273. DERS (Rum Suresi, 51 - 60)

 

 51- وَلَئِنْ أَرْسَلْنَا رِيحًا فَرَأَوْهُ مُصْفَرًّا لَّظَلُّوا مِن بَعْدِهِ يَكْفُرُونَ “Andolsun ki biz, bir rüzgâr göndersek de onu sararmış görseler, mutlaka onun arkasından nankörlüğe başlarlar.”

Bir rüzgâr göndersek de, o ekini veya yağmurun eseri olan yeşilliği sararmış görseler nankörlük ederler.Veya bundan murat, bulutun rengi de olabilir. Çünkü böyle buluttan yağmur gelmez.Ayet, kâfirlerin sebatının azlığını, düşüncesiz olduklarını, tefekkür etmemeleri ve kötü görüşleri sebebiyle kendilerinde süratli bir şekilde kanaat değişiklikleri meydana geldiğini ilan eder.

Hâlbuki yağmurun gönderilmediği zamanlarda istikametli bir bakış,

-Allaha tevekkül etmeyi,

-İstiğfar ile O’na sığınmayı,

-O’nun rahmetinden ümit kesmemeyi gerektirir.

Böyle bir bakış, ilâhî rahmetin gelmesi hâlinde ise,

- Hemen şükre yönelmeyi,

- Taate devam etmeyi,

- Sevinçte taşkınlık yapmamayı iktiza eder.

Öte yandan Allah onların mahsulünü verimsiz kıldığında ise, bu bakışa sahip kimselerin,

-Bu belâya sabretmeleri,

-Allahın nimetlerine nankörlük etmemeleri lazım gelir.

 

52- فَإِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى “Gerçekten de sen ölülere işittiremezsin.”

Onlar, hakka karşı duyularını kapadıklarından dolayı sanki ölüler gibidirler.

وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاء إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ “Arkalarını dönüp gittiklerinde, sağırlara o daveti duyuramazsın.”Ayette “arkalarını dönüp gittiklerinde” şeklinde bir kayıtla söylenmesi, onların hakka dönmelerinin muhal oluşunu daha şiddetli bir tarzda bildirmek içindir. Çünkü, konuşana doğru yönelmiş olan sağır bir kimse, her ne kadar söyleneni duymasa da, konuşanın hareketleri (jest ve mimikleri) vasıtasıyla bir şeyler anlar.

 

 53- وَمَا أَنتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَن ضَلَالَتِهِمْ “Sen, körleri de dalaletlerinden doğru yola iletemezsin.”Ayette onlara “kör” denilmesi, görmekten hakiki maksudu kaybetmelerindendir.[1>

Veya onlara “kör” denilmesi, kalp gözlerinin kör olmasındandır.

إِن تُسْمِعُ إِلَّا مَن يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا “Sen, ancak âyetlerimize iman edenlere duyurursun.”

Çünkü onların imanı, kendilerini lafzı almaya ve manayı düşünmeye sevkeder.

Ayette, mü’minden muradın iman etmeye yaklaşmış kimse olması da caizdir.

فَهُم مُّسْلِمُونَ “Böylece onlar, hakka teslim olan kimselerdir.”

İşte bu kimseler, Senin onlara emrettiğin şeylere teslimiyet gösteren kimselerdir.

 

 54- اللَّهُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن ضَعْفٍ “O Allah ki, sizi güçsüz olarak yarattı.”

Bundan murat “Ve insan çok zayıf yaratılmıştır.” (Nisa, 28) ayetinde de olduğu gibi, insanın bidayette (çocukluk döneminde) zayıflığı ve zafiyetin o insanda bir esas olmasıdır.

Veya bundan murat, insanın zayıf bir asıldan, yani nutfeden yaratılmasıdır.

ثُمَّ جَعَلَ مِن بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً “Sonra güçsüzlüğün arkasından kuvvet verdi.”

Bu, bülûğ dönemidir.

Veya insan bedenine ruhun gönderilmesidir.

 

ثُمَّ جَعَلَ مِن بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفًا وَشَيْبَةً “Sonra kuvvetin arkasından güçsüzlük ve ihtiyarlık verdi.”

Ayette, “kuvvet” kelimesi birincide elif-lâmsız iken ikincide yine elif-lâmsız gelmesi, ikinci “kuvvet” kelimesinin birincisiyle aynı olmamasındandır.[2>

يَخْلُقُ مَا يَشَاء “O dilediğini yaratır.”

Allah; zaaf ve kuvvet, gençlik ve ihtiyarlık yönünden ne dilerse yaratır.

وَهُوَ الْعَلِيمُ الْقَدِيرُ “Ve O, Alîm’dir – Kadîr’dir (her şeyi bilir, her şeyegücü yeter).”

Çünkü, başka şekilde olması mümkün iken çeşitli hâller arasında meydana getirmesi, ilim ve kudretinin bir delilidir.

 

55- وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُقْسِمُ الْمُجْرِمُونَ مَا لَبِثُوا غَيْرَ سَاعَةٍ “Kıyametin koptuğu gün o mücrimler (dünyada) bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler.”

Ayette kıyamet “saat” kelimesiyle ifade edilmiştir. Böyle isimlendirilmesi,

-Dünya saatlerinin en son saati olmasındandır.

-Veya, ansızın meydana gelecek olmasındandır.

“Saat” kelimesi, “kevkeb” (yıldız) kelimesinin Zühre yıldızına alem olması gibi, kıyamete bir alem olmuştur.

Kıyamet koptuğunda o mücrimler,

-Dünyada,

-Veya kabirlerde,

-Veya dünyanın ölümüyle diriltilmeleri ve azaplarının kesilmesi arasında çok az bir zaman dilimi kaldıklarına yemin ederler.

Hadiste şöyle bildirilir: “Dünyanın ölümüyle yeniden diriltilme arasında kırk vardır.”

Hadisteki “kırk” ifadesi

-Kırk saat,

-Kırk gün,

-Kırk sene olabilir.

كَذَلِكَ كَانُوا يُؤْفَكُونَ “Onlar işte böyle döndürülüyorlardı.”

Onlar, böyle diyerek, ahiretteki azaplarına nispetle önceki kalışlarını çok az buldular.

Veya unuttukları için böyle dediler.

Onlar, doğruluk ve tahkikten böyle çevrilmeleri gibi, dünyada da haktan çevriliyorlardı

 

56- وَقَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَالْإِيمَانَ “Kendilerine ilim ve iman verilenler de şöyle dediler:

Melekler ve insanlardan ilim ve iman ehli olanlar şöyle dediler:

لَقَدْ لَبِثْتُمْ فِي كِتَابِ اللَّهِ إِلَى يَوْمِ الْبَعْثِ “Andolsun ki, Allah’ın kitabındaki dirilme gününe kadar kaldınız.”

“Allahın kitabı” ifadesinden murat,

-O’nun ilmindeki veya O’nun hükmündeki yazıdır.

-Veya “sizin için yazdığı” manasınadır.

-Veya levh-i mahfuzdur,

-Veya Kur’andaki “Onların arkasında, tekrar diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır.” (Mü’minun, 100) ayetinde bildirilen durumdur.

Böyle diyerek onların söyledikleri ve yemin ettikleri şeyi reddettiler.

فَهَذَا يَوْمُ الْبَعْثِ “İşte bu, dirilme günüdür.”

İşte bu, o inkâr etmiş olduğunuz yeniden diriltiliş günüdür.

وَلَكِنَّكُمْ كُنتُمْ لَا تَعْلَمُونَ “Fakat siz bunu bilmiyordunuz.”

Lakin siz, tefekkürde noksan oluşunuz sebebiyle bu günün hak olduğunu bilmiyordunuz.

Ayette geçen فَ “fe” harfi şuna işaret eder:

“Eğer öldükten sonra dirilmeyi inkâr ediyorsanız, işte bu, onun günüdür. Yani, inkârınızın batıl olduğu ortaya çıkmıştır.”

 

57- فَيَوْمَئِذٍ لَّا يَنفَعُ الَّذِينَ ظَلَمُوا مَعْذِرَتُهُمْ “O gün zulmedenlere mazeretleri fayda sağlamaz.”

وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ “Allah’ı razı edecek ameller yapmaları da istenmez.”

Yani, dünyada onlardan tevbe etmeleri ve tâatte bulunmaları isteniyordu. Ama, diğer âlemde onları cezadan kurtaracak şeyleri yapmaya çağrılmayacaklar[3>

 

58- وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِن كُلِّ مَثَلٍ “Andolsun ki, insanlar için bu Kur’ân’da her türlü meseli getirdik.”Biz bu Kur’anda insanlara garabet yönüyle “emsâl” gibi olan her çeşit sıfatları anlattık. Mesela, kıyamet günü diriltilenlerin neler söylediklerini, onlara neler denildiğini, mazerette bulunamayacaklarını, kendilerine yeni fırsat verilmeyeceğini… anlattık.

Veya şu mana olabilir: “Biz onlara, kendilerini tevhide, yeniden diriltilişe ve peygamberin doğruluğuna tenbihte bulunan her türlü meseli beyan ettik.”

وَلَئِن جِئْتَهُم بِآيَةٍ لَيَقُولَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ أَنتُمْ إِلَّا مُبْطِلُونَ “Andolsun, sen onlara bir âyet de getirsen o kâfirler yine, “Siz ancak boş şeyler uyduran kimselersiniz” diyeceklerdir.”

Şayet Sen onlara Kur’an ayetlerinden bir ayet getirecek olsan, o inkârcılar aşırı inatları ve kalplerinin katı olması sebebiyle, “Siz ancak boş şeyler uyduran kimselersiniz” diyecekler.

“Siz” ifadelerinden muratları, Hz. Peygamber ve mü’minlerdir.

 

59- كَذَلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ “İşte bilmeyenlerin kalplerini Allah böyle mühürler.”Onlar ilim öğrenmek istemiyorlar ve inanmış oldukları hurafelerde ısrar ediyorlar. Çünkü cehl-i mürekkeb, hakkı idrake mani olur ve o haklı olanı yalanlamayı netice verir.[4>

 

60- فَاصْبِرْ “Öyleyse sabret.”

إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ “Şüphesiz Allah’ın vaadi haktır.”

Öyleyse Sen, onların ezasına sabret. Allahın Sana yardım etme ve dinini bütün dinlere üstün kılma vaadi haktır, mutlaka gerçekleşecektir.

وَلَا يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ “Sakın imanı sağlam olmayanlar seni gevşekliğe sevketmesin.”

Sakın sakın, yakîni olmayan o kimseler, yalanlamaları ve eziyet vermeleriyle Seni endişeye sevk etmesinler. Çünkü onlar şek içinde ve yoldan sapmış kimselerdir. Bu, onlardan hiç de yadırganacak bir durum değildir.[5>

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Her kim Rum sûresini okusa, sema ve arz (gök ve yer) arasında Allaha tesbih eden melekler sayısınca kendisine haseneler verilir ve o günde ve gecede zayi ettiği şeyleri elde eder.”


[1>Yani eşyayı görmekten maksat, Allaha ulaşmaktır. Zira her bir varlık, Allahtan bir mektuptur. Allah namına kâinata bakmayan kimse, gerçekleri görememesi nedeniyle, sanki kör kimse gibidir.

[2>Normalde, bir kelime birincide elif-lâmsız gelmişse, ikinci defa tekrarlandığında elif-lâmlı kullanılır. Ama burada her iki kuvvet aynı olmadığından her ikisi de elif-lâmsız gelmiştir. Buna Türkçeden şunu örnek verebiliriz: Bir adam geldi. Adam, etrafa dikkatle baktı.

[3> Çünkü imtihan bitmiş, ceza mahalline gidilmiştir. Tekrar dünyaya dönüp kendilerini affettirmeleri söz konusu değildir.

[4> Cehl-i mürekkeb, bilmediğini bilmemek halidir. Cehalet, ilmin zıddı olup, bilmeme halini ifade eder. İki şekilde görülür:

1. Cehl-i basit

2. Cehl-i mürekkep 

Cehl-i basit, bilmemektir. Cehl-i mürekkep ise, bilmediğini de bilmemektir, Birincisinin tedavisi kolay, ikincisinin tedavisi hayli zordur. Çünkü, böyleleri hem bilmiyorlar, hem de bilmediklerini bilmiyorlar. Cehaleti bir hastalığa benzetirsek, cehl-i mürekkep, kendini sağlıklı zannetme halidir.

[5> Yani onlar böyle bir durumda olduklarından, sizi bâtıl yolda görmeleri garipsenecek bir durum değildir. Farz-ı misal, köpek havladığında “bu neden havlıyor?” demediğiniz gibi, bunların da inkârlarından müteessir olmayınız. Herkes kendi mizacına göre hareket eder.

 

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
30. Rum
Gönderi tarihi: 15-04-2014
1,051 kez okundu
Block title
Block content