1- الم “Elif, Lâm, Mim.”
2- غُلِبَتِ الرُّومُ “Rumlar yenildi.”
3- فِي أَدْنَى الْأَرْضِ “En yakın yerde.”
Rumlar, Arablara en yakın yerde mağlup oldular.
وَهُم مِّن بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ “Onlar, bu yenilgilerinden sonra galip gelecekler.”
4- فِي بِضْعِ سِنِينَ “Bid’a sinîn içinde.”
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre İranlılar Rumlara karşı savaş açtı ve onlara galip geldiler. Haber Mekkeye ulaşınca müşrikler sevindiler ve bu durumu Müslümanların aleyhine yorumladılar. “Siz ve Hristiyanlar kitap ehlisiniz. Biz ve İranlılar ise ümmiyiz. Dostlarımız dostlarınıza galip geldiler, biz de muhakkak ve muhakkak size galip geleceğiz” dediler. Bunun üzerine bu ayetler nazil oldu.Hz. Ebubekir onlara dedi: “Allah gözünüzü aydın etmesin! Allaha yemin ederim ki Rumlar İranlılara yakın bir zamanda galip gelecekler.”
Bunun üzerine Übey Bin Halef O’na dedi: “Yalan söylüyorsun. Bunun için bir süre belirle, seninle bahse girelim.” Hz. Ebubekir, bu teklif üzerine üç yıl süre koyup on devesine bahse girdi. Durumu Hz. Peygambere söyleyince, Hz. Peygamber “ayetteki bid’a sinîn ifadesi üç ile dokuz yıl arasını ifade eder. Deveyi artır, süreyi de uzat” dedi.
Hz. Ebubekir, Übey Ben Halefle konuştu, deveyi yüz ve süreyi de dokuz yıl yaptılar. Übey Bin Halef, Uhud Savaşında Hz. Peygamber tarafından yaralanmıştı. Savaş dönüşü öldü. Rumlar ise Hudeybiye Seferi yılında İranlılara galip geldiler. Hz. Ebubekir, bahse konu olan yüz deveyi Übey Bin Halefin varislerinden aldı, Hz. Peygambere getirdi. Hz. Peygamber, bunları tasadduk etmesini söyledi. Hanefî âlimleri, bu olayla dâr-ı harpte fasit akitlerin cevazına delil getirdiler. Caiz görmeyenler ise, bu olayın kumarın haram kılınmasından önce olduğuna dikkat çektiler.Ayet, peygamberlik delillerindendir. Çünkü ilerde olacak bir durumu söylemekle gaybtan haber vermektedir.Bir kıraate göre ise şöyle bir mana vardır: Rumlar İranlılara Şam yakınlarında galip geldiler. Ama ilerde Müslümanlar onlara galip gelecekler, Rumlar ise mağlup olacaklar. Ayetin nüzulünün dokuzuncu yılında Müslümanlar Rumlara karşı savaştılar ve onların bazı beldelerini fethettiler.
لِلَّهِ الْأَمْرُ مِن قَبْلُ وَمِن بَعْدُ “Önce de, sonra da emir Allah’ındır.”
Yani, hem galibiyetlerinde hem de mağlubiyetlerinde tasarruf Allahındır.
Galibiyet de, mağlubiyet de Allahın hükmüyle gerçekleşir.
وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ “Ve o gün mü’minler sevinecekler.”
Rumların galip geldiği günde mü’minler sevinirler.
5- بِنَصْرِ اللَّهِ “Allah’ın yardımıyla.”
O günde, kitap ehli olanlar, kitapsızlara karşı Allahtan yardıma mazhar olurlar. Çünkü devran, kitap ehli olanların lehine döner. Ayrıca müşriklere söylemiş oldukları haberin doğruluğu ortaya çıkar. Karşılıklı bahiste kazanırlar, dinlerinde sebat ve yakînleri artar.
Ayette şu mana da vardır: Allah, mü’minlere yardım etti ve onların doğruluğunu ortaya koydu.Veya Allah, onların düşmanlarını birbirlerine musallat kıldı, böylece her iki taraf da zayıfladı, sonunda mağlup oldular.
يَنصُرُ مَن يَشَاء “Dilediğine yardım eder.”
Allah bazan şunlara, bazan da diğerlerine galibiyet verir.
وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ “O Azîz – Rahîm’dir.”
Bazı kavimleri mağlup kılmakla onlardan intikam alır, diğerlerine galibiyet vermekle lütufta bulunur.
6- وَعْدَ اللَّهِ “Allah, bir vaatte bulunmuştur.”
لَا يُخْلِفُ اللَّهُ وَعْدَهُ “Allah, vaadinden dönmez.”
Çünkü Allah için vaadinde yalancı olmak imkânsızdır.
وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ “Fakat insanların çoğu bilmezler.”Lâkin insanların çoğu cehaletleri ve düşüncesizliklerinden O’nun vaadini ve vaadinin doğruluğunu bilmezler.
7- يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِّنَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “Onlar dünya hayatından ancak bir zahir bilirler.”
Onlar, dünya hayatından gözleriyle gördükleri ve ziynetleriyle faydalandıkları şeyleri bilirler.
وَهُمْ عَنِ الْآخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ “Ahiret konusunda ise tamamen gafildirler.”Ama dünyanın gayesi ve ondan maksut olan ahirete gelince, ondan gafildirler, onu hatırlarına getirmezler.Bu şekilde ifade edilmesinde, onların cehâletini ortaya koymak ve onları dünyadan ancak bazı şeyleri idrak edebilen hayvanlara benzetmek vardır.Ayette “zâhiran” (bir zahir) ifadesinin elif-lâmsız gelmesi, dünyanın çok zâhirleri olmasındandır. Mesela, dünyanın hakikatlerini, sıfatlarını, özelliklerini, fiillerini ve bunların sebeplerini bilmek, bunların meydana gelme keyfiyetini ve dünyada tasarrufun keyfiyetini bilmek gibi hususlar da, dünyanın zâhirine dâhildir.
Dünyanın bâtını (görülmeyen yüzü) ise,
-Ahirete bir geçiş,
-Ve ona kavuşmaya vesile,
-Ve ondaki hâllere bir nümune olması gibi durumlardır.
Ayette, dünyayı hiç bilmemekle sadece zâhirini bilmek arasında bir fark olmadığı da hissettirilmektedir.
8- أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فِي أَنفُسِهِمْ “Onlar, kendi nefisleri hakkında hiç düşünmediler mi?”
Onlar, nefislerinde “tefekkür” diye bir şey meydana getirmediler mi?[1>
Veya, onlar kendi nefislerinin durumu hakkında niye düşünmediler? Çünkü nefis,
-Kendilerine en yakın şeydir.
-Bütün mümkinat âleminde tecelli edenlerin kendisinde tecelli ettiği bir aynadır.[2>
Onlar şayet nefislerinin durumu hakkında düşünseler, onları yoktan yaratanın diğer âlemde iade etmeye kâdir olduğunu anlarlardı.
مَا خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى “Allah, gökler ile yeri ve ikisi arasındakileri ancak hikmetle ve belirli bir süre için yaratmıştır.”
وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ بِلِقَاء رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ “Şüphesiz insanların birçoğu Rablerine kavuşacaklarını inkâr ediyorlar.”İnsanların çoğu, o belli sürenin bitiminde veya kıyamet geldiğinde Rab’lerine kavuşmayı inkâr ederler, dünyanın daimî olduğunu ve ahiretin hiç gelmeyeceğini sanırlar.
9- أَوَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ “Onlar, yeryüzünde gezmediler mi?”
فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ “Ta ki, kendilerinden öncekilerin akıbeti nasıl olmuş baksınlar?”
كَانُوا أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً “Onlar, kendilerinden daha güçlüydüler.”
O helâk olan kavimlerin bir kısmı, Âd ve Semud gibi, onlardan çok daha kuvvetli idiler.
وَأَثَارُوا الْأَرْضَ “Ve toprağı sürüp işlediler.”Yerin altındaki suya ulaşmak, madenleri çıkarmak, tohumları serpmek gibi gayelerle toprağı kazdılar, alt üst ettiler.
وَعَمَرُوهَا أَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا “Ve onu, bunların imar ettiklerinden daha çok imar ettiler.”
Ve Mekke ehlinin mamur kılmasından çok daha ileri boyutta arzı mamure yaptılar. Çünkü Mekke ahalisi, mahsul almaya pek de elverişli olmayan bir vâdide yaşamaktaydı. Bulundukları yer, mamure yapmaya imkân vermiyordu.
Onlar şu dünyada en zayıf bir hâlde iken yine de ona aldanmaları ve kendi dünyalarıyla iftihar etmeleri yönünden, ayette onlarla bir tehekküm (ince bir alay) vardır. Çünkü dünya saltanatı,
-Geniş topraklara sahip olmak,
-İnsanlara hükmetmek,
-Ve çeşitli imaretlerle arzın aktarında tasarrufta bulunmakla olur. Hâlbuki Mekke ahalisi bu cihetlerde gayet zayıftı, kendilerine fayda vermeyen bir yere sıkışıp kalmışlardı.
وَجَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ “Peygamberleri onlara delillerle gelmişlerdi.”
Peygamberleri onlara mu’cizelerle veya apaçık ayetlerle gelmişti.
فَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ “Demek Allah onlara zulmediyor değildi.”
Zâlim kimseler, hiçbir suç olmadan ve bir uyarıda bulunmadan beldelere gider, oraları harap eder. Ama Allahın insanları helâk etmesi –haşa– zulmen değildir.
وَلَكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ “Lakin onlar, kendilerine zulmediyorlardı.”
Onlar, kendilerini helâke sürükleyecek şeyleri yapmakla nefislerine zulmediyorlardı.
10- ثُمَّ كَانَ عَاقِبَةَ الَّذِينَ أَسَاؤُوا السُّوأَى أَن كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَكَانُوا بِهَا يَسْتَهْزِؤُون “Sonra, Allah’ın âyetlerini yalanladıkları ve onlarla alay etmekte oldukları için, kötülük işleyenlerin akıbeti çok kötü oldu.”Ayette, “onların” demek yerine “kötülük işleyenlerin” denilmesi, kötü akıbetlerinin gerekçesine delâlet eder: Kötülük yaptılar, ceza olarak da kötülük buldular.Ayetin son kısmı, ilk kısmının illeti olabilir. Yani Allahın ayetlerini yalanlamaları ve onlarla istihza etmeleri yüzünden, kötü bir akıbete maruz kaldılar.
Veya, orada nazara verilen kötü akıbeti beyandır. Yani, kötülük yapmalarına ceza olarak Allahın ayetlerini yalanladılar, onlarla alay ettiler.Veya “onlar Allahın ayetlerini yalanlamak ve onlarla alay etmek şeklinde kötü işler yaptılar” manası da düşünülebilir.
[1> Yani, insan aslında düşünen bir varlıktır. Ama bunlar niye bu melekelerini kullanmıyorlar? Kullansalardı, gerçekleri görürlerdi.
[2>Nefis, bazan “ruh” manasına da kullanılır. İnsanın zâtı ve cevheri olan ruh, Allah’a en parlak bir aynadır.