309. DERS (Sad Suresi, 1 - 16) Kâfirlerin Küfürde İnadı

 

1- ص “Sâd.’’[1>

Denildi ki: Okunuşuna göre “karşılıklı sadâ vermek” anlamı ifade eder.

Yani, “Kur’anın sadâsına amelinle mukabelede bulun!’’[2>

وَالْقُرْآنِ ذِي الذِّكْرِ “Zikir sahibi Kur’an’a andolsun (ki o, Allah sözüdür).”

Sâd, huruf-u mukattaadan bir harf olduğunda, devamındaki و vav harfi

yemin içindir, Yani, “zikirle dolu olan Kur’ana yemin ederim.”

Sâd harfi meydan okuma manası ifâde edebilir.

Veya “Muhammed doğru söyledi” şeklindeki bir kelâma remiz olabilir.[3>

 

2- بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ “Doğrusu o inkâr edenler bir büyüklenme ve muhalefet içindeler.”

Doğrusu o Kur’anı inkâr eden, onda bulduğu bir noksandan dolayı inkâr etmiş değildir. Onu inkâr edenler ancak hakka karşı kibirlenmiş, Allah ve rasûlüne muhalefeti esas almışlar, bundan dolayı inkâr etmişlerdir.

“Kur’anın zikir sahibi olması”, öğütler ihtiva etmesi, şerefli olması veya şöhreti olabilir.

Veya dinde ihtiyaç olan inanç, amel ve vaat edilen şeylerle ilgili meseleleri zikretmesindendir.

Ayette onların küfürlerine sebep olarak nazara verilen “izzet” ve “şikâk” kelimelerinin elif-lâmsız gelmesi bunların şiddetine delâlet etmek içindir.

Yani, onlar hakka karşı çok büyük bir kibir ve çok çetin bir muhalefet içindedirler.

 

3- كَمْ أَهْلَكْنَا مِن قَبْلِهِم مِّن قَرْنٍ “Kendilerinden önce nice nesilleri helak ettik.”

Onların sırf bir kibir ve muhalefete dayalı inkârına karşı, Cenab-ı Haktan onlara bir vaîddir.

فَنَادَوْا “Onlar çağrıştılar.”

Onları helâk ettiğimizde yardım için veya tevbe istiğfar için nida edip seslendiler.

وَلَاتَ حِينَ مَنَاصٍ “Ama artık kurtuluş vakti değildi.”

Ama iş işten geçmişti, zaman kurtulma zamanı değildi.

 

4- وَعَجِبُوا أَن جَاءهُم مُّنذِرٌ مِّنْهُمْ “Kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar.”

Onlar gibi bir insan veya kendileri gibi ümmî birinin peygamber olarak gelmesine şaştılar.

وَقَالَ الْكَافِرُونَ هَذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌ “Ve o kâfirler şöyle dedi: Bu, yalancı bir sihirbazdır.”

“Onlar dediler” yerine “o kâfirler dedi…” denilmesi, kendilerine bir gadap ve onları kınamak içindir. Ayrıca bunda, onları aleyhte konuşmaya cesaretlendiren şeyin küfürleri olduğunu hissettirmek vardır.

“Bu, gösterdiği mu’cizelerde bir sihirbazdır. Allaha nisbet ederek söylediği şeylerde ise yalancıdır” dediler.

 

5- أَجَعَلَ الْآلِهَةَ إِلَهًا وَاحِدًا “İlâhları bir tek ilâh mı yaptı?”

إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ “Bu, gerçekten çok tuhaf bir şey!”

“Doğrusu bu, çok tuhaf bir şey. Çünkü, ecdadımız bunun hilafında ittifak ettiler. Öte yandan

bir tek ilahın ilmi ve kudreti bu kadar şeylere yetmez” dediler.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre, Hz. Ömerin Müslüman olması Kureyş’e çok ağır geldi. Ebu Talib’e varıp “Sen bizim pirimiz ve büyüğümüzsün. Bu akılsızların neler yaptıklarını sen de bilmektesin. Yanına gelişimiz kardeşinin oğluyla bizim aramızda hükmetmen içindir” dediler. Bunun üzerine Ebu Talip Hz. Peygamberi oraya çağırdı ve şöyle dedi: “Bak, bu kavmin seninle eşit şartlarda bir barış talep ediyor. Artık bundan sonra onlara yüklenme!”

Hz. Peygamber “peki, benden talepleri nedir?” diye sordu. Kureyş “Bizim ve ilahlarımızın aleyhinde konuşmayı bırak. Biz de Seni ilâhınla baş başa bırakılım.” dedi. Hz. Peygamber onlara dedi: “Ne dersiniz, talebinizi yerine getirsem istediğim bir sözü söyler misiniz? Şayet bunu söylerseniz Arab’a hükmeder, diğer milletleri de dininize alırsınız.”

“Evet, söyleriz” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber “La ilâhe illallah deyiniz” buyurdu. Bunu duyunca kalktılar “İlâhları bir tek ilâh mı yaptı? Bu, gerçekten çok tuhaf bir şey!” dediler.

 

6َ- وَانطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ “İçlerinden ileri gelenler fırladılar:”

Kureyşin önde gelenleri, Hz. Peygamberin onları ilzamından sonra Ebu Talibin yanından kalktılar, birbirlerine şöyle dediler:

أَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلَى آلِهَتِكُمْ “Yürüyün ve ilâhlarınız üzerinde sabredin.”

“Haydi, yürüyün, ilahlarınıza ibadette sebat edin. Onunla konuşmakta size bir fayda yok.”

Denildi ki: Ayetin başında “intılak” kelimesinden murat, söz söylemede ileri atılmaktır. Yani, Hz. Peygamberin bu makul teklifi karşısında ileri fırlayıp, ayette belirtilen sözü söylediler.

إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ يُرَادُ “İşte bu, istenen şeydir.”

Yapmamız gereken ancak budur. Bundan dönüş olamaz.

Veya “bu iddia etmiş olduğu tevhid veya riyaset davası, yani Arab ve Aceme hükmetmek, temenniden başka bir şey değil.’’[4>Veya, “haydi yürüyün, yoksa dininiz elinizden alınmak isteniyor.”

 

7- مَا سَمِعْنَا بِهَذَا فِي الْمِلَّةِ الْآخِرَةِ “Biz bunu son dinde duymadık.”“Son dinde” ifadesinden murat,

-“Ecdadımızdan böyle bir şey duymadık” manası olabilir.

-Veya “Son din olan İsanın dininde de böyle bir şey yok” manası da kastedilebilir. Hristiyanlar, teslis inancına sahip idiler.

-Veya “ehl-i kitaptan ve kâhinlerden, beklenen son dinde tevhid inancı olacağını duymadık” manası da düşünülebilir.

إِنْ هَذَا إِلَّا اخْتِلَاقٌ “Bu ancak bir uydurmadır.”

 

8- أَأُنزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِن بَيْنِنَا “O zikir (Kur’an) içimizden ona mı indirildi?”

Bu ayet, “Bu Kur’an, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya!” (Zuhruf, 31) demeleri gibi, kendileri gibi, hatta (kendi nazarlarında) şeref ve riyasette daha aşağı birine vahyin gelmesini inkâr etmelerini anlatır.Bu ve benzeri yaklaşımları, onların Hz. Peygamberi yalanlamalarının,

-O’nu çekememekten

-Ve dünya menfaatlerini ellerinden kaçırmak istemeyişlerinden kaynaklandığına bir delildir.

بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِّن ذِكْرِي “Hayır, onlar benim zikrimden şüphe içindeler.”

“Zikir”den murat,

-Kur’an-ı Kerim,

-Veya vahiydir.

Onların bundan tereddüt içinde olmaları,

-Taklîde meyillerinden,

-Ve delilden yüz çevirmelerindendir. “Bu ancak bir uydurmadır.”, “O ancak bir sihirbazdır.” derken kesin bir inanca sahip değillerdir.

بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِ “Doğrusu onlar henüz azabımı tatmadılar.”

Bunlar henüz azabımı tatmadılar. Onu tattıklarında şüphe ortadan kalkar.

Yani, onlar kendilerine azap gelip de tasdikine zorlanmadıkça, benim zikrimi (Kur’anı) tasdik etmezler.

 

9- أَمْ عِندَهُمْ خَزَائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ الْعَزِيزِ الْوَهَّابِ “Yoksa Azîz – Vehhab olan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mı?”Onun rahmet hazineleri bunların tasarrufunda mı ki, dilediklerine veriyorlar, dilediklerinden ise men ediyorlar, nübüvveti de kendi reislerinin bazısına layık görüyorlar?!

Ayet şu manayı bildirmektedir: Nübüvvet, Allahtan bir ihsandır, lütuf olarak kullarından dilediğine verir, kimse de bunu ondan men edemez. Çünkü o Azîz’dir, asla mağlup olmaz. Vehhab’tır, dilediğini dilediği kimseye nasip eder.

Sonra, Cenab-ı Hak bunu biraz daha açarak şöyle bildirdi:

 

10- أَمْ لَهُم مُّلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا “Yoksa göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin hükümranlığı onların mı?”Cenab-ı Hak, önceki ayette sonsuz rahmet hazinelerinin onların elinde olmadığını söyleyerek, nübüvvet hususunda onların bir tasarrufu olmasını reddetti. Bununla da, O’nun hazinelerinden küçük bir parça olan şu cismanî âlemde de herhangi bir müdahaleleri olmadığını bildirdi. Bir müdahaleleri olmayınca, nereden onlar için bir tasarruf söz konusu olsun?!

فَلْيَرْتَقُوا فِي الْأَسْبَابِ “Öyle ise sebeplere yapışarak yükselsinler (bakalım!).”

Şayet bir müdahaleleri olduğunu düşünüyorlarsa, arşa kadar uzansınlar, oraya yükselip Rahmânın arşına onlar otursunlar, âlemi onlar idare etsinler. Böylece vahyi de uygun gördükleri kimseye versinler!

Ayet, onlarla en ileri derecede bir tehekkümdür.

Denildi ki: Ayet metninde geçen “esbab” yani sebepler kelimesinden murat, semavattır. Çünkü semavat, (gökler) şu dünyada meydana gelen olayların sebepleridir.

 

11- جُندٌ مَّا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِّنَ الْأَحْزَابِ “Onlar, çeşitli gruplardan oluşmuş ve şurada bozguna uğrayacak derme çatma bir ordudur.”

Onlar, Peygambere karşı hizip olarak bir araya gelmiş çok yakında hezimete uğrayacak, kuvveti kırılacak derme çatma bir ordudur. Böyle olunca, onlar kim, ilâhî tedbîrlerde bulunmak, Rabbani tasarruflarda bulunmak kim?! Öyleyse, onların sözlerine aldırma!

 

12- كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُو الْأَوْتَادِ “Onlardan önce Nûh kavmi, Âd kavmi ve kazıklar sahibi Firavun da yalanlamışlardı.”

Firavunun “kazıklar sahibi” olması,

-Bitmez gibi görülen bir saltanat sahibi olmasını,

-Veya binaya çakılan kazıkların onu muhkem kılması gibi, saltanatını kuvvetlendiren pek çok topluluklara sahip olmasını anlatır.

-Bir de şöyle denilmiştir: Haç şeklinde direkler dikip, insanları el ve ayaklarından çivilerle bunlara asıyor, ölünceye kadar bu şekilde bırakıyordu.

 

13- وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَأَصْحَابُ الأَيْكَةِ “Semûd, Lût kavmi ve Ashab-ı Eyke de.”

Ashab-ı Eyke, ormanlık bir alanda yaşayan Hz. Şuaybın kavmidir.

أُوْلَئِكَ الْأَحْزَابُ “İşte bunlar (böyle) gruplardı.”İşte bunlar da peygamberlere karşı birlikler oluşturan, ama sonunda hezimete maruz kalan topluluklardan bazıları idi.

 

14- إِن كُلٌّ إِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ “Hepsi de peygamberleri yalanladılar.”

فَحَقَّ عِقَابِ “Böylece azabım hak oldu.”Onikinci ayette müphem bir şekilde bunların yalanlamasından söz edilmişti. Bu ifadeyle de peygamberleri yalanladıkları çok cihetlerle te’kidli bir şekilde beyan edildi. Böylece, onların azaba müstehak oldukları tescillendi. Bundan dolayı, ayetin devamında ilâhî ceza nazara verildi:

“Bunların her biri kendilerine gönderilen peygamberi yalanladı” demek yerine “peygamberleri yalanladılar” denilmesi,

-Ya çoğula çoğulla mukabele şeklindedir.[5>

-Veya onlardan birini yalanlamak, hepsini yalanlamak hükmünde olduğundan böyle kullanılmıştır.

 

15- وَمَا يَنظُرُ هَؤُلَاء إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً “Şunların bekledikleri ancak bir tek sayhadır.”

Gerek Senin kavmin, gerekse bahsi geçen kavimlerin beklemiş olduğu şey, helâk olmalarına yetecek bir tek sayhadan ibarettir. Bu da, sur’a ilk üfürülüşle kıyametin kopmasıdır.

Helâk olmuş kavimler için de “şunların bekledikleri…” denilmesi,

Kur’anda zikredilmeleri sebebiyle şimdi onların da hazır olmaları tarzında ele alınmasındandır.

مَّا لَهَا مِن فَوَاقٍ “Onun gecikmesi yoktur.”Bu sayha için asla bir tehir söz konusu değildir.

Veya, bundan geriye dönüş yoktur.

 

16- وَقَالُوا رَبَّنَا عَجِّل لَّنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ الْحِسَابِ “Dediler: Ey Rabbimiz! Hesap gününden önce payımızı hemen ver!”Kendisiyle korkuttuğun azaptan nasibimiz ne ise, onu bize bir an önce ver.Veya “mü’minlere vaat etmiş olduğun cenneti bize peşin olarak ver.”

Şöyle de mana verildi: “Bize amel defterlerimizi bir an önce ver de, neler yaptığımıza bir bakalım!”Hesap gününden önce bunu acele ile istemeleri, dalga geçmek içindir.[6>


[1> Mukattaat harflerindendir. Tükçede de kısaltmalar kullanırız. Mesela TC, TRT, TCDD gibi.

[2> Kur’anın sadâsı Sende yankı bulsun, ondaki emir ve yasaklar hayatına yansısın.

[3>“Sadeqa Muhammed” ifadesi صٓ sad harfiyle başladığından, böyle bir manaya remiz olarak kullanılabilir.

[4> Acem, özellikle İranlılar için kullanılmakla beraber, Arab olmayanlar için kullanılan bir kelimedir.

[5> Yani, ardı ardına nazara verilen kavimler olunca, pek çok peygamberin gönderildiği anlaşılmaktadır. Peygamberler çoğul olunca, ifade de öyle gelmiştir.

[6> Yani, bunlar hesab gününü, cehennemi inkâr eden kimseler olduğundan “hesabımız ne ise bizi bekletme de, bir an önce hesabımızı görüver” demeleri işi alaya almaktan ibarettir.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
38. Sad
Gönderi tarihi: 15-04-2014
1,443 kez okundu
Block title
Block content