319. DERS (Zümer Suresi, 53 - 67) Allah’ın Büyüklüğü

 

53- قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ “De ki: Ey nefislerine zulmeden kullarım!”

Nefsi günahlara maruz bırakmak, ona zulmetmektir.

Cenab-ı Hakkın “kullarım” deyişi, muhatabın mü’minler olmasındandır.

لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.”

Allahın bağışlamasından ve lütufta bulunmasından ümidini kesmeyin.

إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا “Çünkü Allah, bütün günahları affeder.”

Velev bir süre sonra da olsa, Allah bütün günahları bağışlar.

Ayetin manasını “tevbe etmek şartıyla” şeklinde kayıtlamak, ayetin zâhirine aykırıdır. “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalanları ise, dilediği kimseler için bağışlar.” (Nisa, 48) ayetinin hükmünce, şirk dışında bütün günahları şümulüne alır.

إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ “Çünkü O, Ğafur’dur – Rahîm’dir.”

Ayetin bu kısmı, önceki hükmün illetini bildirir.

Bunda,

-Hem Allahın affedici ve merhamet sahibi olduğunu kuvvetli bir şekilde bildirmek,

-Hem affetmek ve merhamet etmenin gerçek anlamda O’nu has olduğunu anlatmak,

-Hem de affından sonra rahmetine mazhar kılacağını haber vermek vardır.

Cenab-ı Hakkın “kullarım” demesinde merhameti gerektiren bir durum vardır.

Ayrıca, şu cihetlerle de mana çok etkin bir şekilde anlatılmıştır.

-Taşkınlıklarının zararının kendilerine has olduğunu bildirmesi,

-Değil sadece mağfiretten, daha da genel olan ilâhî rahmetten ümit kesmekten yasaklanması,

-Bunu ifade ederken her hangi bir kayıtla kayıtlamaması,

-“Çünkü Allah bütün günahları affeder” diye yasağın illetini beyan etmesi,

-Evvelinde “Allah” lafzı geçtiği için “O” zamiriyle ifade edebileceği hâlde “Allah bütün günahları affeder” demesi.

Bu anlatımda Allahın müstağni ve mutlak manada mün’im olduğuna dikkat çekmek vardır.[1>

Hz. Peygamber (asm) bu ayetle ilgili şöyle dedi: “Bu ayete mukabil, dünya ve içindeki her şeyin benim olması, benim için daha sevimli olamaz.” Bunun üzerine adamın biri “Ya şirk koşmuşsa” diye sordu. Hz. Peygamber bir müddet sustu. Ardından üç kere “Dikkat edin! Şirk koşmuşsa da Allah affeder” buyurdu.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre Mekke ehli “Muhammed putlara tapan ve haksız yere cana kıyanın bağışlanmadığını söylüyor. Biz ise, Onunla beraber hicret etmedik, putlara taptık ve cana da kıydık. Allah bizi nasıl affetsin!?” demişlerdi. Ayet bunun üzerine nâzil oldu.

Ayetin Ayyaş ve Velîd bin Velîd veya Vahşi hakkında indiği de söylenir.[2> Bütün bu rivayetler, onun hükmünün genel olmasına engel değildir.

 

54- وَأَنِيبُوا إِلَى رَبِّكُمْ وَأَسْلِمُوا لَهُ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ “Azap size gelmeden önce Rabbinize dönün ve O’na teslim olun.”

ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ “Sonra size yardım edilmez.”

Ayet-i kerime, önceki ayette nazara verilen umumî mağfiretin tevbe ve ihlâsla alakasını nazara verir.[3>

 

55- وَاتَّبِعُوا أَحْسَنَ مَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ العَذَابُ بَغْتَةً وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ “Farkında olmadan azap size ansızın gelmeden önce,

Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun.”

“Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun” ifadesinden murat,

-Kur’ana tâbi olmaktır.

-Veya nehyedilenleri terk etmekle yetinmeyip, emredilenleri de yapmaktır.

-Veya ruhsatla amel yerine azimetle hareket etmektir.

-Veya, mensuh yerine nasihle amel etmektir.

-Veya bundan murat Allaha tam yönelmek ve tâate tam devam etmek gibi en ziyade kurtarıcı ve selâmete sevkedici durumlardır.

 

56- أَن تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتَى علَى مَا فَرَّطتُ فِي جَنبِ اللَّهِ “Günahkar nefis şöyle diyecek: Allaha yönelik ihmallerimden dolayı vay hâlime!”

وَإِن كُنتُ لَمِنَ السَّاخِرِينَ “Gerçekten ben alay edenlerden idim.”

 

57- أَوْ تَقُولَ لَوْ أَنَّ اللَّهَ هَدَانِي لَكُنتُ مِنَ الْمُتَّقِينَ “Yahut şöyle diyecek: Şayet Allah bana hidayet etseydi, elbette müttakilerden olurdum.”

“Şayet Allah hakka irşad ile bana hidayet etseydi, şirk ve günahlardan sakınan biri olurdum” diyecek.

 

58- أَوْ تَقُولَ حِينَ تَرَى الْعَذَابَ لَوْ أَنَّ لِي كَرَّةً فَأَكُونَ مِنَ الْمُحْسِنِينَ “Yahut azabı gördüğünde şöyle diyecek: Keşke benim için dünyaya bir dönüş olsa da iyilik yapanlardan olsam.”

“Keşke dönsem de inancı ve ameli güzel olanlardan biri olsam” diyecek.

Ayette iki defa geçen “veya” ifadesi, o günde insanların şaşkınlıklarını, böyle sözlerle faydasız bir şekilde “keşke” diyeceklerini anlatır.

 

59- بَلَى قَدْ جَاءتْكَ آيَاتِي فَكَذَّبْتَ بِهَا (Allah, şöyle diyecek:) Hayır, öyle değil! Âyetlerim sana geldi de sen onları yalanladın.”

وَاسْتَكْبَرْتَ “Büyüklük tasladın.”

وَكُنتَ مِنَ الْكَافِرِينَ “Ve inkârcılardan oldun.”

Ayet, insanın “şayet Allah bana hidayet etseydi müttakilerden olurdum” demesine bir reddir. Çünkü durumu anlatılan kimse emredilen amelleri yapmamış olmaktan pişmanlık hâlindedir. Buna gerekçe olarak da ilâhî hidayetin olmayışını göstermekte, ardından da tekrar dünyaya döndürülüp amellerini düzgün yapmayı temennî etmektedir.[4>

Senin de bildiğin gibi, ayetin bu anlatımı kulun fiilinde Allahın kudretinin tesirine ve fiilin kula nisbet edilmesine mani değildir.

 

60- وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ تَرَى الَّذِينَ كَذَبُواْ عَلَى اللَّهِ وُجُوهُهُم مُّسْوَدَّةٌ “Ve kıyamet günü, Allah’a karşı yalan söyleyenleri yüzleri kapkara kesilmiş görürsün.”

Allahın –haşa- çocuğu olduğunu iddia etmek gibi O’nun hakkında caiz olmayan vasıflarla vasfedenleri, kıyamet gününde yüzleri kapkara hâlde görürsün.

Bunların yüzlerinin kapkara olması,

-O günün şiddetinden,

-Veya içlerindeki cehalet karanlığının yüzlerine vurmasındandır.

أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِّلْمُتَكَبِّرِينَ “Büyüklük taslayanlar için cehennemde bir yer mi yok!?”

İman ve tâatten tekebbür edenler için, elbette cehennemde bir barınak vardır. Ayet, durumun bundan ibaret olduğunu takrîr eder. Çünkü, cehennem ehli, böyle olduğunu görmektedirler.

 

61- وَيُنَجِّي اللَّهُ الَّذِينَ اتَّقَوا بِمَفَازَتِهِمْ “Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları, felah bulmalarıyla kurtarır.”

Felah bulmak, ayette “mefâze” kelimesiyle ifade edilmiştir. Bu kelime “fevz” kökünden gelir. Bunun “kurtarır” şeklinde açıklanması, felahın en önemli kısımlarından biriyle açıklamak tarzındadır.

“Mefâze” kelimesi, “saadet ve salih amel” şeklinde de tefsir edilmiştir. Bu şekilde tefsirinde ise, sebep olma ciheti söz konusudur.[5>

لَا يَمَسُّهُمُ السُّوءُ “Onlara kötülük dokunmaz.”

وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ “Onlar üzülmezler de.”

 

62- اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ “Allah, her şeyin yaratıcısıdır.”

Allah hayır ve şer, iman ve küfür gibi her şeyin yaratıcısıdır.

وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ “Ve O, her şeye vekildir.”

Her şeyde tasarrufta bulunan O’dur. Bunlarda O’ndan başkası bir şeye mâlik değildir, tasarrufta bulunamaz.

 

63- لَهُ مَقَالِيدُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerin ve yerin anahtarları O’nun dur.”

“Göklerin ve yerin anahtarları” ifadesi, Allahın kudret ve hıfzından kinayedir. Bu anlatımda, bunların Allaha ait olduğunu ziyadesiyle beyan etmek vardır. Çünkü, hazinelerin olduğu yere, onların anahtarlarına sahip olandan başkası giremez ve tasarrufta bulunamaz.

Hz. Osman bu ayet hakkında Hz. Peygambere sorar. Hz. Peygamber şöyle cevap verir:

“Bunun tefsiri şu kelimelerdir: La ilâhe illallahu vallahu ekber ve sübhanallahi ve bihamdihi ve estağfirullah ve la havle ve la kuvvete illa billah. Hüve’l-evvelü ve’l-âhiru ve’z-zâhiru ve’l-bâtın. Biyedihi’l-hayr. Yuhyî ve yümîtü ve hüve ale küllî şeyin kadîr.”

Bunun manası şudur: Bu kelimeler Allah içindir, bunlarla O’nun birliği ve şânı ilân edilir. Bu kelimeler, göklerin ve yerin hayırlarının anahtarlarıdır. Bunları okuyan kimse, göklerin ve yerin hayırlarına nail olur.

وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ “Allah’ın âyetlerini inkâr edenler var ya, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.”

Bu ifade, altmışbirinci ayetteki “Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları, felah bulmalarıyla kurtarır.” ile muttasıldır. Arada geçen cümleler, ara cümlelerdir. (Cümle-i muteriza) Bunlarda Allahın kullarına müheymin olduğuna (yani onları kollayıp gözettiğine), fiillerine muttali olduğuna, onların amellerinin karşılığını verdiğine bir delâlet vardır.

Altmışbirinci ayette, müttaki kimseleri Allahın kurtardığı bildirilmişti. Burada ise Allahın ayetlerini inkâr edenlerin hüsranda olduğu nazara verildi. Anlatımda değişiklik olması şu manayı hissettirmek içindir: Mü’minlerin felahında temel umde Allahın lütfudur. Ama kâfirlerin helâki ise, kendilerinden kaynaklanmaktadır.

Ayrıca, müttaki olanlara mükâfatları açık bir şekilde ifade edilirken, inkârcılara olan azap tehdidinin o derece açıktan olmaması, Allahın kereminin bir tezahürüdür.

Allahın ayetlerinden murat, kudretinin delilleri ve ayrıca göklerin ve yerin O’nun emrinde olmasıdır. Veya O’nun tevhid ve şanını anlatan kelimelerdir.

Ayette hüsrana düşmenin kâfirlere tahsis edilmesi, onlardan başkalarının rahmet ve sevaptan hisselerini almalarındandır.

 

64- قُلْ أَفَغَيْرَ اللَّهِ تَأْمُرُونِّي أَعْبُدُ أَيُّهَا الْجَاهِلُونَ “De ki: Ey cahiller! Siz bana Allah’tan başkasına ibadet etmemi mi emrediyorsunuz?”

Bu kadar deliller ve bu kadar tehditlerden sonra, şimdi ben tutup da Allahtan başkasına mı ibadet edeyim?

Sebeb-i Nüzûl

Onlar, akılsızlıklarından Hz. Peygambere “Sen bizim ilahlarımıza ibadet et, biz de Senin ilahına ibadet edelim” demişlerdi.

 

65- وَلَقَدْ أُوحِيَ إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكَ “Andolsun, sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi:”

لَئِنْ أَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ “Eğer Allah’a şirk koşarsan elbette amelin boşa gider ve elbette ziyana uğrayanlardan olursun.”

Ayet faraziye yoluyla Hz. Peygambere hitaptır. Yani, “faraza Allaha şirk koşsan, elbette amelin boşa gider…”Bundan murat Hz. Peygamberi heyecana getirmek ve kâfirlerin de O’ndan ümidini kesmektir. Ayrıca, peygambere hitap ile ümmete bir ders vermektir.[6>

Ayrıca bu hitap, “ey muhatap!” şeklinde her bir ferde müteveccih bir kelâm olarak da anlaşılabilir.Ayette “amelin boşa gider” ifadesinin mutlak gelmesi,

-Ya onlara has bir durumu nazara vermek içindir. Çünkü, onların şirki diğer milletlere göre daha çirkindir.

-Veya bundan murat “şirk üzere ölürsen amelin boşa gider” manasıdır. Nitekim bu mana “Sizden her kim dininden döner ve kâfir olarak can verirse, artık onların bütün amelleri, dünyada ve ahirette boşa gitmiştir.” (Bakara, 217) ayetinde açıktan bildirilmiştir.

Amelin boşa gideceği ifade edildikten sonra, atıf yoluyla hüsranın nazara verilmesi, neticenin sebebe atfedilmesidir.[7>

 

66- بَلِ اللَّهَ فَاعْبُدْ “Hayır, yalnız Allah’a ibadet et!”

Ayet, onların “Sen bizim ilahlarımıza ibadet et, biz de Senin ilahına ibadet edelim” demelerine karşı bir reddir.

وَكُن مِّنْ الشَّاكِرِينَ “Ve şükredenlerden ol.”

Ve O’nun sana olan nimetlerine şükredenlerden ol.

Ayetin bu kısmında, ibadetin sadece Allaha olmasını gerektiren duruma bir işaret vardır.[8>

 

67- وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ “Allah’ı hakkıyla takdir edemediler.”

O’nun azametini kendi nefislerinde hakkıyla bilemediler, gereken tazimi gösteremediler. Çünkü O’nun için şerikler uydurdular ve O’nun şanına uygun olmayan vasıflarla O’nu vasfettiler.

وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “Hâlbuki yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O’nun kabzasındadır.”

وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ “Gökler de O’nun sağ eliyle dürülmüştür.”

Ayet, Allahın azametine bir tenbihtir. Ayrıca vehimlerin kendisinde hayrette kaldığı büyük fiillerin O’nun kudretine nisbetle küçük kaldığına bir tenbihtir.

Ayette geçen “kabza ve sağ el” ifadeleri ne hakikat, ne de mecaz olarak itibara alınmaksızın, temsîl ve tahyîl yoluyla âlemi harap etmenin O’na çok kolay olduğuna delâlet eder.

سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ “O, onların ortak koştuklarından münezzeh ve çok yücedir.”

Kudret ve azameti böyle olan Allah, onların şerik saydıkları şeyleri kendine ortak kılmaktan çok uzak ve çok yücedir, kendisine nisbet edilen şeriklerden münezzehtir.


[1> Yani, Allahın ibadeti emretmesi kullara olan lütfundandır. Yoksa –haşa- bir ihtiyaçtan değildir. İnsanlar ibadet etmekle Allaha bir fayda veremedikleri gibi, isyan etmekle de bir zarar veremezler. Fayda ve zarar, ancak kendilerine racidir. Allah, dilerse kullarının bütün günahlarını affeder ve ayrıca onlara daha nice ikramlarda ve nimetlerde bulunur.

[2> Ayyaş Bin Rabia ve Velîd bin Velîd, ayrıca bir grup insan İslâma girdiler. Sonra savaş ve benzeri mükellefiyetleri görünce sabredemeyip dinden çıktılar.

Vahşi ise, Hz. Peygamberin amcası Hz. Hamza’yı şehit etmişti. Mekke’nin fethinden sonra müslüman oldu.

[3> Yani, “günahlarım çok, artık Allah beni affetmez” diye ümitsizliğe düşmeyin. Samimi bir şekilde Rabbinize yönelin ve O’na teslim olun. Yoksa, ilâhî azaba maruz kalır, hiçbir yerden de yardım göremezsiniz.” Dolayısıyla, üstteki ayete bakıp “biz istediğimiz günahı serbestçe işleyelim, Allah nasılsa affeder” şeklindeki bir sonuca varmak uygun değildir. Şayet mana öyle olsaydı, ayetin hemen devamında azapla uyarmanın bir anlamı olmazdı.

[4>Yani, bu kimse için haklı hiçbir mazeret söz konusu olamaz. Zira gönderilen ayetlerle ilâhî hidayet kendisine gelmiş, ama o bunları yalanlamış, kibirlenmiş ve kâfirlerden olmuştur.

[5> Yani, Allah onları salih amelleri sebebiyle kurtuluşa erdirir, saadete mazhar eder.

[6>Türkçede “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” şeklindeki deyim bu manayı güzel açıklar. Zira, ayetteki hitap her ne kadar peygambere ise de, asıl muhatap olanlar ümmettir.

[7> Yani, ameli boşa giden kimse, elbette bunun sonucu olarak hüsran hâli yaşayacaktır.

[8> Çünkü nimetleri veren ancak O’dur, şükrün de sadece O’na yapılması gerekir. Bu ise, sadece ve sadece O’na ibadet etmekle gerçekleşir.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
39. Zümer
Gönderi tarihi: 15-04-2014
1,525 kez okundu
Block title
Block content