22- قُلِ ادْعُوا الَّذِينَ زَعَمْتُم مِّن دُونِ اللَّهِ “De ki: Allah’ı bırakıp da ilah saydıklarınızı çağırın bakalım.”
Ayette durumu anlatılanlar müşriklerdir. Yani, “kendilerini ilah olarak gördüklerinize dua edin, onları çağırın.”
Yani, şayet davanız doğruysa, bir faydayı celp veya bir zararı def gibi herhangi bir ihtiyacınız için onlara yalvarın, olur ki size icabet ederler.
Sonra tartışmayı kabul etmeyecek ve cevabı belirlemeyi hissettirecek şekilde şöyle buyurdu:
لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ “Onlar, göklerde de yerde de zerre kadar bir şeye sahip değillerdir.”Bu ikisinin zikri, örfen göklerden ve yerden başka bir âlemin olmamasındandır.
Veya şundan da olabilir: Onların ilah zannettiklerinin bir kısmı melekler ve yıldızlar gibi semavîdir, bir kısmı da putlar gibi arzîdir.
Veya şer ve hayır için yakın sebeplerin semavî ve arzî olmasından, gökler ve yer nazara verilmiştir.
وَمَا لَهُمْ فِيهِمَا مِن شِرْكٍ “Ve onların, bu ikisinde bir ortaklığı yoktur.”
O ilah zannedilenler için göklerde ve yerde hem yaratma hem de tasarrufta bulunma yönüyle Allaha bir ortaklıkları yoktur.
وَمَا لَهُ مِنْهُم مِّن ظَهِيرٍ “Ve O’nun onlardan bir yardımcısı da yoktur.”
Ve Allahın, göklerin ve yerin idaresinde onlardan bir yardımcısı olması söz konusu değildir.
23- وَلَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ عِندَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ “İzin verdiği dışında, Onun huzurunda şefaat fayda vermez.”Allahın şefaat etmeye veya kendisine şefaat edilmeye izin verdiği kimseden başka, O’nun nezdinde şefaat bir fayda vermez.
حَتَّى إِذَا فُزِّعَ عَن قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ “Nihayet kalplerinden dehşet giderildiği zaman “Rabbiniz ne buyurdu?” derler.”
İzinle alakalı korku içinde beklerler. Şefaat edecek ve şefaat edileceklerin kalplerinden korku gittiğinde, birbirilerine “şefaat hakkında Rabbiniz ne buyurdu?” derler.
Denildi ki: Biraz önce açıktan değilse bile zımnî olarak meleklerin zikri geçmişti, zamir onlara râci olabilir. Yani “meleklerin kalplerinden korku gittiğinde böyle sorarlar.”
قَالُوا الْحَقَّ “Hakkı söyledi” derler.”
Derler ki: Hak sözü söyledi. O da razı olduğu kimselere yani mü’minlere şefaat edilmesine izin verdi.
وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ “O, Aliyy – Kebîr’dir.”
O, yücelik ve kibriya sahibidir.
O günde bir melek veya bir peygamber için Allahın izni olmadan konuşma yetkisi yoktur.
24- قُلْ مَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “De ki: Göklerden ve yerdensize rızık veren kimdir?”Bundan murat, biraz önce geçen “Onlar, ne göklerde ne yerde zerre kadar bir şeye sahip değillerdir” manasını takrir buyurmaktır.
قُلِ اللَّهُ “De ki: “Allah’tır.”
Çünkü başka cevap yoktur.
Bunda, sussalar veya ilzam olmak korkusuyla cevap için kem-küm etseler bile, kalpleriyle rızkı verenin Allah olduğunu ikrar ettiklerini hissettirmek vardır.
وَإِنَّا أَوْ إِيَّاكُمْ لَعَلَى هُدًى أَوْ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ “Herhalde ya biz, ya da siz mutlak bir hidayet üzereyiz veya açık bir dalalet içindeyiz.”
Bir tarafta, rızkı gönderenin Allah olduğunu söyleyen ve zâtî kudret sahibi olan Allaha ibadet eden muvahhidler (tek Allaha inananlar) var. Öte tarafta ise, imkân derecelerinin en aşağısında bulunan cansız şeyleri O’na ortak kılan müşrikler var. Bu durumda elbette gayet açık bir şekilde bir taraf hidayette, diğer taraf da dalalette olacaktır.
Aslında ayetin evvelinde olan takrir ile kimin hidayet üzere, kimin de dalâlet üzere olduğu belli iken, açıktan bunun söylenmemesi, açıktan söylenmesinden çok daha beliğ ve etkilidir. Çünkü, böylesi bir insaf üslûbu, demogoji yapan hasmı susturucu bir özellik taşır.
Denildi ki: “Ayette leff ü neşr sanatı vardır.” Ama bu, zayıf bir görüştür.
Hidayet üzere olanlar için عَلٰى harf-i cerrinin kullanılmasında şöyle bir işaret vardır: Hidayet üzere olan minareye yükselen kimse gibi eşyaya üstten bakar ve onlara muttali olur. Veya ata binip de dilediği yere koşturan kimse gibidir.
Dalâlette olan ise, yoğun karanlıklar içindeki kimseye benzer, bir şey göremez. Veya bir zindanda mahbus olan kimse gibidir, oradan çıkamaz.
25- قُل لَّا تُسْأَلُونَ عَمَّا أَجْرَمْنَا “De ki: Siz bizim yaptığımız cürümlerden sorumlu tutulmazsınız.”
وَلَا نُسْأَلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ “Biz de sizin yaptıklarınızdan sorumlu tutulmayız.”
Ayet, onları insafa getirmede ve yaptıkları fiillerin kötülüğünü anlatmada en etkili ve en beliğ bir üslûbla gelmiştir. Çünkü cürüm işlemeyi Müslümanlara, amel işlemeyi ise müşriklere nispet etmiştir.
26- قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا “De ki: Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak.”
Rabbimiz kıyamet günü bizi bir araya getirecek.
ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ “Sonra da aramızda hak ile hüküm verecektir.”
Hak üzere olanları cennete, batıl yolda olanları ise cehenneme alarak aramızda adaletle hükmedecek.
وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَلِيمُ “O, Fettah’dır – Alîm’dir.”O, kapalı, müşkil meselelerde hüküm veren, ayırandır. Ne hüküm verilmesi gerektiğini çok iyi bilendir.
27- قُلْ أَرُونِي الَّذِينَ أَلْحَقْتُم بِهِ شُرَكَاء “De ki: O’na ortak tuttuklarınızı bana gösterin bakayım!”Ta ki, ibadet edilmeye layık olmada hangi sıfatta onları Allaha şerik yaptığınızı göreyim.Bu, onları daha ziyadesiyle susturmak için, kendilerini ilzamdan sonra şüphelerini sorgulamaktır.
كَلَّا “Hayır, asla!”
Mukayeseyi iptalden sonra, onların şerik olmalarını reddetmek içindir.
بَلْ هُوَ اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “Doğrusu O, Azîz’dir – Hakîm’dir.”
Allah, galip olmak, tam bir kudret ve hikmete sahip olmak gibi kemâl sıfatlarına sahiptir. Ama Allaha ortak zannettiğiniz batıl ilahlar ise, zelildirler, doğrudan ilim ve kudreti kabule müsait değillerdir.
28- وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا “Biz Seni bütün insanlara ancak bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.”
وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ “Fakat insanların çoğu bilmezler.”
Onları Sana muhalefete sevk eden şey, onların cehaletleridir.
29- وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Ve “eğer doğru söylüyorsanız bu vaad ne zaman olacak?” diyorlar.”
Vaadden murat
-Kendisiyle müjdelenen ve azabı ile uyarılan ahirettir
-Veya bu sûrede biraz önce geçen “De ki: “Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak” (Sebe, 26) sözüyle vaad edilen durumdur.
Onların bu hitabı, Hz. Peygambere ve mü’minleredir.
30- قُل لَّكُم مِّيعَادُ يَوْمٍ لَّا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ “De ki: Size vaad edilen öyle bir gündür ki, ondan ne bir an geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz.”
O gün ansızın size geldiğinde kurtulamayacaksınız.
Onlar, üstteki sualleriyle işi yokuşa sürmelerini ve inkârlarını ortaya koymuşlardı. Gelen cevap, onların durumuna uygun bir tehdit üslûbuyla geldi.