216- كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ “Hoşunuza gitmese de, savaş size farz kılındı.”
Her ne kadar size zor gelse, fıtraten hoşlanmasanız da Allah yolunda savaş size farz kılındı.
وَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ “Hoşlanmadığınız bir şey, sizin için hayırlı olabilir.”
Burada medar-ı bahs olan durum, insanların mükellef oldukları şeylerin tamamıdır. Bunlar, insanların salahına ve felahına vesile iken, insan tabiatı bunlardan hoşlanmaz.
وَعَسَى أَن تُحِبُّواْ شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّلَّكُمْ “Hoşlandığınız bir şey de sizin için şer olabilir.”
Bu da, insanlara yasaklanan şeylerin tamamıdır. Bu yasak şeyler insanı uçuruma yuvarlar iken, insan nefsi bunları sever, bunları arzular.
Ayette geçen عَسَى (olur ki) ifadesinin zikrinde şöyle bir incelik vardır: İnsan nefsi bir şeye razı olduğunda, durum kendisi hakkında tersine döner.[1>
وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ “Allah bilir, siz bilmezsiniz.”
“Allah sizin için neyin daha hayırlı olduğunu bilir, ama siz bunu bilemezsiniz.”
Bunda hükümlerin –her ne kadar bizzat bilinmese bile- tercih ettirici maslahatlara tâbi olduğuna bir delil vardır.
217- يَسْأَلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ فِيهِ “Sana haram aydan, o ayda savaşmaktan soruyorlar.”
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, Hz. Peygamber (asm) Abdullah Bin Cahş’ı Bedir Savaşından iki ay önce Cemadil-Âhire ayında Kureyş’e ait bir kervanı gözetlemek üzere seriye komutanı olarak gönderdi. Kervanda Amr Bin Abdullah ve yanında üç kişi vardı. Gözcü birlik Amr Bin Abdullahı öldürdü ve iki kişiyi de esir aldı. Kervanı da önlerine kattılar. Kervanda Taif ticaret malları vardı. Bu olay Recep ayının başında olmuştu, onlar ise Cemadi’l-âhire ayı sanıyorlardı. Bu olay üzerine Kureyş yaygara yapıp şöyle dediler: “Muhammed, korkan kişinin bile emniyet duyduğu, herkesin işiyle gücüyle meşgul olduğu şehr-i haramı helal saydı.”
Bu söylentiler seriyyeye katılanlara ağır geldi, “tevbemiz kabul oluncaya kadar tevbeye devam edeceğiz” dediler.
Hz. Peygamber, kervan mallarını ve esirleri reddetti. İbnu Abbasın rivayetine göre ise, bu ayetler indiğinde Hz. Peygamber ganimeti aldı. Bu, İslâmda ilk ganimet idi.
Haram ayda savaşın hükmünü soranlar müşriklerdir, mektup yazıp sordular. Bunu sormaları, hükmünü öğrenmek için olmayıp, çirkin bulduklarını ve ayıpladıklarını bildirmek içindir.
Soranların seriyyede bulunanlar olduğu da söylenir.
قُلْ قِتَالٌ فِيهِ كَبِيرٌ “De ki: O ayda savaşmak, büyük bir şeydir.”
Onda savaş, büyük bir günahtır.
Çoğu âlimler bu ayetin (Tevbe, 5) ayetiyle mensuh olduğunu söylerler. Atâ ise mensuh olmadığını söyler. Çünkü “hükmü kaldırılmıştır” dediğimizde genel bir ifade ile hususî bir hükmün neshine hükmetmiş oluruz, bu ise ihtilaflı, tartışmalı bir meseledir. Evlâ olan, ayetin haram ayda savaşın haramlığına delaletini mutlak olarak men etmektir. Çünkü ayette geçen “onda olan savaş” ifadesi isbat edici yerde elif-lâmsız olarak gelmiştir. Bu durumda, onda meydana gelecek bütün savaşları içine almaz.[2>
وَصَدٌّ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَكُفْرٌ بِهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَإِخْرَاجُ أَهْلِهِ مِنْهُ أَكْبَرُ عِندَ اللّهِ “Bununla beraber, Allah yolundan alıkoymak, O’nu inkar etmek, insanları Mescid-i Haram’dan menetmek ve ehlini oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyük bir durumdur.”
Mescid-i Haramın ehli, Hz. Peygamber ve mü’minlerdir.
Müşriklerin yaptıkları bu menfi özellikler, seriyyenin hataen ve zanna dayalı olarak yaptığından Allah katında daha kötü durumlardır.
وَالْفِتْنَةُ أَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِ “Ve fitne, öldürmekten daha büyüktür.”
Ey müşrikler! Hz. Peygamberi ve mü’minleri Mescid-i Haramdan çıkarmanız, Allaha şirk koşmanız, seriyyenin yaptığı Amr Bin Abdullahı öldürme fiilinden daha çirkindir.
وَلاَ يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّىَ يَرُدُّوكُمْ عَن دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُواْ “Onlar, eğer güçleri yetse, dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler.”
Ayet, kâfirlerin onlara olan düşmanlığını devam ettirmelerini ve Müslümanları dinlerinden döndürünceye kadar bu düşmanlıklarından vazgeçmeyeceklerini haber vermektedir.
Ayette “eğer güçleri yetse” denilmesi, onların buna güçlerinin yetmeyeceğini bildirir.
وَمَن يَرْتَدِدْ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَأُوْلَئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ “Sizden her kim dininden döner ve kâfir olarak can verirse, artık onların bütün amelleri, dünyada ve ahirette boşa gitmiştir.”
Ayette, amellerin boşa gitmesi, dinden dönüp kâfir olarak ölme şartına bağlanmıştır.
Ayette bahsi geçen ameller faydalı amellerdir. Dünyada amellerinin boşa gitmesi, hayallerini kurdukları dünyevî faidelere kavuşamamalarıdır.
Ahirette ise, irtidad sebebiyle sevapları sakıt olacak, bir fayda göremeyeceklerdir.
وَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ “İşte onlar, cehennem ashabıdır.”
هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ “Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır.”
218 - إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أُوْلَئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَتَ اللّهِ “Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar Allah’ın rahmetini umarlar.”
Bu ayet de önceki ayette nazara verilen seriyye olayıyla alakalı inmiştir. Önceki ayetle her ne kadar bunların günaha girmedikleri anlaşılmışsa da, kendilerine bir mükafat da olmadığı zannedilmişti.
Ayette, aslında söylenmese mana tamam olduğu halde “onlar ki” anlamında الَّذِينَ “ellezîne”nin tekrarı, hicret ve cihadın büyüklüğünü gösterir. Sanki bu ikisi, Allahın rahmetini elde etmeyi ummada, müstakil birer haslettirler.
İşte onlar, Allahın sevabını umarlar. Ayette, bu güzel amelleri işleyenler için bir garanti verilmeyip “İşte onlar Allahın rahmetini umarlar” denilmesi, amelin bunları vacib kılmadığını, delalette katî olmadığını hissettirir. Özellikle de asıl itibar işlerin sonuna göredir.
وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Allah, Ğafur – Rahîm’dir.”
Allah onların hata ile ve ihtiyatsızlıkla yaptıklarını bağışlar, bolca mükâfat ve sevap vererek onlara merhamet eder.
219- يَسْأَلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ “Sana içki ve kumardan soruyorlar.”
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre Mekkede “Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvelerinden de hem içki, hem de güzel bir rızk edinirsiniz.” (Nahl, 67) ayeti nazil olunca, Müslümanlardan içki içenler de çıkar. Sonra Hz. Ömer, Hz. Muaz ve bir kısım sahabe şöyle derler: “Ya Rasulllah, içkinin hükmünü bize bildirir misin? Çünkü o aklı gideriyor, malı tüketiyor.”
Bunun üzerine bu ayet nazil olur, içenlerin bir kısmı içkiyi bırakır. Sonra AbdurRahmân Bin Avf, içen bir grubu davet eder, beraber içer, sarhoş olurlar. AbdurRahmân, onlara imamlık yapar. Kafirun sûresini okurken “Ben sizin taptıklarınıza tapmam” mealindeki ayeti “ben sizin taptıklarınıza taparım” şeklinde okuyunca, bu münasebetle “Ey iman edenler! Sarhoş iken, ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın.” (Nisa, 43) ayeti nazil olur. Bunun üzerine içki içenler iyice azalır.
Sonra Utban Bin Malik, Sa’d Bin Ebi Vakkası ve bazılarını davet eder. İçip sarhoş olduklarında eski kabilecilik duygularıyla iftihara, şiirler söylemeye başlarlar. Sa’d, Ensarı hicveden bir şiir söyleyince orada bulunan Ensardan biri deve bir kemiği ile Sa’da vurur, başından yaralar. Sa’d, durumu Hz. Peygambere şikâyet eder. Hz. Ömer bu durumu görünce “Allahım, içkinin hükmünü bize açıktan beyan et” diye dua eder. Bu münasebetle şu ayetler nâzil olur:
“Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın amelinden bir pisliktir. Ondan (o pislikten) kaçının ki kurtuluşa eresiniz.”
“Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz, değil mi?” (Maide, 90-91)
Ayetin sonunda “Artık vazgeçtiniz, değil mi?” kısmına gelindiğinde, Hz. Ömer “Vaz geçtik ya Rabbi” der.
Hamr, kelime olarak “örtmek” anlamına gelir. Üzüm, hurma gibi gıdalardan yapılan içkiye bu ismin verilmesi, aklı örtmesindendir.
İçki mutlak olarak haramdır.
Meysir, kumara verilen bir isimdir, Kumara bu ismin verilmesi, başkasının malını kolaydan ele geçirme olduğundandır.
قُلْ فِيهِمَا إِثْمٌ كَبِيرٌ “De ki: Bu ikisinde büyük bir günah vardır.”
Çünkü içki ve kumar, emredilenlerden uzak durmaya, yasaklananları da işlemeye sevkeder.
وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ “Bir de insanlar için bazı menfaatler.”
Bu ikisinde,
-Mal kazanmak,
-Neşeli vakit geçirmek,
-Lezzet almak,
-Gençlerin birbiriyle dost olması vardır.
Ve özellikle içkide:
-Korkaklara cesaret,
-Birbirine ikram,
-Tabiatın kuvvetlenmesi vardır.
وَإِثْمُهُمَآ أَكْبَرُ مِن نَّفْعِهِمَا “Fakat bunların günahı, menfaatinden daha büyüktür.”
Bunlardan kaynaklanan arızalar, bunlardan beklenen faydalardan çok daha fazladır.
وَيَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ “Ve sana neyi infak edeceklerini soruyorlar.”
Sebeb-i Nüzûl
Denildi ki: Bunu da soran Amr Bin Camuhtur. Önce nelerin infak edileceğini sormuştu. Sonra da infakın keyfiyetinden sordu.
قُلِ الْعَفْوَ “De ki: İhtiyaçtan fazlasını.”
Ayette geçen “afv” ifadesi zorluğun tersidir, kişinin fazla zorlanmadan infakta bulunmasıdır.
Rivayete göre bir adam yumurta büyüklüğünde bir altını Hz. Peygambere getirdi. Bu, ganimetlerden hissesine düşmüştü. “Ya Rasulllah, bunu benden sadaka olarak al” dedi. Hz. Peygamber ondan yüz çevirdi, adam ise defalarca ısrar etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber kızgın bir şekilde “getir” dedi. Eline aldı ve fırlattı, öyle ki adama gelse yaralardı. Ardından şöyle buyurdu: “Sizden biri gelir, bütün malını getirir, sadaka olarak verir, ardından oturur, insanlara el açar. Sadaka, ancak zengin olandan alınır.”
كَذَلِكَ يُبيِّنُ اللّهُ لَكُمُ الآيَاتِ “Allah, size âyetleri böyle açıklıyor.”
لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ “Umulur ki düşünesiniz.”
Makul ölçüde vermenin, şartları zorlayarak vermekten daha uygun olduğunu bildirmek veya daha önce nazara verilen hükümleri beyan etmek gibi ayetleri böyle açıklıyoruz, ta ki delilleri ve hükümleri tefekkür edesiniz.
220- ِفِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ “Dünya ve ahiret hakkında (düşünesiniz diye böyle yapıyor.)”
Hem dünya hem de ahiret işlerinde tefekkür edip, her ikisinde de size en uygun ve en faydalı olanı alasınız, zarar verip fayda vermeyenlerden de kaçınasınız.
وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْيَتَامَى “Sana bir de yetimlerden soruyorlar.”
“Zulmen yetimlerin mallarını yiyenler, muhakkak ki karınlarını ateşle doldurmuş olurlar.” (Nisa, 10) ayeti indiğinde yetimlerden ayrı kaldılar, onlarla içli dışlı olmaktan, işleriyle ilgilenmekten kaçındılar. Bu da kendilerine zor geldi. Durum Hz. Peygambere iletilince bu ayet nazil oldu.
قُلْ إِصْلاَحٌ لَّهُمْ خَيْرٌ “De ki: Onların durumlarını düzeltmek hayırlıdır.”
Onları ıslah için kendilerine müdahil olmak veya mallarını onların lehine kullanmak, onlardan ayrı kalmaktan daha hayırlıdır.
وَإِنْ تُخَالِطُوهُمْ فَإِخْوَانُكُمْ “Eğer onlara karışıp birlikte yaşarsanız (sakıncası yok), Onlar sizin kardeşlerinizdir.”
Ayet, onlarla içli-dışlı olmaya teşvik eder. Yani, “onlar sizin din kardeşlerinizdir. Kardeşin kardeşle kaynaşması lazımdır.”
Bu kaynaşmadan muradın akrabalık olduğu da söylenmiştir.
وَاللّهُ يَعْلَمُ الْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِ “Allah, bozguncuyla ıslah ediciyi bilir.”
Ayet, kötü niyetle onlarla kaynaşanlar için bir tehdid, iyi niyetle kaynaşanlara ise bir vaaddir. Yani, Allah kimin ne niyetle onlarla kaynaştığını bilir, ona göre karşılık verir.
وَلَوْ شَاء اللّهُ لأعْنَتَكُمْ “Şayet Allah dileseydi, sizi zora sokardı.”
Allah dilese, size zor gelecek şeyler teklif ederdi ve sizin onlara müdahelenize cevaz vermezdi.
إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “Şüphesiz Allah Azîz – Hakîm’dir.”
Allah Aziz’dir, zor şeylere de kadirdir. Hakîm’dir, hikmetin iktiza ettiği şekilde hükmeder.
[1> Yani, mesela, razı olduğunda meşakkatler sıkıntı vermekten çıkar, lezzet vermeye başlar. Daha önce sevdiği günahların gerçek yüzünü gördüğünde tiksinir, onlardan nefret eder.
[2> Yani, normal şartlarda şehr-i haramda yapılan savaş caiz değildir. Ama bunu “o ayda yapılan hiçbir savaş caiz değildir” şeklinde genelleme yaparak söylemek uygun olmaz.