22- احْشُرُوا الَّذِينَ ظَلَمُوا وَأَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَ “Toplayın (mahşere) o zulmedenleri, eşlerini ve taptıkları şeyleri.”
23- مِن دُونِ اللَّهِ “Allah’tan başka.”“Toplayın”, emri Allahtan meleklere bir emirdir.
Veya, zalim olanları oradan hesaba çekilme yerine sevk hususunda, bazı meleklerin diğer meleklere emri de olabilir.
Denildi ki: Hesaba çekilme yerinden cehenneme sevk edilmeleri için bir emir de olabilir.
“Eşlerini”
Bundan murat, puta tapanın diğer puta tapanlarla, yıldıza tapanın diğer yıldıza tapan kimselerle götürülmesi tarzında emsâl olanlarla eşleştirilmeleridir. “Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman.” (Vakıa, 7) ayetinde de böyle bir eşleştirme anlatılır.
Veya bundan murat, kendileriyle aynı inancı taşıyan hanımları veya şeytanlardan yakınlarıdır.
“Allah’tan başka (taptıkları şeyleri).”
Allahtan başka tapmış oldukları putlar gibi batıl mabutların da kendileriyle beraber sevk edilmesi, onları ziyadesiyle pişman etmek ve utandırmak içindir.
“Şüphesiz kendileri için tarafımızdan güzellik takdir edilenler ise, işte onlar oradan (cehennemden) uzak tutulanlardır.” (Enbiya, 101) ayetinde nazara verilen durum da değerlendirilince, ayetteki “zalimler” ifadesinin belli kayıtlarla anlaşılması gerekir.[1>
Bunlar nazara alındığında, ayette anlatılan “zalimlerin”, müşrikler olduğu anlaşılır.
فَاهْدُوهُمْ إِلَى صِرَاطِ الْجَحِيمِ “Sonra da hidayet edin (sevk edin) onları cehennem sıratına.”
Ardından onları cehenneme gidecek yola sevk edin.
24- وَقِفُوهُمْ “Ve tutuklayın onları.”
إِنَّهُم مَّسْئُولُونَ “Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir.”
Onları hesap mahallinde tutuklayın. Çünkü onlar, inançlarından ve amellerinden sorgulanacaklar.
“Ve tutuklayın onları” ifadesinde bulunan و “vav” harfi, tertibi gerektirmez.
Bununla beraber, onların tutuklanmalarının ve hesaba çekilmelerinin birden fazla yerde olması da caizdir.[2>
25- مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ “Size ne oldu da yardımlaşmıyorsunuz?”
“Niye kurtulmak için birbirinize yardım etmiyorsunuz?”
Ayetin ifadesi, onları kınamak ve başlarına vurmak içindir.
26- بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ “Doğrusu, bugün onlar teslim olmuşlardır.”
Doğrusu bugün onlar hilelerinin kendi aleyhlerine dönmesi ve aczleri sebebiyle boyun eğmiş durumdadırlar.
27- وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَسَاءلُونَ “Ve birbirlerine yönelip sormaya başlarlar.”Bunlar reislerle onlara uyanlar veya kâfirlerle onlara yakın arkadaş olanlardır.
Bunlar, birbirlerine sormaya başlarlar. Bu sorma, birbirlerini kınamak içindir. Bundan dolayı ayet “Birbirleriyle hasımlaşırlar” şeklinde tefsir edilmiştir.
28- قَالُوا إِنَّكُمْ كُنتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَمِينِ “Dediler: Siz bize sağdan gelirdiniz.”
“Sağdan gelmekten” murat,
-En kuvvetli ve sağlam yönlerle gelmek,
-Din hakkında gelmek,
-Veya hayrımızı istiyor gibi gelmek manalarını ifade eder.
Yani, “siz hayrımızı ister gibi bir gelişle bize geldiniz, biz de size uyduk, ama helâk olduk.”
“Sağdan gelmek” ifadesi, insanın iki yanından en kuvvetli, en şerefli ve en faydalı olanından istiare yoluyla kullanılır.
Veya kuvvet ve kahırdan istiare yoluyla kullanılır. Yani, “bizi dalâlete sevk ediyordunuz.”
Veya doğrudan “yemin” manasını da ifade ediyor olabilir. Yani, “kendinizin hak yol üzere olduğu hususunda bize yemin ediyordunuz.”
29- قَالُوا بَل لَّمْ تَكُونُوا مُؤْمِنِينَ “Diğerleri de onlara şöyle dediler: Doğrusu, siz mü’min kimseler değildiniz.”Küfrün önderleri kendilerini önce şöyle savundular:
“Hayır, biz sizi yoldan çıkarmadık, siz kendiniz yoldan çıkmış kimselerdiniz.”
30- وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ “Bizim, sizin üzerinizde hiçbir hâkimiyetimiz yoktu.”
بَلْ كُنتُمْ قَوْمًا طَاغِينَ “Doğrusu siz taşkın bir kavimdiniz”
Ardından da şöyle değerlendirme yaptılar: “Biz sizi küfre zorlamadık, çünkü sizin üzerinizde bir hâkimiyetimiz yoktu. Siz küfre meylettiniz. Bu meyliniz de, tuğyanı (taşkınlığı) seçen kimseler olmanızdan dolayıdır.”
31- فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَا “Böylece üzerimize Rabbimizin (azap) sözü hak oldu.”
إِنَّا لَذَائِقُونَ “Şüphesiz (azabımızı) tadacağız.”
32- فَأَغْوَيْنَاكُمْ “Böylece biz sizi günaha kışkırttık.”
إِنَّا كُنَّا غَاوِينَ “Çünkü biz sapmış kimselerdik.”
Sonra her iki fırkanın da yoldan çıkmasının ve azaba düşmelerinin, kendisinden kaçış imkânı olmayan bir hüküm olduğunu ve kendilerinin onları ancak ve ancak kendi işlemiş oldukları günahlara çağırdıklarını, onların da kendileri gibi olmaktan hoşlanıp tâbi olduklarını beyan ettiler.
Ayetin üslûbunda onların haddi aşıp günaha girmelerinin gerçekte daha öncekilerden olmadığına gizli bir işaret vardır. Çünkü her haddi aşmak bunu kışkırtan birisi aracılığıyla olsa, öncekileri kim günaha sevk etmiştir?
33- فَإِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ “Artık onlar o gün azapta ortaktırlar.”
Böylece hem etbâ, hem de reisler azgınlıkta ortak oldukları gibi, azapta da beraberdirler.
34- إِنَّا كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ “İşte biz mücrimlere böyle yaparız.”
“Mücrimler”den murat, müşriklerdir. Ayetin devamı buna delâlet eder:
35- إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ “Çünkü onlar, kendilerine, “La ilahe illallah” (Allah’tan başka bir ilâh yoktur) denildiği zaman, büyüklük taslıyorlardı.”
Onlar, kelime-i tevhide karşı kibir gösteriyorlardı.
Veya onlar, tevhide davet edenlere karşı kibirleniyorlardı.
36- وَيَقُولُونَ أَئِنَّا لَتَارِكُوا آلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَّجْنُونٍ “Biz, mecnun bir şair için mi ilâhlarımızı terk edeceğiz?” diyorlardı.”Bununla –haşa- Hz. Peygamberi kastediyorlardı. (asm)
37- بَلْ جَاء بِالْحَقِّ “Hayır, doğrusu O, hak ile geldi.”
وَصَدَّقَ الْمُرْسَلِينَ “Ve peygamberleri tasdik etti.”
Ayet, onlara bir reddir. Çünkü Hz. Peygamberin getirmiş olduğu tevhid, delile dayalı bir şekilde haktır ve bu konuda peygamberler tam bir ittifak hâlindedirler.
38- إِنَّكُمْ لَذَائِقُو الْعَذَابِ الْأَلِيمِ “Elbette siz o elîm azabı tadacaksınız.”
Allaha şirk koşmanız ve peygamberleri yalanlamanız sebebiyle, elem verici azabı tadacaksınız.
39- وَمَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “Ve ancak yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız.”
40- إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ “Ancak Allah’ın halis kulları başka.”
Buradaki istisna munkatıdır. Yani, “siz böylesiniz. Ama Allahın muhlis kulları böyle değillerdir.”Ancak bir önceki ayette “siz…” ifadesiyle bütün mükellefler kastedilirse, o zaman istisna muttasıldır. O zaman bunlardan azabın istisna edilmesi, mümaselet itibarıyla olur. Çünkü bunlara verilecek sevap kat kat olacaktır. Bu itibarla düşünülürse, yapılan istisna yine munkatı sayılır.[3>
41- أُوْلَئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَّعْلُومٌ “İşte onlar için belli bir rızık vardır.”
Bu malumiyet, rızkın devamlılığı veya tamamen lezzetten ibaret olmasıdır. Nitekim ayetin devamı bu ikinci manayı te’yid eder:
42- فَوَاكِهُ “Meyveler vardır.”
Çünkü meyve, beslenmek için değil, lezzet maksadıyla yenir. Kût ise, bunun aksine beslenmek için yenene verilen isimdir. Cennet ehli dağılmaktan korunmuş gayet sağlam bir yaratılışla yeni hayata mazhar kılındıklarından, rızıkları halis meyve olur, lezzet için yerler.
وَهُم مُّكْرَمُونَ “Onlar ikram gören kimselerdir.”
Dünyadakinden farklı bir şekilde, bir yorulma ve çalışma olmadan rızıkları kendilerine ulaştırılır, ikram edilir.
43- فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ “Naîm cennetlerinde.”
Her şeyiyle nimet olan cennetlerde kendilerine ikram yapılır.
44- عَلَى سُرُرٍ مُّتَقَابِلِينَ “Koltuklar üzerinde karşılıklı otururlar.”
45- يُطَافُ عَلَيْهِم بِكَأْسٍ مِن مَّعِينٍ “Onların etrafında kaynaktan doldurulmuş kadehler dolaştırılır.”Cennet içeceğinin bu şekilde vasfedilmesi, su gibi akması (bol olması) sebebiyledir. Veya onlara yapılacak ikramın, lezzetinin kemâlinden dolayı bütün içeceklerden talep edilen özellikleri kendinde toplayan bir içecek gibi olduğunu hissettirmek içindir.
Diğer ayet de böyle bir manayı anlatır:
46- بَيْضَاء لَذَّةٍ لِّلشَّارِبِينَ “Parlak ve içenlere lezzet verir.”
Bu, bardağın iki özelliğini anlatır.
47- لَا فِيهَا غَوْلٌ “Onda baş döndürme özelliği yoktur.”
وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنزَفُونَ “Ve onlar, onu içmekle sarhoş da olmazlar.”Bu içecek, dünya içkileri gibi sersemletmez, çarpmaz. Bundan dolayı akılları da başlarından gitmez.
48- وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ عِينٌ “Ve yanlarında iri gözlü, bakışlarını kocalarından başkalarına çevirmeyen dilberler vardır.”
49- كَأَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَّكْنُونٌ “Sanki onlar, gün yüzü görmemiş yumurtalardır.”
Ayette, cennet kadınları bembeyaz olma noktasında toz ve benzeri şeylerden korunmuş devekuşu yumurtasına benzetilmiştir. Bu beyazlıkta, ona karışmış en edna bir alacalık yoktur. Böyle bir benzetme, kadının güzelliği yönündendir.
50- فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَسَاءلُونَ “Derken birbirlerinin hallerinden sormaya başladılar.”
Onlar, bir yandan cennet şarabından içerken, öte yandan kendi aralarında sohbet ederler. Ayette bunun geçmiş zaman sığasıyla anlatılması, te’kid içindir. Çünkü böyle bir sohbet, bu lezzetler içerisinde akıl için en lezzetli olanıdır.
Birbirlerine sormaları,
-Marifetle ilgili şeyler,
-Fazilete dair meseleler,
-Dünyada başlarından geçen maceralardır.
51- قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ إِنِّي كَانَ لِي قَرِينٌ “İçlerinden biri dedi ki: Benim bir arkadaşım vardı.”
52- يَقُولُ أَئِنَّكَ لَمِنْ الْمُصَدِّقِينَ “Diyordu: Sen (tekrar dirilmeyi) tasdik edenlerden misin?”
53- أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَئِنَّا لَمَدِينُونَ “Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra hesaba mı çekileceğiz?”
Böyle diyor ve öldükten sonra dirilmeye iman etmemi kınıyordu.
54- قَالَ هَلْ أَنتُم مُّطَّلِعُونَ “Dedi: Haline bakar mısınız?”
“Siz, cehennem ehlinin hâline muttali misiniz, ta ki bu arkadaşımı size göstereyim.”
Denildi ki: Bunu söyleyen Allahu Teâlâdır veya meleklerden biridir. Onlara şöyle der: “Cehennem ehlinin hâline muttali olmaya ister misiniz? Ta ki bu kimseyi size göstereyim. Böylece onların durumuna bakıp kendi konumunuzu bilesiniz.”
55- فَاطَّلَعَ فَرَآهُ فِي سَوَاء الْجَحِيمِ “Derken baktı ve onu cehennemin ortasında gördü.”
56- قَالَ تَاللَّهِ إِنْ كِدتَّ لَتُرْدِينِ “Ona dedi: Vallahi, neredeyse beni de helâk edecektin.”
Neredeyse, aldatarak beni de helak ediyordun.
57- وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبِّي لَكُنتُ مِنَ الْمُحْضَرِينَ “Şayet Rabbimin nimeti olmasaydı, ben de celb edilenlerden olurdum.”
Şayet Rabbimin bana hidayet ve koruma nimeti olmasaydı, seninle beraber oraya sevk edilenlerden olurdum.
58- أَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّتِينَ “Nasıl, bak biz ölüler değiliz!”
59- إِلَّا مَوْتَتَنَا الْأُولَى “İlk ölümümüzden başka.”İlk ölüm, dünyadaki ölümdür. Sual için hayat verilmesinden sonraki kabirdeki hayatı da içine alır.
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ “Ve biz azap da görmeyeceğiz!”
Ve biz kâfirler gibi azap görecek de değiliz.
Bu ifadeler, cennetteki kişinin arkadaşını kınamak için söylediği sözlerdendir.
Veya aynı kişinin, etrafındaki diğer cennet ehline yönelip onlarla sohbete devam etmesi ve Allahın bir nimetinden daha söz etmesidir.
Veya bunu söylemesi böyle bir nimet karşısında sevinme ve hayret etme, ayrıca o arkadaşına da tariz yollu bir kınama olabilir.
60- إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ “İşte bu, büyük kurtuluştur.”
Bu, onların sözü olabileceği gibi, Allahın kelâmı da olabilir. Allahın sözü olarak değerlendirilirse,
-Onların içinde bulundukları nimete bir işaret,
-Cennette ebediliği bildirmek,
-Ve azaptan emin olduklarını ilan etmek olur.
61- لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلْ الْعَامِلُونَ “Çalışanlar işte böyle bir kurtuluş için çalışsınlar.”
Amel işleyenlerin böyle bir şeye nâil olabilmek için, gelip geçici ve elemlerle âlude (karışık) dünyevî lezzetlere değil, buna çalışmaları gerekir.
Bunun da bir üstteki ayet gibi, hem onların hem de Allahın sözü olması muhtemeldir.
62- أَذَلِكَ خَيْرٌ نُّزُلًا أَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ “Nasıl, ikram olarak bu mu daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?”Ayette geçen “nüzül” kelimesi, misafire ilk ikram edilen yemeğe verilen isimdir. Böyle olunca, ayette şöyle bir mana vardır: Bütün bu zikredilen nimetler, cennet ehli için misafire ilk geldiğinde verilen ikram kabilindendir. Onlar için bu nimetlerin ötesinde, fehimlerin anlamakta noksan kalacakları nimetler vardır.
Benzeri bir durum, cehennem ehline verilen zakkum için de söz konusudur.
Zakkum, çölde yetişen küçük yapraklı ve acı meyveli bir ağaçtır.
63- إِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِّلظَّالِمِينَ “Gerçekten biz onu zalimler için bir fitne yaptık.”
Zakkum ağacını, ahirette onlar için bir mihnet ve azap kıldık.
Veya dünyada bununla imtihan edildiler. Çünkü rivayet edildiğine göre onun cehennemde olduğunu işittiklerinde “Ateş ağacı yaktığı hâlde bu nasıl olur?” dediler. Bilmediler ki ateşte yaşayan ve bundan lezzet alan hayvanları yaratan Allah, cehennem ateşinde ağaç yaratmaya ve bunu yanmaktan korumaya kâdirdir.
64- إِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ فِي أَصْلِ الْجَحِيمِ “O, cehennemin dibinde biten bir ağaçtır.”
Bunun bittiği yer, cehennemin dibidir. Dalları, onun katmanlarına doğru yükselir.
65- طَلْعُهَا كَأَنَّهُ رُؤُوسُ الشَّيَاطِينِ “Tomurcukları şeytanların başları gibidir.”
Şeytanların başlarına benzetilmesi, son derece çirkin ve korkutucu olmasındandır. Çok güzel birine “melek” denilmesi gibi, burada da hayale dayalı bir benzetme (teşbih-i muhayyel) söz konusudur.
Denildi ki: “Şeyatîn” ifadesinden murat; korkunç görünümlü, boynuzlu dehşetli yılanlardır. Belki de şeytana “şeytan” denilmesi de bu yüzdendir.
66- فَإِنَّهُمْ لَآكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ “Onlar mutlaka bundan yiyecekler ve karınlarını bundan dolduracaklardır.”
Bundan karınlarını doldurmaları,
-Ya çok acıkmalarından,
-Ya da yemeye zorlanmalarındandır.
67- ثُمَّ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًا مِّنْ حَمِيمٍ “Sonra onlar için üzerine kaynar sudan bir içecek vardır.”
Zakkum ağacından doyup da iyice susadıklarında, kendilerine kaynar sudan bir içecek var.
Veya kaynar suyla karışık bir şekilde irin var.
Bu su, onların bağırsaklarını paramparça edecektir.
Ayetteki “Sonra” ifadesi, içeceklerindeki son derece nahoşluk ve çirkinliği anlatmak için “ayrıca” anlamında kullanılmış da olabilir.
68- ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ “Sonra da dönecekleri yer, şüphesiz cehennem ateşidir.”
Sonra onların akıbeti, cehennem veya onun dereceleri olur. Çünkü zakkum ve irin, oraya girmeden önce kendilerine takdim edilen şeylerdir.
Denildi ki: Hamîm (kaynar su), cehennemden hariçtedir. “İşte bu, mücrimlerin (suçluların) yalanladığı cehennemdir.” “Onlar, cehennem ateşi ile kaynar su arasında gider gelirler.” (Rahmân, 42-44) Cehennem ehli irinli o kaynar suya develerin suya sevk edilmesi gibi sevk edilirler, sonra cehenneme döndürülürler.
69- إِنَّهُمْ أَلْفَوْا آبَاءهُمْ ضَالِّينَ “Çünkü onlar, atalarını dalalet üzere buldular.”
70- فَهُمْ عَلَى آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ “Kendileri de onların izinden koşa koşa gittiler.”
Onların böyle çetin bir azaba layık olmalarının sebebi, atalarını dalalette taklit etmektir.
Ayette, onların hiç düşünmeden ve araştırmadan körü körüne ecdatlarının yolundan gittiklerini hissettirmek vardır.
71- وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ أَكْثَرُ الْأَوَّلِينَ “Andolsun ki, onlardan öncekilerin çoğu yoldan sapmıştı.”Ey Peygamber! Senin kavminden önce de, insanların çoğu yoldan çıkmıştı.
72- وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا فِيهِم مُّنذِرِينَ “Andolsun ki, biz içlerinden uyarıcılar göndermiştik.”
Onlara uyarıcı peygamberler göndermiştik. Bu peygamberler, kavimlerini kötü akıbetten uyarıyorlardı.
73- فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنذَرِينَ “Bak, uyarılanların sonu nasıl oldu!.”
O uyarılanların akıbeti nasıl da çetin ve çok korkunç oldu!
74- إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ “Ancak Allah’ın ihlâslı kulları başka.”
Ancak, o peygamberlerin uyarılarından ders alan ve dinde samimi olanlar müstesna.
Ayette “Bak!” ifadesiyle hitap edilen Hz. Peygamberdir. (asm) Maksud ise, kavmidir. Çünkü onlar da önceki kavimlerin haberlerini işittiler, onlardan geriye kalanları gördüler.
[1> Yani, “her zulmeden mutlaka böyle bir akıbete maruz kalacaktır” denilemez. Zulmünden tevbe edenler ilâhî affa nail olacak ve kurtulacaklardır.
[2>“Vav” harfi bir tertip ve sıra ifadesi olarak kullanılabildiği gibi, bazan belli bir sırayı göstermeyebilir. “Ve tutuklayın onları…” denilmesinde, buradaki “ve” ifadesinin tertip ve sıra ifade etmediğini görüyoruz. Çünkü onların tutuklanmaları ve sorgulanmaları daha öncesinde zâten olmuştu. Bununla beraber, Beydâvî’nin de dikkat çektiği üzere, tutuklanmalarının ve hesaba çekilmelerinin birden fazla yerde olması da mümkündür.
[3>Yani, “Ve siz ancak yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız” ifadesi, bir yönüyle bütün mükellefleri içine alır, çünkü herkes kendi amelinin karşılığını görecektir. Ama burada da müşriklerle Allahın muhlis kulları arasında önemli bir fark vardır. Çünkü Allahu Teâlâ, lütuf ve keremiyle, muhlis kullarına en azından bire on karşılık verecek, hatta dilediğine hesapsız ikramda bulunacaktır. Böyle olunca, bu açıdan bakıldığında amellerin karşılığı meselesinde müşriklerle muhlislerin aynı durumda olmadıkları anlaşılır. Bu durumda da, yapılan istisna, üsttekinden ayrı bir istisna olur.