10- قُلْ يَا عِبَادِ الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا رَبَّكُمْ “De ki: Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının.”
Tâate sarılmak suretiyle Rabbinizden korkun.
لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ “Bu dünyada iyilik yapanlar için bir iyilik vardır.”
Dünyada tâât ile güzel işler yapanlara, ahirette güzel bir sevap vardır.
Denildi ki: Mana şöyle de olabilir: Güzel işler yapanlara, şu dünyada sıhhat ve âfiyet gibi güzel şeyler vardır.[1>
وَأَرْضُ اللَّهِ وَاسِعَةٌ “Ve Allah’ın arzı geniştir.”
Dolayısıyla vatanında güzel işler yapamayan bir insan, bunu yapabileceği yere gitsin.
إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُم بِغَيْرِ حِسَابٍ “Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir.”Tâatin zorluklarına karşı belâları yüklenerek sabreden ve bunun için vatanını terk eden sabırlı kimseler, sayan kimsenin saymakla bitiremeyeceği bir mükâfata nâil olurlar. Hadis-i şerifte şöyle bildirilir:“Kıyamet günü namaz kılan, sadaka veren ve hacca giden kimselerin sevabını tartmada teraziler kurulur ve mükâfatlarını eksiksiz alırlar. Belâ ehli olan musibetzedeler için ise teraziler kurulmaz, mükâfatları yağmur gibi yağdırılır. Dünyada iken musibetlerden uzak yaşayan afiyet ehli, belâ ehlinin alıp götürdükleri sevabı görünce “keşke cesetlerimiz demirden taraklarla taransaydı” diye temennide bulunurlar.”
11- قُلْ إِنِّي أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ اللَّهَ مُخْلِصًا لَّهُ الدِّينَ “De ki: “Şüphesiz bana, dini Ona has kılarak Allah’a ibadet etmem emredildi.”
12- وَأُمِرْتُ لِأَنْ أَكُونَ أَوَّلَ الْمُسْلِمِينَ “O’na teslim olanların ilki olmam için bana böyle emredildi.”
Bana bunun emredilmesi, dünya ve ahirette onların önünde olmam içindir. Çünkü dinde önde olmanın ölçüsü, ihlâstır.Veya şöyle de mana verilebilir: “O’na teslim olanların ilki olduğum için bana böyle emredildi.” Çünkü Hz. Peygamber, Kureyş ve onların dinine giren herkes içinde, yüzünü Allaha teslim edenlerin ilkidir.Bu ayetin üstteki ayetten farkı, dinde ihlâslı olmanın illetini beyan etmiş olmasıdır.[2>Ayette şunu da hissettirmek vardır: İhlâsla yapılan ibadet, her ne kadar lizâtihi emredilmesi gereken bir durum ise de, dinde yarış da onun yapılmasını gerektirmektedir.[3>Ancak şöyle de mana verilmesi caizdir: “İhlâsın emredilmesinden sonra, ihlâsta önde olmam, ihlâsa davet ederken önce kendimden başlamam bana emrolundu.”
13- قُلْ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ “De ki: Eğer Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkarım.”Eğer ben ihlâsı terk eder ve sizin içinde bulunduğunuz şirk ve riyaya meyledersem, o büyük günün azabından korkarım. Bu güne “büyük gün” denilmesi, herhangi bir cihetle büyük olmasındandır.
14- قُلِ اللَّهَ أَعْبُدُ مُخْلِصًا لَّهُ دِينِي “De ki: “Ben dinimi Allah’a has kılarak sadece O’na ibadet ediyorum.”
Öncesinde Hz. Peygambere ibadet ve ihlâsın emredildiği geçmişti. Bununla da ihlâsını ve dinde samimi olduğunu bildirmesi emredildi. Yoksa kendi bildirdiği esaslara muhalefet ederse, ceza görecektir.
Hz. Peygamber tarafından bunun ilan edilmesinde, onların “acaba bir açığını bulabilir miyiz” şeklindeki ümitlerini kesmek vardır. Bunun için, devamında şöyle bildirildi:
15- فَاعْبُدُوا مَا شِئْتُم مِّن دُونِهِ “Artık Allah’tan başka dilediğinize ibadet edin!”
Bunda, onlara hem bir tehdit, hem de başarıya ulaşamayacaklarını bildirmek vardır.
قُلْ إِنَّ الْخَاسِرِينَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ وَأَهْلِيهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “De ki: Şüphesiz hüsrana uğrayanlar, kıyamet gününde kendilerini ve beraber oldukları kimseleri hüsrana sokanlardır.”
De ki: Hüsranda (zararda) kemâlde olanlar hem yoldan çıkarak kendilerine, hem de yoldan çıkararak mensuplarına kıyamet günü yazık edenlerdir. Çünkü o gün geldiğinde, cennete bedel cehenneme gireceklerdir.
Bunların hüsranda kemâlde olması, bütün zarar cihetlerini kendilerinde cem etmelerindendir.
Bunların ehillerine yazık etmeleri şöyle de açıklanmıştır: Şayet beraber oldukları bu kimseler cehennem ehli olmuşlarsa, zâten kendilerine yazık ettikleri gibi bunlara da yazık etmişlerdir. Şayet bu kimseler cennet ehli olmuşlarsa, bir daha dönmeyecek şekilde onları kaybetmişlerdir.
أَلَا ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ “İyi bilin ki bu, apaçık hüsranın ta kendisidir.”
Ayette çok cihetlerle te’kid yapılmış, mana kuvvetli bir şekilde gösterilmiştir:
-“İyi bilin!” ifadesiyle başlanılması,
-“Ta kendisidir” şeklinde yapılan vurgu,
-“Hüsran” kelimesinin elif-lâmlı gelmesi,
-Bu hüsranın “mübîn” yani gayet açık olduğunu ifade etmek…
16- لَهُم مِّن فَوْقِهِمْ ظُلَلٌ مِّنَ النَّارِ وَمِن تَحْتِهِمْ ظُلَلٌ “Onlar için üstlerinde ateşten katmanlar, altlarında (ateşten) katmanlar vardır.”
ذَلِكَ يُخَوِّفُ اللَّهُ بِهِ عِبَادَهُ “İşte Allah, kullarını bununla korkutur.”
Ayet, onların hüsranını açıklamaktadır. Allahın böyle bir azapla kullarını korkutması, kendilerini bu azaba maruz bırakacak hâllerden korumaları içindir.
يَا عِبَادِ فَاتَّقُونِ “Ey kullarım, bana karşı gelmekten sakının.”
Gadabımı celbedecek şeylere kalkışmayın!
17- وَالَّذِينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ أَن يَعْبُدُوهَا وَأَنَابُوا إِلَى اللَّهِ لَهُمُ الْبُشْرَى “Tâğût’a kulluk etmekten kaçınan ve içtenlikle Allah’a yönelenler için müjde vardır.”Tağut, son derece azgın ve taşkın anlamında olup, daha çok şeytan hakkında kullanılmaktadır.
فَبَشِّرْ عِبَادِ “O hâlde, kullarımı müjdele!”Bu müjde, bunun karşılığının kendilerine verileceği müjdesi olup, Peygamberler diliyle söylenmiştir veya ölüm anında melekler aracılığıyla bildirilecektir.
18- الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ “Onlar sözü dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar.”
Ayetin bu kısmı, onların kaçındıkları şeylerin başlangıcını nazara verir. Ayrıca, bu kimselerin dinde seçici olduklarını, hak ile batılı ayırt edip en efdal olanı tercih ettiklerini bildirir.
أُوْلَئِكَ الَّذِينَ هَدَاهُمُ اللَّهُ “İşte onlar, Allah’ın kendilerine hidayet ettiği kimselerdir.”
İşte bunlar, Allahın dinine seçtiği kimselerdir.
وَأُوْلَئِكَ هُمْ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ “Ve işte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.”
Ve bunlar vehim ve âdet perdelerini aşabilmiş akl-ı selim sahibi kimselerdir.
Bunda, hidayetin Allahın fiili olup, nefsin de bunu kabulüyle meydana geldiğine bir dalâlet vardır.
19- أَفَمَنْ حَقَّ عَلَيْهِ كَلِمَةُ الْعَذَابِ “Hakkında azap sözü (hükmü) gerçekleşenler, (hiç onlar gibi olur mu?)”
أَفَأَنتَ تُنقِذُ مَن فِي النَّارِ “Artık ateşte olanı sen mi kurtaracaksın?”
Yani, “Sen onların maliki misin? Azabı hak edeni Sen mi kurtaracaksın?”
Bu soru üslûbunda “hayır, kurtaramazsın!” manası vardır. “onları Sen mi kurtaracaksın” şeklinde zamirle anlatılabileceği hâlde “ateşte olanı Sen mi kurtaracaksın?” denilmesi de bu manayı teyid etmektedir.
Ayrıca ayette hakkında azap hükmü verilmiş olan kimsenin ona düşmüş gibi olduğuna delâlet vardır. Çünkü Allahın vaadinde hilaf olamaz.
Yine ayette, peygamberlerin mücadelesinin imana davet ile insanları ateşten kurtarma gayreti olduğuna dikkat çekmek vardır.
20- لَكِنِ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ غُرَفٌ مِّن فَوْقِهَا غُرَفٌ مَّبْنِيَّةٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ “Fakat Rabbine karşı gelmekten sakınanlar için (cennette) üst üste yapılmış ve altlarından ırmaklar akan köşkler vardır.”
وَعْدَ اللَّهِ “Allah, gerçek bir vaadde bulunmuştur.”
لَا يُخْلِفُ اللَّهُ الْمِيعَادَ “Allah, va’dinden dönmez.”
Va’dinde durmamak bir noksanlıktır. Böyle bir şey ise Allah hakkında imkansızdır.
[1>Türkçede “cömert ol baban gibi, cimri olma” ifadesinde şayet virgülü “ol” kelimesinin önüne getirirsek, farklı bir mana ifade edilmesi gibi, üstte nazara verilen iki mana, aslında virgülden kaynaklanmaktadır. Ayetin metninde bu bir virgülle sağlanabilirken, meâlde bunu aynı netlikte görememekteyiz. Bu durumda meâli iki şekilde vermek mümkündür:
-Şu dünyada güzel işler yapanlara bir hasene vardır.
-Güzel işler yapanlara, şu dünyada bir hasene vardır.”
[2> Bu açıklama “Şüphesiz bana, dini Ona has kılarak Allah’a ibadet etmem emredildi” ifadesinden sonra, “bana böyle emredilmesi, Allaha teslim olanların ilki olmam içindir” manasını ifade etmesi esas alındığına göredir.
[3> Yani, ihlâslı ibadet zâtında güzeldir. Bu, dindar olanla dindar olmayanı birbirinden ayırdığı gibi, dindar olanların da derecelerini ortaya koyar, daha ziyade ihlâslı olan, dinde daha önde olur.