55- إِنَّ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ فِي شُغُلٍ فَاكِهُونَ “Şüphesiz cennet ashabı, bugün safa sürdükleri bir meşguliyet içindedirler.”Bugün cennet ehli nimetler içinde keyiflerine bakarlar.
Ayet metninde “şuğul” kelimesinin elif-lâmsız gelmesi ve bunun nasıl bir meşguliyet olduğunun müphem (belirsiz) bırakılmasında, onların içinde bulundukları sürûr ve lezzetin ne derece büyük olduğunu göstermek vardır.[1>
Keza bunda, cennet ehlinin meşguliyetinin fehimlerin kuşatmasından ve mahiyetini kelimelerin anlatmasından çok çok yüksek olduğuna tenbihte bulunmak vardır.
56- هُمْ وَأَزْوَاجُهُمْ فِي ظِلَالٍ عَلَى الْأَرَائِكِ مُتَّكِؤُونَ “Onlar ve eşleri gölgelerde koltuklara kurulurlar.”
57- لَهُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ “Orada onlar için meyveler vardır.”
وَلَهُم مَّا يَدَّعُونَ “Ve onlar için diledikleri her şey vardır.”
Onlar için cennette her çeşit meyve ve istedikleri her şey var.
58- سَلَامٌ قَوْلًا مِن رَّبٍّ رَّحِيمٍ “(Onlara) Rahîm bir Rab’den söz olarak “selâm” vardır.”
Bu selamı Allah onlara söyler.
Veya O’nun cihetinden olmak üzere kendilerine selam ulaştırılır.
Mana şöyledir: Allah onlara melekler vasıtasıyla veya hiç vasıta olmadan, şanlarına bir tazim olmak üzere selâm verir. Bu ise, onların isteği ve temennî ettikleri şeydir.
59- وَامْتَازُوا الْيَوْمَ أَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ “Ayrılın bu gün ey mücrimler!”
Ey mücrimler: Bugün mü’minlerden ayrılın.
Bu, “Kıyamet koptuğu günde, o gün insanlar ayrılırlar.” (Rum, 14) ayetinde olduğu gibi, mü’minlerin cennete doğru sevkedildiği vakit mücrimlere söylenir.[2>
Denildi ki: “Her türlü hayırdan ayrı kalın.”
Veya “Cehennem ateşinde birbirinizden ayrılın.” Çünkü her kâfir için tek başına hücre hapsi söz konusudur, başkalarını görmez ve onlar tarafından da görülmez.
6ََ0- أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ “Ey Âdemoğulları! Ben, sizden “şeytana ibadet etmeyin” diye ahit (söz) almadım mı?”
Bu da, onları kınamak ve aleyhlerine bir delil olmak üzere kendilerine söylenecek şeyler arasındadır.
Allahın almış olduğu ahit (söz), onlara nasbettiği (diktiği) aklî ve naklî delillerdir. Bunlar, Allaha ibadeti emredici ve O’ndan başkasına ibadetten de sakındırıcıdırlar.
Allahtan başkasına yapılan ibadetin şeytana ibadet gibi ifade edilmesi, böyle yapılmasını şeytanın emretmesi ve böyle günahları onun süslü kılmasındandır.
إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ “Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.”
Ayetin bu kısmı, şeytanın sevkiyle ona uymaktan ve böylece ona tapmaktan yasaklamanın illetini beyan eder.
61- وَأَنْ اعْبُدُونِي “Bana ibadet edin.”
هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ “İşte bu, sırat-ı müstakimdir (dosdoğru bir yoldur).”
“İşte bu” ifadesi, insanlardan alınan ahde veya Allaha ibadete işarettir. Bu cümle, Allahın ahdinin her iki şıkkını veya diğer şıkkını gerektiren durumu beyan etmek içindir.[3>
“Sırat-ı müstakim” ifadesinin elif-lâmsız gelmesi, daha etkin anlatmak ve büyüklüğünü göstermek içindir.
Veya böyle gelmesi, Allaha ibadetin o doğru yolun bir parçası olduğunu göstermek içindir.[4>
62- وَلَقَدْ أَضَلَّ مِنكُمْ جِبِلًّا كَثِيرًا “Andolsun, o sizden pek çok nesilleri saptırdı.”
أَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ “Hiç aklınızı kullanmıyor muydunuz?”
Ayet, en ednâ akıl ve görüş sahibi kimseye bile görüleceği üzere, şeytanın düşmanlığının gözler önünde ve yoldan saptırmasının da gayet açık olduğunu beyandan sonra, şeytana düşmanlık konusuna döndü.
63- هَذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ “İşte bu, size vaad edilen cehennemdir.”
64- اصْلَوْهَا الْيَوْمَ بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ “İnkârınızdan dolayı bugün girin oraya!”
Dünyada küfrünüze mukabil, bugün o cehennemin hararetini tadın bakalım!
65- الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ “Bugün onların ağızlarını mühürleriz de, neler yaptıklarını elleri bize söyler ve ayakları şahitlik eder.”
Bugün onların ağızlarını mühürler, o ağızları konuşmaktan men ederiz. Onların el ve ayaklarında günahların izleri ve fiillerine delaletleri olmasıyla, ağızlarına bedel el ve ayakları neler yaptıklarını söylerler.
Veya el ve ayaklar, Allahın konuşturmasıyla gerçekten konuşurlar, neler yaptıklarını söylerler.
Hadiste şöyle bildirilmiştir: “Onlar, neler yaptıklarını inkâr ederler ve aralarında hasımlaşırlar. Bunun üzerine ağızları mühürlenir, elleri ve ayakları konuşur.”
-Bana ibadet edin.
“İşte bu, sırat-ı müstakimdir.” cümlesi her iki şıkkı veya iki şıktan ikincisini iktiza etmektedir.
66- وَلَوْ نَشَاء لَطَمَسْنَا عَلَى أَعْيُنِهِمْ “Şayet dilesek gözlerini büsbütün kör ederdik.”Şayet dilersek gözlerini mesheder, dümdüz yaparız.
فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ “O zaman yola koşuşurlardı.”
O zaman, mutad olarak çıktıkları yola koşuşurlardı.
فَأَنَّى يُبْصِرُونَ “Fakat nereden görecekler?”
Ama o hâlde iken yolu ve gitme cihetini nereden görecekler? Mutad gittikleri yolu göremezlerse başka yolları nasıl görebilsinler?
67- وَلَوْ نَشَاء لَمَسَخْنَاهُمْ عَلَى مَكَانَتِهِمْ “Şayet dilesek, onları oldukları yerde başka şekle dönüştürürdük.”Şayet dilersek oldukları yerde onların suretlerini değiştirmek ve kuvvelerini iptal etmek suretiyle kılıklarını başka şekle çevirirdik.
فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِيًّا وَلَا يَرْجِعُونَ “O zaman ne gidebilirler, ne geri dönebilirlerdi.”
Denildi ki: “Yalanlamalarından yine de dönmezlerdi.”
Son iki ayet şunu anlatır: Onlar küfürleri ve kendilerinden alınan ahdi (sözü) bozmaları sebebiyle kendilerine böyle muamele etmemizi hak etmişlerdir. Lakin biz onları da içine alan rahmetten ve onlara mühlet verilmesini gerektiren hikmetten dolayı böyle yapmayız.
68- وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِ “Ve kime uzun ömür verirsek, yaratılışta onu tersine çeviririz.”Ömür arttıkça, hayatın ilk döneminin aksine olarak insanın zafiyeti, bünyesinin ve kuvvelerinin çökmesi de gittikçe ilerler.
أَفَلَا يَعْقِلُونَ “Hâlâ akletmezler mi?”
Buna kâdir olanın, insanın gözünü silme kör etmeye ve onu başka bir kılığa çevirmeye kâdir olduğunu akletmiyorlar mı?
Çünkü son ayette nazara verilen durum, her ikisini, hatta daha ziyadesini içine almaktadır. Ancak bu birden değil, tedricen gösterilmektedir.[5>
69- وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ “Biz ona şiir öğretmedik.”
Müşrikler “Muhammed bir şairdir” diyorlardı. Ayet, onlara bir reddir. Yani, “biz O’na Kur’anı talim etmekle kendisine şiir öğretmedik. Çünkü Kur’an, ne lafız olarak şiire benzer, ne de mana olarak. Zira Kur’anda kâfiye yoktur, vezin ile de yazılmamıştır. O, hayale dayalı bir şekilde rağbet uyandırmak ve nefret ettirmek gibi gayelerle şairlerin dizdikleri cinsten değildir.
وَمَا يَنبَغِي لَهُ “Bu ona yakışmaz da.”
Peygambere şiir yakışmaz, öyle bir şeye asla meyletmez. Kırk yıl kadar sürede O’nun tabiatını tanıdınız, böyle bir şeye rastlamadınız.
Hz. Peygamberin şiire benzer birkaç sözü rivayet edilmişse de, bunlar tekellüfsüz söylenmiş ve şiir kasdı olmadan meydana gelmiş cümlelerdir. Böyle cümleler düz yazılarda da kat kat görülebilir. Ama işin ehli olan zâtlar, böyle ifadeleri şiirden saymazlar.
“Ona yakışmaz da” ifadesindeki zamirin Kur’ana raci olduğu da söylendi. Yani, “Kur’anın bir şiir olması uygun değildir.”
إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُّبِينٌ “O, ancak bir zikir ve apaçık bir Kur’ân’dır.
O, ancak Allahtan bir öğüt ve irşaddır.
Ve mabedlerde okunan semâvî bir kitaptır.
Kendisindeki mu’cizelik sebebiyle Kur’anın bir insan sözü olmadığı gayet açıktır.
70- لِيُنذِرَ مَن كَانَ حَيًّا “(Bu), diri olanları uyarmak içindir.”
Uyarmayı yapan Kur’andır veya Hz. Peygamberdir.
Uyarmak anlayışlı, akıllı kimse içindir. Çünkü gâfil kimse, ölü gibidir.
“Diri” olandan murat, Allahın ilminde mü’min kimse de olabilir. Çünkü ebedî hayat, iman ile kazanılır.
Uyarmak aslında mü’min – kâfir herkesi içine aldığı hâlde, ayette tahsisen mü’minin nazara verilmesi, uyarıdan faydalananın mü’min kimse olmasındandır.
وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرِينَ “Bir de kâfirlere azap sözünün hak olması için.”Ve azap kelimesi de küfürde ısrar edenlere hak olsun diye Kur’an gönderilmiştir.
Ayetin bu kısmının “diri olanları uyarmak için” ifadesine mukabil gelmesinde, o kâfirlerin,
-Küfürleri,
-Delillerinin düşmesi,
-Ve düşünmemeleri nedeniyle gerçekte ölüler gibi olduklarını hissettirmek vardır.
71- أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا خَلَقْنَا لَهُمْ مِمَّا عَمِلَتْ أَيْدِينَا أَنْعَامًا “Görmediler mi, biz onlar için ellerimizin yaptığı davarlar yarattık.”“Ellerimizin yaptığı” ifadesi “icad ettiğimiz, bizden başkasının onu yapmaya güç yetiremediği” demektir.
“Ellerimiz” denilmesi ve yapmanın o ellere isnad edilmesi, bir istiare olup özel bir itinayı anlatır.Aslında her şey ilâhî kudret ile yaratılmışken burada koyun, keçi, sığır ve devenin nazara verilmesi, onlarda nice yaratılış harikaları ve pek çok menfaatler olmasındandır.
فَهُمْ لَهَا مَالِكُونَ “Onlar bu hayvanlara sahip oluyorlar.”
Bu özel yaratılışın sonucu olarak, insanlar, Allahın malik kılmalarıyla bu hayvanlara sahiptirler.
Veya bizim itaat ettirmemizle, bunları zabtetmeye ve bunlarda tasarrufta bulunmaya güç yetirirler.
72- وَذَلَّلْنَاهَا لَهُمْ “Onları, kendilerinin hizmetine verdik.”
فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ “Böylece hem onlardan binekleri var, hem de onlardan yiyorlar.”Biz bu hayvanları onlara boyun eğdirdik. Bunun sonucu olarak bir kısmının sırtına biniyorlar, bir kısmının da etinden yiyorlar.
73- وَلَهُمْ فِيهَا مَنَافِعُ وَمَشَارِبُ “Onlar için bunlarda birçok menfaatler ve türlü içecekler var.”İnsanlar için bu hayvanların deri, yün ve kıllarında nice faydalar vardır.
أَفَلَا يَشْكُرُونَ “Hâlâ şükretmezler mi?”
Allahın bu nimetlerine şükretmezler mi? Çünkü Allah bunları yaratıp insanlara hizmetkâr kılmasa, bu mühim faydalara nasıl ulaşacaklardı?
74- وَاتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ آلِهَةً “Onlar, Allah’tan başka bir takım ilâhlar edindiler.”
Bu muhteşem kudreti ve ortaya çıkan nimetleri gördükten ve bunları verenin sadece Allah olduğunu bildikten sonra, tuttular ibadette O’na şerikler edindiler.
لَعَلَّهُمْ يُنصَرُونَ “Ola ki yardım görürler diye.”
Bunu, zor işlerinde yardım ederler umuduyla yapıyorlar. Hâlbuki durum bunun tersidir. Çünkü:
75- لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَهُمْ “O ilâhlar onlara yardım edemezler.”
وَهُمْ لَهُمْ جُندٌ مُّحْضَرُونَ “Ve onlar, ilâhları için hazır askerdirler.”
Üstelik kendileri ilahlarına yardım ederler, onları korurlar, onlara gelen sinek gibi şeyleri uzaklaştırırlar.
Veya bundan murat, batıl mabutlarının peşinde cehennem ateşine sevk edilmeleridir.
76- فَلَا يَحْزُنكَ قَوْلُهُمْ “O halde (Ey Peygamber), onların sözü seni üzmesin.”
- Onların Allah hakkında inkâr etmek ve şirk koşmak,
-Senin hakkında yalanlamak ve kaba konuşmak tarzındaki sözleri Seni üzmesin.
إِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ “Çünkü biz, onların gizlediklerini de biliriz, açığa vurduklarını da.”
Bu bilgimize göre de onları cezalandırırız. Teselli bulman için bu Sana kâfidir.
Ayetin bu kısmı, üstteki “Artık onların sözü seni üzmesin” nehyinin illetini gösterir.
[1>Gittiği sergiyi anlatan biri “neler vardı neler!” dediğinde, aslında neler olduğunu henüz anlatmamıştır. Ama bunu belirsiz bırakmakla o sergide çok muhteşem şeyler olduğuna dikkat çekmiştir.
[2>Ayetin devamında, mü’minlerin ve kâfirlerin durumu tafsil edilmektedir:
-“İman edip salih ameller yapmış olanlara gelince, onlar cennet bahçesinde neşelenirler.”
-“İnkâr edip âyetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlara gelince, işte onlar azapta kalmak üzere getirilmişlerdir.”(Rûm, 15-16)
[3>Yani, Allahın aldığı ahdin iki şıkkı vardır:
-Şeytana ibadet etmeyin.
[4>Yani, “es-sıratu’l-müstakim” çok geniş bir yoldur. İbadette tevhid, o yolun bir kısmını teşkil eder. O yolda, daha nice esaslar vardır.
[5> İnsanın aza ve kuvveleri önce güçlüdür, gittikçe kuvvetten düşerler. Öyle ki, siması zamanla hayli değişir, gören gözleri görmez hale gelebilir. İnsanda bu değişiklikleri tedricen yapan Zât, bir anda değişiklik yapmaya da elbette kâdirdir.