza verici, intikam alıcı, gadab sahibi…” şeklinde hatırlamak da bir hatırlamak olmakla beraber, ayette hangi cihetle hatırladıkları söylenmemiş, bu hatırlamanın neticesinde sükûnete kavuştukları, itminana erdikleri nazara verilmiştir. Bu da, O’nu rahmetiyle, affıyla hatırladıklarını gösterir.

[3> Birincisi, insanların öğüt almasıydı.

[4>Yani, Kur’andan öğüt alan biri günahlardan, ilâhî yasaklardan kaçınır. Öğüt al mayan biri için böyle bir kaçınma düşünülemez.

[5>Mesela, bir asker on komutanın emri altında olduğunda ne yapacağını, kimin emrine göre hareket edeceğini şaşırır. Ama on asker bir komutana bağlı olduğunda nizam ve intizamla emre itaat ederler

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
39. Zümer
Gönderi tarihi: 15-04-2014
1,372 kez okundu
Block title
Block content