317. DERS (Zümer Suresi, 32 - 41) Allah Kuluna Yeter

32- فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن كَذَبَ عَلَى اللَّهِ وَكَذَّبَ بِالصِّدْقِ إِذْ جَاءهُ “Artık Allah’a karşı yalan uyduran ve kendisine geldiğinde doğruyu yalanlayandan daha zalim kim olabilir?”

Çocuk ve ortak isnad ederek Allaha karşı yalan uyduran ve Hz. Peygamberin getirdiklerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir?

Bu kimse, doğru olan kendisine geldiğinde hiç beklemeden ve üzerinde düşünmeden yalanlama cihetine gitmiştir.

أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِّلْكَافِرِينَ “Cehennemde kâfirler için kalacak bir yer mi yok!?”

Böyle bir cehennem, amellerine bir karşılık olarak onlara kâfidir.

Burada “kâfirler” ifadesi belli kâfirleri ifade edebildiği gibi, cins için olup bütün kâfirleri içine alabilir.

Bu ayetle, doğru bir şeyi yalanlamış olmaları sebebiyle bid’a ehlinin kâfir olduğuna delil getirenler olmuşsa da, sağlam bir delil değildir. Çünkü ayet, peygamberin getirdiğini yalanlamak hususunda gelmiştir.[1>

 

33- وَالَّذِي جَاء بِالصِّدْقِ وَصَدَّقَ بِهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ “Doğru olanı getiren ve onu tasdik eden var ya, işte onlar müttakilerdir.”Ayet, devamında çoğul gelmesinin delâletiyle, bütün peygamberleri ve onlara inanan bütün mü’minleri içine alır.

Denildi ki: “Andolsun, Musa’ya kitabı verdik. Ola ki hidayete gelirler.” (Mü’minun, 49) ayetinde olduğu gibi, burada murat Hz. Peygamber ve O’na tâbi olan mü’minlerdir.[2>

Denildi ki: Doğruyu getiren Hz. Peygamber ve o doğruyu tasdik eden Ebubekir-i Sıddık’tır.

 

34- لَهُم مَّا يَشَاءونَ عِندَ رَبِّهِمْ “Onlar için Rableri nezdinde ne dilerlerse vardır.”

“Rableri nezdinde” ifadesinden murat, cennettir.

ذَلِكَ جَزَاء الْمُحْسِنِينَ “İşte bu, muhsin olanların mükafatıdır.”

İşte bu, güzel işler yapmalarına bir karşılık olmak üzere, onların mükâfatıdır.

 

35- لِيُكَفِّرَ اللَّهُ عَنْهُمْ أَسْوَأَ الَّذِي عَمِلُوا وَيَجْزِيَهُمْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ “Allah, işlediklerinin en kötüsünü örtmek ve yaptıklarının en güzeli ile karşılık vermek için (onları böyle mükâfatlandırdı).”

Ayette “işlediklerinin en kötüsünü örtmek…” denilmesi, “böylesi bile örtüldükten sonra, diğerleri evleviyetle örtülür” manasını ifade etmek içindir.

Veya şu manayı hissettirmek vardır: Günahları ciddiye almaları sebebiyle, kendilerini kusurlu, günahkâr görürler. Kendilerinden sadır olan küçük günahlar, onların en çirkin amelleridir.[3>

Yaptıklarının en güzeliyle karşılık verilmesi, ihlâsları sebebiyle kendilerine ziyadesiyle ve çok büyük mükâfat verileceğini anlatır.

 

36- أَلَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ “Allah, kuluna yetmez mi?”

Buradaki soru, ziyadesiyle isbat içindir. Yani, “yeter mi yeter.”

Burada “abd”den murat. Hz. Peygamberdir.

Ama cins ifade edip Allaha kul olan herkesi içine alması da muhtemeldir.

Bundan muradın peygamberler olduğu da söylenmiştir.

وَيُخَوِّفُونَكَ بِالَّذِينَ مِن دُونِهِ “Seni O’ndan başkalarıyla korkutmaya çalışıyorlar.”

Sebeb-i Nüzûl

Kureyşliler, Hz. Peygambere “Sen ilahlarımızı diline doluyorsun, korkarız sana bir zarar verirler” demişlerdi.

Denildi ki: Hz. Peygamber Uzza putunu kırmak üzere Halid Bin Velidi göndermişti. Puta görevli olan kişi Hz. Halide dedi: “Böyle bir şey yapmandan seni sakındırırım. Çünkü onun çok kuvveti var.” Hz. Halid ise puta yüklendi, burnu üstüne yere yıktı.

Hz. Halidi korkutmalarının Hz. Peygamberi korkutma yerine konulması, onun korkutulduğu şeyi emredenin Hz. Peygamber olmasındandır.

وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ “Allah, kimi saptırırsa artık onun için bir yol gösterici yoktur.”

Öyle ki, bu dalâletin neticesi olarak Allahın kuluna kâfi olmasından gaflet eden ve onu fayda ve zarar vermeye gücü yetmeyen putlarla korkutmaya çalışan kimseye gelince, artık onu doğru yola sevkedecek kimse yoktur.

Çünkü, ayetin devamının işaret ettiği üzere, O’nun fiilini kimse geri çeviremez.

 

37- وَمَن يَهْدِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِن مُّضِلٍّ “Allah, kimi de doğru yola iletirse, artık onu saptıracak hiç kimse yoktur.”

أَلَيْسَ اللَّهُ بِعَزِيزٍ ذِي انتِقَامٍ “Allah Azîz - intikam sahibi değil midir?”

O, Azîz olmasıyla daima galiptir, dilediğini men etmeye de kâdirdir. Ayrıca O, müntakimdir, düşmanlarından intikam alır.

 

38- وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ “Andolsun ki onlara, “gökleri ve yeri kim yarattı?” diye soracak olsan, elbette “Allah!” diyeceklerdir.”

Yaratıcının O olduğuna dair apaçık deliller olduğundan, ister istemez “Allah” derler.

قُلْ أَفَرَأَيْتُم مَّا تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ “De ki: Söyleyin bakalım, Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz var ya!”

إِنْ أَرَادَنِيَ اللَّهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّهِ “Eğer Allah bana bir zarar vermek isterse, onlar O’nun zararını giderebilirler mi?”

Âlemi yaratanın Allah olduğu sizce de tahakkuk ettikten sonra, söyleyin bakalım, şayet Allah bana bir zarar vermeyi murat ederse, bu zararı ortadan kaldırabilirler mi?

أَوْ أَرَادَنِي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِهِ “Yahut bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun rahmetini tutabilirler mi?” Veya bana bir fayda vermeyi murat etse, onu benden engelleyebilirler mi?

قُلْ حَسْبِيَ اللَّهُ “De ki: Allah, bana yeter.”

Hayrı vermekte ve zararı gidermekte Allah bana kâfidir. Çünkü, bu takrir ile anlaşıldı ki O, dilemiş olduğu hayır veya şerde hiçbir şeyin kendisine mani olamadığı mutlak kudret sahibidir.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre Hz. Peygamber müşriklere ayette anlatılan durumu sordu, onlar sükût ile mukabelede bulundular. Bunun üzerine ayet nazil oldu.

Ayette onların ilahlarıyla alakalı olarak “kâşifat ve mümsikat” ifadelerinin, onların ilahlarını dişi olarak nitelemelerine uygun bir şekilde dişi sığasıyla gelmesi, o batıl ilahların zayıf olmasının kemâline tenbihte bulunmak içindir.[4>

عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ “Tevekkül edenler ancak O’na tevekkül ederler.”

Tevekkül edenler, faydanın da zararın da O’ndan olduğunu bildiklerinden dolayı sadece O’na tevekkül ederler.

 

39- قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلَى مَكَانَتِكُمْ إِنِّي عَامِلٌ “De ki: Ey kavmim! Eliniz den geleni yapın, ben de yapacağım.”

De ki: “Ey kavmim, hâlinize göre yapacağınızı yapın, doğrusu ben de yapıyorum.”

Ayette onlara bir tehdit vardır. Ayrıca Hz. Peygamberin hâlinin bu hâliyle kalmayıp gün be gün Allahın kuvvet vermesi ve yardım etmesiyle ileriye gideceğini hissettirmek vardır. Bunun için, O’nun müşriklere dünya ve ahirette galip geleceğini haber verip şöyle buyurdu:

فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ “Sonra bileceksiniz!”

 

40- مَن يَأْتِيهِ عَذَابٌ يُخْزِيهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُّقِيمٌ “Kişiyi rezil edici azabın kime geleceğini ve daimî azabın kimin başına ineceğini.”

Çünkü düşmanlarının zillet içindeki hâli, Hz. Peygamberin galip gelmesine bir delildir. Nitekim Allahu Teâlâ Bedir savaşında onları zelil ve perişan etti.

“Daimî azabın”Bu daimî azaptan murat, cehennem azabıdır.

 

41- إِنَّا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ لِلنَّاسِ بِالْحَقِّ “Biz sana Kitab’ı insanlar için hak olarak indirdik.”

Çünkü dünya ve ahiret maslahatları bu kitapta anlatılanlara bağlıdır.

فَمَنِ اهْتَدَى فَلِنَفْسِهِ “Artık kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur.”

Çünkü bunun faydası kendisinedir.

وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا “Kim de yoldan saparsa, ancak kendi aleyhine sapar.”

Çünkü bunun vebali kendi boynunadır.

وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ “Sen onlara bir vekil değilsin.”

Sen onları zorla hidâyete sevkedecek değilsin. Sen ancak tebliğ ile emrolundun, onu da zaten yerine getirdin.


[1>Bid’a ehli olanlar ise, peygamberden geleni reddetmek değil, aslında doğru iken yanlış zannettikleri şeyleri reddediyorlar. Mesela, Mu’tezile mezhebinden olan biri, “kişi kendi fiillerinin yaratıcısı olmalı ki sorumlu olabilsin” diyor. Hâlbuki insanın elinde olan sadece kesbtir, yaratan ise Allah’tır. Allah, her şeyin yaratıcısıdır, insanın fiillerinin de yaratıcısıdır.

İşte, Mu’tezile mezhebi tarzında bir kabul, sahibini kâfir yapmaz, ama ehl-i bid’aya dâhil eder.

[2> Yani, önce Hz. Musa fert olarak zikredilip ardından “ola ki hidayete gelirler” denilerek çoğul getirilmesi gibi, konumuz olan ayette de her ne kadar zamir tekil olarak gelmişse de bununla ümmet-i Muhammedin kastedilmesi mümkündür.

[3> Yani, aslında bunlar büyük günah işlemezler. Ama günah konusunda o kadar hassastırlar ki, küçük günahlarını bile çok büyük telakki ederler. Günahın küçüklüğünü değil, kendisine karşı günah işlenen Zâtın büyüklüğünü düşünürler.

[4> Müşrikler putlarını Lât, Uzza gibi dişi isimlerle isimlendiriyorlardı. Ayette bu batıl mabudların bir zararı açamayacakları ve bir hayra da engel olamayacakları “kâşifat ve mümsikat” ifadeleriyle, müennes sığa ile geldi.

 

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
39. Zümer
Gönderi tarihi: 15-04-2014
1,300 kez okundu
Block title
Block content