41- ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِ “İnsanların kendi ellerinin yaptıkları şeyler yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı.”
Kuraklık, taun, çokça yangın çıkması, bereketin kalkması, zararlı şeylerin çok olması veya dalâlet ve zulmün yaygınlaşması gibi durumlar, bu fesatlardan bazılarıdır.
Denildi ki: Denizdeki fesattan murat, sahil beldeleridir.[1>
Denildi ki: Karada çıkan fesattan murat, Kâbilin kardeşini öldürmesi, denizde çıkan fesattan da murat Amman hükümdarının gemilere zulmen el koyması olayıdır.
لِيُذِيقَهُم بَعْضَ الَّذِي عَمِلُوا “(Allah), yaptıklarının bir kısmının cezasını onlara tattıracaktır.”
Bu fesadın çıkmasıyla, Allah onlara yaptıkları hataların bir kısmının cezasını tattıracaktır. Tamamı ise, ahirette verilecektir.
Ayetin bu kısmı, illet veya akıbet bildirir.[2>
لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ “Ola ki dönerler.”Ola ki bu azabı görür de, bulundukları hâlden dönüş yaparlar.
42- قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ “De ki: Yeryüzünde gezin.”
فَانظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلُ “Öncekilerin akıbeti nasıl olduğuna bakın.”
Yeryüzünde gezin, dolaşın. Ta ki üstte bildirilenin doğruluğunu gösteren durumları görüp, sıdkını tahkik edin!
كَانَ أَكْثَرُهُم مُّشْرِكِينَ “Onların çoğu müşrik idiler.”
Ayetin bu kısmı, onların kötü akıbetinin, şirkin yayılması ve onlara hükmetmesi sebebiyle olduğuna delâlet eder.Veya mana şöyle olabilir: Şirk, onların çoğunda görülen bir durumdu. Onun aşağısında yer alan diğer günahlar, onların azında vardı.
43- فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ الْقَيِّمِ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لَّا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللَّهِ “Öyleyse, Allah tarafından kimsenin geri çeviremeyeceği bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru dine çevir..”Allah o günü getirdiğinde, kimsenin gücü geri çevirmeye yetmez.
Ayetin manası şöyle de olabilir: Allah tarafından o günün gelmesine bir engel yoktur. Çünkü, O’nun ezeli iradesi, böyle bir günün gelmesine taalluk etmiştir.
يَوْمَئِذٍ يَصَّدَّعُونَ “O gün insanlar birbirlerinden ayrılırlar.”
O gün insanlar, fırka fırka ayrılırlar.
“Bir grup cennette, bir grup ise cehennem ateşindedir.” (Şura, 7)
Ayetin devamı da bu manayı teyid eder:
44- مَن كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ “Her kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhinedir.”
Küfrünün vebâli ona aittir. Bu da ebedi cehennemdir.
وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِأَنفُسِهِمْ يَمْهَدُونَ “Kim de salih amel işlerse, onlar ancak kendileri için rahat bir yer hazırlamış olurlar.”
Onlar da kendileri için cennette bir menzil hazırlarlar.
45- لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِن فَضْلِهِ “O, iman edip Salih amel işleyenlere lütfundan mükâfat verecektir.”Onların bu şekilde fırka fırka olmaları veya salih amel işleyenlerin cennette kendileri için menzil hazırlamaları, Allahın onlara lütfundan mükâfat vermesi içindir.
Ayette sadece mü’minlerin mükâfatının anlatılması, maksud-u bizzâtın bu olmasındandır.[3>
Veya, ayetin devamı onların akıbetine bir cihetle işaret ettiğinden, bununla iktifa edilmiştir.
إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْكَافِرِينَ “Çünkü O, kâfirleri sevmez.
Çünkü bu ifadede, kâfirlere karşı Allahın buğzetmesi ve mü’minleri ise sevmesi bildirilmektedir.Ayrıca, “Allah onları sevmez” demek yerine “kâfirleri sevmez” denilmesinde, Allahın onları niçin sevmediğinin illetini beyan etmek vardır.[4>
Bununla, salah hâlinin mü’minlere has olduğu da anlaşılmaktadır.
Ayette, iman eden ve salih amel işleyenlere verilecek mükafatın Allahın fazlı olduğunun bildirilmesi, verilen karşılığın tamamen bir lütuf olduğunu anlatır. Bunu, Allahtan bir bağış veya sevaba ilâve bir şey olarak te’vil etmek, zâhirden sapmak olur.
46- وَمِنْ آيَاتِهِ أَن يُرْسِلَ الرِّيَاحَ مُبَشِّرَاتٍ “Müjdeci olarak rüzgârları göndermesi, O’nun ayetlerindendir.”Bundan murat, Kuzey, Saba ve Güney rüzgârlarıdır. Debûr (Batı rüzgârı) ise, azap rüzgârıdır. Hz. Peygamber şöyle dua etmiştir:
“Allahım, bu rüzgârı hakkımızda rahmet rüzgârı kıl, azap rüzgârı yapma.”
وَلِيُذِيقَكُم مِّن رَّحْمَتِهِ “O, bununla size rahmetinden tattırır.”
Rahmet rüzgârları yağmurun müjdecisi olarak eser. Yağan yağmurla beraber, ona bağlı olarak bolluk ve bereket gibi başka rahmet tecellileri meydana gelir.
Hatta bizzat o rüzgârın esmesi bile insanları ferahlatan bir rahmet tecellisidir.
وَلِتَجْرِيَ الْفُلْكُ بِأَمْرِهِ “Ve emriyle gemiler yol alır.”
وَلِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ “Ve O’nun lütfundan rızkınızı ararsınız.”
İnsanlar, esen rüzgârlar sayesinde yelkenli gemilerle seyahat ederler, deniz ticareti yoluyla Allahın lütfundan rızık ararlar.
وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ “Ve ola ki şükredersiniz.”
47- وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ رُسُلًا إِلَى قَوْمِهِمْ “Andolsun biz, senden önce birçok peygamberi kavimlerine gönderdik.”
فَجَاؤُوهُم بِالْبَيِّنَاتِ “Onlar kavimlerine apaçık delillerle vardılar.”
فَانتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا “Sonunda mücrim olanlardan intikam aldık.”
Ayetin ifadesinde, bu intikamın mü’minler için alındığını hissettirmek ve Allahın onlara yardımına layık kılınmalarını ifade ile de şereflerini izhar etmek vardır.
وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ “Mü’minlere yardım etmek üzerimizde bir haktır.”
Hz. Peygamber “Her kim Müslüman kardeşinin namusunu korursa, cehennem ateşinden onu korumak Allahın üzerine bir haktır” demiş ve ardından da üstteki ayeti okumuştur.
Ayetteki “hakkan” kelimesinde durulursa, mana şöyle olur:
“O mücrimlerden intikam aldık ve bu bir haktı. Mü’minlere yardım etmek bizim üzerimizedir.”
48- اللَّهُ الَّذِي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ “O Allah ki, rüzgârları gönderir.”
فَتُثِيرُ سَحَابًا “Onlar da bir bulutu harekete geçirir.”
فَيَبْسُطُهُ فِي السَّمَاء كَيْفَ يَشَاء “Derken onu gökyüzünde nasıl dilerse
öyle yayar.”Allah dilerse o bulutları seyahat ettirir, dilerse de sabit tutar. Dilerse parçalı bulutlu yapar, dilerse semayı bulutlarla kaplar…
وَيَجْعَلُهُ كِسَفًا “Ve parça parça eder.”
Başka bir zaman da, parça parça yapar.
فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِهِ “Nihayet yağmurun onların arasından çıktığını görürsün.”
فَإِذَا أَصَابَ بِهِ مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ إِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ “Derken onu kullarından dilediklerine isabet ettirdiğinde, bir de bakarsın yüzleri gülmektedir.”
Bundan murat, onların belde ve arazilerinin ilâhî rahmetten nasibini almalarıdır.
Onlar, yağmur yağdığında, peşinden gelecek bolluğu düşünerek neşeyle dolarlar.
49- وَإِن كَانُوا مِن قَبْلِ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْهِم مِّن قَبْلِهِ لَمُبْلِسِينَ “Oysa önceden onlar, kendilerine yağmur yağdırılmadan önce ümidi kesmişlerdi.”
Ayette “önce” ifadesinin iki defa geçmesi, uzun süredir yağmuru beklediklerine ve artık ümitsiz hâle geldiklerine delâlet etmek içindir.
50- فَانظُرْ إِلَى آثَارِ رَحْمَتِ اللَّهِ “Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine!”
Yağmur yağdıktan sonra bitkiler, ağaçlar, sebzeler canlanır. Yağmurun etkisi bunların hepsinde birden görüldüğünden “Allahın rahmet eserleri” şeklinde çoğul olarak gelmiştir.
كَيْفَ يُحْيِي الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا “Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor?”
إِنَّ ذَلِكَ لَمُحْيِي الْمَوْتَى “Şüphe yok ki O, ölüleri de diriltendir.”
Ölümünden sonra arzı diriltmeye kâdir olan, elbette o insanları da diriltmeye kâdirdir. Çünkü yeryüzünün diriltilmesi, orada bulunan nebatî kuvveleri yeniden meydana getirmek olduğu gibi, insanların diriltilmesi de onların bedenlerindeki hayvanî kuvveleri yeniden ihdas etmektir.Ayette nazara verilen durum, geçmiş yıllarda ölmüş bir kısım bitki türlerinin tamamen paramparça ve un ufak hâle geldikten sonra, yeniden diriltilmeleri de olabilir.
وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Ve O, her şeye kâdirdir.”
Çünkü Allahın kudretinin bütün mümkinata nisbeti aynıdır.[5>
[1>Beydavî’nin tefsiri yedi yüz küsur yıl öncesinde yazıldığından böyle bir manaya da dikkat çekmektedir. O zamanda şimdiki gibi deniz kirliliği yoktu, hatta hayal bile edilemezdi. Ama ayetin mu’cizane beyanı, âdeta günümüzde denizlerde gördüğümüz korkunç kirliliği gözler önüne sermektedir.
[2> Birinciye göre mana, karada ve denizde fesat çıkması, Allahın onlara bir cezasıdır. İkinciye göre ise mana, bu fesadın akıbetini bildirir. Yani bu fesadın sonunda, Allah insanlara bir kısım cezaları tattırmaktadır.
[3> Yani, kainatın çarkları, ehl-i imanın cenneti kazanmaları için dönmektedir. Ehl-i küfrün cehenneme gönderilmeleri ise, bir gaye olmayıp sadece bir neticedir. Mesela okullar öğrencilerin yetişmesi için açılır, ama okullarda serseri kimseler de çıkabilir, sınıfta kalanlar da olur. Öğrencilerin yetişmesi bir gayedir. Serseri öğrencilerin çıkması ve kalanların olması ise, gaye olmayıp imtihanın bir sonucudur.
[4> Yani, Allah küfür ve küfranlarından dolayı onları sevmez.
[5>Yani, Allah için büyük – küçük, az- çok fark etmez. Bir çiçeği yarattığı gibi bütün çiçekleri de yaratır. Bir bahçeyi meydana getirdiği gibi, koca cenneti de aynı kolaylıkla meydana getirir.