55- أَيَحْسَبُونَ أَنَّمَا نُمِدُّهُم بِهِ مِن مَّالٍ وَبَنِينَ “Sanıyorlar mı ki, onlara verdiğimiz mal ve evlat ile…”
56- نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِ “Kendilerini hayratta koşuşturuyoruz.”Yoksa onlar kendilerine verdiğimiz ve meded kıldığımız mal ve evlatla kendilerini hayırlı şeylerde koşuşturduğumuzu mu sanıyorlar? Bunlarla onları bir hayra ulaştıracağımızı mı zannediyorlar?
بَل لَّا يَشْعُرُونَ “Hayır, onlar işin farkında değiller.”Hayır, öyle değil. Ama onlar hayvanlar gibi, anlayış ve şuurdan mahrumlar. Bu konuda düşünüp de bu imkân vermenin bir istidraç olduğunu, hayırda onları öne geçirmek olmadığını anlayacak durumda değiller.
57- إِنَّ الَّذِينَ هُم مِّنْ خَشْيَةِ رَبِّهِم مُّشْفِقُونَ “Gerçekten Rablerine olan saygıdan dolayı titreyenler.”Gerçekten, Rablerinin azabı korkusundan ürperenler,
58- وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ “Ve Rablerinin âyetlerine inananlar.”Rablerinin hem tekvinî hem de tenzîlî ayetlerinin delâlet ettiği şeyleri tasdik ile iman edenler,
59- وَالَّذِينَ هُم بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَ “Ve Rablerine şirk koşmayanlar.”
Açık veya gizli Rablerine ortak koşmayanlar,
60- وَالَّذِينَ يُؤْتُونَ مَا آتَوا وَّقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ أَنَّهُمْ إِلَى رَبِّهِمْ رَاجِعُونَ “Ve Rablerine döneceklerini düşünerek vermekte olduklarını kalpleri ürperek verenler.”
Verdikleri sadakaları Rablerine dönme korkusuyla kalpleri titreyerek verenler…
Kalpleri ürpererek vermeleri,
-Kendilerinden kabul edilmemesi korkusundan,
-Veya layıkı vechiyle yapamadıkları düşüncesiyle hesaba çekilmek endişesindendir. Çünkü, Allah, onlara gizli şeyleri de bilmektedir.
61- أُوْلَئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ “İşte onlar, hayratta (hayırlı işlerde)koşuşurlar.”
İşte üstte zikrolunan bu özellikleri taşıyan kimseler, bütün güçleriyle hayırlı işlere, taate rağbet ederler, bunlarda öne geçmeye çalışırlar.
Cenab-ı Hak, üst tarafta gafil kimselere verilen mal ve evlâdın onları bir hayra ulaştırmayacağını, bu imkânların verilmesinin kendilerine bir fayda sağlamayacağını bildirmişti. Burada da, kâmil mü’minlere verilen imkânların onları nice hayırlara sevkettiğini nazara verdi. Bu durum bir başka ayette “Allah da onlara hem dünya sevabını, hem de ahiret sevabının güzelliğini verdi.” (Âl-i İmran, 148) denilmesi gibidir.
وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ “Ve bunlar için yarışırlar.”Onlar, o hayırlara ulaşmak için yarışırlar.
-Veya; taat, sevap veya cennet hususunda insanlarla müsabaka ederler.
-Veya müşrikler hakkında “Hep onlar için çalışırlar” (Mü’minun, 63) denildiği gibi, burada anlatılan kamil insanlar, ahiretten önce dünyada da peşin olarak hayırlara nail olurlar.
62- وَلَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا “Biz hiçbir nefse, gücünün üstünde yükyüklemeyiz.”
Bunda salih kimselerin vasfedildikleri güzel hasletlere bir teşvik ve nefislere kolaylaştırılması vardır.[1>
وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنطِقُ بِالْحَقِّ “Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır.”
Nezdimizde doğruyu söyleyen bir kitap var. Onda, vakıa muhalif (realiteye ters) bir şey olmaz.
Kitaptan murat,
-Levh-i Mahfuz,
-Veya amel defteridir.
وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ “Ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.”
Onlar, ceza artırımı veya sevap noksanlaştırılması gibi herhangi bir zulme maruz kalmazlar.
63- بَلْ قُلُوبُهُمْ فِي غَمْرَةٍ مِّنْ هَذَا “Hayır, onların kalpleri derin bir gaflet içindedir.”
O kâfirlerin kalpleri, bu salih kimselerin vasfedildikleri şeylerden veya her şeyin kaydedilmesinden tam bir gaflet içindeler. Bu gaflet onların kalplerini bürümüş.
وَلَهُمْ أَعْمَالٌ مِن دُونِ ذَلِكَ “Ayrıca onların bundan öte birtakım (kötü)işleri vardır.”
Bunların, vasfedilen işlerinden başka kötü işleri vardır.
Veya onların içinde bulundukları şirk dışında başka kötü amelleri de var.
هُمْ لَهَا عَامِلُونَ “Hep onlar için çalışırlar.”
Onlar, bu kötü işleri yapmaya alışmışlardır.
64- حَتَّى إِذَا أَخَذْنَا مُتْرَفِيهِم بِالْعَذَابِ إِذَا هُمْ يَجْأَرُونَ “Nihayet, bolluk içinde olanlarını sıkıntıya uğrattığımızda, bakarsın ki feryadı basarlar.”
Azaptan murat
-Bedirde öldürülmeleri,
-Veya açlığa maruz kalmaları olabilir. Şöyle ki: Hz. Peygamber (asm) Kureyş hakkında şöyle beddua etmişti: “Allahım, Mudar üzerine muameleni şiddetlendir. Onlara, Yusuf zamanındaki kıtlık gibi kıtlık yılları ver.”
Bu beddua sonucu kıtlığa maruz kaldılar; leşleri, köpekleri, kemikleri yediler.
65- لَا تَجْأَرُوا الْيَوْمَ “Boşuna feryat etmeyin bugün!”
إِنَّكُم مِّنَّا لَا تُنصَرُونَ “Zira bizden yardım göremeyeceksiniz.”
Onlara denilen “feryat etmeyin bugün” nehyinin illetini beyan eder. Yani, “boşuna sızlanmayın, çünkü bunun size hiçbir yararı olmayacak. Bizden yana size bir yardım gelmeyecek.”
66- قَدْ كَانَتْ آيَاتِي تُتْلَى عَلَيْكُمْ “Çünkü âyetlerimiz size okunurdu.”
فَكُنتُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ تَنكِصُونَ “Ama siz arkanızı dönerdiniz.”
Size Kur’an ayetleri okunuyor, ama siz,
-Dinlemekten kaçarak,
-Kabule yanaşmayarak,
-Amel etmeyerek onlardan yüz çeviriyordunuz.
67- مُسْتَكْبِرِينَ بِهِ سَامِرًا تَهْجُرُونَ “Kafa tutardınız ve geceleyin hezeyanlar savururdunuz.”
Kureyş müşrikleri “Biz Ka’benin kıvamıyız” diyerek gururlanıyor, kendilerini büyük görme arzusu, Kur’an’ı kabul etmelerine engel oluyordu. Bundan dolayı ilâhî ayetleri yalanlıyorlardı. Kur’an ayetlerini duymak, kendilerinde Müslümanlara karşı büyüklenmek arzusunu harekete geçirmişti. Bunun için geceleri toplanıyor, Kur’an aleyhinde konuşuyorlardı. Ve bu konuşmaları hezeyanlar suretinde oluyordu.
68- أَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ “Onlar bu sözü hiç düşünmediler mi?”
O Kur’an hakkında düşünmediler mi ki, onun,
-Lafzının i’cazıyla,
-Medlûlünün açıklığıyla Rablerinden gelmiş hak bir kitap olduğunu bilsinler.
أَمْ جَاءهُم مَّا لَمْ يَأْتِ آبَاءهُمُ الْأَوَّلِينَ “Yoksa kendilerine, önceki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?”Yoksa önceki ecdatlarına gelmeyen peygamber ve kitap bunlara mı geldi?
Veya, kendilerine Allahın azabından emin olmak hususunda garanti verildi de, ondan dolayı mı korkmuyorlar? Ecdatlarına azaptan emin olmak hususunda bir garanti yok idi. Hz. İsmail ve peşinden gelen ecdatları, garantileri olmadığını bildiklerinden Allaha, Kitabına, peygamberlerine inanmış ve itaat etmişlerdi.
69- أَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنكِرُونَ “Yoksa peygamberlerini tanımadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar?”
-Emanet,
-Sıdk,
-Güzel ahlak,
-Eğitim görmemişken ilmin kemâlinde olmak gibi peygamberlere ait vasıfları kendilerine gönderilen elçide görmüyorlar mı ki, O’nu inkâr ediyorlar, davasını kabul etmiyorlar?
Ayetlerde, onların inkârına sebep olabilecek cihetler nazara verilerek, inkara sevkedecek hiçbir haklı sebebe sahip olmadıkları anlatılmıştır. Çünkü kesin veya zanna dayalı olarak bir şeyin inkârı, ancak nev veya şahıs itibarıyla imkansız olduğu ortaya çıktığında veya ona delil olabilecek en ileri şeyin araştırılıp bulunmaması durumunda söz konusudur.[2>
70- أَمْ يَقُولُونَ بِهِ جِنَّةٌ “Yoksa O’nda bir delilik olduğunu mu söylüyorlar?”
Yoksa “onda cünun var” deyip sözüne itibar etmiyorlar mı? Hâlbuki Hz. Peygamberin içlerinde en akıllı, en ince bakışa sahip kimse olduğunu bilmekteydiler.
بَلْ جَاءهُم بِالْحَقِّ “Doğrusu O, kendilerine hakkı getirmiştir.”
وَأَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ “Ama onların çoğu haktan hoşlanmamaktadır.”
Çünkü O’nun getirdiği şeyler, onların şehvetlerine ve hevâlarına ters geliyor, bundan dolayı inkâr ediyorlar.Ayette “Onların çoğu haktan hoşlanmamaktadır” denilmesi şundandır:
Bir kısmı haktan hoşlanmamaktan değil de,
-Kavminin kınamasından çekinmek,
-Kıt akıllı olmak,
-Düşünmemek gibi sebeplerle inkâr etmişti.
71- وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ “Şayethak, onların arzularına uysaydı, mutlaka gökler, yer ve bunlarda bulunanlar bozulur giderdi.”
Gerçekte birden fazla ilahlar olsaydı, “Şayet göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, bunların düzeni bozulurdu.” (Enbiya, 22) ayetinde anlatıldığı üzere gökler, yer ve bunların içinde bulunanlar fesada gider, düzen diye bir şey kalmaz, her şey alt üst olurdu.
Denildi ki: Şayet hak onların hevâlarına uysa ve batıla dönüşse, o zaman âlemi ayakta tutan şeyler kalkar, âlem diye bir şey kalmazdı.Veya Hz. Peygamberin getirdiği hak onların hevâlarına uysa ve bir şirke dönüşseydi, Allah şiddetli gadabından kıyameti getirir, âlemi helâk ederdi.Veya şayet Allah, onların arzuladıkları şirk ve günahlara izin veren hükümler indirerek hevâlarına uysaydı, ulûhiyetten çıkardı, gökleri ve yeri tutmaya kâdir olamazdı. Bu son değerlendirme, Mu’tezilenin bir esasına göredir.
بَلْ أَتَيْنَاهُم بِذِكْرِهِمْ “Hayır, biz onların zikrini getirdik.”Biz onlara, içi öğütle, nasihatla dolu olan Kitabı getirdik.Ayetteki “zikir”den murat, şan-şeref de olabilir. Yani, “biz onlara şan ve şereflerini getirdik.”Veya “başka bir ayette “Eğer yanımızda öncekilere verilenlerden bir zikir olsaydı, elbette biz Allahın ihlâslı kulları olurduk.” (Saffat, 168-169) diyerek nazara verdikleri zikri getirdik.”
فَهُمْ عَن ذِكْرِهِم مُّعْرِضُونَ “Fakat onlar zikirlerinden yüz çeviriyorlar.”
Ama onlar zikirlerinden yüz çeviriyorlar, iltifat etmiyorlar.
72- أَمْ تَسْأَلُهُمْ خَرْجًا “Yoksa sen onlardan bir vergi mi istiyorsun?”
Yoksa Sen, yapmış olduğun risalet görevine mukabil onlardan vergi mi istiyorsun?
فَخَرَاجُ رَبِّكَ خَيْرٌ “Hâlbuki Rabbinin Sana vereceği daha hayırlıdır.”
Hâlbuki Rabbinin Sana dünyada vereceği rızık veya ahirette vereceği sevap çok daha hayırlıdır; hem boldur, hem daimîdir.
Ayette geçen “harç ve haraç” kelimeleri aynı kökten gelir. Harç kelimesi hemen her ödeme için kullanılırken, haraç kelimesi daha çok arazi vergisi anlamında kullanılır. Bunda, Allahın mutlaka vereceği ve bolca vereceğini beliğ bir şekilde hissettirmek vardır. Allahu Teâlânın Hz. Peygambere olan ihsanı mecazen bu kelimeyle anlatılmıştır.
وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ “Ve O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
Ayetin bu kısmı, Allahın vereceği şeylerin daha hayırlı olduğunun bir takriridir.[3>
73- وَإِنَّكَ لَتَدْعُوهُمْ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ “Gerçek şu ki, sen onları doğru bir yola çağırıyorsun.”Selim akıllar, Senin sevkettiğin yolun dosdoğru bir yol olduğuna, o yolda gidenleri zan altında bırakacak hiçbir eğriliği bulunmadığına şehadet ederler.
Bil ki: Allahu Teâlâ, altmış altıncı ayetten buraya kadar, Kur’anı ve Hz. Peygamberi inkâr eden kimselere onları susturacak deliller getirdi, şüphelerini ortadan kaldıracak açıklamalarda bulundu. Bunu yaparken, onları inkâr ve ithama sevkeden durumları tek tek ele aldı ve bunları birer birer çürüttü.
74- وَإِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ عَنِ الصِّرَاطِ لَنَاكِبُونَ “Şüphesiz ahirete inanmayanlar, ısrarla yoldan çıkmaktadırlar.”Ahirete inanmayanlar, dosdoğru yoldan udûl ediyorlar, sapıyorlar.Ahiret korkusu, hakkı aramak ve hak yola sülûk etmede en büyük etkenlerdendir.[4>
75- وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِم مِّن ضُرٍّ لَّلَجُّوا فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ “Şayet onlara acıyıp da içinde bulundukları sıkıntıyı gidersek, iyice körleşerek azgınlıklarında büsbütün direnirlerdi.”
Şayet biz onlara acısak ve maruz kaldıkları kıtlıktan kurtarsak, onlar yine,
-Küfürde taşkınlıklarına,
-Hakkı kabul etmemelerine,
-Peygambere ve mü’minlere düşmanlık yapmaya devam ederlerdi.
Rivayete göre, Kureyş kıtlığa maruz kalmıştı, öyle ki hayvan pisliklerini yer bir hâle geldiler. Sonunda Ebu Süfyan Hz. Peygambere geldi “Allah hakkı ve akrabalık hakkı için söyle, Sen âlemlere rahmet olarak gönderildiğini dava etmiyor muydun?” dedi.
Hz. Peygamber “evet, âlemlere rahmet olarak gönderildim” buyurdu. Bunun üzerine Ebu Sûfyan “Öyleyse bu nasıl oluyor? Babalar kılıçla öldürüldü, oğullar da açlıktan ölüyor?” deyince ayet nazil oldu.
76- وَلَقَدْ أَخَذْنَاهُم بِالْعَذَابِ “Andolsun, biz onları azap ile kıskıvrakyakaladık.”
Bundan murat, Bedirde mağlup olmaları ve bir kısmının savaşta öldürülmesidir.
فَمَا اسْتَكَانُوا لِرَبِّهِمْ وَمَا يَتَضَرَّعُونَ “Ama onlar yine Rablerine boyun eğmediler ve O’na yalvarıp yakarmadılar.”Bunu görmelerine rağmen Rablerine boyun eğmediler, taşkınlıklarına ve kibirlenmelerine devam ettiler.
Allaha yalvarmak âdetleri olmadı. Bu ifade, bir önceki özelliklerine de bir şahittir.[5>
7ّ7- حَتَّى إِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِم بَابًا ذَا عَذَابٍ شَدِيدٍ إِذَا هُمْ فِيهِ مُبْلِسُونَ “Sonunda onlara şiddetli bir azap kapısı açtığımızda bir de bakarsın o konuda ümitsizliğe düşmüşlerdir.”
Azabı şiddetli bu kapıdan murat, kıtlık dolayısıyla maruz kaldıkları açlıktır. Bu, öldürülmekten ve esir edilmekten daha şiddetli bir durumdur.
İşte o zaman onları ne yapacağını bilmez, her türlü hayırdan ümit kesmiş kimseler olarak görürsün.Öyle ki, en aşırı gidenleri Sana geldi, Senin şefkatini celbe çalıştı.
[1>Yani, onlar böyle yaptılar ve yapıyorlar. Siz de yapabilirsiniz. Bunları yapmak sizin de gücünüz dâhilindedir
[2> Yani, nev’ (tür) itibarıyla bakıldığında, Hz. Peygamberden önce peygamberler ve Kur’andan önce de semavî kitaplar vardır. Dolayısıyla “bu ilk defa duyulan bir şey” deyip inkâr edemezler. Şahıs olarak bakıldığında, Hz. Peygamberde diğer peygamberlerde olan özellikler kemaliyle mevcut olduğu gibi, ilâhî kitaplardaki özellikler Kur’anda ziyadesiyle bulunmaktadır. Dolayısıyla bu yüzden de inkâr edemezler.
[3>Yani, rızka muhtaç olanın vereceğinden ne çıkar? Ama her varlığa en güzel bir şekilde rızkını gönderen Allah, elbette Sana da en büyük ihsanını gösterecektir.
[4>Ahirete inanan kimse, cenneti elde etmek için hayırlı işler yapmaya, cehen neme düşmemek için de kötü işlerden kaçmaya çalışır. Ama, ona inanmayan biri kendini tamamen serbest görür, bir müeyyide altına girmez. Böyle olunca da doğru ve istikametli bir hayat yaşaması düşünülemez.
[5> Yani, Hakka boyun eğmemelerine bir şahittir. Şayet boyun eğselerdi, elbette Allaha yalvaracaklardı.