10- وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ مِنَّا فَضْلًا “Andolsun ki, biz Davud’a tarafımızdan bir lütufta bulunduk.”Bu lütuf, Hz. Davudu diğer peygamberlere üstün kılan bir durum olup, birazdan ne olduğu anlatılacaktır.Veya bundan murat, O’nun diğer insanlara üstün kılınmasıdır. Peygamberlik verilmesi, kitap sahibi olması, hükümdarlık ve güzel ses, bunlardan bazılarıdır.
يَا جِبَالُ أَوِّبِي مَعَهُ وَالطَّيْرَ “Ey dağlar! Kuşlar eşliğinde Onunla beraber tesbih edin.”
Ey dağlar! Onunla beraber tesbih edin!
Veya günaha karşı feryad u figanda bulunun.
Dağlara bunun emredilmesi,
-Ya onlarda Hz. Davudun sesi gibi bir ses yaratmak suretiyle,
-Veya Hz. Davud o dağlara bakıp tefekkür ettiğinde, onların Hz. Davudu tesbih etmeye sevketmeleri yönündendir.Ayette kuşların da Hz. Davudun tesbihatına iştiraklerinin anlatılması, Ona verilen ilâhî lütfu beyan eder. Bu özellik, O’nun haşmetini, şanının büyüklüğünü ve saltanatının azametini gösterir. Öyle ki, o koca dağlar ve kuşlar akıllı birer varlık gibi O’nun emirlerini yapmakta, iradesine râm olmaktadırlar.
وَأَلَنَّا لَهُ الْحَدِيدَ “Ve ona demiri yumuşattık.”Demiri O’nun elinde bal mumu gibi yumuşak hâle getirdik, ateşe gerek kalmadan dilediği şekle sokmaktaydı.
11- أَنِ اعْمَلْ سَابِغَاتٍ وَقَدِّرْ فِي السَّرْدِ “Geniş zırhlar yap ve ölçüyü gözet” dedik.”
O’na “geniş zırhlar yap ve halkalar birbiriyle tenasüp içinde olacak şekilde ölçüye dikkat et” diye emrettik.
وَاعْمَلُوا صَالِحًا “Ve salih ameller yapın.”
Zâmir, Hz. Davud ve hanedanınadır.
إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ “Çünkü ben yaptıklarınızı görenim.”
Ne yaptığınızı gördüğüm için, ona göre amellerinizin karşılığını veririm.
12- وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ “Süleyman’a da rüzgârı (musahhar kıldık).”
غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ “Sabah gidişi bir aylık, akşam dönüşü bir aylık yola gider gelirdi.”Gidişi bir ay, dönüşü bir ay olan mesafeye sabah gidiyor, akşam dönüyordu.
وَأَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ “Erimiş bakır menbaını da ona sel gibi akıttık.”
Bakır eriyiğini kaynaktan çıkan su misali O’na akıtmıştık. Ayette “ayne’l-kıtr” denilmesi bu yüzdendir. Bu, Yemende olmuştu.
وَمِنَ الْجِنِّ مَن يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِإِذْنِ رَبِّهِ “Hem Rabbi’nin izniyle elinin altında cinlerden çalışan vardı.”
وَمَن يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ أَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ “Onlardan kim emrimizden dışarı çıkarsa, ona ateş azabından tattırırız.”Onlara Süleymana itaat etmeleriyle ilgili emrimizden kim sapsa, ona ahiret azabından tattırırız.
13- يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَاء مِن مَّحَارِيبَ وَتَمَاثِيلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَّاسِيَاتٍ “Onlar, Ona bir kısım meharîb, temasîl, havuz gibi çanaklar ve sâbit kazanlardan her ne isterse yaparlardı.”
Mehârîb’den murat, sağlam kaleler, güzel meskenlerdir. Bunlara böyle isim verilmesi, başkalarının bunlara yaklaştırılmaması ve bunlar için harpler yapılmasındandır.
Temasîl’den murat, bir takım suretler, heykellerdir. Denildiğine göre, bunlar meleklerin ve peygamberlerin timsalleri idi. Bu timsaller onların ibadet şekillerini gösteriyordu. “İnsanlar bunları böyle görsün, onlar gibi ibadet etsinler” diye düşünülmüştü.
Timsallerin haram kılınması, yeni bir hükümdür.[1>
Rivayete göre cinler Hz. Süleyman’ın kürsüsünün alt kısmına iki arslan ve üst kısmına da iki kartal yapmışlardı. Tahta çıkmak istediğinde arslan heykelleri ayaklarını yayıp merdiven gibi çıkmasına yardımcı oluyorlardı. Tahta oturduğunda ise iki kartal, kanatlarıyla O’na gölgelik yapıyorlardı.
Ayette anlatılan kazanların sabitliği, büyüklüğünden dolayı yerinde kaldırılamaz olmasındandır.
اعْمَلُوا آلَ دَاوُودَ شُكْرًا “Ey Davud hanedanı! Şükür olarak çalışın!”
Bu ifade, onlara denileni hikâye eder. Yani, “Allah için işleyin ve O’na bir şükür olmak üzere ibadet edin.”
Veya ayetteki şükür, masdar olarak gelmiştir. Yani, size verilenlere bir şükür olması için amelde bulunun.
وَقَلِيلٌ مِّنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ “Ama kullarım içinde çok şükredenler, çok azdır.”
Şekûr, ekser vakitlerde kalbiyle, diliyle ve azalarıyla şükrü edaya çalışan kimseye denir. Böyle yapmakla beraber yine de şükrün hakkını tam veremez. Çünkü, şükre muvaffak olması da bir nimet olduğundan, o da başka bir şükür ister. O da başka bir şükür ister ve hakeza.. Bundan dolayı şöyle denilmiştir. Şekûr, şükürden aciz olduğunu gören kimsedir.
14- فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلَى مَوْتِهِ إِلَّا دَابَّةُ الْأَرْضِ تَأْكُلُ مِنسَأَتَهُ “O’nun ölümüne hükmettiğimiz zaman, ölümünü onlara ancak değneğini yemekte olan bir ağaç kurdu gösterdi.”
Süleymanın ölümüne hükmettiğimizde, cinlere O’nun ölümünü ancak değneğini yiyen ağaç kurdu (dâbbetu’l- arz) gösterdi. Ölüp ölmediği konusunda tereddüt hâlindeler iken bu şekilde O’nun öldüğünü anladılar.
فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ أَن لَّوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُهِينِ “O yere yıkılınca cinler anladılar ki, eğer gaybı bilmiş olsalardı zillet verici azap içinde kalmazlardı.”
Şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı, Hz Süleyman vefat ettiğinde ölümünü bilirler, böyle vefat etmiş birinin emrinde uzun süre beklemezlerdi.
Bu konuda şöyle rivayet edilir: Hz. Davud, Hz. Musa’nın çadır kurduğu yerde Beyt-i Makdisin temelini attı, ama tamamlayamadan öldü. Oğlu, Süleyman’a burayı tamamlamasını vasiyet etti. Hz. Süleyman da orada cinleri kullandı. Eceli yaklaştığında Beytin yapımı henüz bitmemişti. Hz. Süleymana ecelinin yakın olduğu bildirildi. O da bir hile ile ölümünü onlara hissettirmemeyi planladı. Onları çağırdı, kendisinin üzerine camdan ve kapısı olmayan bir kule yaptırdı. Asasına dayanarak ibadet yapıyordu, o hâlde iken ruhu kabzedildi. Bu şekilde uzun süre kaldı, ta ki ağaç kurdu O’nun asasını kemire kemire kırınca, yere düştü. Sonra üzerine yapılan camdan kuleyi açtılar, ölüm vaktini öğrenmek istediler. Bir ağaç kurdunun önüne bir değnek koyup, bir günde ne kadar yiyebildiğini ölçtüler. Buradan yola çıkarak, bir senedir vefat etmiş olduğunu anladılar.
Hz. Süleyman, vefatında elli üç yaşındaydı. Onüç yaşında iken hükümdarlık tahtına oturmuştu.
[1> Yani, eskiden değil haram kılınması, iyi niyetle yapılmaları ve çoğaltılmaları söz konusuydu. Ama zamanla bunlar vesilelikten gaye hâline getirilip Allah yerine tapılır olunca, İslâm dininde yasaklandı.