13- وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلاً أَصْحَابَ الْقَرْيَةِ “Onlara, ashab-ı karye’yi misal ver.”
Bahsi geçen ashab-ı karye, Antakya halkıdır.
إِذْ جَاءهَا الْمُرْسَلُونَ “Hani oraya elçiler gelmişti.”
Bu elçiler, Hz. İsa’nın oraya gönderdiği kimselerdi.
14- إِذْ أَرْسَلْنَا إِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ “Hani biz onlara iki kişi göndermiştik.”
فَكَذَّبُوهُمَا “Fakat onlar ikisini de yalanlamışlardı.”
Cenab-ı Hakkın “biz göndermiştik” demesi, rasûlü ve halifesinin fiili olmasındandır.[1>
فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ “Biz de bir üçüncü ile destek verdik.”
Üçüncü elçinin adı Şem’un’dur.
فَقَالُوا إِنَّا إِلَيْكُم مُّرْسَلُونَ “Onlara: ‘Biz size gönderilmiş elçileriz’ dediler.”
Antakya halkı putlara tapıyordu. Hz. İsa, bunlara iki elçisini gönderdi. Bu iki elçi şehre yaklaştıklarında Habib-i Neccar’ı gördüler. Habib-i Neccar, koyun güdüyordu. Onlara nereden gelip nereye gittiklerini sordu, onlar da anlattılar. Habib-i Neccar, “bu anlattıklarınıza bir delil var mı?” dedi. Onlar da “hastayı tedavi eder, anadan doğma körün gözünü açarız, cüzzamlıları iyileştiririz” dediler. Habib-i Neccarın hasta bir çocuğu vardı, onu gösterdi. Onlar da elleriyle meshettiler, çocuk iyileşti. Habib-i Neccar, bu olay karşısında iman etti, haber şehirde yayıldı. Pek çok insan, onların elleriyle şifa buldu. Onların haberi hükümdara kadar ulaştı. Hz. İsanın elçilerini yanına getirip “ilahlarımızdan başka bizim için başka bir ilah mı var?” diye sordu. Dediler: “Evet, seni ve ilahlarını yaratan!”Bunun üzerine hükümdar onları hapsettirdi. Hz. İsa da Şem’unu oraya gönderdi. Şem’un, gerçek kimliğini gizleyerek hükümdarın adamlarıyla dostluk kurdu. Onlar da kendisine alıştılar, onu hükümdara götürdüler böylece hükümdarın yakın çevresinde yer aldı. Bir gün hükümdara “duyduğuma göre sen iki adamı hapsetmişsin, ne dediklerini dinledin mi?” diye sordu. Hükümdar “hayır” dedi. Şem’unun talebi doğrultusunda onları yanına getirtti. Şem’unla onlar arasında şöyle bir muhavere cereyan etti:
-Sizi kim gönderdi?
-Herşeyi yaratan ve şeriki olmayan Zât bizi gönderdi.
-Öz olarak bize O’nu anlatın.
-O, ne dilerse yapar, ne isterse ona hükmeder.
-Deliliniz var mı?
-Hükümdar ne dilerse talep etsin.
Bunun üzerine hükümdar yüzünde göz yeri bile olmayan bir çocuk getirtti, iki elçi Allaha dua ettiler, çocuğun yüzünde göz için yarılma meydana geldi. İki fındık alıp o boşluklara yerleştirdiler. Bunlar birer göz haline geldiler. Çocuk bunlarla görmeye başladı.
Bunun üzerine Şem’un, hükümdara “Ne dersin, sen de ilahlarından istesen de böyle bir şey yapsalar! Böylece hem sana hem de onlara bir itibar olur” dedi.
Hükümdar “benim sana karşı bir sırrım yok. Bizim ilahlarımız işitmez görmez, zarar ve fayda veremez” diye cevap verdi. Ardından da “şayet sizin ilahınızın bir ölüyü diriltmeye gücü yeterse, O’na iman ederiz” dedi. Bunun üzerine yedi gün önce ölmüş bir genci getirdiler. Hz. İsanın iki elçisi dua ettiler, ölü doğrulup kalktı ve şöyle dedi: Ben, ateş dolu yedi vadiye alındım. İçinde bulunduğunuz inançtan dolayı sizi uyarıyorum, imana gelin!”
Ayrıca şöyle devam etti: “Sema kapıları açıldı, gördüm ki güzel bir genç bu üçüne şefaatçi oluyor.”Hükümdar “Üçü dediğin kimler?” diye sordu. Genç, “Şem’un ve şu ikisi” dedi.
Şem’un, gencin sözünün hükümdara tesir ettiğini görünce ona nasihatte bulundu, o da kalabalık içinde iman etti. İman etmeyenlere ise, Hz. Cebrail sayha (yüksek bir ses) ile bağırdı, helâk olup gittiler.
15- قَالُوا مَا أَنتُمْ إِلاَّ بَشَرٌ مِّثْلُنَا “Dediler: Siz ancak bizim gibi insansınız.”
Bizi davet ettiğiniz şeye sizi yetkili kılan bir meziyet sizde görmüyoruz.
وَمَا أَنزَلَ الرَّحْمن مِن شَيْءٍ “Ve Rahmân, hiçbir şey indirmedi.”
Rahmân, size vahiy ve risaletten bir şey indirmedi.
إِنْ أَنتُمْ إِلاَّ تَكْذِبُونَ “Siz ancak yalan söylüyorsunuz.”
Siz, “biz elçileriz” iddianızda başka değil, ancak yalan söylüyorsunuz.
16- قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ إِنَّا إِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ “(Elçiler) dediler: Rabbimiz biliyorki, biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.”Allahın bilmesini şahit olarak söylediler.
Bu, yemin yerine geçmektedir.[2>
İlk defa “biz size gönderilmiş elçileriz” dediklerinde te’kidde bulunmamışlardı. İnkârla karşılaşınca “lâm” harfiyle te’kidde bulundular.[3>
17- وَمَا عَلَيْنَا إِلاَّ الْبَلاَغُ الْمُبِينُ “Ve bize düşen ancak apaçık tebliğdir.”
Bize düşen, onun sıhhatine şahit olan delillerle apaçık bir şekilde tebliğde bulunmaktır. Tebliğin bu şekilde delilli yapılması güzeldir. Çünkü tebliği güzel yapan şey, delil getirmektir.[4>
18- قَالُوا إِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْ “(Ahali ise) dediler: Şüphesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık.”
Böyle demeleri,
-Onların davetini garip bulmaları,
-O davetten hoşlanmamaları,
-Ve çağrıldıkları şeyden ürkmelerinden dolayıdır.
لَئِن لَّمْ تَنتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُم مِّنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ “Eğer vazgeçmez seniz, mutlaka sizi taşlarız ve bizim tarafımızdan size çok elîm bir azap dokunur.”
19- قَالُوا طَائِرُكُمْ مَعَكُمْ “Dediler: Uğursuzluğunuz kendinizdendir.”
أَئِن ذُكِّرْتُم “Size öğüt verildi diye mi (uğursuzluğa uğradınız)?”
بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ مُّسْرِفُونَ “Doğrusu siz, müsrif bir kavimsiniz.”
“Uğursuzluğunuza sebep kendinizdir, kötü inancınız ve kötü amellerinizdir. Size öğüt verildi diye mi başınıza uğursuzluk geldi? Sizler, isyanda aşırı gitmeyi âdet edinmiş bir topluluksunuz. İşte, uğursuzluk buradan size geldi.”
Veya “sizler dalâlette aşırı gitmeyi âdet edinmiş bir topluluksunuz. Bunun için kendileriyle şeref duymanız ve teberrükte bulunmanız gereken kimseleri uğursuzluk vesilesi saydınız.”
20- وَجَاء مِنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ رَجُلٌ يَسْعَى “Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi.”
Bu adam, Habib-i Neccardır. Gelen elçilere icabetten önce, kavminin putlarını yapan bir kimse idi. Aralarında altıyüz sene olmakla beraber, Hz. Peygambere gıyabında iman edenlerdendir.
قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَلِينَ “Dedi: Ey kavmim! Uyun elçilere!”
21- اتَّبِعُوا مَن لاَّ يَسْأَلُكُمْ أَجْرًا “Uyun sizden hiçbir ücret istemeyenlere.”
Yaptığı nasihate ve icra ettiği risalet görevini tebliğe mukabil sizden bir ücret istemeyen kimselere tabi olun.
وَهُم مُّهْتَدُونَ “Ve onlar hidayete ermişlerdir.”
Ve onlar, dünya ve ahiretin hayrına kavuşacak olan kimselerdir.
22- وَمَا لِي لاَ أَعْبُدُ الَّذِي فَطَرَنِي “Bana ne oluyor ki beni yaratana ibadet etmeyeyim?”Habib-i Neccar, böyle diyerek irşad hususunda onlara lütufta bulundu, kendini onlara söylediği şeylerden hariç tutmadı. Kendisi için istediğini onlar için de istediğini gösterdi. Böyle demekle, Allaha ibadeti terk edip başkasına ibadet etmelerinden dolayı onları kınadı. Bunun için, sözünün devamında şöyle dedi:
وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ “Hâlbuki O’na döndürüleceksiniz.”
Bu ifadede, onlara şiddetli bir tehdit vardır.
Sonra, önceki üslûba dönerek şöyle devam etti:
23- أَأَتَّخِذُ مِن دُونِهِ آلِهَةً “Hiç ben O’ndan başka ilâhlar edinir miyim?”
إِن يُرِدْنِ الرَّحْمَن بِضُرٍّ لاَّ تُغْنِ عَنِّي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا وَلاَ يُنقِذُونِ “Eğer Rahmân, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati bana bir fayda vermez ve onlar beni kurtaramazlar.”
Böyle yaparsam, onların şefaati bana bir fayda vermez, yardım ve destekle beni kurtaramazlar.
24- إِنِّي إِذًا لَّفِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ “O takdirde ben gerçekten apaçık bir dalalette olurum.”
Çünkü hiçbir şekilde fayda vermeyen ve bir zararı da def etmeyen şeyleri fayda ve zarara tam muktedir olan Yaratıcıya tercih etmek ve O’na şerik kılmak, aklı başında olanlara hiç de gizli kalmayacak apaçık bir dalâlettir.
25- إِنِّي آمَنتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِ “Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman ettim, gelin beni dinleyin.”Denildi ki: Hitap Hz. İsa’nın elçilerinedir. Çünkü nasihate başlayınca, kavmi onu taşlamaya başladılar. O da, kavmi kendisini öldürmeden önce onlara doğru koştu.
26- قِيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَ “Ona, “haydi gir cennete!” denildi.”
Kavmi onu öldürdüğünde, cennet ehlinden olduğu kendisine bir müjde olmak üzere söylendi.
Veya diğer şehitlerde olduğu gibi, cennete gireceğine dair bir ikram ve izin olarak söylenmiş de olabilir.Veya Hasan-ı Basri’nin dediğine göre, kavmi Onu öldürmeye niyetlendiğinde Allah O’nu cennete yükseltti.
Ayetin bu kısmı, dinine yardım hususunda salâbeti anlatıldıktan sonra, Rabbine kavuşma anında durumunun ne olduğu sorusuna bir cevap gibidir. Devamı da aynı şekilde değerlendirilebilir.
قَالَ يَا لَيْتَ قَوْمِي يَعْلَمُونَ “O da dedi: Keşke kavmim bilseydi!”
27- بِمَا غَفَرَ لِي رَبِّي وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُكْرَمِينَ “Rabbimin beni bağışladığını ve beni kendilerine ikram edilen kullarından kıldığını…”
Yani, “cennete gir” denildiğinde “acaba o ne dedi?” sualine bir cevaptır.
Habib-i Neccarın “keşke kavmim bilseydi” diye temennide bulunması,
-Küfürden tevbe etmeye,
-Ve iman ve taate girmek suretiyle kendisine açılan cenneti elde etmeye onları sevk etmesi içindir. Allah dostlarının hâli böyledir, öfkelerini yutarlar, düşmanlara bile merhamet gösterirler.
Veya “keşke kavmim bilseydi” demesi, “keşke kendisiyle ilgili olarak çok büyük bir hata üzere olduklarını, O’nun ise hak üzere olduğunu bilselerdi” manasını da ifade edebilir.Ayetteki بِمَا ifadesindeki مَا soru için de olabilir. O cihetten bakılırsa
mana şöyle olur: “Keşke kavmim bilseydi, Rabbim ne ile beni bağışladı ve ikrama mazhar kıldı.” Bu da, onların dinini terk etmesi ve eziyetlerine sabretmesidir.
28- وَمَا أَنزَلْنَا عَلَى قَوْمِهِ مِن بَعْدِهِ مِنْ جُندٍ مِّنَ السَّمَاء “Biz arkasından kavminin üzerine semadan bir ordu indirmedik.”Onun öldürülmesinden sonra biz O’nun kavmine, Bedirde ve Hendekte yaptığımız tarzda gökten bir ordu göndermedik. Meleğin bir tek sayhası, onları helâk etmeye yetti.Bu üslûbta, onların öldürülmelerini küçük görmek ve helâkleri için gönderilen meleği ise tazim vardır.
وَمَا كُنَّا مُنزِلِينَ “İndirecek de değildik.”Onun kavmini helâk etmek için bir ordu indirmemiz hikmetimize de uygun düşmezdi. Çünkü biz her şey için bir sebep takdir ettik. Bunu, kavmine karşı galebesi için bir sebep kıldık.Denildiki: Ayetteki ikinci مَا mevsul de olabilir. Bu durumda mana şöyledir: “Onun öldürülmesinden sonra Biz semadan ordu göndermedik. Önceki kavimlerde gönderdiğimiz taş, rüzgâr ve şiddetli yağmur gibi şeyler de göndermedik… Sadece bir tek sayha ile onları helâk ettik.”
29- إِن كَانَتْ إِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً “Sadece bir tek sayha onlara yetti.”
Cebrailin bir tek sayhası (kuvvetli sesi), onların helâki için kâfi geldi.
فَإِذَا هُمْ خَامِدُونَ “Bir anda sönüp gittiler.”Ayette, onların hâli, sönen ateşe benzetilmiştir. Yani, canlı kimse parlak ateşe benzer. Ölen ise, o ateşin külü gibidir.
30- يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِ مَا يَأْتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلاَّ كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون “Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine gelen her elçiyle mutlaka alay ediyorlardı.”
Gönderilen bu elçiler gibi ihlaslı zatlar, nasihatleriyle dünya ve ahiret saadetinin anahtarları gibidirler. Böyle alay edenler, pişman olmaya ve kendilerine de “yazıklar olsun!” denilmeye layıktırlar. Onların hâline hem melekler, hem de ins ve cinden ehl-i iman olanlar “vah vah” demişlerdir.Ayette ifade edilen tahassürün, (onlara “yazıklar olsun” demenin) onların kendi aleyhlerine işledikleri cinayetin büyüklüğünü göstermek için istiare yoluyla Allahtan bir tahassür olması da caizdir.[5>
31- أَلَمْ يَرَوْا كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّنْ الْقُرُونِ أَنَّهُمْ إِلَيْهِمْ لاَ يَرْجِعُونَ “Kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettiğimizi, onların artık kendilerine dönmeyeceklerini görmediler mi?”
32- وَإِن كُلٌّ لَّمَّا جَمِيعٌ لَّدَيْنَا مُحْضَرُونَ “Elbette onların hepsi toplanıp,bizim huzurumuza getirilecektir.”Onların hepsi kıyamet günü amellerinin karşılığını almak üzere huzurumuza getirileceklerdir.
[1> Yani, gönderen Hz. İsa da olsa, Hz. İsa kendi şahsı için değil, Allahın davasını anlatmak üzere göndermiştir.
[2>Yani, “Rabbimiz biliyor ki…” ifadesi, “Vallahi” manasını ifade eder.
[3>Türkçede bunu şöyle görebiliriz: Sözgelimi “ben cumhurbaşkanı ile görüştüm” diyen birisi inkârla karşılaşınca şöyle devam eder: “Ben gerçekten cumhurbaşkanı ile görüştüm.” Ayetteki te’kide bu cihetle bakabiliriz.
[4> Yoksa mücerret bir iddiadan ibaret kalır.
[5>Allahu Teâlâ, gerçek anlamda böyle bir teessürden mukaddes ve münezzehtir. Ama, onların ne derece zavallı bir hâle düştüklerini ifade noktasında, mecazen bunun Allaha nisbet edilmesi söz konusu olabilir.