1- تَنزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ “Kitabın indirilişi, Azîz – Hakîm olan Allah’tandır.”
2- إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللَّهَ مُخْلِصًا لَّهُ الدِّينَ “Biz Kitab’ı sana hak olarak indirdik.”
Veya “Hakkı isbat etmek, üstün kılmak, fasıl fasıl anlatmak için kitabı Sana indirdik.”
فَاعْبُدِ الّٰهلَ مُخْلِصًا لَهُ الدّ۪ينَۜ “Öyle ise dini Allah’a has kılarak O’na ibadet et.”
Şirk ve riyadan (gösterişten) uzak bir şekilde, dini Allaha has kılarak ibadet et.
3ِِ- أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ “İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır.”
Tâatin, sırf O’nun için yapılması gerekir. Çünkü O,
-Uluhiyet sıfatlarının yegane sahibidir.
-İnsanın sırlarına ve içinden geçenlere tümüyle muttalidir.
وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء “O’nu bırakıp da başka dostlar edinenler
(şöyle demektedirler:)”
Onların tutunduğu bu dostlar, kâfirler olabileceği gibi, melekler, Hz. İsa veya putlar da olabilir.
مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى “Biz onlara ancak bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.”
إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ “Şüphesiz Allah, ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir.”
Allah, hak yolda olanları cennete, batıl yolda olanları ise cehenneme koymak suretiyle dinde ihtilaf ettikleri meselelerde hükmünü verecektir.
“Aralarında” ifadesinden murat, kâfirler ve mukabili olan ehl-i imandır.
Denildi ki: Mana şöyle de olabilir: “Allah, bâtıl mabutlara tapanlarla onların taptıkları arasında hükmünü verecektir.”
Çünkü o batıl mabutlara tapanlar, mabutlarının şefaatini umuyorlar. Mabutları ise onlara şefaat değil, lanet edecekler.
إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ “Şüphesiz Allah, yalancı- inkarcı olanları doğru yola iletmez.”
Allah, yalancı ve inkârcı olanları, hakkı bulmaya muvaffak kılmaz. Çünkü böyleleri, basiretini kaybetmiş kimselerdir.
4- لَوْ أَرَادَ اللَّهُ أَنْ يَتَّخِذَ وَلَدًا لَّاصْطَفَى مِمَّا يَخْلُقُ مَا يَشَاء “Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini seçerdi.”
Allah, şayet onların iddia ettikleri gibi bir çocuk edinseydi, elbette yarattıklarından dilediğini seçerdi. Çünkü O’nun dışında mevcut olan her şey O’nun mahlûkudur. Aynı anda iki Vacibu’l-vücudun olması imkânsız olduğu gibi, her şeyin bir Vacibu’l-vücuda dayanması da kaçınılmazdır. Mahlûk Halıka denk olamayacağı için, yaratıcının herhangi bir mahlûka baba makamında olması düşünülemez.
Sonra Cenab-ı Hak bunu takrir ile şöyle buyurdu:
سُبْحَانَهُ “O, bundan münezzehtir.”
هُوَ اللَّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ “O, Vahid - Kahhar olan Allah’tır.”
Çünkü gerçek ulûhiyet, zâtî birliği gerektiren vücuba (zorunlu varlık olmaya) bağlıdır. Zâtî birlik ise, değil baba – oğul gibi bir durumu kabul etmek, kendine denk bir şey olmasını da nefyeder. Çünkü birbirine emsal olan iki şey, müşterek bir hakikatten ve mahsus bir mahiyetten meydana gelir. Mutlak kahhariyet ise, bir çocuğa ihtiyaç hissettiren zevâli kabul etmeye aykırıdır.
Sonra buna delil olmak üzere Cenab-ı Hak şöyle buyurdu:
5- خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ “Gökleri ve yeri hak ile yarattı.”
يُكَوِّرُ اللَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى اللَّيْلِ “Geceyi gündüzün üzerine sarıyor, gündüzü de gecenin üzerine sarıyor.” Bunların her biri diğerini bürür. Sanki elbisenin, o elbiseyi giyeni sarması gibi diğerini sarar.Veya sargının, dolandığı şeyi kaplaması gibi diğerinin üzerini kaplar.Veya sarık bezinin sarığın aynı yerlerinden gidip gelmesi gibi, bunlar birbirini takip eder.
وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ “Güneşi ve ayı musahhar kıldı.”
كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى “Bunların her biri belli bir süreye kadar akıp gider.”
Gece ve gündüzün belli bir ecel (ecel-i müsemma) ile cereyanı, devrinin sona ermesi veya hareketinin nihaî noktasını ifade eder.
أَلَا هُوَ الْعَزِيزُ الْغَفَّارُ “İyi bil ki, O Azîz – Ğaffar’dır.”
O Azîz’dir, imkân dâhilindeki her şeye kâdirdir, her şey üzere de galiptir.
O, Ğaffar’dır; affeder, ceza vermekte ve bu san’at harikası olan tasarruflardaki rahmet ve umumi menfaati kaldırmakta acele etmez.
6- خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ “O, sizi bir nefisten yarattı.”
ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا “Sonra ondan eşini var etti.”
Ayet, Allahın süflî âlemde icad ettiği şeylerle, varlığına ve birliğine başka bir delil getirmektir. Delil olarak insandan başlanmıştır. Çünkü o, Allaha delil olan eşya içinde en yakın bir delildir. Ayrıca delâleti en çok ve en hayret verici bir varlıktır.
Ayette zikredildiği üzere, insanın Allaha delil olması üç cihetledir:
1-Hz. Âdemin baba ve anne olmadan yaratılması.
2-Sonra Havva’nın O’na mukabil olarak yaratılması.
3-Sonra bu ikisinden, hasra gelmez bir şekilde nesillerin gelmesi.
وَأَنزَلَ لَكُم مِّنْ الْأَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ أَزْوَاجٍ “Sizin için davarlardan (erkekli ve dişili olarak) sekiz tane indirdi (yarattı).”
Bundan murat: Deve, sığır, koyun ve keçiden birer çift olmak üzere sekiz adet davardır. Ayetin metninde bunların nüzul ettirildiği (indirildiği) bildirilir. Bu ise “Allah, sizin için bunları yaratmaya hükmetti” Veya “Allah bunları size kısmet olarak belirledi” manasına gelir. Çünkü Allahın hükümleri ve taksim ettiği şeyler levh-i mahfuzda yazıldığı cihetle “nüzul” ile vasfedilir.Veya bundan murat şu olabilir: “Allah bunları yıldızların ışığı ve yağmurlar gibi nâzil olan sebeplerle meydana getirdi.”
يَخْلُقُكُمْ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِن بَعْدِ خَلْقٍ فِي ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ “Sizi analarınızın karınlarında üç karanlık içinde bir yaratılıştan diğer yaratılışa yaratıp duruyor.”Ayet, öncesinde geçen insanların ve hayvanların yaratılış keyfiyetini beyan ile bunlardaki kudret harikalarını ortaya koymaktadır. Ancak, akıl sahibi olanlar, tağlib yoluyla anlatılmıştır.
Veya özelilkle insanlara hitap ile anlatması, asıl muhatabın onlar olmasındandır.
“Bir yaratılıştan diğer yaratılışa” ifadesinden murat, nutfeden alakaya, alakadan mudğaya, mudğadan kemiklerin yaratılmasına, bu kemiklere et giydirilmesine ve düzgün bir canlı olarak yaratılmasına kadar geçen merhalelerdir.
Üç karanlık ise,
-Karın,
-Rahim,
-Ve meşime karanlıklarıdır.
Veya,
-Babanın sulbü,
-Ana rahmi,
-Ve ana karnıdır.
ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ “İşte Rabbiniz olan Allah.”
İşte, fiilleri bunlar olan Zat, sizi terbiye eden Allahtır. O, ibadetinize layıktır ve her şeyin sahibidir.
لَهُ الْمُلْكُ “Mülk (mutlak hâkimiyet) yalnız O’nundur.”
لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ “O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.”
Çünkü, yaratmada O’ndan başkasının müdahalesi yoktur.
فَأَنَّى تُصْرَفُونَ “O hâlde, nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?”
Nasıl da O’na ibadet yerine Ona şirke udûl ediyor, dönüyorsunuz?
7- إِن تَكْفُرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنكُمْ “Eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz ki
Allah’ın size ihtiyacı yoktur.”
وَلَا يَرْضَى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَ “Ama kulları için inkâra razı olmaz.”
O’nun insanların imanına ihtiyacı yoktur. Ama onlara bir rahmet olarak, zarar görmeleri hasebiyle, küfre girmelerine rıza göstermez.
وَإِن تَشْكُرُوا يَرْضَهُ لَكُمْ “Eğer şükrederseniz, sizin için buna razı olur.”
Çünkü şükür, sizin felahınıza sebeptir.
وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى “Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez.”
ثُمَّ إِلَى رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ “Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir.”
فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “O da size yaptıklarınızı tek tek haber verir.”
Sizi hesaba çekerek ve amellerinizin karşılığını vererek size yaptıklarınızı tek tek haber verir.
إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ “Çünkü O, kalplerde olanı hakkıyla bilendir.”
Sizin hiçbir gizli ameliniz O’na gizli kalmaz.
8- وَإِذَا مَسَّ الْإِنسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُنِيبًا إِلَيْهِ “İnsana bir zarar dokunduğu zaman Rabbine yönelerek O’na yalvarır.”
ثُمَّ إِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِّنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُو إِلَيْهِ مِن قَبْلُ “Sonra (Rabbi) kendi tarafından ona bir nimet verdiği zaman, (insan) daha önce yalvardığını unutur.”
Bundan murat,
-Açması için Allaha yalvardığı sıkıntılı hâli unutması
-Veya yalvardığı Rabbini unutması olabilir.
وَجَعَلَ لِلَّهِ أَندَادًا لِّيُضِلَّ عَن سَبِيلِهِ “Ve O’nun yolundan saptırmak için
Allah’a eşler koşar.”
قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَلِيلًا “De ki: Küfrünle biraz keyfet bakalım!”
Buradaki emir, tehdit manası taşır. Bu üslûbda, küfrün mesnedi olmayan bir nevi arzu olduğunu hissettirmek vardır. Ayrıca, kâfirlerin ahirette eğlenmekten ümitlerini kesmek vardır. Bundan dolayı ayetin devamında bunun illetini nazara vermek için şöyle bildirdi:
إِنَّكَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ “Şüphesiz sen cehennem ashabındansın.”
9- أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاء اللَّيْلِ سَاجِدًا وَقَائِمًا يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ “(Böyle bir kimse mi Allah katında makbuldür,) yoksa gece vakitlerinde, secde hâlinde ve kıyamda, ahiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak ibadet eden mi?”Burada kâfir olan bir kimseyle, gece saatlerinde tâat vazifelerini yapmak için gayret gösterenin aynı tutulmayacağı anlatılır.