295. DERS (Fatır Suresi, 15 - 26) Herkes Fakir

15- يَا أَيُّهَا النَّاسُ أَنتُمُ الْفُقَرَاء إِلَى اللَّهِ “Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız.”

Sizler, hadd-i zâtında ve sizinle alakalı şeylerde fakirlersiniz.

Ayette “fukara” kelimesinin elif-lâmlı gelmesi, insanların fakirliğini beliğ bir şekilde ifade etmek içindir. Sanki fakirliklerinin şiddeti ve ihtiyaçlarının çok olması sebebiyle, fakir kimselerin ta kendileri olmuşlardır. İnsanların fakirliğine nisbetle diğer varlıkların muhtaç olması, o kadar da kayda değer bir durum değildir. Bundan dolayı taraf-ı İlâhiden şöyle denilmiştir:

“Ve insan çok zayıf yaratılmıştır.” (Nisa, 28)

وَاللَّهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ “Allah ise Ğanî - Hamîddir.”

Allah, mutlak manada müstağnidir. (Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.) Diğer bütün varlıklara nimet veren O’dur. Bundan dolayı da hamde layık olmuştur.

 

16- إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ “Eğer O dilerse sizi yok eder ve yerinize yeni bir halk getirir.”O, dilerse sizi ortadan kaldırır, sizden daha itaatkâr başka kavimler yaratır.

Veya sizin bilemeyeceğiniz başka bir âlem yaratır.

 

17- وَمَا ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ بِعَزِيزٍ “Ve bu, Allah’a göre zor bir şey değildir.”

Bu, Allaha zor değildir, bunu yapmakta çekineceği bir şey yoktur.

 

18- وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى “Ve hiç bir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez.”

“Andolsun, onlar mutlaka kendi yüklerini ve kendi yükleriyle beraber nice ağır yükleri yükleneceklerdir.” (Ankebut, 13) ayetinde anlatılan durum ise, sapan ve saptıran kimselerle alâkalıdır. Çünkü onlar, kendi dalâletlerinin günah ağırlıklarıyla beraber, dalâletine sebep olduklarının güFâtır

nah yüklerini de taşıyacaklardır. Ama bu yine de kendi günahlarını taşımak demektir, başkasının günahlarından almak söz konusu değildir.

وَإِن تَدْعُ مُثْقَلَةٌ إِلَى حِمْلِهَا لَا يُحْمَلْ مِنْهُ شَيْءٌ “Günah yükü ağır basan, günahının yüklenilmesine çağırsa, ondan bir şey yüklenilmez.”

وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى “İsterse bir yakını olsun.”

إِنَّمَا تُنذِرُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالغَيْبِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ “Sen ancak gıyaben Rablerinden ürperen ve namazı dosdoğru kılanları sakındırırsın.”

“Gıyaben Rablerinden ürperen”

-Onlar, Rablerini görmedikleri halde O’nun azabından korkarlar.

-İnsanlardan uzak, tek başlarına olduklarında Allah korkusu ile yine günahlardan uzak kalırlar.

-Azabı görmedikleri hâlde, yine Rablerinden korkarlar.

Peygamberin uyarması bunlara fayda vermiş olduğu için, bunlar namazı dosdoğru kılarlar.

Ayette Rab’lerinden korkmalarının geniş zamanla, namazı kılmalarının ise geçmiş zamanla ifade edilmesi, daha önce de nazara verildiği sebeple, devamlılık bildirmek içindir.

وَمَن تَزَكَّى فَإِنَّمَا يَتَزَكَّى لِنَفْسِهِ “Temizlenen sırf kendisi için temizlenir.”

Her kim günah kirlerinden arınsa, kendisi için arınmış olur. Çünkü faydası kendinedir.

وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ “Ve dönüş Allah’adır.”

Allah, onların arınmalarına göre karşılıklarını verir.

 

19- وَمَا يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ “Âma ile (görmeyenle) gören bir olmaz.”

Âma ve görenden murat, kâfir ve mü’mindir.

Denildi ki: Bu ikisi, put ve Allah için bir meseldir.

 

20- وَلَا الظُّلُمَاتُ وَلَا النُّورُ “Karanlıklar ile aydınlık da.”

Yani, batıl ve hak da aynı değildir.

 

21- وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُ “Gölge ile sıcaklık da…”

ل Sevap ve ceza da bir değildir. Ayette “lâ” kelimesinin tekrarı, ziyadesiyle te’kid içindir.

Ayette geçen “harûr” kelimesi, “sıcak esen rüzgâr” demektir.

Denildi ki: Gündüz esen sıcak rüzgâra “semûm”, gece esene ise “harûr” denilir.

 

22- وَمَا يَسْتَوِي الْأَحْيَاء وَلَا الْأَمْوَاتُ “Ölüler ve diriler de bir değildir.”

Mü’min ve kâfirler için başka bir temsildir. Bu; birincisinden daha beliğdir, bundan dolayı “bir değildir” fiili burada tekrar edildi.

Denildi ki: Ayet, âlimler ve cahiller için bir temsildir.

إِنَّ اللَّهَ يُسْمِعُ مَن يَشَاء “Şüphesiz Allah, dilediğine işittirir.”

Allah, hidayetini dilediğine işittirir, böylece onu ayetlerini anlamaya ve verilen öğütlerden ders almaya muvaffak kılar.

وَمَا أَنتَ بِمُسْمِعٍ مَّن فِي الْقُبُورِ “Ama Sen, kabirlerdekilere işittirecek değilsin.”

Ayetin bu kısmı, küfürde ısrar edenlerin ölülere benzetilmesine bir terşihtir ve onlardan ümidi kesmede etkin bir anlatımdır.[1>

 

23- إِنْ أَنتَ إِلَّا نَذِيرٌ “Sen ancak bir uyarıcısın.”

Sana düşen ancak uyarmaktır. Onlara duyurmak ise, Senin vazifen değildir. Kalbi mühürlü olanlara Senin yapabileceğin bir şey yoktur.

 

24- إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشِيرًا وَنَذِيرًا “Şüphesiz biz seni hak ile hem bir müjdeci, hem bir uyarıcı olarak gönderdik.”

“Hak ile”

Ayet, şu şekillerde anlaşılabilir:

-Seni haklı olduğumuz hâlde gönderdik.

-Seni haklı olduğun hâlde gönderdik.

-Seni, hak Seninle olduğu hâlde gönderdik.

“Hem bir müjdeci, hem bir uyarıcı olarak”

Önceki “hak” kelimesi burayla alâkalı olarak da düşünülebilir: Yani, “Seni hak bir vaatle müjdeleyici ve hak bir vaîdle uyarıcı olarak gönderdik.”

وَإِن مِّنْ أُمَّةٍ إِلَّا خلَا فِيهَا نَذِيرٌ “Hiçbir ümmet de yoktur ki, içlerinde bir uyarıcı geçmiş olmasın.”Burada “uyarıcı”dan murat peygamber olabildiği gibi, peygamberin yerine uyarıda bulunan âlim de olabilir.

Ayette sadece nezîr, yani uyarıcının zikredilmesi, bunun zikrinin diğerine lüzum hissettirmemesindendir. Kaldı ki, hemen yukarıda ikisi müstakil olarak geçmişti.

Veya peygamberlerin gönderilmesinde en önemli maksadın uyarmak olmasından, burada özellikle o gelmiştir.

 

25- وَإِن يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ “Ve eğer Seni yalanlıyorlarsa, onlardan öncekiler de yalanlamışlardı.”

جَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالزُّبُرِ وَبِالْكِتَابِ الْمُنِيرِ “Peygamberleri onlara mu’cizelerle, sahifelerle ve aydınlatıcı kitapla gelmişlerdi.”

Peygamberleri onlara nübüvvetlerine şahit olan mu’cizelerle, ayrıca, Hz. İbrahimin sahifeleri gibi sahifeler ve Tevrat ve İncil gibi aydınlatıcı kitaplar getirmişlerdi.

Zübür ve Kitab-ı Münir’den murat aynı olması caizdir. Bunların birbirine atfedilmesi, her ikisinin vasfı farklı olmasındandır.

 

26- ثُمَّ أَخَذْتُ الَّذِينَ كَفَرُوا “Sonra ben o inkâr edenleri tutup yakaladım.”

فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ “Benim onları inkârım nasıl oldu?”

Benim ceza vermekle onları kabul etmeyişim nasıl oldu?!


[1>Terşih, mecazî anlatım esnasında, o mecaza bağlı yeni ifadeler kullanma san’atıdır. Ayette kâfirler önce ölü kimselere benzetilmiş, ardından da “Sen, kabirdekilere işittirecek değilsin” denilerek terşihte bulunulmuştur.

 

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
35. Fatır
Gönderi tarihi: 15-04-2014
1,070 kez okundu
Block title
Block content