33- وَآيَةٌ لَّهُمُ الْأَرْضُ الْمَيْتَةُ “Ölü arz onlar için bir delildir.”
أَحْيَيْنَاهَا “Ona hayat verdik.”
وَأَخْرَجْنَا مِنْهَا حَبًّا “Ve ondan taneler çıkardık.”
فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ “Ondan yiyorlar.”
“Ondan yiyorlar” derken “ondan” kısmının önce gelmesi, hububatın en fazla yenmesi ve kendisiyle geçim sağlanmasına delâlet içindir.
34- وَجَعَلْنَا فِيهَا جَنَّاتٍ مِن نَّخِيلٍ وَأَعْنَابٍ “Biz orada hurmalıklar, üzüm bağları var ettik.”
Ayette “kuru hurma” anlamında “temr” yerine, “hurmalıklar” denilmesi, bahçe hâlindeki hurmanın daha ziyade fayda ve san’at eserleri ihtiva etmesindendir.
وَفَجَّرْنَا فِيهَا مِنْ الْعُيُونِ “Ve orada pınarlar fışkırttık.”
35- لِيَأْكُلُوا مِن ثَمَرِهِ “Onun meyvesinden yesinler diye (böyle yaptık).”
“Onun meyvesinden yesinler diye…” ifadesinde, “O” zamiri, “bahsi geçen bahçelerden” manasına bakar.
Denildi ki: “O” zamiri Allaha râcidir. Yani “O’nun ikram ettiği meyvelerden yesinler diye…” Meyvenin Allaha nisbeti, O’nun yaratmasından dolayıdır.
وَمَا عَمِلَتْهُ أَيْدِيهِمْ “Ve kendi ellerinin yaptıklarından da.”
Bu kısım, ağaçlardan elde edilen meyvelere ilâve olarak, insanların kendi elleriyle yapmış oldukları, meyve suyu ve pekmez gibi yiyeceklere işaret eder.
Denildiki: Cümlenin başındaki مَا “ma” harfi, nefiy manasınadır. O zaman mana şöyle olur: “Bunları, onların elleri yapmış değildir.”
Yani, bu meyveler Allahın yaratmasıyladır, yoksa onların kendi fiilleriyle meydana gelmiş değildir.
أَفَلَا يَشْكُرُونَ “Hâlâ şükretmezler mi?”
Bu ifade, şükrün terk edilmesini reddetmesi cihetiyle şükrü emretmektedir.
36- سُبْحَانَ الَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنبِتُ الْأَرْضُ وَمِنْ أَنفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ “Yerin bitirdiklerinden, kendilerinden ve bilmedikleri şeylerden her şeyi çift yaratanın şanı ne yücedir.”
Allah, bütün türleri ve bunların sınıflarını, yerden biten bitki ve ağaçları, ayrıca insanları erkek ve dişi şeklinde eşeyli olarak yaratmıştır.
Bir de insanların henüz bilmediği, Allahın insanları muttali kılmadığı ve bilinmesine bir yol açmadığı çift olan başka şeyler vardır.
37- وَآيَةٌ لَّهُمْ اللَّيْلُ “Gece de onlara bir ayettir.”
نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ “Biz ondan gündüzü sıyırır çıkarırız.”Hayvanın derisi yüzülüp bir bütün olarak çıkarılması gibi, geceyi ortadan kaldırır, onun yerine gündüzü koyarız.
فَإِذَا هُم مُّظْلِمُونَ “Bir de bakarlar ki, karanlıkta kalmışlardır.”
38- وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَّهَا “Güneş de kendi yörüngesinde akıp gider.”
Güneşin de devrinin kendisinde nihayet bulacağı belirli bir haddi vardır.
Ayette güneş bir yolcuya benzetilmiş, bu yolcunun varacağı nihaî bir menzil olduğu nazara verilmiştir.Ayrıca, şu manalar da düşünülebilir:
Güneşin bu cereyanı (akıp gitmesi) özel bir tarzda istikrar (denge) meydana getirmek içindir.
Güneşin senelik devrinde üçyüz altmış doğuş ve batış yeri vardır. Her gün bunlardan birinde doğması ve batması için belirlenmiş bir seyahati söz konusudur. Hergün bunlardan birinden doğar, batış yerlerinden birinde de batar. Diğer yıla kadar aynı yerden bir daha doğup batmaz.
Güneşin hareketi âlemin harabına (kıyamet kopmasına) kadar bu şekilde sürüp gidecektir.)
Bir kıraat özelliği olarak şu manaya da dikkat çekilmiştir: Güneş için bir durak yoktur, o daima hareket hâlindedir.
ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ “İşte bu, Azîz-Alîm’in takdiridir.”
“İşte bu” yani akıllı kimsenin saymaktan aciz kalacağı kadar hikmetleri tazammun eden güneşin bu hareketi, Azîz-Alîm olan Allahın bir takdiridir.
O, Azîz olmasıyla, kudretiyle her türlü şeye hâkimdir. Alîm olmasıyla, ilmi her şeyi kuşatır.
39- وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ “Ay için de menziller (konak yerleri) takdir ettik.”
Ay için de seyri esnasında menziller takdir ettik. Bunlar yirmisekiz menzildir. Ay, her gece bu menzillerden birinde bulunur, ne ileri gider, ne de geri kalır.
حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ “Nihayet o, eğrilmiş kuru hurma dalı gibi olur.”
Bu menzillerin sonuna geldiğinde incelir, hilâl şeklini alır.
Denildi ki: Bundan murat, üzerinden bir yıl veya daha fazla geçen hurma dalıdır.
40- لَا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ “Ne güneş aya yetişebilir.”
Güneş için ay gibi bir süratle gitmek uygun değildir. Çünkü bu, bitkilerin meydana gelmesini ve hayvanların maişetini ihlâl eder.
Veya, güneş için ayın eserlerini ve menfaatlerini vermesi veya onun yerine geçmesi uygun değildir.
Veya aya hükmedip onun nurunu silmesi söz konusu değildir.
“Ne güneş aya yetişebilir” denilmesi şunu gösterir: Güneş, musahhar bir memurdur, kendisine ne emredilse onu yapar.
وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ “Ne de gece gündüzü geçebilir.”
Gece için de gündüzün önüne geçip onu ortadan kaldırması söz konusu değildir. Lakin o, gündüzü takip eder.
Denildi ki: Güneş ve aydan murat, bunların alâmeti oldukları gündüz ve gecedir. “Gecenin gündüzün önüne geçmesinden” de murat, öncekinin aksine olarak ayın güneşin hâkimiyetine son vermesi cihetidir.[1>
Güneş için “yetişmek” kelimesi kullanılırken, gece için “öne geçmek” tabirinin kullanılması, onun seyir süratine daha uygun olduğundandır.
وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ “Her biri bir yörüngede yüzerler.”
Hiçbiri diğerine çarpmadan, yörüngesine girmeden kendine çizilen yolda seyran eder, yüzercesine akıp gider.“Her biri.”Bunların hepsi, yani güneşler ve aylar…. Çünkü, hâllerindeki farklılık, zâtta da bir çeşit farklılığı meydana getirir.
Veya “her biri” ifadesine yıldızlar da dâhildir. Çünkü güneş ve ayın zikri, yıldızları da hissettirir.
41- وَآيَةٌ لَّهُمْ أَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ “Onların nesillerini dolu gemide taşımamız da onlar için bir delildir.”Bundan murat şöyle durumlardır:
-Ticarete gönderdikleri evlâtları,
-Beraber oldukları çocukları ve kadınları. Zira, “zürriyet” kelimesi kadınlar hakkında kullanılır. Çünkü onlar, nesillerin bir nevi tarlalarıdır.
Ayette “nesillerini” şeklinde özel olarak ifade edilmesi, onların gemide yerleşmelerinin daha meşakkatli ve orada tutunmalarının daha hayret verici olmasındandır.
Denildi ki: “Dolu gemi”den murat, Hz. Nûh’un gemisidir. Buna göre, Allahın onları gemide taşıması, önceki atalarını taşıması manasına gelir. O ataların sulblerinde olanlar da, onların zürriyetleri, yani nesilleridir.[2>
Ayette “zürriyetlerini” kelimesinin tahsîsen zikri, nimet olarak nazara verilmesinin daha etkili ve daha ziyade hayret verici olması yönündendir. Ayrıca, bir vecizlik de söz konusudur.
42- وَخَلَقْنَا لَهُم مِّن مِّثْلِهِ مَا يَرْكَبُونَ “Ve onlar için, o gemi gibi binecek şeyler yarattık.”
“Mesela, deve gibi binekler yarattık.” Nitekim deveye “kara gemisi” denilir.
Veya bundan murat, diğer gemi ve kayık çeşitleri de olabilir.[3>
43- وَإِن نَّشَأْ نُغْرِقْهُمْ “Eğer dilesek onları suda boğarız.”
فَلَا صَرِيخَ لَهُمْ “Artık o zaman ne onların feryadına yetişen bulunur.”
وَلَا هُمْ يُنقَذُونَ “Ve ne de onlar kurtarılır.”
44- إِلَّا رَحْمَةً مِّنَّا وَمَتَاعًا إِلَى حِينٍ “Ancak tarafımızdan bir rahmet ve bir zamana kadar yaşatmak başka.”
Ancak bir rahmet ve hayat ile faydalandırmak için, ecellerine kadar kendilerine bir süre verilir.
[1> Yani, güneş ve ay birbirinin saltanatına son veremez, biri diğerinin yerine geçemez. Her birinin kendine göre bir saltanatı ve menfaati vardır. Bunlar ve bunların alâmet oldukları gündüz ve gece, birbirini takip ederek kıyamete kadar devam edip gideceklerdir.
[2>Yani, Hz. Nûhun gemisinde taşınanlar her ne kadar şimdiki insanlar değilse de, şimdiki insanlar orada bulunanlara dayandığından, kendileri de o gemide taşınmış gibidirler.
[3>Ayet, günümüzdeki tren, otomobil ve uçak gibi diğer bineklere de işaret eder.