304. DERS (Saffat Suresi, 1 - 21) Mele-i Âlâ Sâkinleri

1- وَالصَّافَّاتِ صَفًّا “Andolsun o saf bağlayıp duranlara.”

 

2- فَالزَّاجِرَاتِ زَجْرًا “Zecredip sakındıranlara.”

 

3- فَالتَّالِيَاتِ ذِكْرًا “Bir zikir okuyanlara.”Allahu Teâlâ, ubudiyet makamında saf tutmuş meleklere yemin etti.Bu melekler ilâhî nurlara mazhar olmalarına göre çeşitli mertebelerdedirler, O’nun emirlerine muntazırdırlar.

-Ulvî ve süfli ecramı, bunlarla ilgili emredilen tedbirleri, idarî maksatları yerine getirerek sevk u idare ederler veya ilham yoluyla insanları günahlardan sakındırırlar, şeytanların insanlara taarruzuna engel olurlar.

-Allahın ayetlerini ve ilâhî ilhamları O’nun enbiya ve evliyasına getirirler.

Bu yeminler, başka açılardan da ele alınabilir.

Şöyle ki:

“Andolsun o saf bağlayıp duranlara” ifadesi, kurşunla bağlanmış gibi saf tutmuş tertip üzere olan yıldız taifelerine,

“Zecredip sakındıranlara” ifadesi, bunların tedbirini gören, idare eden ruhlara,

“Bir zikir okuyanlara” ifadesi, “Gece gündüz tesbih ederler, usanmazlar.” (Enbiya, 20) ayetinde nazara verildiği üzere, Cenab-ı Hakkın vahdet deryasında müsteğrak olan kudsî cevherlere işaret eder.

Veya,

-İbadette saf saf olan,

-Delil ve nasihatlarla küfür ve günahlardan sakındıran,

-Allahın ayetlerini ve hükümlerini okuyan âlimlere bakar.

Veya,

-Saf tutup cihada katılan,

-Atları veya düşmanları dizginleyip kontrol eden,

-“Allah Allah” diyerek cihad esnasında Allahı anan, düşmanla döğüşmek kendilerini Allahı zikirden alıkoymayan mücahitlere işaret eder.

Ayette bunların atıfla gelmesi zât veya sıfatlarının ihtilafını gösterir. Bunun فَ (fe) harfiyle olması, vücut tertibi içindir. Çünkü, saf hâlinde

olmak bir kemâldir, zecredip sakındırmak, kötü şeyden alıkoyması veya hayrı kabule sevk etmesi itibarıyla bir tekmildir. Zikir okumak ise, hayrı ifaza etmektir.

Veya فَ (fe) harfi Hz. Peygamberin “Allah saçını traş ettirenlere, bir

de kısalttıranlara rahmet etsin” sözünde olduğu gibi, derecelendirme ifade eder. Ancak Hz. Peygamberin sözünde önce ifade edilenin sonra ifade edilene üstünlüğü vardır. Burada ise, hiyerarşik bir şekilde rütbelerin gittikçe ileri olması söz konusudur.

 

4- إِنَّ إِلَهَكُمْ لَوَاحِدٌ (Bunlara yemin ederim ki) ilâhınız gerçekten bir tek ilâhtır.”

Ayetin bu kısmı, yeminin cevabıdır.Bu şekilde yemin edilmesinde, kendisiyle yemin edilen şeylerin tazimi, büyüklüğünün nazara verilmesi ve yemin edilen hususu te’kid etmek, kuvvetli bir şekilde anlatmak vardır. Yemin, Arabların kelâmında aşina oldukları bir üslûbtur.

Yeminle nazara verilen tevhidin tahkiki ise, gelen ayetlerde yapılmaktadır. Şöyle ki:

 

5- رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا “O, göklerin, yerin ve ve bu ikisi arasında olanların Rabbidir.”Çünkü daha evvelinde de pek çok kereler nazara verildiği gibi, göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olanların başka şekillerde olması imkân dâhilinde iken en mükemmel bir şekilde vücuda gelmeleri ve intizamları, Sani-i Hakîmin varlığına ve birliğine bir delildir.

Ayette geçen “ve bu ikisi arasında olanlar…” ifadesi, kulların fiillerini de içine alır. Böyle olunca, onların fiillerinin de Allahın yaratmasıyla olduğuna delâlet eder.

وَرَبُّ الْمَشَارِقِ “Ve bütün doğuların da Rabbidir.”

“Meşarik” maşrıklar demektir. Bundan murat, yıldızların doğduğu yerlerdir. Veya güneşin sene boyunca hergün ayrı bir yerden doğmasını anlatır. Bu da üçyüz altmış ayrı doğuş yeri demektir. Güneş hergün birinden doğar. Bu açıdan bakıldığında, güneşin hergün farklı bir yerden batışı da söz konusudur. Bundan dolayı ayette sadece “meşarık” ifadesinin zikriyle yetinildi.

Öte yandan, güneşin doğuşu kudrete daha ziyade delalet eder ve nimet yönüyle de çok daha büyük bir nimettir.

 

6- إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاء الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ “Gerçekten biz dünya semasını (yakın göğü) bir zînetle, yıldızlarla süsledik.”

“Dünya sema”sından murat, insanlara en yakın olan sema tabakasıdır.

Gökyüzündeki yıldızlar, gerçekte farklı sema tabakalarında olsalar bile, yeryüzünde yaşayanlar onların tamamını muhtelif şekillerde mavi bir satıh üzerinde parlayan, ışık saçan mücevherler gibi gördüklerinden “yakın sema” tabirine bir zarar vermez.

 

7- وَحِفْظًا مِّن كُلِّ شَيْطَانٍ مَّارِدٍ “Onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk.”

Taatten çıkmış olan her bir şeytan, kendilerine atılan şihaplarla tardedilir.

 

8- لَا يَسَّمَّعُونَ إِلَى الْمَلَإِ الْأَعْلَى “Onlar mele-i âlâ’yı dinleyemezler.”

Ayet, semanın şeytanlardan korunmasını ifade ettikten sonra, onların hâlini beyan eder. Semanın korunmuş olması sebebiyle, şeytanlar oradan kulak hırsızlığı yapamazlar.

Mele-i Âlâ, melekler ve özellikle de onların önde gelenlerinin bulunduğu topluluktur.

وَيُقْذَفُونَ مِن كُلِّ جَانِبٍ “Ve her taraftan taşlanırlar.”

Semaya yükselmek istediklerinde, onun her canibinden taşlanırlar.

دُحُورًا “Kovulup atılırlar.”Atılan semavî mancınıklar, onları kovmak içindir.

 

9- وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌ “Onlara ardı arkası kesilmez bir azab vardır.”

Onlar için bu kovulmadan başka daimi bir azap, yani ahiret azabı vardır.

 

10- إِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ “Ancak kulak hırsızlığı yapanlar olur.”

Ancak meleklerin kelâmından bir söz kapan olabilir.

فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ “Onu da yakıcı bir şihab takip eder.”

Şihab, parçalanmış yıldız gibi görülen şeydir. Şihab’la alâkalı olarak “esir tabakasına doğru yükselip alev alan buhardır” denilmesi bir tahmindir. Şayet doğru ise, buna aykırı olmaz.

Ayrıca, “Andolsun biz, yakın semayı lambalarla donattık.” (Mülk, 5) ayetine de aykırı olmaz. Çünkü, yukarı âlemde meydana gelen her parlaklık, dünya ehline bir lamba ve sema için de bir zînettir.

Kulak hırsızlığı yapmak üzere semaya yükselmiş bazı şeytanlara bu şekilde taşlama yapılması, akıldan uzak bir şey değildir. Şayet sahihse, Hz. Peygamberin doğumu zamanında bunun olduğu ile ilgili rivayetlerden murat, o zaman çokça vuku bulması olabilir.

Veya kovmak için olması söz konusudur.

Bu semavî mancınıklarla kovulan şeytanların bununla eza görüp dönmeleri veya tamamen yanmaları konusu ise, ihtilaflıdır. Ama en azından gemide olanlara dalganın bazan isabet etmesi, bazan ise isabet etmemesi gibi bir durum vardır. Bundan dolayı, şeytanlar semadan kulak hırsızlığını bütün bütün bırakmamaktadırlar.

“Şeytan ateştendir, dolayısıyla böyle bir şihabla yanmaz” denilemez. Çünkü, insan hâlis topraktan olmadığı gibi, şeytan da sırf ateşten değildir. Bununla beraber, kuvvetli ateş zayıf ateşe saldırdığında onu ortadan kaldırdığı da bilinen bir gerçektir.

Bu şihabın “sakıb” olması, ışığıyla karanlığı delip geçmesi itibarıyladır.

 

11- فَاسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَم مَّنْ خَلَقْنَا “Şimdi sor bakalım onlara: Onları yaratmak mı daha çetin, yoksa yarattığımız diğer şeyler mi?”

Zamir Mekke müşrikleri veya Âdemoğullarına râcidir.

“Yarattığımız diğer şeyler mi?”

Bundan murat, önceki ayetlerde bahsi geçen melekler, sema, arz ve bu ikisi arasında olanlar, güneşin doğduğu yerler, yıldızlar ve karanlığı delip geçen şihaplardır.

Ayette kullanılan مَنْ “men” akıllı varlıklar için kullanılır. Burada sema

ve arz gibi cirimler için de kullanılması, tağlip yoluyladır.

إِنَّا خَلَقْنَاهُم مِّن طِينٍ لَّازِبٍ “Şüphesiz biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık.”

Yapışkan bir çamurdan yaratılmak, insanla bahsi geçen varlıklar arasında bir ayırımdır.

Yoksa bundan murat, onlardan önce gelen Âd ve Semud gibi kavimler değildir.[1>

Keza, ayetten murat öldükten sonra diriltmenin isbatıdır ve bunu muhal, yani imkânsız görmelerini reddetmektir. Öldükten sonra diriltilme hususunda, onlarla öncekiler arasında fark olmadığı ortadadır.

Ayetin ifade ettiği yeniden diriltmeyi şöyle açıklayabiliriz:

Öldükten sonra yeni bir hayatın imkânsız olması iki cihetle olabilir:

1-Ya, maddenin buna kabiliyeti yoktur.

İnsanların aslî maddesi yapışkan bir çamurdur. Bu, su ile toprağın karışımından meydana gelir. Bu ikisi, yeniden aynı şekilde bir karışım meydana getirilmesine müsait ve kabiliyetlidirler.

Haşri inkâr edenler,

-Ya âlemin sonradan yaratıldığını (hudusu) itiraf etmeleriyle,

-Ya da Hz. Âdemin kıssası ve nice canlıların topraktan yaratıldığını gözleriyle görmeleriyle insanın böyle bir karışımdan meydana geldiğini bilmektedirler. Böyle olunca yeniden diriltilmelerinin de imkân dairesinde olduğunu kabul etmeleri gerekir.

2-Veya yeniden diriltecek Zâtın kudreti böyle bir şeye yetmez.

Hâlbuki bu şeyleri yaratmaya gücü yetenin, onlara nisbetle o kadar da zor olmayan bir şeyi, hem de başlangıçta yarattığı bir şeyi iâde etmeye de elbette gücü yeter. Ve O’nun kudreti zâtiyyedir, asla değişmez.[2>

 

12- بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ “Hayır, sen (onların hâline) şaştın, onlar ise alay ediyorlar.”

Doğrusu Sen, Allahın kudreti ve onların da diriltilmeyi inkârı karşısında hayret içinde kaldın.

Onlar ise, Senin hayretin ve diriltilmeyi kabulün karşısında alay ediyorlar.Veya, bu fiilleri yapan Zata “ölüleri diriltemez” denilmesine ve tasdik edenlerle de dalga geçilmesine şaşırıp kaldın.

 

13- وَإِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَ “Kendilerine hatırlatıldığında da düşünmüyorlar.”

Kendilerine bir öğüt verildiğinde, ondan öğüt almıyorlar.Veya, haşrin (yeniden dirilişin) sahîh olduğuna delâlet eden bir şey zikredildiğinde, kıt akıllı ve az düşünür olmalarından dolayı, bundan faydalanmıyorlar.

 

14- وَإِذَا رَأَوْا آيَةً يَسْتَسْخِرُونَ “Bir ayet gördükleri zaman da eğlenceye alıyorlar.”

Öldükten sonra dirilmeyi söyleyen kimsenin sözüne delâlet eden bir mu’cize gördüklerinde, aşırı bir şekilde alay ediyorlar ve “o bir sihirdir” diyorlar.

Veya bu mu’cizeyle dalga geçmek için birbirlerini çağırıyorlar.

 

15- وَقَالُوا إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّبِينٌ “Ve dediler ki: Bu apaçık sihirden başka bir şey değildir.”

 

16- أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَئِنَّا لَمَبْعُوثُونَ “Öldüğümüz ve bir toprak ve bir yığın kemik olduğumuz zaman mı biz tekrar diriltilecekmişiz?”

Böyle söylemelerinde “yeniden dirilme kendi zâtında kabulü güç bir şey. Hele bir de insan, toprak ve kemik hâline gelince kabulü çok daha zor” manasını hissettirmek vardır.

 

17- أَوَآبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ “Önceki atalarımız da mı?...”“Onlar da mı?” demeleri, onların üzerinden çok zaman geçtiği cihetle, onların diriltilmelerini kabul etmeyi daha ziyade akıldan uzak gördüklerini anlatır.

 

18- قُلْ نَعَمْ وَأَنتُمْ دَاخِرُونَ “De ki: Evet, hem de siz aşağılanmış kimseler olarak (diriltileceksiniz).”Sadece “evet” demekle yetinilmesi, daha evvelinde yeniden diriltilmenin imkân dairesinde olmasına ve vukuundan haber verenin doğru söylediğine ait delil ve mu’cize olmasındandır.

 

19- فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ “O ancak şiddetli bir sesten ibarettir.”

Böyle olunca, yeniden yaratılış tek bir sayha ile gerçekleşecektir. Bu da, sura ikinci üfürülüştür.“Zecr” kelimesi, çobanın koyunlarını sevk ü idaresinde kullanılır.[3>

فَإِذَا هُمْ يَنظُرُونَ “Bir de bakarsın ki onlar (diriltilmiş etrafa) bakmaktadırlar.”

O sayhanın neticesi olarak görürsün ki bütün ölüler kabirlerinden kalkarlar, etraflarına şaşkın şaşkın bakarlar.Veya bundan murat, kendilerine ne yapılacağını beklemeleridir.

 

20- وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا “Ve derler: Vay başımıza gelene!”

هَذَا يَوْمُ الدِّينِ “İşte bu, din (ceza) günüdür.”

“İşte bu, amellerimizin karşılığını göreceğimiz gündür.”

Diriltilenlerin sözü burada bitmiştir. Ayetin devamı meleklerin onlara cevabıdır:

 

 21- هَذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذِي كُنتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ “İşte bu, sizin yalanlamakta olduğunuz fasıl günüdür.”Denildi ki: Bu da onların birbirlerine söyledikleri kelâma dâhildir.

“Fasıl günü”nden murat, aralarında hüküm verilmesi veya iyi ve kötünün ayrılmasını ifade eder.


[1> Bazıları ayete “bizim önceden yarattığımız kavimler mi daha çetin, yoksa onlar mı?” şeklinde mana vermek istemişlerse de, ibare buna uygun değildir. Çünkü önceki devirlerde yaratılan güçlü kuvvetli kavimler de yapışkan bir çamurdan yaratılmışlardır. Böyle olunca, ayetten murat, insanla diğer varlıkları kıyas etmektir.

[2> Yani, O’nun kudreti azalıp çoğalan bir kudret olmayıp kendi zâtındandır. Bu kudretin karşısında hiçbir şey zor değildir. Her şey Allaha nisbetle kolaydır.

[3> Yani, nasıl ki çoban bir sayha ile koyunlarını bir araya toplarsa, her şeyi yoktan var eden Allahın bir tek sayha ile bütün insanları mahşer meydanına toplaması akıldan uzak görülmemeli.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
37. Saffat
Gönderi tarihi: 15-04-2014
1,515 kez okundu
Block title
Block content