306. DERS (Saffat Suresi, 75 - 113) Kurbanlık Peygamber

75- وَلَقَدْ نَادَانَا نُوحٌ “Andolsun ki Nûh bize seslenip dua etmişti.”

Önceki devirlerin kıssalarına, önceki ayetlerde mücmel bir işaret yapıldıktan sonra, burada tafsile geçilmiştir.

Yani, “Nûh, kavminden ümidini kestikten sonra bize dua etmişti.”

فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ “Biz de ne güzel kabul etmiştik.”

Biz de O’na en güzel bir şekilde icabette bulunduk.

Biz ne güzel icabet ediciyiz.

 

76- وَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ “Biz hem onu, hem ehlini o büyük sıkıntıdan kurtardık.”O’nu ve ehli olan ehl-i imanı boğulmaktan veya kavminin ezasından kurtardık.

 

77- وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمْ الْبَاقِينَ “Onun neslini yeryüzünde kalanlar kıldık.”

Çünkü, onlardan başkaları hep helâk oldu, kıyamete kadar nesilleri devam edenler ise gemiye binenler oldu.

 

78- وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ “Ve sonradan gelenler içinde ona güzel bir nam bıraktık.”

 

79- سَلَامٌ عَلَى نُوحٍ فِي الْعَالَمِينَ “Alemler içinde Nûh’a selâm olsun!”

Yani, sonra gelenler O’na selam ederler, Âlemler içinde “Nûha selâm olsun” derler.

Denildi ki: Bu, Allahu Teâlâdan Hz. Nûha bir selâmdır.

 

80- إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ “İşte biz muhsin olanları böyle mükafatlandırırız.”

Ayet, Hz. Nûha yapılan ikramın illetini açıklar. Bu Ona, iyi hâline bir mükafat olarak verilmiştir.

 

81- إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ “Çünkü O, bizim mü’min kullarımızdandı.”

Bu da, O’nun kadrini ve hâlinin asaletini ortaya koymak üzere, iyi işler yapmasının imanından kaynaklandığını anlatır.

 

82- ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ “Sonra diğerlerini suda boğduk.”

Yani, kavminin inkârcılarını suda boğduk.

 

83- وَإِنَّ مِن شِيعَتِهِ لَإِبْرَاهِيمَ “Şüphesiz İbrahim de O’nun taraftarlarından idi.”

İmanda ve dinin asıllarında Hz. Nûhun yolundan gidenlerdendi. Dinin fürüatında da dinlerinin aynı olması veya genelde beraber olması da uzak bir şey değildir. Hz. İbrahimle Hz. Nûh arasında ikibin altıyüz kırk sene vardı. İkisi arasında peygamber olarak Hz. Hûd ve Hz. Salih gelmişti.[1>

 

84- إِذْ جَاء رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ “O, Rabbine kalb-i selim ile gelmişti.”

Kalb-i selimden murat, Hz. İbrahimin kalbinin kalbe ârız olan afetlerden ve alâkalardan uzak, sırf Allah için olmasıdır. Rabbine böyle bir kalple gelmesi, sanki bu kalbi hediye olarak Allaha sunmasını anlatır. Bundan murat, O’nun ihlâsıdır.

 

85- إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَاذَا تَعْبُدُونَ “O, babasına ve kavmine şöyle demişti: Siz nelere tapıyorsunuz?”

 

86- أَئِفْكًا آلِهَةً دُونَ اللَّهِ تُرِيدُونَ “Allah’ı bırakıp da birtakım uydurma ilâhlar mı istiyorsunuz?”Ayetin üslûbunda, bu yaptıkları şeyin Allaha iftira olduğu vurgulanmaktadır. Böylece onların batıl yolda oldukları ve bu hâllerinin iftiraya dayandığı nazara verilmiştir.

 

87- فَمَا ظَنُّكُم بِرَبِّ الْعَالَمِينَ “Siz âlemlerin Rabbini ne zannediyorsunuz?”

O, âlemleri terbiye etmesiyle ibadete layık olmakla beraber, Siz O’nu ne zannettiniz de O’na ibadeti terk ettiniz veya başkasını O’na ibadette şerik kıldınız, azabından emin oldunuz!?”

Ayet, O’na ibadetten alıkoyan katî bir inançta bulunmaktan veya O’na şirk koşmayı caiz görmekten veya cezasından emin olmayı gerektiren bir durumdan men etmenin çok ötesinde, böyle bir zannı netice veren şeyi bile ilzam yoluyla inkâr etmektedir.

Ayet, önceki cümleye bir delil gibidir.

 

88- فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِ “Derken yıldızlara bir baktı.”

Onların bulundukları mevkilere, bir araya gelmelerine baktı.

Veya yıldızlarla ilgili ilme veya kitaba baktı. Kavmi, Hz. İbrahim’i kendileriyle beraber ibadet etmesi için törene çağırmışlardı. Yıldızlara bakması, onları iknaya yönelik de olabilir.[2>

 

89- فَقَالَ إِنِّي سَقِيمٌ “Sonra da, “Ben gerçekten hastayım” dedi.”

Onlar kâhinlik yapan kimseler olduğundan, kendisini yıldızlardan istidlâlde bulunmuş gibi yapıp, mabetlerine götürmesinler diye yakında hasta olacak gibi gösterdi. O zamanda en yaygın hastalık taun idi ve bunun bulaşmasından korkuyorlardı.

Hz. İbrahimin böyle demekten maksadı “sizin küfrünüzden dolayı kalben hastayım” manası olabilir.Veya sıhhatinin tam yerinde olmadığını kastetmiş de olabilir. Çünkü, bütün sağlık ölçüleri tam dengede olan az kişi bulunur.[3>

Veya bununla ölümü kastetmiş olabilir.[4>

Meselde şöyle denilir: “Selamet olarak dert yeter.”

Lebîd, şiirinde şöyle söyler:

“Dua ettim Rabbime, bana sıhhat versin diye.

Bir de ne göreyim, derman bana derdim imiş.”

 

90- فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِرِينَ “Bunun üzerine arkalarını dönüp ondan uzaklaştılar.”

Hastalık bulaşmasın diye O’nun yanından uzaklaştılar.

 

91- فَرَاغَ إِلَى آلِهَتِهِمْ فَقَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ “Gizlice onların putlarına doğru gidip, “yemez misiniz?” dedi”

Gizlice onların putlarının olduğu yere vardı. Onlarla alay ederek: “Önünüzdeki yemeklerden niye yemiyorsunuz?” dedi.

 

92- مَا لَكُمْ لَا تَنطِقُونَ “Ne diye konuşmuyorsunuz?”

 

93- فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْبًا بِالْيَمِينِ “Derken üzerlerine varıp onlara sağ eliyle bir darbe indirdi.”“Sağ el” ile kayıtlanması, kuvvetlice vurduğunu ifade eder.

Denildi ki: “Ve Allah’a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra, ben putlarınıza elbette bir tuzak kuracağım.” (Enbiya, 57) ayetinde nazara verildiği üzere, yeminini tahakkuk ettirmek için böyle yaptı.

 

94- فَأَقْبَلُوا إِلَيْهِ يَزِفُّونَ “Kavmi (telaş içinde) koşarak ona doğru geldi.”

Döndüklerinde putlarını kırılmış buldular, kimin kırdığını araştırmaya başladılar. (Enbiya, 59) da açıklandığı üzere, Hz. İbrahim’in yaptığı kanaatine vardılar.

 

95- قَالَ أَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَ “İbrahim dedi: Yonttuğunuz putlara mı tapıyorsunuz?”

 

96- وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ “Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır.”

Çünkü her ne kadar şekil vermek sizden olsa da, yaptığınız şeylerin maddesi O’nun yaratmasıyladır. Bu açıdan, amel onlara nisbet edilmiştir.

İnsanların amelleri,

-Allahın onlara bu konuda güç vermesi,

-Fiilleri için gerekli olan sebep ve âletleri yaratmasıyladır.

Onların fiili Allahın yaratmasıyla olunca, fiillerine bağlı olan durumların Allahın yaratmasıyla olduğu evleviyetle sabit olur.

Ehl-i sünnet, bu manada fiilleri yaratanın Allah olduğuna delil getirdiler.[5>

 

97- قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَانًا فَأَلْقُوهُ فِي الْجَحِيمِ “Dediler: Onun için bir bina yapın, (içinde ateş yakın) da, Onu ateşe atın.”

 

98- فَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا “Böylece Ona bir tuzak kurmak istediler.”

Hz. İbrahim, delil yoluyla onlara galip gelince, herkes nezdinde aciz kaldıkları açığa çıkmasın diye onu cezalandırmak istediler.

فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَسْفَلِينَ “Biz de onları en zelil kimseler kıldık.”

Hilelerini boşa çıkardık. Hatta yaktıkları ateşi Hz. İbrahime soğuk ve selâmetli kılarak, O’nun şanının yüceliğine parlak bir delil kıldık, böylece onları zelil kimseler yaptık.

 

99- وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَى رَبِّي “İbrahim dedi: “Ben Rabbime gideceğim.”

“Ben, Rabbimin emrettiği yere, yani Şama gideceğim” dedi.

Veya bundan murat şudur: “Ben, kendimi tümüyle O’na ibadete vereceğim yere gideceğim.”

سَيَهْدِينِ “O, bana yol gösterecektir.”

O, dinim için maslahat olan şeye ve ulaşmak istediğim maksada beni sevk edecektir.

Hz. İbrahimin bu konuda çok net konuşması,

-Ya Allahtan gelen bir vaat sebebiyledir.

-Veya O’na tam tevekkül etmesindender.

-Veya bu konuda müsbet sonucu ifade etmeyi âdet hâline getirmesindendir.

Hz. Musa ise, benzeri bir durumda “Umarım Rabbim beni doğru yola iletir.” (Kasas, 22) dedi, kesin ifade kullanmaktan kaçınarak “umarım” demeyi tercih etti.

 

100- رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ “Ya Rabbi! Bana salihlerden bir çocuk bağışla.”

İnsanları hakka davette bana yardım etsin, gurbette enisim olsun.

Bundan murat, Cenab-ı Haktan çocuk vermesini istemektir. Ayet metnindeki “hibe” lafzı genelde bu anlamda kullanılır. Ayetin devamı da, bununla salih bir çocuk istediğini gösterir:

 

101- فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ “Biz de kendisine halîm bir oğul müjdeledik.”

Cenab-ı Hak bu ifadeyle

-Erkek çocuğu olacağını,

-Delikanlılık dönemine ulaşacağını müjdeledi. Çünkü çocuk için “hilm” özelliği kullanılmaz.

-Kendisi gibi hilim sahibi olacağını haber verdi. Mesela Hz. İbrahim, oğluna daha büluğa ermeden Allah için onu kurban edeceğini söyleyince “Babacığım, sana ne emrolunuyorsa yap” dedi. (Saffat, 102)

Denildi ki: Allahu Teâlâ Hz. İbrahim ve oğlu dışında hiçbir peygamberi hilim özelliğiyle vasfetmedi. Onların burada zikrolunan hâlleri, bu özelliğe sahip olmalarına şehadet eder:

 

102- فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ “Oğlu, yanında koşacak çağa gelince şöyle dedi:”

Ayette babanın da zikri, babanın rıfk yönüyle daha mükemmel olması ve çocuğunun hayrını istemesi, dolayısıyla vakti gelmeden koşmasını istememesi yüzündendir.

Veya babasının böyle yürüyüşü, beraber gezmek için Allahtan talep etmesindendir.

Aşağıda anlatılan olay olduğunda, Hz. İsmail on üç yaşındaydı.

يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ “Yavrum! Rüyamda seni boğazladığımı görüyorum.”Rüyada aynen boğazladığını görmüş olabileceği gibi, rüyanın tabirinin böyle olması da muhtemeldir.

Denildi ki: Zilhiccenin 8. günü gecesinde (terviye günü) rüyada birisinin kendisine şöyle dediğini duydu: “Şüphesiz Allah, oğlunu boğazlamanı Sana emrediyor.”

Sabah olduğunda bu rüyanın Allahtan mı yoksa şeytandan mı olduğu konusunda tereddütte kaldı. Akşamında yine aynı rüyayı görünce, bunun Allahtan olduğunu anladı. Üçüncü gecede de aynı rüyayı görünce, oğlunu kurban etmeye niyetlendi ve üstteki ayette bildirilen sözleri ona söyledi.Bundan dolayı bu üç gün “terviye, arafe ve kurban günleri” olarak isimlendirildi.

Ayette bahsi geçen çocuk, Hz. İsmaildir. Çünkü,

- Cenab-ı Hak Hz. İbrahimin hicretinin peşinde onu ihsan etmişti.

-Daha sonraki ayetlerde bu olaya atıfla Hz. İshak’ın müjdelenmesi söz konusudur.

-Keza Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Ben iki kurbanlığın çocuğuyum.”

Bunlardan biri, atası İsmail, diğeri de babası Abdullah’tır. Çünkü Hz. Peygamberin dedesi Abdülmuttalib, Zemzem suyunu bulursa veya on erkek evlat sahibi olursa bir çocuğunu kurban edeceğini nezretmişti. Allah kendisine isteğini nasip edince evlâtları arasında kur’a çekti, kur’a Abdullaha çıktı. Ona bedel olmak üzere yüz deve fidye olarak verdi. Kısas olayında diyet olarak yüz deve alınması buna dayanır.

-Hz. İbrahimin oğlunu kurban etme olayı Mekkede olmuştu. Hatta, oğluna bedel gönderilen koçun iki boynuzu İbnu Zübeyr olayında yanıncaya kadar Ka’beye asılıydı. Hz. İshak ise, bu kurban olayında Mekkede değildi.

-Ayrıca ayette Hz. İshakın müjdelendiği yerde, onun peşinden oğlu Yakub da müjdelenmektedir. Böyle olunca, çocukken kurban edilmesi durumu münasip düşmez.

Ancak Hz. Peygambere “hangi nesep daha şerefli?” diye sorulunca şöyle cevap verdiği rivayet edilir:

“Allahın Halili olan İbrahim, Allahın kurbanlığı olan oğlu İshak, Allahın İsraili (kulu) olan oğlu Yakub, Allahın Sıddıki olan oğlu Yusuf.”

Burada, bu silsilede yer alan lakaplar râvinin ilavesidir. Hadisin asıl metninde bunlar yoktur. Rivayette şöyle geçmektedir: Yusuf İbnu Yakub İbnu İshak İbnu İbrahim.

فَانظُرْ مَاذَا تَرَى “Artık bak, ne düşünürsün?”

Hz. İbrahim oğlunu kurban etmede kararlı olduğu halde ona görüşünü sorması,

-Allahtan gelen bu çetin imtihan karşısında fikrini öğrenmek,

-Feryat etmesi hâlinde ayağını sabit kılmak,

-Serbest bıraksa, kendisinden emin olmak,

-Nefsini buna alıştırıp teslimiyetini sağlamak,

-Olay gerçekleşmeden önce boyun eğmek suretiyle sevap kazanmasını temin etmek içindir.

قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ “Dedi: Babacığım, sana ne emrolunuyorsa yap.”Hz. İsmailin “Sana ne emrolunuyorsa yap” demesi, babasının sözünden bunu yapmakla emrolunduğunu anlamasından veya Peygamberlerin rüyasının hak olduğunu ve böyle bir şeyin ancak Allahtan bir emirle olacağını bilmesindendir.

Belki de Hz. İbrahime böyle bir emrin uyanıkken değil de rüyada verilmesi, bunun gereğini yerine getirmenin her ikisi için de hakka boyun eğmeye ve ihlâsın kemâline daha ziyade delâlet etmesi içindir.Ayette geçmiş zaman sığasıyla “Sana ne emredildiyse” yerine geniş zaman sığasıyla “Sana ne emrolunuyorsa yap” denilmesi, rüyanın tekerrürü sebebiyledir.

سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ “İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın.”

Kurban etmene veya Allahın hükmüne karşı, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın.

 

103- فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ “İkisi de bu şekilde Allah’a teslim olduklarında ve oğlunu alnı üzerine yatırdığında.”

Denildi ki: Hz. İbrahim, oğlunun yüzünde bir değişiklik görüp rikkate gelerek kurban etmekten vazgeçme endişesiyle çocuğu yüz üstü yere yatırdı.

Bu, Minada veya Mina mescidine yakın bir yerde veya bugün kurban kesimi için kullanılan alanda gerçekleşti.

 

104- وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ “Ve Biz ona şöyle seslendik: Ey İbrahim!”

 

105- قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا “Rüyayı tasdik ettin.”Tam bir azimle ve kesim öncesi yapılması gerekenleri yerine getirmek suretiyle rüyayı tasdik ettin.Rivayete göre, defalarca bıçağı oğlunun boğazına dayadığı hâlde, bıçak kesmedi.Üstteki ayette “İkisi de bu şekilde Allah’a teslim olduklarında ve oğlunu alnı üzerine yatırdığında” denilip, cümlenin tamamlanmayışında şöyle bir mana vardır:İşte onlar bu şekilde teslimiyet gösterince, halin konuştuğu ve sözün anlatamadığı şeyler oldu.

-Her ikisi de bu çetin imtihandaki belânın defiyle Allahın onlara nimette bulunmasına,

-Daha önce kimseye muvaffak kılmadığı bir şeye kendilerini muvaffak kılmasına,

-Âlemlere üstünlüklerini bu olayla izhar etmesine,

-Çok büyük bir sevap kazanmalarını sağlamasına ve bunun gibi hâllere sevindiler, şükrettiler.

إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ “Muhsin olanları işte biz böyle mükâfat-landırırız.”

Ayet, iyi işler yapmaları sebebiyle Allahın onlara genişlik verdiğini, sıkıntıdan kurtardığını anlatır. Vukuundan evvel neshin caiz olduğunu söyleyenler, bu kıssa ile delil getirdiler. Çünkü Hz. İbrahim “Yavrum! Rüyamda seni boğazladığımı görüyorum.” (Saffet, 102) ayetinin delâletiyle oğlunu kurban etmekle mükellefti, ama bu meydana gelmedi.[6>

 

106- إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْبَلَاء الْمُبِينُ “Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.”

Öyle çetin bir imtihan ki, böylesi imtihanda muhlis olan ve olmayan birbirinden ayrılır.

Veya bundan murat, bu imtihanın daha zoru olamaz bir şekilde zor olmasıdır.

 

107- وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ “Biz, büyük bir kurbanlık fidyesi ile onu (İsmail’i) kurtardık.”

Bu kurbanın “büyük” olması, cüsse itibarıyla olabileceği gibi, kadrinin büyük olması manasında da olabilir. Çünkü Allahu Teâlâ böyle bir kurbanı peygamber oğlu peygambere fidye olarak göndermiştir. Ve O’nun neslinden peygamberlerin efendisi olan Hz. Muhammed gelmiştir (asm).Denildi ki: Gönderilen bu kurbanlık cennetten bir koç idi.

Rivayete göre, gelen koç Cemre denilen yerde Hz. İbrahimden kaçtı. O da koça doğru yedi küçük taş attı, sonra yakaladı. Bu da, haccın sünnetlerinden biri oldu.

Gerçekte fidyeyi veren Hz. İbrahim’dir. Ayette, Cenab-ı Hakkın bunu kendine isnad etmesi, verenin ve bunu emredenin O olmasından mecazdır.

 

108- وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ “Ve sonradan gelenler arasında Ona güzel bir nam bıraktık.”

 

109- سَلَامٌ عَلَى إِبْرَاهِيمَ “Selam olsun İbrahim’e.”

Bunun açıklaması, bu sûrenin yetmiş dokuzuncu ayetinde geçti.

 

110- كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ “Muhsin olanları işte biz böyle mükâ-fatlandırırız.”

 

111- إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ “Çünkü o bizim mü’min kullarımızdandı.”

 

112- وَبَشَّرْنَاهُ بِإِسْحَقَ نَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ “Ve Ona salihlerden bir peygamber olmak üzere İshak’ı müjdeledik.”Oğlu İshakın nebilerden olacağına hükmedilmiş, salihlerden olması takdir olunmuştu.Bu itibarla nebî ve salihlerden olması, cümle içinde hâl olarak gelmiştir. Böyle olunca, bu müjdenin verildiği anda nebi ve salih olması gerekmez.

Bu, “Onlara şöyle denir: İçinde ebedî kalmak üzere girin cehennem kapılarından!” (Zümer, 72) ayeti gibi değerlendirilmemesi gerekir. Çünkü o ayette anlatılan kimselerin cehenneme girmeleri vaktinde ebedî kalmaları mukadderdir, belirlenmiştir. Hz. İshak ise, dünyaya gönderildiğinde kendisinin nebi ve salih olması belirlenmiş değildi.[7>

Hz. İbrahimin kurbanlık oğlu olarak Hz. İshakı söyleyenler, ayetteki müjdeyi O’nun doğumu olarak değil, peygamberlik müjdesi olarak açıkladılar.

Nübüvvetten sonra salahın zikredilmesinde, salih olmanın önemini göstermek ve nübüvvetten gayenin de salahat olduğuna bir ima vardır. Çünkü salih olmak, mutlak manada kemâl ve tekmîl manasını tazammun eder.[8>

 

113- وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلَى إِسْحَقَ “Hem ona hem İshak’a bereketler verdik.”

Biz İbrahime evlatları hususunda bereket ihsan ettik. İshakı da mübarek kıldık, neslinden İsrailoğullarının peygamberlerini ve ayrıca İsrailoğulları dışında Eyyûb ve Şuayb gibi peygamberleri gönderdik.Veya ayetin manası şöyle olabilir: Din ve dünyanın bereketlerini kendilerine ihsan ettik, feyiz olarak verdik.

وَمِن ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ مُبِينٌ “Her ikisinin neslinden hem muhsin olanlar, hem de açıkça kendi nefsine zulmedenler var.”

Muhsin olmak, güzel amel işlemek manasında olabilir veya “iman ve tâatle nefsine faydası olan” anlamına gelir.

Nesillerinden küfür ve isyanla nefsine gayet açık bir şekilde zulmedenler de var.

Bunda, hidayet ve dalâlette nesebin tesiri olmadığına ve nesillerinde meydana gelen zulümden, atalarına bir noksanlık ve ayıp gelmeyeceğine bir tenbih vardır.


 [1>Bu ikisi, bilinen peygamber olarak nazara verilmiştir. Yoksa başkaları da gelmiş olabilir.

[2> Kavmi, yıldızlara bakar, onlarla kâhinlik yapardı. Mazeretinin inandırıcı olması için onların anlayacağı şekilde böyle yapması muhtemeldir.

[3>Yani, hemen hemen bütün insanlar şöyle veya böyle bir şekilde hasta sayılırlar.

[4> Çünkü, diğer hastalıklara göre en amansız dert, ölümdür. Nitekim hadiste “ölüm dışında her derde deva olduğu” bildirilir.

[5> Mu’tezile mezhebi ise, kötü fiilleri Allaha isnad etmekten sakınmak için “insan, kendi fiillerinin yaratıcısıdır” dediler. Hayrın da şerrin de Allahtan olmasını te’vil cihetine gittiler.

[6> Bazıları, nesih konusunu ele alırken, bir hüküm uygulanmadan yürürlükten kaldırılabileceğine bunu misal verdiler.

[7> Yani, üstte medar-ı bahs olan ayette, cehennem ehli cehenneme girerlerken ebedi kalmaları takdir edilmiş olarak girdiler. Ama Hz. İshak dünyaya geldiğinde nebî ve salih olması belirli değildi. Çeşitli imtihanların neticesinde salih bir nebi olmaya liyakat kazandı, o payeler kendisine verildi. Cenab-ı Hak, gelecek şeylerin nasıl geleceğini bilir. Ama insanlarla ilgili şu dünya hayatında tam bir imtihan söz konusudur. Allahın kimin ne yapacağını, hangi makama geleceğini, akıbetini… bilmesi insanları sorumlu olmaktan kurtarmaz.

[8> Yani, salih olan biri kendisi kemâl vasıfları taşıdığı gibi, başkalarını kemâle erdirecek çalışmalar da yapar.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
37. Saffat
Gönderi tarihi: 15-04-2014
1,396 kez okundu
Block title
Block content