226- لِّلَّذِينَ يُؤْلُونَ مِن نِّسَآئِهِمْ تَرَبُّصُ أَرْبَعَةِ أَشْهُرٍ “Kadınlarından îlâ edenler (onlara yaklaşmamaya yemin edenler) için dört ay beklemek vardır.”
Îlâ, yemin demektir, kişinin hanımıyla cinsel ilişkiye girmeyeceği hususunda yeminine denir.
Erkek bu müddet içinde bekleme hakkına sahiptir, bu müddet içinde kendisinden dönmesi veya boşaması istenmez. Bundan dolayı İmam-ı Şafii şöyle der: “Îlâ, ancak dört aydan fazla olan süre içindir.”
فَإِنْ فَآؤُوا فَإِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Eğer (bu süre içinde) yeminlerinden dönerlerse, şüphesiz ki Allah Ğafur – Rahîm’dir.”
Kişi, hanımıyla ilişkiye girmeyeceğini yeminle söyleyip sözünden döndüğünde yemin kefareti öder. Ama yeminine sadık kalmamak, hanımını zarara uğratmak gibi günahlara girmiş olur. Bunlara mukabil Allah, bağışlayıcıdır, merhametlidir.
227- وَإِنْ عَزَمُواْ الطَّلاَقَ فَإِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ “Eğer boşanmaya karar vermişlerse, şüphesiz ki Allah Semi’ – Alîm’ dir.”
Ama yemininde sebat eder ve boşamayı isterlerse, Allah onların boşama ifadelerini elbette işitir, bundan maksatları ne olduğunu elbette bilir.
İmam-ı Azama göre îlâ, dört ay ve fazlası içindir. Bunun hükmü, îlâ yoluyla yemin eden kimse eğer gücü varsa bilfiil ilişkide bulunarak, veya acizse vaad ederek yemininden dönerse evlilikleri devam eder, ilişkiye girenin kefaret vermesi gerekir. Yoksa bir talakla bâin talak vâki’ olur. İmam-ı Şafiye göre ise, müddet bitince hanımına dönmesi istenir, kabul etmezse hâkim onları boşar.
228- وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ ثَلاَثَةَ قُرُوَءٍ “Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hâli beklerler.”
Burada kastedilen boşanmış kadınlar, kendileriyle cinsel ilişkiye girilmiş hayız gören kadınlardır. Ayetler ve hadisler, buna delâlet eder. Çünkü bu şartlarda olmayanlar için başka hükümler vardır.
“Beklerler” ifadesi “beklesinler” anlamında kullanılmıştır. Böyle gelmesi hem te’kid, hem de bunun yerine getirilmesinde özen göstermek gerektiğini hissettirmek içindir.
“Kendi kendilerine beklerler” ifadesi, bekleme hakkında onlara bir tenbihtir. Çünkü kadınların nefisleri erkeklere isteklidir. Böylece nefislerini beklemeye ikna ve razı etmekle emrolundular.
Ayette geçen قُرُوَء “kuru” kelimesi hayız anlamında kullanılır. Hz. Peygamber bir hanıma şöyle demiştir: “Hayız günlerinde namazı bırak.”
Bu kelime iki hayız arasını ayıran temiz hâl için de kullanılır.
وَلاَ يَحِلُّ لَهُنَّ أَن يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّهُ فِي أَرْحَامِهِنَّ إِن كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ “Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorlarsa, Allah’ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz.”
Allahın rahimlerde yarattığı, çocuktur. Boşanmış kadın hamile ise, bunu gizlemesi uygun değildir.
Veya bundan murat iddetini bir an önce tamamlamak arzusuyla veya erkeğin dönüş hakkını ibtal için hayızı henüz bitmediği hâlde bitmiş gibi göstermenin yasaklanması da olabilir.
Ayette, iddetin bitimi hususunda kadının sözünün kabulüne bir delil vardır.
Ayetten murat “eğer Allaha ve ahiret gününe inanmıyorlarsa, Allahın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri helâl olur” manası olmayıp, böyle bir hareketin imana aykırı olduğuna tenbihte bulunmaktır. Mü’min böyle bir şeye cüret etmez ve böyle yapması uygun da olmaz.
وَبُعُولَتُهُنَّ أَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ فِي ذَلِكَ إِنْ أَرَادُواْ إِصْلاَحًا “Kocaları, bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almağa daha çok hak sahibidirler.”
Kocaları onları nikâhlamakta ve kendilerine dönmekte en hak sahibi kimselerdir. Lakin bu durum, sonraki ayetten de anlaşıldığı üzere, boşamanın “ricî talak” yani tekrar hanımına dönülebilir bir boşama olması gerekir.
“Barışmak isterlerse”
Kocalar bu şekilde hanımlarına dönmekte hanımlarının zararını değil, iyiliğini isterlerse, evliliği devam ettirirler.
Bundan murat, dönmek için ıslah kasdının şart olması olmayıp, böyle olması gerektiğine bir teşvik ve zarar kasdından da men etmektir.
وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذِي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ “Kadınların, (eşlerine karşı) sorumlulukları olduğu kadar, marûf bir şekilde hakları vardır.”
Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır.
وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌ “Yalnız erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı vardır.”
Erkeklerin kadınlar üzerinde hakta ziyadelik ve üstünlükleri vardır. Çünkü erkeklerin hukuku, zâtları ile ilgili iken kadınların hukuku, onlarla ilgili mehir, onlara yetecek şekilde giyim ve yiyecek, günlerine riayet ve infaktır.
وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكُيمٌ “Allah, Azîz – Hakîm’dir.”
Allah Aziz’dir, hükümlerine muhalefet edenden intikam almaya kâdirdir. Hakîm’dir; böyle hükümleri nice hikmet ve maslahatlar için koyar.
229- الطَّلاَقُ مَرَّتَانِ “Boşama iki defadır.”
Tekrar dönülebilen boşama (ric’î talak) iki defadır. Hz. Peygambere ayetle ilgili “üçüncü boşama nerede?” diye soruldu. O da, ayetin devamındaki “…ya da güzellikle salıvermektir” kısmını okudu.
Denildi ki: Ayetin manası, şer’î boşama bir defada bütün bağları koparmak değil, bunları birer birer kullanmaktır. Bundan dolayı Hanefiler iki veya üç boşamayı birden yapmayı “bid’a” olarak değerlendirdiler.[1>
فَإِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ أَوْ تَسْرِيحٌ بِإِحْسَانٍ “Sonrası, ya iyilikle geçinmek, ya da güzellikle salıvermektir.”
“Güzellikle salıvermek”, erkeğin üçüncü boşama hakkını da kullanmasıdır. Bunu, ya boşadığını ifade ile veya süresi içinde hanımına dönmemekle yapar.
وَلاَ يَحِلُّ لَكُمْ أَن تَأْخُذُواْ مِمَّا آتَيْتُمُوهُنَّ شَيْئًا إِلاَّ أَن يَخَافَا أَلاَّ يُقِيمَا حُدُودَ اللّهِ “(Evlilikte) tarafların Allah’ın belirlediği ölçüleri koruyamama endişeleri dışında, kadınlara verdiklerinizden (boşama esnasında) bir şeyi geri almanız, sizin için helâl olmaz.”
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, Abdullah Bin Übey Bin Selûl’ün kızı Cemîle, kocası Sabit Bin Kays ile problem yaşıyordu.. Hz. Peygambere gelip şöyle dedi: “Ben ve Sabitin başını hiçbir şey bir araya getiremiyor. (Onunla baş başa olamıyoruz.) Vallahi O’nu dininde ve ahlâkında ayıplamıyorum. Lakin, İslâmda iken küfre düşmekten korkuyorum, Ona buğzetmekten kendimi alamıyorum. Ben dışarıya baktığımda onu bir grup adamla beraber gördüm. Baktım ki, onların içinde en siyah, en kısa ve en çirkin olanı benim kocam.”
Bunun üzerine, üstteki ayet nazil oldu. Sabit’in mehir olarak verdiği bahçeyi, boşanma karşılığı olarak geri verdi.
Ayetteki hitap hâkimleredir, alma ve vermenin isnadı onlaradır. Çünkü onlar, kadın ve erkeğin müracaatı durumunda âmir konumundadırlar.
Hitabın eşlere olduğu, bundan sonrasının hâkimlere baktığı da söylenmiştir. Ama bu, meşhur kıraate göre olan nazmı (ayetin dizilişini) teşviş eder.
فَإِنْ خِفْتُمْ أَلاَّ يُقِيمَا حُدُودَ اللّهِ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِمَا فِيمَا افْتَدَتْ بِهِ “Eğer onlar Allah’ın belirlediği ölçüleri gözetmeyecekler diye endişe ederseniz, o zaman kadının (boşanmak için) bedel vermesinde ikisine de günah yoktur.”
Ey hâkimler, onların Allah’ın hududunu koruyamayacaklarından korkarsanız, bu durumda erkeğin kadından fidye olarak aldığında ve kadının da bunu vermesinde onlara bir günah yoktur, yapabilirler.
تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ “Bunlar Allah’ın sınırlarıdır.”
فَلاَ تَعْتَدُوهَا “Sakın bunları aşmayın.”
وَمَن يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ “Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, onlar zalimlerin ta kendileridir.”
Yasaktan sonra tehdidin gelmesi, tehdidi daha etkili hâle getirir.
Bil ki, ayetin zâhiri, bu şekilde bir bedel vererek kadının boşanma durumunun ancak bir hoşnutsuzluk ve aralarında şiddetli bir geçimsizlik durumunda caiz olduğuna delâlet eder. Yoksa, kocasının verdiklerinin tamamını geri verse ve hatta ilâvede de bulunsa, yine olmaz. Hz. Peygamberin sözü bunu teyid eder: “Hangi kadın bir zor görmeden kocasından boşanmak isterse, ona cennetin kokusu haram olsun”
Biraz önce bahsi geçen sahabî kadın Cemîlenin, kocasından boşanma talebi olayında, rivayette şunlar da yer alır: Hz. Peygamber Cemileye sorar: “Kocana, sana mehir olarak verdiği bahçeyi geri iade eder misin?”
Kadın şöyle cevap verir: “Evet, fazlasını bile veririm.” Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Fazlasına lüzum yok, ama bahçeyi iade et.”
Ekser âlimler, kadının boşanma karşılığında bedel vermesini kerih gördüler, lakin hüküm olarak da uygulanır olduğunu ifade ettiler. Çünkü akitten men etmek, onun fesadına delâlet etmez.
Ve bu şekilde boşanmada, kocaya iade edilene “fidye” lafzı kullanılır.
230- فَإِن طَلَّقَهَا فَلاَ تَحِلُّ لَهُ مِن بَعْدُ حَتَّىَ تَنكِحَ زَوْجًا غَيْرَهُ “Eğer erkek karısını (üçüncü defa) boşarsa, onun dışında bir başka kocayla nikâhlanmadıkça kadın ona helâl olmaz.”
Yani, koca iki defa boşama hakkını kullandıktan sonra son hakkını da kullanarak hanımını boşasa, artık hanımı ona yabancı olur.
Acaba kocanın eski hanımına dönebilmesi için, onun bir başkasıyla sadece akit yapıp boşaması yeterli midir, yoksa aile hayatı yaşamaları şart mıdır?
İbnu Müseyyib gibi, ayetin zâhirine göre sadece akdin yeterli olduğunu söyleyenler olmuşsa da, cumhur (âlimlerin çoğu) aile hayatı yaşamadan bunun yeterli olmadığında ittifak etmişlerdir. Çünkü, şöyle rivayet vardır:
Rufae’nin hanımı ile Hz. Peygamber arasında şöyle bir muhavere olur:
-Rufae beni boşadı, AbdurRahmân Bin Zübeyr benimle evlendi. Ancak onunki elbise püskülü gibi (iktidarsız).
-Rufae’ye dönmek ister misin?
-Evet, isterim.
-Olur ama, sen şimdiki kocanın balcığını, o da senin balcığını tatmadan bu iş olmaz.”
Bu durumda ayet mutlaktır, hadis onu kayıtlamıştır.
Bu hükmün hikmeti, insanların boşanmaya heveslenmelerini ve üç defa boşadığı hanımına kolayca dönmelerini önlemektir. Ekser âlimler nezdinde, eski kocasına dönmek isteyen hanımın göstermelik bir evlilik yapıp boşanması ve bu şekilde eski kocasına helâl hâle gelmesi (hulle), fasiddir. Ebu Hanife, kerih görmekle beraber caiz olduğuna hükmetti. Hz. Peygamber, bu şekilde hulle yaptıran eski kocayı ve ona âlet olan erkeği lânetlemiştir.
فَإِن طَلَّقَهَا فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِمَا أَن يَتَرَاجَعَا إِن ظَنَّا أَن يُقِيمَا حُدُودَ اللّهِ “(Bu koca da) onu boşadığı takdirde, onlar (kadın ile ilk kocası) Allah’ın koyduğu ölçüleri gözetebileceklerini zannederlerse tekrar birbirlerine dönüp evlenmelerinde bir günah yoktur.”
Eğer Allahın sınırlarını belirlediği aile hukukuna riayet edebileceklerini zann-ı galiple sanırlarsa, tekrar birbirleriyle evlenmelerinde bir beis yoktur.
Ayette geçen “zan” kelimesini “eğer bilirlerse” şeklinde açıklamak doğru değildir. Çünkü işlerin akıbeti gayptır; zannedilir, ama bilinmez.
وَتِلْكَ حُدُودُ اللّهِ “İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır.”
يُبَيِّنُهَا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ “Bilen bir kavim için onları beyan ediyor.”
231- وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النَّسَاء فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ “Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman, ya onları marûf bir şekilde tutun yahut güzellikle boşayın.”
Ayet metninde geçen ecel’den murat, iddettir. Ecel kelimesi hem müddet, hem de bunun sonu anlamında kullanılır. Böylece hem insan ömrü için, hem de ömrün sonu olan ölüm için kullanılır.
Çünkü iddet müddeti bittikten sonra, kişi artık hanımını tutma yetkisine sahip değildir, birbirlerine yabancı olurlar. Ayetin manası şöyledir:
Kadınlarınızı boşayıp da iddetleri dolduğunda ya onlara zarar vermeden evliliğe geri dönün, veya onları bırakın, uzatma olmadan iddetleri sona ersin.
Görüldüğü gibi burada daha önce geçen bir hüküm yeniden ifade edilmiştir. Bunda, hükme ihtimam göstermek vardır.
وَلاَ تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَارًا لَّتَعْتَدُواْ “Haklarına tecavüz edip zarar vermek için onları tutmayın.”
Zarar vermek, hayatı işkenceye çevirmek için onlara geri dönmeyin.
Bu, şu şekilde olabilir: Hanımını boşayan koca, hanımın iddeti biteceği zaman onunla beraber olur, böylece onun bekleyeceği süreyi uzatır. Niyeti ise geçinmek değil, sırf zarar vermektir, zulmetmektir veya onu mehri iade etmeye zorlamaktır.
وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ “Kim böyle yaparsa kendine zulmetmiş olur.”
Böyle yapan kimse, kendini azaba maruz bırakmakla nefsine zulmetmiş olur.
وَلاَ تَتَّخِذُوَاْ آيَاتِ اللّهِ هُزُوًا “Allah’ın âyetlerini eğlenceye almayın.”
Allahın ayetlerini yüz çevirerek ve onlardaki hükümlere karşı gevşeklik göstererek hafife almayın.
Bunda, zıddıyla bir emir vardır: Yani, “Allahın ayetlerini ciddiye alın.”
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, bazıları evleniyor, boşuyor, köleyi azat ediyor, ardından da “şaka yaptım” diyordu. Bunun üzerine ayet nazil oldu.
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Üç şey vardır ki, bunların ciddisi de ciddi, şakası da ciddidir:
-Boşama.
-Evlenme.
-Köle azat etme.”
وَاذْكُرُواْ نِعْمَتَ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَمَا أَنزَلَ عَلَيْكُمْ مِّنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُكُم بِهِ “Allah’ın üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek için indirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın.”
Bu nimetlerden biri hidayet, bir başkası Hz. Peygamberin gönderilmesidir. Bunlara mukabil şükürle ve hakkını vermekle mukabelede bulunun.
“İndirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın.”
Bunlar da Allahın nimetinden olmakla beraber, Kur’an ve sünnetin ayrıca belirtilmesi, bunların şerefini izhar etmek içindir.
وَاتَّقُواْ اللّهَ “Allah’tan korkun.”
وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ “Ve bilin ki, Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”
Ayetin bu kısmı, hem te’kid, hem de tehdittir.
232- وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاء فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلاَ تَعْضُلُوهُنَّ أَن يَنكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ إِذَا تَرَاضَوْاْ بَيْنَهُم بِالْمَعْرُوفِ “Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman, kendi aralarında marûf bir şekilde karşılıklı rıza ile anlaştıkları takdirde, (eski eşleriyle) evlenmelerine engel olmayın.”
Ayette kendilerine hitap edilenler, kadının velileridir.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, Ma’kil Bin Yesar, kız kardeşi eski kocasına dönmek isteyip, o da engel olduğunda bu ayet nazil oldu.
Buna göre, kadın evliliğe tek başına karar vermeye yetkili olamaz. Çünkü bunu yapabilseydi, velisinin engel olmasının bir manası kalmazdı. Ayette nikâhın kadınlara nispet edilmesi buna engel değildir. Çünkü nikâh, neticede onların da iznine bağlı bir olaydır.
Ayette eski kocalarının hanımlarına artık karışmaması gerektiği, taşkınlık yaparak ve zor kullanarak başkalarıyla evlenmelerine engel olmamaları da nazara verildiği söylenmiştir.
Ayette “marûf bir şekilde” denilmesi, “dinin uygun gördüğü ve mürüvvetin istihsan ettiği şekilde” anlamına gelir. Bunda, erkeğin kadına küfüv, yani denk olmadığı durumda, kadının velisinin engel olmasının yasak olmadığına bir delâlet vardır.
ذَلِكَ يُوعَظُ بِهِ مَن كَانَ مِنكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ “İşte bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir.”
Burada “işte bununla” ile işaret edilen, zikri geçen hükümlerdir.
Hitap ise herkesedir.
Veya “Ey Peygamber! Kadınları boşadığınızda onları iddetleri içinde boşayın.” (Talak, 1) ayetinde olduğu gibi Hz. Peygamberedir. Bu durumda, işaret edilen bu durumun herkesin kolayca tasavvur edemeyeceği bir durum olduğuna delâlet olur.
“İçinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir.”
Çünkü bundan öğüt alan ve fayda bulan, iman eden kimselerdir.
ذَلِكُمْ أَزْكَى لَكُمْ وَأَطْهَرُ “Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir.”
Bunları uygulamak sizin için daha faydalı ve günah kirlerinden daha temizdir.
وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ “Allah bilir, siz bilmezsiniz.”
Allah, kendisinde fayda ve salah olanları bilir, siz ise ilminizin azlığı sebebiyle bilmezsiniz.
233-وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلاَدَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ “Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler.”
Ayette “emzirirler” derken “emzirsinler” manası kastedilmiştir. Buradaki emir, vücub değil, mendubiyet ifade eder.
Ancak,
-Çocuğu annesinden başkası emzirmiyorsa,
-Süt anne bulunmamışsa,
-Baba, süt masrafını karşılayamıyorsa, o zaman “emzirsinler” emri vücub ifade eder.
Ayetteki “anneler” ifadesi, hem boşanmış hanımları, hem de evli hanımları içine alır.
Bazıları, daha evvelinde boşanmış hanımlardan söz edildiği için, ayetin bunlarla alâkalı olduğunu söyler.
“Tam İki Yıl”
Bu konuda bazıları gevşeklik gösterebileceklerinden “tam iki yıl” denilerek te’kid yapıldı.
لِمَنْ أَرَادَ أَن يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ “Bu, emzirmeyi tamamlamak isteyenler içindir.”
Bu hüküm, çocuğun süt emmesini tam yapmak isteyen kimseler içindir.
Ayetin bu kısmı babalara bakıyor da olabilir. Çünkü çocuğun nafakası gibi, süt emmesini temin de babaya aittir. Anne, bunu baba namına yapar.
Ayet, emzirmenin nihaî süresinin iki yıl olduğuna, bu iki yıldan sonrasına itibar edilmediğine ve bu süreden daha az süt emzirtmenin de caiz olduğuna bir delildir.
وَعلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ “Onların (annelerin) yiyeceği, giyeceği, marûf bir şekilde babaya aittir.”
Ayet metninde doğrudan “babaya” demek yerine “çocuk kendisine ait olana” denilmesi, çocuğun babaya ait olmasından ve ona nispet edilmesindendir. İbarenin böyle kullanılması, çocuğun süt meselesinin babaya ait olduğunu ve emzirme masraflarını onun üstlenmesi gerektiğine bir işarettir.
Boşanmış olan kadınlar, bebeklerini iki yıl emzirirler. Bu kadınların rızkı ve elbise masrafları, bu süre içinde babaya aittir. Bu, hâkimin görüşüne ve babanın da imkânlarına göre marûf bir şekilde belirlenir.
Acaba anneye çocuğu emzirmekten dolayı ücret verilir mi? İmam-ı Şafiî bunu caiz görür. Ebu Hanife ise, evli oldukları sürece veya nikâh bağı tam bitmemiş iddet bekleme süresinde bunu caiz görmez.
لاَ تُكَلَّفُ نَفْسٌ إِلاَّ وُسْعَهَا “Hiç kimseye gücünün üstünde bir sorumluluk yüklenmez.”
Ayetin bu kısmı, babaya düşen nafaka masrafının illetini gösterir ve ayetin öncesinde yer alan “marûf bir şekilde” ibaresini kayıtlar. Yani, babaya düşen görev, imkânları nispetinde olacaktır.
Bu, aynı zamanda Allahu Teâlânın kimseye gücünün fevkinde teklifte bulunmadığına da bir delildir. Ama bu, böyle bir teklifin mümkün oluşuna engel değildir.
لاَ تُضَآرَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا “Çocuğu sebebiyle hiç bir anne zarara sokulmasın.”
وَلاَ مَوْلُودٌ لَّهُ بِوَلَدِهِ “Çocuğu sebebiyle hiç bir baba da.”
Ayetin önceki kısmını tafsil eder ve o manayı yerleştirir. Yani, iki taraf da birbirine gücünün üstünde bir mükellefiyet yüklemesin, çocuk sebebiyle birbirini zarara sokmasın.
Ayetlerde çocuğun bazan anneye, bazan da babaya nisbet edilmesi, anne-babanın çocuğa şefkatini celb içindir. Onun faydasını düşünmek ve ona acımak hususunda ortak hareket etmeleri gerektiğine, birinin veya her ikisinin çocuktan dolayı zarar görmemesinin lüzumuna bir uyarıdır.
وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذَلِكَ “(Baba ölmüşse) mirasçı da aynı şeyle sorumludur.”
Babanın ölümü durumunda, boşanmış hanımın süt emzirme masrafı, rızkı ve elbisesi, babanın varisine aittir.
فَإِنْ أَرَادَا فِصَالاً عَن تَرَاضٍ مِّنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِمَا “Eğer (anne ve baba) kendi aralarında karşılıklı rıza ve danışma sonucu (iki yıl dolmadan) çocuğu sütten kesmek isterlerse, onlara günah yoktur.”
Anne-baba, karşılıklı rıza ile isterlerse iki yıl tamam olmadan çocuğu sütten kesebilirler. Ancak bu, karşılıklı rıza ile olmalı, tek taraflı yapılmamalıdır.
وَإِنْ أَرَدتُّمْ أَن تَسْتَرْضِعُواْ أَوْلاَدَكُمْ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِذَا سَلَّمْتُم مَّآ آتَيْتُم بِالْمَعْرُوفِ “Eğer çocuklarınızı (bir sütanneye) emzirtmek isterseniz, marûf bir şekilde vereceğiniz ücreti güzelce ödediğiniz takdirde size bir günah yoktur.”
وَاتَّقُواْ اللّهَ “Allah’tan korkun.”
Çocuklar ve süt annelerle ilgili Allahın koyduğu bu esasları korumada hassas olun.
وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ “Ve bilin ki, Allah, yapmakta olduklarınızı hakkıyla görendir.”
Ayet, hem ilâhî emirleri yerine getirmeye bir teşvik, hem de bu emirlere muhalefet edenlere bir tehdittir.
234- وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنكُمْ وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ وَعَشْرًا “İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler.”
Kocası ölen kadının dört ay on gün beklemesi, hamile olup olmadığının netleşmesi içindir. Ana rahmindeki cenin eğer erkekse üç ayda kıpırdamaya başlar, kız ise bu süre dört aya çıkar. Böylece ayette en uzun süre nazar-ı itibara alınmıştır. Ayrıca on gün de ilave edilmesi, hareketin ilk günlerinin tam hissedilmeme ihtimalini kaldırmak içindir.
Ayette lafzın genel gelişi, İmam-ı Şafiînin dediği gibi Müslüman hanımla ehl-i kitap hanımın, Asamm’ın dediği gibi de hür ile köle hanımın, hamile ile hamile olmayanın bu meselede eşit olmasını iktiza eder. Lakin içtihad, köle hanım için bu müddetin dört ay on gün olmayıp yarısı olduğu şeklindedir.
Hamile olan için bekleme müddeti ise, “Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıdır.” (Talak, 4) de ifade edildiği üzere, çocuklarını dünyaya getirmektir.
Hz. Ali ve İbnu Abbas, hamile kadın için çocuğunu dünyaya getirmek veya dört ay on gün beklemek şıklarından hangisi daha uzunsa ihtiyaten onun esas alınması gerektiğini söylerler.
فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا فَعَلْنَ فِي أَنفُسِهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ “Sürelerini bitirince, kendi başlarına marûf bir şekilde yaptıklarında size bir günah yoktur.”
Ayette hitap, hem idarecilere, hem de bütün Müslümanlaradır. Kadın iddet müddeti bittiğinde, başkasıyla evlenmek için görüşmek gibi iddet süresince kendisine yasak olan durumlardan sıyrılır.
Ancak bunu yaparken dinin ölçüleri çerçevesinde hareket etmesi lazımdır. Ölçüleri aştığında, idarecilerin ve çevresinin onu yanlış tavırlardan alıkoymaları gerekir, bunu yapmazlarsa vebal altında kalırlar.
وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ “Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”
Allah yaptıklarınızdan haberdardır ve ona göre karşılığını verir.
235- وَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا عَرَّضْتُم بِهِ مِنْ خِطْبَةِ النِّسَاء أَوْ أَكْنَنتُمْ فِي أَنفُسِكُمْ “(Vefat iddeti beklemekte olan) kadınlara kendileri ile evlenmek istediğinizi tariz ile (üstü kapalı olarak) söylemenizde veya bu isteğinizi içinizde saklamanızda sizin için bir günah yoktur.”
Burada ifade edilen tariz, hakikat ve mecaz olmadan maksada işarette bulunmak, hafiften hissettirmektir. “Sana bir selam vereyim diye geldim” demek gibi.
Kinaye ise, bir şeyin levazımını ve tevabiini zikrederek delalette bulunmaktır. Mesela, uzun boylu kimseye “kılıcının kını uzun”, misafirperver insana “külü çok” denilmesi gibi.
Ayette durumu ifade edilen kadınlar, kocasının vefatı dolayısıyla iddet bekleyen kadınlardır. Ona talip olduğunu tariz yollu söylemek ise “güzelsin, cömertsin” gibi ifadeler kullanmaktır.
Kalbinizde gizleyip açıktan veya tariz yollu bir şey dememenizde de bir günah yoktur.
عَلِمَ اللّهُ أَنَّكُمْ سَتَذْكُرُونَهُنَّ “Allah biliyor ki, siz onlara bunu söyleyeceksiniz.”
Allah biliyor ki, onlarla ilgili olarak sükût etmeye ve istekli olduğunuzu gizlemeye sabredemeyeceksiniz. Bu ifadede, onları bir nevi kınama vardır.
وَلَكِن لاَّ تُوَاعِدُوهُنَّ سِرًّا إِلاَّ أَن تَقُولُواْ قَوْلاً مَّعْرُوفًا “Marûf bir söz söylemeniz dışında, sakın onlarla gizliden gizliye buluşma yönünde sözleşmeyin.”
Onlardan söz edebilirsiniz, ama evlilik veya ilişki hususunda birbirinize randevu vermeyin.
Burada ifade edilen “marûf söz” açıktan değil, üstü kapalı bir şekilde evlenme arzusunu çıtlatmaktır. Ayette, kocası ölmüş kadına henüz iddet hâli devam ederken açıktan talip olmanın haramlığına, üstü kapalı hissettirmenin ise caiz olduğuna bir delil vardır. Kocasından bain talakla ayrılmış olan kadına, iddet hâli devam ederken talip olduğunu hissettirmenin caiz olup olmaması ise ihtilaflıdır. Ama daha zâhir olan durum, bunun caiz olmasıdır.
وَلاَ تَعْزِمُواْ عُقْدَةَ النِّكَاحِ حَتَّىَ يَبْلُغَ الْكِتَابُ أَجَلَهُ “Bekleme müddeti bitinceye kadar da nikâh yapmaya kalkışmayın.”
وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا فِي أَنفُسِكُمْ “Bilin ki, Allah içinizden geçeni hakkıyla bilir.”
فَاحْذَرُوهُ “Onun için (Allah’a karşı gelmekten) sakının” وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ غَفُورٌ حَلِيمٌ “Ve bilin ki Allah gerçekten Ğafur – Halîm’dir.”
Allah, Gafur’dur boşanmış hanımla evlenmeye azmetmiş, ama Allah korkusundan bir şey dememiş olanı bağışlar, Halîm’dir, ceza vermekte acele etmez.
236- لاَّ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِن طَلَّقْتُمُ النِّسَاء مَا لَمْ تَمَسُّوهُنُّ أَوْ تَفْرِضُواْ لَهُنَّ فَرِيضَةً “Kendilerine el sürmeden ya da mehir belirlemeden kadınları boşarsanız size bir günah yoktur.”
َّنُهوُعِّتَمَو “(Bu durumda) onlara mal verip faydalandırın.”
Kişi, hanımıyla teması olmadan onu boşarsa, mehir olarak bir şey kararlaştırılmamış ise, boşadığı hanımına bir miktar mal verir.
وَمَتِّعُوهُنَّ عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدْرُهُ مَتَاعًا بِالْمَعْرُوفِ “Geniş imkanı olan hâline göre, eli dar olan da haline göre marûf bir şekilde faydalandırmalıdır.”
Bunun miktarını hâkim belirler. Hanımını, ona el sürmeden boşayan bir sahabiye Hz. Peygamber şöyle demiştir: “Ona bir miktar ikramda bulun.”
حَقًّا عَلَى الْمُحْسِنِينَ “Bu, muhsin olanlar üzerinde bir borçtur.”
Cenab-ı Hakkın, bu hükmü uygulayacaklara, daha yapmadan “muhsinler, yani “iyi iş yapanlar” ünvanı vermesi, onları böyle olmaya teşvik içindir.
237- وَإِن طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِن قَبْلِ أَن تَمَسُّوهُنَّ وَقَدْ فَرَضْتُمْ لَهُنَّ فَرِيضَةً فَنِصْفُ مَا فَرَضْتُمْ “Eğer onlara mehir belirlemiş olarak kendilerine el sürmeden onları boşarsanız, tespit ettiğiniz mehrin yarısı onlarındır.”
Önceki ayette mehri belirlenmemiş kadını cinsî beraberlik olmadan boşama durumu ele alınmıştı. Bu ayette de mehri belirlenmiş kadını boşama durumu ele alındı. Bu durumda, belirlenmiş olan mehrin yarısı verilir.
إَلاَّ أَن يَعْفُونَ أَوْ يَعْفُوَ الَّذِي بِيَدِهِ عُقْدَةُ النِّكَاحِ “Ancak kadının, ya da nikâh bağı elinde bulunanın (kocanın) paylarından vazgeçmesi başka.”
وَأَن تَعْفُواْ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى “Bununla birlikte (ey erkekler), sizin vazgeçmeniz takvaya daha yakındır.”
وَلاَ تَنسَوُاْ الْفَضْلَ بَيْنَكُمْ “Aranızdaki fazileti unutmayın.”
Hanımına el sürmeden boşayan kimse, mehrin yarısını geri alma hakkına sahip iken bunu almazsa, hakkını bağışlamış olur. Cübeyr Bin Mut’im bir hanımla evlenir, ama ilişkiye girmeden onu boşar. Belirledikleri mehrin tamamını verir ve “ayette bildirilen hakkından vazgeçmeye ben daha layıkım” der.
إِنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ “Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.”
Sizin onlara ikramınızı ve ihsanınızı elbette zâyi etmez.
238- حَافِظُواْ عَلَى الصَّلَوَاتِ “Namazlara devam edin.”
Namazlarını vaktinde kılın ve aksatmayın.
Bu ayetin evlat ve aile hayatı ile ilgili ayetler arasında ele alınması, insanların bu işlerle uğraşırken namazdan geri kalmamaları içindir.
والصَّلاَةِ الْوُسْطَى “Özellikle de salat-ı vustaya (orta namaza).”
Salat-ı Vusta
Bir rivayette, salât-ı vusta ikindi namazı olarak ifade edilir. Şöyle ki:
Müslümanlar Hendek savaşında ikindi namazı kılacak vakit bulamayınca Hz. Peygamber şöyle der: “Bizi salât-ı vusta olan ikindiden alıkoydular. Allah evlerini ateşle doldursun.”
İkindi namazının salât-ı vusta olarak ifade edilişi, insanların o vakitte genelde işlerine dalmaları ve bir de gündüz ve gece meleklerinin o vakitte nöbeti birbirlerinden devralmaları sebebiyledir.
Denildi ki: Salât-ı vusta öğle namazıdır. Çünkü gündüzün ortasındadır ve insanlara da çok meşakkatli gelir. Hz. Peygamber (asm) “işlerin en hayırlısı, en zahmetli olandır” buyurmuştur.
Salât-ı vustanın sabah namazı olduğu da söylenir. Çünkü iki gündüz ve iki gece namazının ortasında yer alır. Ayrıca, ayette sabah namazının meşhud olduğu ifade edilmiştir.
Salât-ı vustanın akşam namazı olduğu da söylenmiştir. Çünkü farz olan rekat sayısı iki ile dört arasında olan üç rekattır.
Yatsı olduğu da söylenmiştir. Çünkü gecenin iki ucunda yer alan ve cehri okunan akşam ile yatsı ortasında yer almıştır.
Hz. Aişe, Hz. Peygamberin salât-ı vustayı ikindi namazı olarak ifade ettiğini söyler.
وَقُومُواْ لِلّهِ قَانِتِينَ “Allah için kıyama durun.”
Kıyamda iken Allahı zikredin.
Bunun huşu’ manası ifade ettiği de söylenmiştir. İbnu Müseyyib, bundan muradın sabah namazında kunut olduğunu söyler.
239- فَإنْ خِفْتُمْ فَرِجَالاً أَوْ رُكْبَانًا “Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın.”
Düşmandan veya başka bir şeyden korkarsanız yürüyerek veya oturduğunuz yerden namaz kılınız.
Ayette, düşmanla savaş esnasında da göğüs göğüse mücadelede namazın vücubuna bir delil vardır. İmam-ı Şafiî bu görüştedir. İmam-ı Azam ise, yürürken ve göğüs göğüse çarpışmada namaz kılınmayacağını söyler.
فَإِذَا أَمِنتُمْ فَاذْكُرُواْ اللّهَ كَمَا عَلَّمَكُم مَّا لَمْ تَكُونُواْ تَعْلَمُونَ “Emin olduğunuzda ise, bilmediklerinizi size öğrettiği şekilde Allah’ı zikredin.”
Emin olduğunuzda ise, namazlarınızı normal kılınız.
Veya “Allahı zikredin” ifadesinden murat, “size verdiği emniyet nimetine mukabil Allaha şükrediniz” manası da olabilir.
240 - وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنكُمْ وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا وَصِيَّةً لِّأَزْوَاجِهِم مَّتَاعًا إِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ إِخْرَاجٍ “İçinizden ölüp geriye dul eşler bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler.”
Bu, İslamın ilk devrinde idi. Sonra (Bakara, 234) ile neshedildi. Nesheden bu ayet her ne kadar tertip itibariyle bu sûrede daha önce yer aldıysa da, nüzul itibariyle sonradır. Onlarla ilgili nafaka hükmü de, Kadına kocasının mirasından düşen miktarla da, onlarla ilgili nafaka hükmü kaldırılmıştır.[2>
فَإِنْ خَرَجْنَ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِي مَا فَعَلْنَ فِيَ أَنفُسِهِنَّ مِن مَّعْرُوفٍ “Ama onlar kendileri çıkarlarsa, artık onların marûf bir şekilde kendileri ile ilgili olarak işlediklerinden dolayı size bir günah yoktur.”
Bu süre geçtikten sonra, kadın güzel koku sürünebilir, yas tutmayı terk edebilir.
Ayet, kocası ölen kadının devamlı onun evinde kalmak ve ona yas tutmakla mükellef olmadığına, isterse kalıp nafaka alabileceğine, isterse de çıkıp gidebileceğine delalet eder.
وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “Allah Azîz’dir – Hakîm’dir.”
Allah, emrine muhalefet edenlere karşı Azîz’dir, kulların maslahatlarını gözetmede de Hakîm’dir.
241- وَلِلْمُطَلَّقَاتِ مَتَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ “Boşanmış kadınların marûf bir şekilde geçimlerinin sağlanması onların hakkıdır.”
حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ “Bu, müttakiler üzerinde bir borçtur.”
Cenab-ı Hak, daha önce ilişkiye girmeden boşanan hanımlara imkan nisbetinde mal verilmesini istemişti. Burada ise, ayırım yapmadan bütün boşanmış hanımlara marûf bir şekilde mal verilmesini müttakilere düşen bir görev olarak ifade etti.
Buradaki emir bazı âlimlere göre boşanan her hanıma verilmesi gereken bir hakkı ifade eder. Bazıları da bu malın verilmesinin vacip ve müstehap olduğu durumlara dikkat çeker. Bir kısmı da, bundan muradın, iddet süresince kadına verilmesi gereken nafaka olduğunu söyler.
242- كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ “Düşünesiniz diye, Allah size âyetlerini böyle açıklar.”
Ayet, Allahu Teâlâ canibinden insanların dünya ve ahirette ihtiyaç duyacakları delil ve hükümlerin beyan edileceğine dair bir vaattir. Bunların beyan edilmesi, insanların bunları düşünüp, akıllarını bunları anlamada kullanmaları içindir.
[1> İslam dininde, erkekle kadın arasındaki nikâh bağının birden koparılması yerine üç hak verilmiştir. Bunun üçünü birden kullanmak aradaki bütün bağları kopardığından, artık karı-koca birbirine yabancıdırlar. Kadının bir başkasıyla evlenip ayrılması hâlinde yeni bir nikâhla evlenebilirler. Ama bu üç bağ, birer birer çözülürse, arada geçen sürede iki taraf hatalarını anlayabilirler ve birbirlerini özleyip nikâha ihtiyaç olmaksızın yeniden beraber olurlar.
[2> Nesh konusu, hayli tartışmalı bir konudur. Aynı sûre içinde yer alan bu iki hükmün birini nasih diğerini mensuh görmek yerine her biri kendi sınırları içinde ele alınabilir. Mesela, koca vefat ederken hanımına bir yıl yetecek şekilde nafaka verilmesini vasiyet edip, bir yıl boyunca, gelinin bulunduğu evden anne evine gönderilmemesini söyleyebilir. Hanımı ise, ya bu vasiyete göre bir yıl bekler veya isterse dört ay on gün geçtikten sonra evlenebilir.