149- فَاسْتَفْتِهِمْ أَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَ “Şimdi onlara sor bakalım: Kız çocukları Rabbinin de, erkek çocukları onların mı?”
Bu ayet, sûrenin başındaki onbirinci ayete atfedilmiştir. Orada Cenab-ı Hak rasûlüne Kureyşe haşri niçin inkâr ettiklerini sormasını emretmişti. Bununla alakalı olarak anlatımı devam ettirip birbiriyle alakalı bir şekilde birbirine uygun kıssaları anlattı. Burada da rasûlüne müşriklerin “Melekler Allahın kızlarıdır” demek suretiyle Allaha kız nispet etmeleri, erkek çocukları ise kendilerine ayırmaları hususunda sormasını emretti. Bunlar böyle demekle şirke yeni dalâletler ilâve ettiler:
-Allahı bir cisim gibi hayal ettiler.
-O’nun fâni olabilmesini caiz gördüler. Çünkü çocuk sahibi olmak, yaratılmış ve faniliğe mahkûm cisimlerin özelliğidir.
-Kendi beğenmedikleri kızları Allaha, beğendikleri erkek çocukları ise kendilerine vererek kendilerini daha üst bir mevkiye çıkarmak istediler.
-Melekleri dişi kabul etmekle, onları tahkir ettiler.
Bundan dolayı Allahu Teâlâ onların bu tarz görüşlerini kitabında defalarca red ve ibtal etti. Böyle bir inancı, “neredeyse göklerin parçalanacağı, yerin yarılacağı ve dağların darmadağın olacağı” menfur bir görüş olarak nazara verdi.[1>
150- أَمْ خَلَقْنَا الْمَلَائِكَةَ إِنَاثًا وَهُمْ شَاهِدُونَ “Yoksa biz melekleri dişi olarak yarattık da onlar şahid mi oldular?”Çünkü, böyle bir meselede hüküm vermek, müşahedeyi (gözle görmeyi) gerektirir, başka türlü bilinemez. Çünkü dişi olmak meleklerin zâtlarının bir lâzımı değildir ki mücerret akılla bilinebilsin.
Ayette onlarla bir istihza da kendini hissettirmektedir.[2>
Bahsi geçenler, aşırı cehaletlerinden dolayı, sanki onların yaratılışını görmüş gibi kesin hüküm vermektedirler.
151- أَلَا إِنَّهُم مِّنْ إِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَ “İyi bilin ki iftira olarak onlar şöylediyorlar:”
152- وَلَدَ اللَّهُ “Allah çocuk sahibi oldu!?”
Buna iftira denilmesi,
-Bunu gerektirecek bir şey olmaması,
-Ve bunu nefyedecek her türlü delilin bulunmasındandır.
وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ “Onlar elbette yalan söylüyorlar.”
153- أَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَنِينَ “Yoksa Allah kızları erkeklere tercih mi etti?”
Buradaki soru, inkâr ve istib’ad içindir.[3>
Ayet metnindeki ıstıfa kelimesi, bir şeyin özünü almak demektir.
154- مَا لَكُمْ “Size ne oldu?”
كَيْفَ تَحْكُمُونَ “Nasıl böyle hükmediyorsunuz?”
Hiçbir aklın razı olmayacağı bir şeye nasıl hükmedebiliyorsunuz?
155- أَفَلَا تَذَكَّرُونَ “Hiç düşünmez misiniz?”
O’nun böyle şeylerden münezzeh olduğunu düşünmüyor musunuz?
156- أَمْ لَكُمْ سُلْطَانٌ مُّبِينٌ “Yoksa sizin apaçık bir deliliniz mi var?”
Yoksa meleklerin Allahın kızları olduğu hakkında semadan size inmiş apaçık bir delil mi var?
157- فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “O halde, eğer doğru söylüyorsanız getirin kitabınızı!”
Davanızda sadık iseniz, o size indirilen fermanı getirin bakalım!
158- وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَبًا “Allah ile cinler arasında nesep bağı kurdular.”
Cinlerden murat meleklerdir. Çünkü aynı cinstendirler.
“Allahın cinlerle akrabalığı oldu, melekler ordan meydana geldi.”
“Allah ve şeytanlar kardeştir” gibi küfür ifadeleri kullandılar.
وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ إِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ “Oysa cinler onların hesap yerine getirileceklerini bilmektedirler.”
Ayetteki “onlar”dan murat,
-Kâfirler,
-İns ve cindir.
Cinlerin buna dâhil edilmesi, meleklerden ayrı değerlendirilmelerine göredir.[4>
159- سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ “Allah, onların nitelendirdiği şeylerden münezzehtir.”
Allah, onların söyledikleri çocuk ve nesep sahibi olmaktan yüce ve münezzehtir.
160- إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ “Ancak Allah’ın ihlâslı kulları başka.”
Ayet, önceki ayetlerle bağlı olarak şu şekillerde değerlendirilebilir:
-İns ve cin hesap mahalline sevk edilecek, ancak Allahın muhlis kulları bundan müstesna kalacaklardır.
-Allah, müşriklerin vasfettiği şeylerden münezzehtir. Muhlis kullarının vasfettiği şeylerle ise, muttasıftır.
161- فَإِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ “Çünkü siz ve taptıklarınız...”
Cenab-ı Hak, bu ifadeyle onlara hitaba yöneldi.
162- مَا أَنتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِنِينَ “Allah’ın yolundan saptıramazsınız.”
Sizler, desiselerle insanları ifsat edemezsiniz.
163- إِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَحِيمِ “Ancak cehenneme girecek kimse başka.”
Ancak Allahın ilminde cehennem ehlinden olduğu belirlenen ve şüphesiz oraya girecek olanı ifsat edebilirsiniz.[5>
164- وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَّعْلُومٌ “Bizden her birimizin belli bir makamı vardır.”
Ayet, kendilerine ibadet edenlere red olmak üzere meleklerin ubudiyet hâlini itiraflarını hikâye etmektedir. Yani, bizden her biri için marifette, ibadette, âlemin tedbirinde Allahın emrine bağlı olmak üzere belli bir makam vardır.Bu ve 159. ayetteki “Subhanallah”dan itibaren bundan önceki ifadelerin cinlerin kelamından olması da muhtemeldir. O zaman, biraz önce geçen “Allah ile cinler arasında nesep bağı kurdular” ayetiyle mana olarak bütünlük arzeder. Sanki şöyle demiştir:Melekler bu sözlerinden dolayı müşriklerin azap göreceklerini bildiler ve “Sübhanallah, Allahı bundan tenzih ederiz” dediler. Sonra Allahın muhlis kullarını böyle demekten müberra kıldılar.
Ardından müşriklere hitap ederek bununla imtihan edilmenin mukadder bir şekâvet için olduğunu söylediler. Sonra kendilerinin abd (kul) olduklarını ve ubudiyette asla aşamayacakları farklı mertebeleri olduğunu itiraf ettiler.
165- وَإِنَّا لَنَحْنُ الصَّافُّونَ “Biz gerçekten saf tutup duranlarız.”
Tâati edâ etmede ve hizmet menzillerinde bizler grup grubuz.
166- وَإِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ “Biz gerçekten tesbih edenleriz.”
Ve bizler Allahı O’na layık olmayan şeylerden tenzih etmekteyiz.Birinci “Biz” ifadesinin onların tâatteki derecelerine, bu ikincisinin ise, marifetteki derecelerine bir işaret olması muhtemeldir.“Biz gerçekten saf tutup duranlarız.”
“Biz gerçekten tesbih edenleriz” ifadelerinde yer alan “inne” ve “te’kid lâmı” ve ayrıca “biz” ifadesinin söylenmesi, te’kid ve ihtisas bildirir.[6>
Çünkü bunlar devamlı böyle bir hâldedirler. Başkaları için ise böyle fütursuz bir şekilde tesbihte bulunmak söz konusu değildir.
Denildi ki: Bu son iki ayet Hz. Peygamberin ve mü’minlerin sözünü naklediyor da olabilir. Yani “bizden her biri için cennette veya kıyamet günü Allahın huzurunda belli bir makam vardır. Bizler namazda O’nun huzurunda saf saf oluruz, her türlü kusurdan O’nu tenzih ederiz.”
167- وَإِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَ “(Müşrikler) şunu söylüyorlardı:”
168- لَوْ أَنَّ عِندَنَا ذِكْرًا مِّنْ الْأَوَّلِينَ “Eğer yanımızda öncekilere verilenlerden bir zikir olsaydı.”
169- لَكُنَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ “Elbette biz Allahın ihlâslı kulları olurduk.”
Mekke müşrikleri şöyle diyorlardı: “Öncekilere inen kitaplardan bir kitap bize inseydi, Allahın seçkin kullarından olurduk. Onlar gibi ihtilafa düşmezdik.”
170- فَكَفَرُوا بِهِ “Fakat onu inkâr ettiler.”
Ama kendilerine zikirlerin en eşrefi ve diğer kitaplara da müheymin (koruyucu) olan Kur’an geldiğinde, inkâr ettiler.
فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ “Yakında bilecekler.”Küfürlerinin akıbetini sonra bilecekler.
171- وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ “Andolsun, peygamber kullarımız hakkında şu sözümüz geçmiştir:”
Onlara yardım ve galibiyet vaat ettik. O da şu ayettir:
172- إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنصُورُونَ “Onlar var ya, elbette onlar muzaffer olacaklardır.”
173- وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ “Ve elbette bizim ordularımız mutlaka galip geleceklerdir.”
Allahın ordularının galip olması, ilâhî nusrete mazhar olanların galip gelmesi ve bizzat esas olanın galip gelmeleri olması yönündendir.[7>
1ّ74- فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّى حِينٍ “Onun için sen, bir süreye kadar onlardan yüz çevir.”
Onlara galeben için bir süre onlardan yüz çevir.
Bundan murat, Bedir günü veya Mekkenin fethidir.
175- وَأَبْصِرْهُمْ “Onları gör.”O zaman onların başına ne geleceğini gör.Bundan murat, yakında bunun meydana gelmesine delâlettir. Öyle ki, neredeyse gözünün hemen önündedir.
فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ “Sonra onlar da görecekler.”
Onlar da, bizim sana takdir ettiğimiz,
-Te’yid (destek),
-Nusret (yardım ve galebe),
-Ve ahirette sevabın neler olduğunu görecekler.
Ayetteki “sonra” ifadesi vaîd içindir, uzak bir zaman bildirmek için değildir.
176- أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ “Yoksa onlar azabımızı hemen mi istiyorlar?”
Rivayete göre üstteki ayet nazil olunca “ne zaman?” demeye başladılar, bu ayet nazil oldu.
177- فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَاء صَبَاحُ الْمُنذَرِينَ “Fakat azabımız onların sahasına indiğinde, o uyarılmış olanların sabahı ne kötü olur!”Ayette azap, onların beldesini ansızın kuşatan ve kendilerini çepeçevre saran bir orduya benzetildi.Sabah uyandıklarında böyle karşı koyulmaz bir orduyla karşılaşanların sabahı, çok kötü bir sabahtır.Ayette bunun sabah vakti ile ifadesi, genelde hücum ve yağmaların sabah vakti yapılmasındandır.
1ّ78- وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّى حِينٍ “Onun için sen, bir süreye kadar onlardan yüz çevir.”
179- وَأَبْصِرْ “Gör!”
فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ “Sonra onlar da görecekler.”Daha önceki te’kid, bunlarla daha da kuvvetli olarak yapılmıştır. Öncesinde “onları gör” denilirken burada mutlak bırakılıp sadece “gör” denilmiştir. Bunda gerek Hz. Peygamberin gerekse onların zikre sığmayacak kadar çok şeyler göreceklerini hissettirmek vardır. Her Peygamber nice sürur veren şeyleri görürken, onlar ise çeşit çeşit sıkıntılar göreceklerdir.Veya birinci “onlar da görecekler” ifadesi dünya azabına, ikinci “onlar da görecekler” ifadesi ise ahiret azabına bakar.
180- سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ “Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden münezzehtir.”
Sûrede anlatıldığı üzere, Allahu Teâlâ müşriklerin söyledikleri uygunsuz sözlerden yücedir, münezzehtir.“Rabbi’l- izzeti” (izzetin Rabbi) denilmesi, izzetin Allaha mahsus olmasındandır. Çünkü her türlü izzet ancak Onundur ve O’nun izzet verdiği kimselerindir.
Cenab-ı Hak bu ifadede tevhidi hissettirecek şekilde bütün selbî ve sübûtî sıfatlarını dercetmiştir.[8>
181- وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ “Peygamberlere selâm olsun.”Daha evvelinde bu sûrede bazı peygamberlere selâm zikredilmişti, burada hepsine birden selâm zikredildi.
182- وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ “Ve hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.”
Hem o peygamberlere, hem de onlara tâbi olanlara verdiği nimetler ve güzel akıbetten dolayı her türlü hamd, âlemlerin Rabbi olan Allaha hasdır. Burada hamdin Peygamberlere selâmdan sonra yer alması bu sebepledir. Ayetten murat mü’minlere nasıl hamdedeceklerini ve peygamberlerine nasıl selâm göndereceklerini öğretmektir.Hz. Ali şöyle der: “Her kim kıyamet günü mizanının dopdolu olmasını istiyorsa, bir meclisten kalkarken son sözü bu üç ayet olsun.”Hz. Peygamber şöyle buyurur:“Kim Saffat sûresini okursa, kendisine cinler ve şeytanlar sayısınca haseneler verilir. Ayrıca cinlerin kötü kısmı ve şeytanlar kendisinden uzaklaşır, şirkten berî olur. Sağındaki ve solundaki melekler kıyamet gününde O’nun Peygamberlere inanan biri olduğuna şehâdet ederler.”Bunlara “sıfat-ı seb’a” adı verilir. İmam Matüridi bu yedi sıfata “tekvin” sıfatını da ilave eder. İmam Eş’ari ise, tekvin sıfatını Allahın kudretinin taalluku olarak görür.
[1> Mesela, bkz. Meryem, 91.
[2> Yani, melekleri görmedikleri gayet açık olduğundan, böyle bir hüküm vermeleri onların seviyesizliğini gösterir.
[3>Yani, böyle bir şey yoktur ve olamaz.
[4> Melekler ve cinler ruhanî olmakta müşterek olmakla beraber, mahiyet olarak farklıdırlar. Melekler nurdan varlıklardır, imtihana tâbi değillerdir, ne emredilirse onu yaparlar. Cinler ise ateşten yaratılmışlardır. İnsanlar gibi onlar da mükellef olduklarından imtihan edilmektedirler. Kendilerine emredileni yapabildikleri gibi, yapmayabilirler de…
[5> Burada şöyle bir incelik söz konusu olabilir: Siz ve sizin taptığınız batıl mabutlar, Allahın mülkünde hiçbir tasarrufa güç yetiremezsiniz. Allaha rağmen, O’nun dilemesine aykırı olarak bir şey yapamazsınız. Fitneye düşürdüğüz, şirk ve küfür inancına sevk ettiğiniz kimseler ise, Allaha rağmen sizin kuvvetinizden değil, Allah tarafından buna izin verilmesinden dolayı yoldan çıkmışlardır. Bu da imtihanın bir gereğidir. Her şeyin dizgini elinde olan Allah, şeytan ve şeytan fikirli kimseler sebebiyle ins ve cinden nice kimselerin cehennem ehli olmasını takdir etmiştir. Böyle bir takdir Allahtan olmakla beraber, cehenneme girmenin sorumluluğu girenlere aittir. Çünkü kendi iradeleriyle küfür ve küfranı seçmişlerdir.
[6> Yani, bunlar saf saf olan ve tesbih edenlerin özellikle kendileri olduğunu kuvvetli bir şekilde ifade etmişlerdir.
[7> Kainatın çarkları Allahın ordularının galebesi için döner. Her ne kadar zaman zaman mağlubiyet de olsa, neticesi mutlaka galibiyettir.
[8>Allahın zat ve sübutî sıfatları vardır. Zati sıfatlara aynı zamanda “aynî ve tenzihi sıfatlar” da denilir. Bunlar Allah’ın zatından ayrılması mümkün olmayan ve zatına lâzım ve vâcib olan sıfatlardır. “Vücud, kıdem, beka, vahdaniyet, kıyam binefsihi, muhalefetün- lilhavâdis” sıfatları Allahın zatî sıfatlarıdır. Bu sıfatların mânalarında nefiy olduğu için “Selbî sıfatlar” da denir. Meselâ, vahdaniyet, birden fazla ilah olmasını nefyeder. Beka, fâniliği nefyeder.
Hayat, ilim, irade, kudret, sem’, basar, kelâm sıfatlarına sübutî sıfatlar denir.