28- ضَرَبَ لَكُم مَّثَلًا مِنْ أَنفُسِكُمْ “Allah, size kendinizden bir misâl verdi:”
هَل لَّكُم مِّن مَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُم مِّن شُرَكَاء فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَأَنتُمْ فِيهِ سَوَاء “Hiç size rızık olarak verdiğimiz şeylerde elleriniz altındaki kölelerinizden ortaklarınız bulunur da sizler o rızıkta onlarla eşit olur musunuz?”Sahip olduğunuz köleler, size rızık olarak verdiğimiz mal ve benzeri şeylerde sizinle eşit olup da sizin o mallarda tasarrufunuz gibi tasarruf edebilirler mi?Hâlbuki onlar da sizin gibi insandır ve size rızık olarak verdiğimiz mallar sizin gerçek malınız olmayıp sizde emanettir.
Ayetteki soru, nefiy içindir. Yani, eşit değillerdir.
تَخَافُونَهُمْ كَخِيفَتِكُمْ أَنفُسَكُمْ “Birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekinir misiniz?”
Hiç onlarla eşit olur da, hür insanların birbirinden korkması gibi, onların sizin mallarınızı alacağından korkar mısınız?
كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ “İşte biz, aklını kullanan bir kavim için âyetleri böyle açıklıyoruz.”İşte bunun gibi, akıllarını meselleri anlamakta kullananlara ayetleri beyan ediyor, açıklıyoruz. Çünkü tafsil etmek, manaları açığa çıkaran ve vuzuha kavuşturan durumlardandır.
29- بَلِ اتَّبَعَ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَهْوَاءهُم بِغَيْرِ عِلْمٍ “Fakat zulmedenler bilgisizce hevâ’larına uydular.”Doğrusu şirk koşmak suretiyle zulmedenler, bir ilme dayanmadan cahilcesine kendi hevâlarına uydular. Bundan dolayı hiçbir şey onları bundan el çektiremez. İlim sahibi kimse hevâsına uyduğunda ise, ilmi onu alıkoyabilir.
فَمَن يَهْدِي مَنْ أَضَلَّ اللَّهُ “Allah’ın saptırdığını kim doğru yola iletir?”
وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ “Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.”
Ve onlar için kendilerini dalâletten kurtaracak ve dalâletin afetlerinden koruyacak bir yardımcı da yoktur.
30- فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفًا “Hanif olarak yüzünü dine çevir.”
Hiç sağa-sola yönelmeden dosdoğru bir şekilde yüzünü dine çevir.
Ayet, bir şeye yönelmek, ondan sapmamak ve ona ihtimam göstermek hususunda bir temsildir.
فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا “Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata yönel.”
Fıtrattan murat, yaratılıştır. Yani, Sen Allahın yarattığı fıtrata yönel. Çünkü Allah insanları hakkı kabule müheyya ve onu idrake güç yetirebilecek şekilde yaratmıştır.
Veya bundan murat İslâm dinidir. Çünkü, şayet insanlar fıtratlarıyla baş başa bırakılsalar, İslâma yöneleceklerdir.
Denildi ki: Bundan murat, Hz. Âdem ve neslinden alınan ahiddir.
لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ “Allah’ın yaratmasında hiçbir tebdil olmaz.”
Yani, hiç kimse bu fıtratı değiştirmeye güç yetiremez.
Veya bu fıtratın değiştirilmemesi uygun olur.
ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ “İşte bu, dosdoğru dindir.”
“İşte bu” ifadesinden murat, yüzün yönelmesi istenen dindir veya fıtrattır. İşte bu, kendisinde hiç eğrilik olmayan dindir.
وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ “Fakat insanların çoğu bilmezler.”
Lakin insanların çoğu, düşünmemeleri nedeniyle onun dosdoğru din olduğunu bilmezler.
31- مُنِيبِينَ إِلَيْهِ “Yüzünüzü ona çevirin.”Ayet, devamından da anlaşıldığı üzere Hz. Peygambere ve ümmete hitap olduğundan, ayetin bu kısmı da “hepiniz O’na dönün” manası taşır.
وَاتَّقُوهُ “O’na karşı gelmekten sakının.”
وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ “Namazı dosdoğru kılın.”
وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُشْرِكِينَ “Ve müşriklerden olmayın.”
Ayetin tekil emirle başlayıp çoğul emir ve yasakla devam etmesi, Hz. Peygamberin şanına tazim içindir.
32- مِنَ الَّذِينَ فَرَّقُوا دِينَهُمْ “Onlar, dinlerini parça parça ettiler.”Müşriklerin tefrikaya düşmesi, hevâ’larının farklı farklı olmasına göre, taptıkları şeylerdeki ihtilaflarıdır.
وَكَانُوا شِيَعًا “Grup grup oldular.”
Bunlardan her biri, kendisini yoldan çıkaran öndere taraftardır.
كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ “Her grup kendilerinde olanla sevinmektedir.”
Fırkalardan her biri, kendi fırkasını hak zannederek hâlinden memnundur.
33- وَإِذَا مَسَّ النَّاسَ ضُرٌّ دَعَوْا رَبَّهُم مُّنِيبِينَ إِلَيْهِ “İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, Rablerine yönelerek O’na dua ederler.”
O zaman başkasına duadan dönerler, sadece Rablerine yönelirler.
ثُمَّ إِذَا أَذَاقَهُم مِّنْهُ رَحْمَةً إِذَا فَرِيقٌ مِّنْهُم بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَ “Sonra, onlara kendinden bir rahmet tattırınca da, bir bakarsın ki içlerinden bir grup, Rablerine ortak koşarlar.”
Sonra Onların Rabbi, bir rahmet tecellisi olarak bu şiddetten onları kurtardığında, bakarsın ki onlardan bir fırka, kendilerine afiyet veren Rab’lerine şirk ile mukabelede bulunurlar.
34- لِيَكْفُرُوا بِمَا آتَيْنَاهُمْ “Bunu, kendilerine verdiklerimize nankörlük için yaparlar.”
Onların bu şirk koşmaları, bizim onlara verdiklerimize nankörlük yapmak içindir.
Ayete tehdid manası da verilebilir:
“Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler bakalım!”
Nitekim, ayetin devamı da bu manayı kuvvetlendirmektedir:
فَتَمَتَّعُوا “Haydi (şimdilik) yararlanın.”
“Öyleyse, safa sürün bakalım!”
Ancak burada daha etkili olması için gıyabî olarak değil de, doğrudan hitap şeklinde onlara seslenildi.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ “Yakında bileceksiniz.”
Bu safa sürmenizin akıbetini sonra bileceksiniz!
35- أَمْ أَنزَلْنَا عَلَيْهِمْ سُلْطَانًا فَهُوَ يَتَكَلَّمُ بِمَا كَانُوا بِهِ يُشْرِكُونَ “Yoksa biz onlara bir delil indirdik de, O’na ortak koştukları şeyi mi söylüyor?”“Konuşan delil”“İşte kitabımız, size karşı gerçeği konuşuyor.” (Casiye, 29) ayetindeki gibi olabilir.Veya ifade ettiği mana yönüyle böyle denilmesi de mümkündür:Yani, “yoksa biz onlara böyle bir delil indirdik de, şerîk kıldıkları şeylerin birer ilâh ve kendi yaptıklarının sıhhatli olduğunu mu söylüyor?”Veya o “konuşan delil” yüzünden mi Allahın ulûhiyetinde şerikler ediniyorlar?
36- وَإِذَا أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً فَرِحُوا بِهَا “İnsanlara bir rahmet tattırdığımız zaman bununla sevinirler.”Biz insanlara sıhhat ve maddî genişlik gibi bir nimet tattırdığımızda bununla ferahlanırlar, şımarırlar.
وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ إِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ “Eğer kendi işledikleri şeyler sebebiyle başlarına bir kötülük gelirse, bir de bakarsın ki ümitsizliğe düşerler.”
Şayet kendilerine günahları yüzünden kötü bir durum isabet etse, bakarsın ki, Onun rahmetinden ümitlerini kesmişlerdir.
37- أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاء وَيَقْدِرُ “Onlar görmediler mi ki, Allah dilediği kimseye rızkı genişletir ve daraltır.”Durum böyleyken, niye onlar da mü’minler gibi genişlik ve darlık hâllerinde şükretmiyorlar, Allahtan bir sevap ummuyorlar?!
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ “Şüphesiz ki bunda iman eden bir kavim için ayetler vardır.”İnanan kimseler, Allahın rızkı genişletmesi veya daraltmasını görürler, bundan O’nun kudret ve hikmetinin kemâline istidlâlde bulunurlar.
38- فَآتِ ذَا الْقُرْبَى حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ “Öyleyse akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolcuya da...”
Sıla-i rahimde bulunmak gibi, yakın akrabanın hakkını ver.
Miskine ve yolcuya da zekâttan paylarını ver.
Hanefiler, bu ayetle yakın akrabalara nafaka vermenin vücubuna delil getirmişlerse de, delâlet yönüyle bu o derece açık değildir.
Ayetteki hitap, Hz. Peygamberedir veya geniş rızka mazhar kılınan herkesedir.
Bundan dolayıdır ki, “ver” emrinin başında فَ “fe” harfi de yer
Almıştır.[1]
ذَلِكَ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ “Bu, Allah’ın vechini dileyenler için daha hayırlıdır.”
“Allahın vechi”nden murat, O’nun zâtı veya O’na bakan cihettir. Yani, Allahın rızasını kastederek vermek veya bununla başka ciheti değil, O’na yaklaşma cihetini esas almak, bunlar için çok daha hayırlıdır.
وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ “Felaha erenler de işte onlardır.”Ve kendilerine verilen geniş imkânlarla daimi nimetleri kazandıkları için, asıl felaha erenler de bunlardır.
39- وَمَا آتَيْتُم مِّن رِّبًا لِّيَرْبُوَ فِي أَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُو عِندَ اللَّهِ “İnsanların malları içinde artsın diye riba ile her ne verirseniz, Allah katında artmaz.”
Burada “ribâ”dan murat, muamelede haram olan faiz veya kendisiyle menfaat beklenilen herhangi bir bağıştır.
Bu, Allah nezdinde artmaz, bereketlenmez.
وَمَا آتَيْتُم مِّن زَكَاةٍ تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ “Ama Allah’ın vechini (rızasını) isteyerek zekât olarak her ne verirseniz; işte onlar kat kat arttıranlardır.”
İşte bunlar kat kat sevap alan kimselerdir. Bunlar, zekâtın bereketiyle sevap ve mal yönünden kat kat kazanırlar.Ayetin başı Allahın rızasını esas alarak zekât verenlere yönelik bir hitap iken, ayetin sonunun üçüncü şahıslara yönelik olması, bu kimselerin hâlini ve sevaplarını daha azametli anlatmak içindir. Sanki Cenab-ı Hak burada, o zekât verenlerin hâlini meleklere ve mahlûkatından seçkin olanlara hikâye etmektedir.
Veya buradaki durum, hükmün genel olduğunu bildirmek içindir. Sanki şöyle demiştir: Kim böyle yapsa, işte onlar kat kat sevaba nail olanlardır.
40- اللَّهُ الَّذِي خَلَقَكُمْ “O Allah ki, sizi yarattı.”
ثُمَّ رَزَقَكُمْ “Sonra da size rızık verdi.”
ثُمَّ يُمِيتُكُمْ “Sonra sizi öldürür.”
ثُمَّ يُحْيِيكُمْ “Sonra sizi diriltir.”
هَلْ مِن شُرَكَائِكُم مَّن يَفْعَلُ مِن ذَلِكُم مِّن شَيْءٍ “Hiç sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapacak olan var mı?”
Cenab-ı Hak bu ifadelerle kendisinde ulûhiyetin gereği olan durumların var olduğunu anlattı, onların şerik edindikleri putlarda ve diğerlerinde ise bunların olmadığını bildirdi. Bürhanın ve gözle müşahedenin delâlet ettiği duruma, inkâr anlamında soru üslûbuyla te’kidde bulundu.[2]
Sonra buradan, kendisinin şerikleri olmasından mukaddes olduğu sonucunu bildirip şöyle buyurdu:
سُبْحَانَهُ “O, münezzehtir.”
وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ “Ve onların ortak koştuklarından yücedir.”
[1] Yani, Allahın dilediğine rızkı bol vermesi ve dilediğine de daraltması anlatıldıktan sonra “Öyleyse akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolcuya da...” emrinin gelmesi, bu emrin önceki cümleye terettüp eden bir netice olduğunu gösteriyor.
[2] Yani, “Hiç sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapacak olan var mı?” derken, bu sorudan murat, olup olmadığını öğrenmek olmayıp, olmadığını ikrâr ettirmektir.