1- الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ “Hamd, o Allah’a mahsustur ki göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O’nundur.”
Yaratma ve nimet olarak göklerde ve yerde ne varsa, hepsi O’nundur. Bu durumda kudretinin kemâli ve nimetinin tam oluşundan dolayı, dünyada hamd O’nadır.
وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْآخِرَةِ “Ve ahirette de hamd O’na mahsustur.”
Ahirette de yine kudretinin kemâli ve nimetinin tam oluşundan dolayı hamd O’nadır.
Bu, mukayyed bir şeyin mutlak olana atfı şeklinde değildir. Çünkü, O’nun dünyevî nimetlerle nimet verici olduğunu gösteren şeyle vasfedilmesi, hamdi de bunlarla kayıtlamış oldu.
“Ve ahirette de hamd O’na mahsustur” denilirken, orada bir başkasına hamd olmayacağını gösterir. Çünkü, dünyevî nimetlerin bir kısmı, bazan bazı kimseler vasıtasıyla verilmekte ve onlar da bu yüzden hamde müstehak olabilmektedir. Ama ahiret nimetleri böyle olmayacaktır.[1>
وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ “Ve O, Hakîm’dir – Habîr’dir.”
O Hakîmdir, dünya ve ahiretin işlerini muhkem kılmış, hükümlerini bildirmiştir.
Habîrdir, eşyanın iç yüzlerini de bilir.
2- يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ “O, yere gireni bilir.”
Mesela,
-Yağmurun toprağın nerelerine nüfuz ettiğini ve nerelerde menba hâline geldiğini,
-Yerin içindeki hazineleri ve defineleri,
-Oraya bırakılmış ölüleri bilir.
وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا “Ve ondan çıkanı da.”
Mesela,
-Yerden çıkan hayvan ve bitkileri,
-Demir gibi madenleri,
-Menba sularını bilir.
وَمَا يَنزِلُ مِنَ السَّمَاء “Gökten ineni.”
Mesela,
-Melekleri,
-Semavî kitapları,
-Belirlenen miktarları (mukadderatı),
-Gönderilen rızıkları,
-Çiğ şeklinde gönderilenleri,
-Yıldırımları bilir.
وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا “Ve ona yükseleni de (hepsini bilir.)”
Mesela,
-Melekleri,
-Kulların amellerini,
-Buharları,
-Dumanları bilir.
وَهُوَ الرَّحِيمُ الْغَفُورُ “O, Rahîmdir - Ğafurdur.”
O, sayısız nimetlerine mukabil şükürde kusur edenlere merhametlidir, bağışlayıcıdır.
Veya bundan murat şu olabilir: O, dünyadaki sayılamayacak kadar bu nimetleriyle beraber, ahirette de kullarına rahmet ve mağfiretle muamele eder.
3- وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَأْتِينَا السَّاعَةُ “İnkâr edenler, “bize o kıyamet saati gelmez” dediler.”
Böyle diyerek kıyameti inkâr etiler.
Veya, onun vaat edilmesiyle dalga geçerek “niye gelmiyor” dediler.
قُلْ بَلَى وَرَبِّي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِ “De ki: Hayır, öyle değil! Gaybı bilen Rabbime yemin ederim ki, o mutlaka size gelecektir.”
Ayet, onların kelâmını reddir ve inkâr ettikleri şeyin isbatıdır.
لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ “Göklerde ve yerde zerre kadar bir şey O’nun ilminden kaçmaz.”
وَلَا أَصْغَرُ مِن ذَلِكَ وَلَا أَكْبَرُ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ “Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi bir kitab-ı mübindedir.”Bu kısım, yeminle kıyametin geleceğini ifade eder. Bu şekilde yeminle ve Allahın vasıflarıyla geleceğini söylemek, kıyametin imkânını ortaya koyar ve pek çok kereler geçtiği üzere, onun akıldan uzak görülmesini reddeder.
Bu kısım, hiçbir şeyin Allaha gizli kalmayacağını bildiren üstteki cümleyi te’kid eder.
4- لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ “Çünkü Allah iman edip Salih ameller işleyenlere mükafat verecektir.”Ayetin bu kısmı, kıyametin gelmesine bir illet ve onun olmasını gerektiren şey için bir açıklamadır.
أُوْلَئِكَ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ “İşte onlar için büyük bir mağfiret ve çok hoş bir rızık vardır.”
Bu rızık için yorulmayacaklar ve kendilerine bir minnette de bulunulmayacaktır.
5- وَالَّذِينَ سَعَوْا فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِّن رِّجْزٍ أَلِيمٌ “Âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için çalışanlara gelince, onlar için elem dolu çok kötü bir azab vardır.”
Ayetlerimizi iptal etmek ve insanları onlardan uzaklaştırmak için çalışan, bizden kurtulmak için âdeta yarışanlar var ya, onlar için en çirkin bir azap vardır.
6- وَيَرَى الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ الَّذِي أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ هُوَ الْحَقَّ “Ve kendilerine ilim verilenler görürler ki, Rabbinden sana indirilen Kur’ân, hakkın kendisidir.”
“İlim verilenler”den murat
-Sahabeden ilim ehli olanlar,
-Ümmetten onların peşinden gidenler,
-Veya ehl-i kitaptan İslâma girenlerdir.
Ehl-i ilim olanlar, Rabbinden Sana indirilen Kur’anın hak olduğunu bilirler.
Ayet, ilâhî ayetleri inkâr için çalışan cahil kimselere karşı, ilim ehli olanları şahit getirmektir.
Şöyle de mana verilmiştir:
Kendilerine ilim verilenler, kıyamet geldiğinde şimdi delil yoluyla bilmiş oldukları şeyi gözle görerek bileceklerdir.
وَيَهْدِي إِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ “Ve o, Azîz – Hamîd’in yolunu gösterir.”
Ve Hz. Peygambere indirilen kitabın, Azîz- Hamîd olan Allahın tevhid ve takva elbisesini giyme yoluna sevk ettiğini göreceklerdir.
7- وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا “Böyle iken inkâr edenler şöyle dediler:”
O inkârcılar, kendi aralarında şöyle dediler:
هَلْ نَدُلُّكُمْ عَلَى رَجُلٍ يُنَبِّئُكُمْ إِذَا مُزِّقْتُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ إِنَّكُمْ لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ “Sizun ufak olup dağıldığınızda, yeni bir yaratılış içinde bulunacaksınız” diyen bir adamı size gösterelim mi?”
“Bir adam” dedikleri Hz. Peygamberdir.
Bu adam en hayret verici bir şeyi söylüyor. Cesetleriniz un ufak olup dağıldığında, yaratılacakmışsınız.
“Un ufak olup dağıldığınızda” ifadesinin öne alınmasında bunu akıldan uzak görmelerine ve abartılı anlatımlarına bir delâlet vardır.
8- أَفْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَم بِهِ جِنَّةٌ “O, Allah’a karşı bir yalan mı uydurdu, yoksa kendisinde bir delilik mi var?”
Yoksa O’nda bunu kendisine vehmettiren, diline ilka eden bir cünun (delilik) mi var?
بَلِ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَعِيدِ “Doğrusu ahrete inanmayanlar, azap ve uzak bir dalalet içindedirler.”
Ayet, Allah tarafından onların bu iftiralarını reddir. Ayrıca Hz. Peygamberle alakalı “şöyle mi, yoksa böyle mi?” diye iki kötü ihtimal söylemelerine mukabil, kendileri için en çirkin durumu, yani, kurtuluş ümidi olmayacak bir şekilde doğru olandan uzak olmalarını bildirmek ve bunun sonucu olan azabı haber vermektir.
Önce azabın nazara verilmesi, onların bu azaba layık olduklarını daha etkili anlatmak içindir.
9- أَفَلَمْ يَرَوْا إِلَى مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُم مِّنَ السَّمَاء وَالْأَرْضِ “Gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında olanları görmediler mi?”
Ayette, Allahın kudretinin kemâline ve akıllarına sığdıramayıp, alay ederek inkâra yeltendikleri yeniden hayat vermesine delâlet eden gözle gördükleri bir durum kendilerine hatırlatılmaktadır.
Mana şöyledir: Kör mü oldular da kendilerini her taraftan kuşatan sema ve arza bakmıyorlar, tefekkür etmiyorlar?! Yaratılma noktasında onlar mı daha kuvvetli yoksa sema mı?
إِن نَّشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْأَرْضَ أَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفًا مِّنَ السَّمَاء “Dilersek kendilerini yere geçiriveririz veya gökten üzerlerine parçalar düşürüveririz.”
Biz eğer dilersek, bu kadar apaçık ayetlerle uyarılmalarından sonra yine de yalanladıkları için, onları yerin dibine geçiririz veya gökten üzerlerine bir parça düşürürüz.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّكُلِّ عَبْدٍ مُّنِيبٍ “Şüphesiz bunda Allah’a yönelen her kul için bir ayet vardır.”İşte göklere ve yere bakmak, bu ikisinde ve bunların delâlet ettiği şeylerde tefekkür etmek hususunda Rabbine dönen her kul için bir delâlet vardır. Çünkü, Rabbine dönen kimse, Rabbinin tasarruflarında çokça tefekkürde bulunur.
[1> Yani, şu dünyada nimetlerin bir kısmı bazı insanlar vasıtasıyla gelir ve insanlar bu vasıtalara minnettar olurlar, layık olduklarından çok daha fazla medih ve muhabbette bulunurlar. Ama ahirette vasıtalar ortadan kalkacak, herkes bütün nimetlerin doğrudan Allahtan geldiğini bilecek ve O’na hamdedeceklerdir.