270. DERS (Rum Suresi, 11 - 27) İlâhî Âyetler

 

11- اللَّهُ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ “Allah, baştan yaratır, sonra onu iade eder.”

ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ “Sonra O’na döndürüleceksiniz.”Sonra, yaptıklarınızın karşılığını görmek üzere, Ona döndürüleceksiniz.Ayetin evvelinde gıyabî bir şekilde onların durumu anlatılırken burada hitaba geçilmesi, ayetin sevkediliş maksadını daha kuvvetli yapmak içindir.

 

12- وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ “Kıyamet koptuğu günde, mücrimler hayal kırıklığı içinde ümitsizliğe düşer.”Kıyamet koptuğu zaman o mücrimler; sessiz, şaşkın ve ümitsiz bir hâlde olurlar.

 

13- وَلَمْ يَكُن لَّهُم مِّن شُرَكَائِهِمْ شُفَعَاء “Onların, Allah’a koştukları ortaklardan kendileri için şefaatçiler de olmadı.”Onların şerik edindikleri şeyler, onları Allahın azabından kurtaramayacaklardır.Ayette bunun geçmiş zaman sığası ile anlatılması, tahakkukunu ifade içindir. وَكَانُوا بِشُرَكَائِهِمْ كَافِرِينَ “Ve artık onlar ortak koştukları şeyleri de inkâr ederler.”

Ve onlar da, batıl ilahlardan ümitlerini kesince, onları inkâr ederler.Denildi ki: Ayetin manası şöyle de olabilir: Onlar şu dünyada o şeriklerinden dolayı kâfir olmuşlardı.

 

14- وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ “Kıyamet koptuğu günde, o gün insanlar ayrılırlar.”

Kıyamet koptuğunda, mü’minler ve kâfirler birbirlerinden ayrılırlar.Ayetin devamı bunu tafsil etmektedir:

 

15- فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَهُمْ فِي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ “İman eden ve salih ameller işleyenlere gelince, onlar cennet bahçesinde neşelenirler.”Ayet metnindeki ravza, içinde çiçekler ve nehirler olan güzel yerdir.

 

16- وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاء الْآخِرَةِ فَأُوْلَئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ “İnkâr edip âyetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlara gelince, işte onlar azapta kalmak üzere getirilmişlerdir.”

 

 17- فَسُبْحَانَ اللَّهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ “Öyle ise akşama girdiğinizde, sabaha kavuştuğunuzda Allah’ı tesbih edin.”

 

18- وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerde ve yerde hamd O’na mahsustur.”

وَعَشِيًّا وَحِينَ تُظْهِرُونَ “Gündüzün sonunda ve öğle vaktine girdiğiniz de de (Allah’ı tesbih edin).”Ayet, “bu vakitlerde Allahı tenzih edin ve O’na hamd ü senada bulunun” manasında bir ihbardır.[1>Bu vakitlerin özellikle nazara verilmesi, bu vakitlerde Allahın kudretinin daha zâhir görülmesinden ve nimetlerinin yenilenmesindendir.Veya ayetten murat şudur: Bu vakitlerde meydana gelen “konuşan şahitler”, Allahın münezzehiyetine ve gök ve yer ehlinden temyiz gücüne sahip olanların hamdine layık olduğuna delâlet eder.[2>Ayette tesbihin akşam ve sabah için özel olarak tahsisi, bu iki vakitte kudret ve azamet eserlerinin çok açık olmasındandır.Hamdin gün sonuna ve ortasına tahsisi, nimetlerin yenilenmesinin o iki vakitte daha zâhir olmasındandır.Ancak bu iki vaktin diğer iki vakte atfedilmesi de caizdir. Bu durumda “Göklerde ve yerde hamd O’na mahsustur” kısmı, bir cümle-i mu’teriza yani ara cümle olur.İbnu Abbastan şöyle nakledilir: Ayet, beş vakit namazı cem eder.

“Akşama girdiğinizde” ifadesi, akşam ve yatsı namazlarına, “sabaha kavuştuğunuzda” ifadesi sabah namazına, “aşiyyen” ifadesi ikindi namazına, “öğle vaktine girdiğinizde” ifadesi de öğle namazına işaret eder.Bundan dolayı Hasan-ı Basri ayetin Medenî olduğunu iddia etti. Ona göre Mekkede namaz iki rekat olup herhangi bir zamanda kılınabiliyordu. Beş vakit şeklinde farz olması Medinededir. Ekser âlimler ise, beş vakit namazın Mekkede farz kılındığını söylerler.

Hz. Peygamberden şöyle nakledilir: “Her kim bolca sevap almak isterse “Öyle ise akşama girdiğinizde, sabaha kavuştuğunuzda Allah’ı tesbih edin...” ayetini okusun.”

Keza, yine O’ndan şöyle rivayet edilir:

“Her kim sabaha girdiğinde bu ayeti okursa gece kaçırdıklarını telâfi eder. Her kim de akşama bu ayeti okursa gündüz kaçırdıklarını telâfi eder.”

 

19- يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ “O, ölüden diri çıkarır.”Mesela insanı nutfeden, kuşu yumurtadan çıkarır.

وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ “Ve diriden ölü çıkarır.”İnsan ve kuştan da nutfe ve yumurta çıkarır.

Veya hayatın peşinde ölüm gelir. Ve ölümü hayat takip eder.

وَيُحْيِي الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا “Ve ölümünden sonra arzı diriltir.”

Arzı da kupkuru iken bitkilerle hayatlandırır.

وَكَذَلِكَ تُخْرَجُونَ “Sizler de işte böyle çıkarılacaksınız.”İşte, kabirlerinizden de böyle çıkarılacaksınız. Çünkü bu da, ölümün peşinde hayatın gelmesidir.

 

20- وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ “Sizi topraktan yaratması, O’nun ayetlerindendir.”

Çünkü, insanın aslı toprağa dayanır.

ثُمَّ إِذَا أَنتُم بَشَرٌ تَنتَشِرُونَ “Sonra bir de görürsünüz ki, beşer olmuş (çoğalıp) yayılıyorsunuz.”

 

21- وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا “Kendileriyle sükûnet bulmanız için nefislerinizden eşler yaratması O’nun âyetlerindendir.”

Çünkü Hz. Havva, Hz. Âdemin kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Diğer kadınlar da erkeklerin nutfelerinden yaratılmışlardır.[3>

Veya ayetten murat, kadınların başka bir cinsten değil de, erkekle aynı cinsten olmalarıdır.

Böyle olması, onlara meyletmeniz, kendilerine ülfet etmeniz içindir. Çünkü aynı cinsten olmak birbirine meyletmeye sebeptir. Farklı cinsten olmak ise, birbirinden uzak olmaya yol açar.

وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً “Ve O, aranıza bir sevgi ve merhamet koydu.”

Bundan murat kadın ve erkek veya genel anlamda insan cinsinin fertleridir.

İki taraf, hayvanlardan farklı olarak sadece cinsel beraberlik hâlinde değil, maişet meselelerinde de bir ve beraber olurlar, aralarında sevgi ve merhamet vardır.

Veya şöyle de bakılabilir: İnsanın hayatını devam ettirmesi, birbirlerini tanımaya ve birbirlerine yardım etmeye bağlıdır. Bu ise, karşılıklı sevgi ve merhameti gerektirir.

Denildi ki: Ayette geçen sevgi, cinsel beraberlikten; rahmet ise “Tarafımızdan bir rahmet...” (Sad, 43) ayetinde olduğu gibi, çocuktan kinayedir.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ “Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ayetler vardır.”Onlar düşünürler ve bunlarda olan hikmetleri bilirler.

 

22- وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافُ أَلْسِنَتِكُمْ وَأَلْوَانِكُمْ “Göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da O’nun âyetlerindendir.”Dillerin farklılığından murat, her milletin farklı diller konuşmasıdır. Allah bu dillerin esasını ilham etmiş ve insanları farklı dillerle konuşmaya muktedir kılmıştır.

Veya bundan murat her insanın farklı konuşmasıdır. Çünkü neredeyse aynı keyfiyette konuşan iki kişiye rastlamak mümkün değildir.

Renklerin farklılığından murat, siyah ve beyaz gibi ırklardır.

Veya insanların azalarının şekil ve görünümlerinin farklı farklı olmalarıdır. Böylece insanlar arasında birbirinden ayrı olmak ve birbirini tanımak tahakkuk eder. Hatta ikizler arasında bile birini diğerinden ayırt edecek çok noktalar vardır. Hâlbuki her ikisinin yaratılış maddeleri, içinde bulundukları sebepler ve karşılaştıkları durumlar birbirine benzemektedir.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّلْعَالِمِينَ “Şüphesiz ki bunda âlimler için nice ayetler vardır.”

Âlim olanlara bu ayetler gizli kalmaz. Şu ayet de bunu teyid etmektedir:

“İşte bu temsilleri biz insanlar için getiriyoruz. Onları ancak alimler anlarlar.” (Ankebut, 43)

 

23- وَمِنْ آيَاتِهِ مَنَامُكُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَاؤُكُم مِّن فَضْلِهِ “Gece ve gündüzdeuyumanız ve lütfundan nasip aramanız da O’nun âyetlerindendir.”

İnsanın hem gece, hem de gündüz uyuması, ruhun kuvvelerinin istirahati ve tabiî kuvveleri takviye etmek içindir.[4>

Bu durumda, “lütfundan nasip aramanız…” kısmı da gece – gündüz rızık aramayı ifade eder.Veya şöyle de mana verilebilir: “Gece uyumanız, gündüz de O’nun lütfundan rızık aramanız O’nun ayetlerindendir.

Bu durumda her iki zaman ve her iki fiil arasında belli bir tertib vardır. Bu şekilde ifade edilmesi, bu zamanlardan her biri her ne kadar bu fiillerden biri için tahsis edilmişse de, ihtiyaç anında diğer fiile de elverişli olduğunu gösterir.[5>

Bu konuda gelen diğer ayetler bu manayı teyid eder.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَسْمَعُونَ “Şüphesiz ki bunda dinleyecek bir kavim için nice ayetler vardır.”

Anlamak ve ibret almak için dinleyenlere, bunda ayetler vardır. Çünkü, bundaki hikmet gayet açıktır.

 

24- وَمِنْ آيَاتِهِ يُرِيكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا “Korku ve umut olarak size şimşeği göstermesi O’nun âyetlerindendir.”

Seferde olan şimşeği görünce korkar, mukîm olan ise, yağmur yağacak diye sevinir.

وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَاء مَاء فَيُحْيِي بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا “Ve O, gökten bir su indirir de, onunla ölümünden sonra yeryüzüne hayat verir.”Arz, kupkuru bir hâlde iken, Allah gökten indirdiği su ile bitkiler bitirir, böylece yeryüzünü hayatlandırır.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ “Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir kavim için nice ayetler vardır.”İşte bunda, bunun sebeplerini ve meydana geliş keyfiyetini araştırmak suretiyle aklını kullananlar için ayetler vardır. Onlar, bunları araştırarak Saniin kudret ve hikmetinin kemâlini anlarlar.

 

25- وَمِنْ آيَاتِهِ أَن تَقُومَ السَّمَاء وَالْأَرْضُ بِأَمْرِهِ “Sema ve arzın emriyle durması da O’nun âyetlerindendir.”Gökler ve yerin bu şekilde durmaları Allahın onları kudret eliyle tutmasıyladır. Yoksa gözle görülür bir şekilde onları tutan bir şey bulunmamaktadır. Allah, her biri için belli mekânlar belirlemiş ve onları bu şekilde yapmayı irade etmiştir.

Ayetteki “emriyle durması”, Allahın kudretinin kemâlini ve alete muhtaç olmayışını daha etkin bir şekilde anlatmak içindir.

ثُمَّ إِذَا دَعَاكُمْ دَعْوَةً مِّنَ الْأَرْضِ إِذَا أَنتُمْ تَخْرُجُونَ “Sonra arzdan bir çağırışla sizi çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki (diriltilmiş) çıkıyorsunuz.”Yani, göklerin ve yerin O’nun emriyle ayakta durması ve sonra “ey ölüler! Çıkınız!” demek suretiyle bir davetle sizi çağırdığında kabirlerinizden çıkmanız O’nun ayetlerindendir.

Bundan murat, bir şeye çağrılan neferin, o davete hiç tereddüt etmeden süratle icabet etmesi gibi, ilâhî irade karşısında eşyanın tam bir itaatle emirber nefer hükmünde olduğunu anlatmaktır.

Ayetteki “sonra” ifadesi,

-Ya zaman itibarıyla bir tertibi

-Veya onda olan şeyin büyüklüğünü anlatmak içindir.

 

26- وَلَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerde ve yerdekilerin hepsi yalnızca O’na âittir.”

كُلٌّ لَّهُ قَانِتُونَ “Hepsi O’na boyun eğmektedirler.”

Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nun kendilerinde tasarrufta bulunmasına boyun eğerler, imtina edip kaçınmazlar.

 

27- وَهُوَ الَّذِي يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ “Başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu iade edecek olan O’dur.”Onlara, ölümlerinden sonra yeniden hayat verir.

وَهُوَ أَهْوَنُ عَلَيْهِ “Bu, O’na daha kolaydır.”Bu ifade, insanların kudretine ve usullerine kıyasladır. Yoksa Allah için “daha kolay” yoktur, hepsi kolaydır. Hatta bundan dolayı zamiri mahlûkata râci kılanlar da oldu. Yani, “yeniden iâde etmek, mahlukâta nisbetle daha kolaydır.”Denildi ki: Burada ism-i tafdîl değil, “kolaydır” manası vardır.

وَلَهُ الْمَثَلُ الْأَعْلَى فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerde ve yerde en yüce mesel O’nundur.”

En yüce mesel O’na aittir. O’ndan başkası için O’na denk veya O’na yakın bir vasıf söz konusu değildir.

Burada medar-ı bahs olan en yüce mesel,

-Her şeyi içine alan bir kudret,

-Her şeye şümullü bir hikmet gibi hayret verici özelliklerdir. Böyle vasıflar, sadece Allaha aittir.Bundan muradın “lailâhe illallah” olduğunu söyleyenler, bununla vahdaniyet vasfını murat etmişlerdir.Göklerde ve yerde olanlar, o en yüce sıfata delâlet ederek ve onu konuşarak tavsifte bulunurlar.

وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “O, Azîz’dir – Hakîm’dir.”

O Aziz’dir, imkân dairesinde olan bir şeyi yoktan yaratmak veya iâde etmekten aciz değildir, hepsine gücü yeter. Hakîm’dir, bütün fiilleri hikmetinin muktezası üzere cereyan eder.


[1>Yani, şeklen bir durumu haber vermek olmakla beraber, aslında emirdir. 

[2>Konuşmak, hem sesli bir şekilde hem de hâl diliyle olabilmektedir. Sabah, akşam gibi vakitlerde âlemde meydana gelen değişikliklerin her biri, “hâl diliyle konuşan birer vahdaniyet şahididir.”

[3> Bu, mecazî bir anlatım da olabilir. Bkz. Nisa, 1.

[4> Uyku için asıl vakit, gece vaktidir. Ama gün ortasında da yarım saat kadar uyu mak (kaylule) çok faydalıdır, aynı zamanda sünnettir.

[5>Günümüzde gece mesaisinde çalışanlar, gündüz uyur, gece çalışırlar.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
30. Rum
Gönderi tarihi: 15-04-2014
1,313 kez okundu
Block title
Block content