225. DERS (Mü'minun Suresi, 1 - 22) Kâmil Mü’minler

 

 1- قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ “Mü’minler, gerçekten kurtuldu.”Mü’minler, hülyalarına kavuştular.

Ayetin başında geçen قَدْ “Qad” kelimesi, geçmiş zamanın başına geldi

ğinde o şeyin sabit olduğuna, meydana geldiğine delâlet eder.

Mü’minler kurtuluşa ermeyi, muratlarına nail olmayı Allahın lütfundan umdukları için, sûrenin başında müjde olarak onların bu beklentilerinin tahukkuku yer aldı.

 

 2- الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ “Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler.”

Allahtan korkarlar, huzurunda boyun eğerler. Namaz sırasında gözlerini secde yerine çevirirler.

Rivayete göre Hz. Peygamberin bazen gözünü semaya çevirip namaz kıldığı olurdu. Bu ayet inince gözünü secde edeceği yere çevirir oldu.Keza namazda sakalıyla oynayan bir adamı gördü, şöyle buyurdu: “Bu adamın kalbinde huşu olsa, azalarına da yansırdı.”

 

3- وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ “Onlar ki, boş işlerden yüz çevirirler.”

Maleyani söz ve fiillerden yüz çevirirler. Çünkü ciddi işlerle meşgullerdir. Ayetin ifadesi “onlar boş işler yapmazlar” ifadesinden çok cihetlerle daha beliğ bir anlatımdır. Bu cümleden olarak şunlar dikkat çekmektedir:

-Cümlenin isim cümlesi olması.

-Hükmün zamire bina edilmesi.

-Hükmün isim olarak gelmesi.

-Öncesinde sıla bulunması.

-“Terkederler” demek yerine “yüz çevirirler” denilmesi. Böyle denilmesi, onların maleyani söz ve fiillerden hem doğrudan kendilerinin uzak olduğunu, bizzat meşgul olmadıklarını anlatır, hem de böyle şeylere sebebiyet vermediklerini, hatta meyil bile etmediklerini ifade eder.Peşinde gelen ayette de benzeri belağat incelikleri vardır:

 

4- وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ “Onlar ki, zekât (vazifelerini) yaparlar.”

Cenab-ı Hak kâmil mü’minleri önce namazda huşu ile vasfetti sonra da zekâtı vermelerini nazara verdi. Bununla, onların hem bedenî – hem de mâlî ibadetlerini gayet düzgün yaptıklarını anlattı. “boş işlerden yüz çevirme” özellikleriyle de haramlardan ve mürüvvetin kaçınılmasını gerektirdiği hallerden kaçındıklarını nazara verdi.

 

5- وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ “Ve onlar ki, iffetlerini korurlar.”

 

6- إِلَّا عَلَى أَزْوَاجِهِمْ أوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ “Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı) kınanmış değillerdir.”

“Onlar ki, boş işlerden yüz çevirirler.” (Mü’minun, 3) ayetiyle genel bir çerçeve çizilmişti. Burada nazara verilen eşleri ve cariyeleri dışında ilişkiye girmemek maleyani şeyleri terke dâhil olduğu hâlde müstakil olarak ifade edilmesi, insan nefsinin cinselliğe çok istekli ve bunun tehlikesinin çok büyük olmasındandır.

 

7- فَمَنِ ابْتَغَى وَرَاء ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْعَادُونَ “Artık kim bunun ötesine gitmeyi isterse, işte bunlar haddi aşan kimselerdir.”

 

 8- وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ “Onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler.”Onlar gerek Hak, gerek halk cihetinden kendilerine tevdi edilen emanetleri ve ahitleri muhafaza ederler, gözetirler.

 

9- وَالَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ “Onlar ki, namazlarını muhafaza ederler.”

Onlar namazlarına devam ederler ve vaktinde kılarlar.

Daha öncesinde onların özellikleri anlatılırken “Haşiun, mu’rizun, failun, hâfizun, râun” şeklinde ism-i fâil sığası kullanılmıştı. Burada namaza devamları ise, namaz tekerrür ve teceddüt eden bir ibadet olduğundan geniş zaman sığası ile ifade edildi.

Daha önce namazda huşu içinde olmaları bildirilmişti, burada da namaza devamları anlatıldı.

Çünkü namazda huşu, onu aksatmadan kılmaktan ayrı bir durumdur. Dolayısıyla bir tekrar söz konusu değildir.Kâmil mü’minlerin vasıfları sayılırken namazla başlanıp namazla bitirilmesi, onun ne büyük bir ibadet olduğunu gösterir.

 

10- أُوْلَئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَ “İşte bunlar varis olanların ta kendileridir.”

İşte bu vasıfları cem edenler, “varis” denilmeye layık kimselerdir, başkaları değil.

 

11- الَّذِينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَ “Onlar Firdevs cennetlerine varis olurlar.”

Neye varis olduklarını beyan eder, varisliklerini hem büyük göstermek, hem te’kid etmek için mutlak olarak ifadeden sonra onu “Firdevs cennetlerine varis olmak” şeklinde kayıtlar. “Cennete alınırlar” gibi bir ifade yerine “varis olurlar” denilmesinde, amelleri sebebiyle ona layık olmalarının istiare yoluyla anlatımı vardır.

Denildi ki: Onlar, o Firdevs cennetlerinde kâfirlerin ellerinden kaçırdığı menzillere varis olurlar. Çünkü Allahu Teâlâ, her insan için cennette bir menzil, cehennemde de bir menzil yaratmıştır.

هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ “Onlar orada daimîdirler.”

 

12- وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ “Andolsun biz insanı, çamurdan bir hülasadan yarattık.”“İnsan”dan murat, Hz. Âdem’dir. Hz. Âdem, çamurdan süzülmüş bir hülasadan yaratıldı.Veya “insan”dan murat bütün insanlardır. Çünkü her insan pek çok merhalelerden geçtikten sonra nutfe (sperm) hâline gelen hülasalardan yaratılmıştır.

Denildi ki: “Çamur”dan murat Hz. Âdemdir, çünkü ondan yaratılmıştır. “Hülasa” anlamındaki “sülale” kelimesi ise, nutfesidir.

 

13- ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ “Sonra onu emin ve sağlam bir yerde nutfe kıldık.”

Sonra da O’nun neslini o hülasadan bir nutfe yaptık.

Veya “sonra o hülasayı bir nutfe yaptık.”

 “Sülâle” kelimesi müennes iken, ona raci kılınan zamirin müzekker olması, sülâlenin “cevher, süzülen şey veya su” şeklinde te’vil edilmesindendir.

“Sağlam bir yer”den murat rahimdir.

 

14- ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً “Sonra nutfeyi bir alaka hâline getirdik.”

Beyaz nutfeyi kırmızı alakaya çevirdik.

فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً “Derken o alakayı bir mudğa yaptık.” Alakayı bir parça et yaptık.

فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا “Derken o mudğayı kemiklere dönüştürdük.” Ona sertlik vererek bir kemik (iskelet) yaptık.

فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا “Derken o kemiklere bir et giydirdik.” Atıfların bir kısmının ثُمَّ “sümme” (sonra) bir kısmının ise فَ “fe”(böylece) şeklinde yapılması, meydana gelen bu istihalelerin (dönüşümlerin) farklılığındandır.

ثُمَّ أَنشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ “Sonra onu başka bir yaratılışla inşa ettik.”

Bundan murat,

-Bedenin sûreti,

-Ruh,

-Veya cesede ruhun üflenmesiyle duyuların meydana gelmesi,

-Veya bunların tamamı olabilir. “Sonra” ifadesi, önceki merhalelerle bu merhale arasındaki farklılığı gösterir.Ebu Hanife, ayete dayanarak, “yumurta çalan biri, bu yumurtalardan civciv çıktığında sadece yumurtaların bedelini öder, civcivi geri vermez. Çünkü civciv hâline gelmek başka bir yaratılıştır” yorumunu yaptı.

فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ “Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şânı Yücedir!’’[1>

Allahın kudreti ve hikmeti yücedir.

 

15- ثُمَّ إِنَّكُمْ بَعْدَ ذَلِكَ لَمَيِّتُونَ “Sonra siz bunun ardından, muhakkak ki öleceksiniz.”

 

16- ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ تُبْعَثُونَ “Sonra siz şüphesiz, kıyamet gününde diriltileceksiniz.”

Sonra siz kıyamet günü hesaba çekilmek ve yaptıklarınızın karşılığını görmek için diriltileceksiniz.

 

 17- وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَائِقَ “Andolsun biz, sizin üstünüzde yedi yol yarattık.”

“Yedi yol”dan murat, yedi semadır. Çünkü bunların hepsi birbiri üstünde yer almaktadır.

Veya semanın melekler ve yıldızlar için güzergâh olmasıdır. Çünkü bunların hepsi semada yol alırlar.

وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِلِينَ “Biz, yaratmaktan gafil değiliz.”

Biz bu gökleri veya bütün mahlûkatı yaratmaktan gafil değiliz, hiçbirini ihmal etmeyiz. Her varlığı zevalden ve bozulmaktan muhafaza ederiz. Onunla ilgili tedbiri alırız. Ta ki hikmetin iktiza ettiği ve ilâhî iradenin taalluk ettiği şekilde kendisi için takdir olunan kemâl mertebesine ulaşsın.

 

18- وَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء بِقَدَرٍ “Bir kaderle gökten bir su indirdik.”“Kader”den murat takdir olabilir. Yani, gökten faydası çok, zararı ise az olacak bir takdirle bir su indirdik.Veya mikdar olabilir. Yani, onlara uygun miktarda bir su indirdik.

فَأَسْكَنَّاهُ فِي الْأَرْضِ “Ardından onu yeryüzünde tuttuk.”

وَإِنَّا عَلَى ذَهَابٍ بِهِ لَقَادِرُونَ “Bizim onu tamamen gidermeye de gücümüz yeter.”

Biz o suyu indirmeye kâdir olduğumuz gibi,

-Onu bozarak,

-Buharlaştırarak

-Veya ulaşamıyacakları kadar derinlere indirerek ortadan kaldırmaya da kâdiriz.

Ayette suyun ortadan kaldırılmasının elif-lâmsız gelmesi “bir şekilde ortadan kaldırmaya kâdiriz” manasını ifade eder ve ortadan kaldırma yollarının çok olduğunu gösterir. Suyun insanlardan uzaklaştırılmasını anlatmada “De ki: Söyleyin bakalım: Suyunuz çekiliverse, size kim temiz bir akar su getirir?” (Mülk, 30) ayetinden çok daha şümullüdür.[2>

 

19- فَأَنشَأْنَا لَكُم بِهِ جَنَّاتٍ مِّن نَّخِيلٍ وَأَعْنَابٍ “Böylece onunla sizin için hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik.”

لَّكُمْ فِيهَا فَوَاكِهُ كَثِيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ “Bunlarda sizin için bir çok meyveler vardır ve siz onlardan yersiniz.”O bahçelerin sebzelerinden, meyvelerinden hem yersiniz, hem de bunlarla geçiminizi temin edersiniz. “Falanca el emeğini yiyor” dediğimizde elinin emeğiyle geçindiği anlaşılması gibi, ayetteki “yersiniz” ifadesi, geçimi de anlatır.

“Onlardan yersiniz” ifadesi “o hurma ve üzümden yersiniz” şeklinde de anlaşılabilir. Yani, o hurma ve üzümü hem taze meyve olarak yer, hem de bunlardan kuru üzüm ve kuru hurma, meyve suyu, pekmez gibi çeşitli gıdalar elde edersiniz.

 

20- وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِن طُورِ سَيْنَاء تَنبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِّلْآكِلِينَ “Tûr-ı Seynâ’da yetişen bir ağaç da meydana getirdik ki, bu ağaç, hem yağ, hem de yiyenlerin ekmeğine katık verir.”Tur-u Seyna (Sina), Hz. Musanın dağıdır. Mısır’la Eyle arasında yer alır. Filistinde olduğu da söylenmiştir.”Tur-u Sinîn”de denilmektedir. “Tur” dağın adı, “Seyna”da o dağda belli bir bölgenin adı olması caizdir.

Ayette bahsedilen ağaç, zeytindir. Bundan elde edilen yağ, lambalarda kullanılmıştır. Ayrıca zeytin, hem fıtrî haliyle, hem de kendisinden çıkarılan yağla, yiyenlere en önemli bir katıktır.

 

21- وَإِنَّ لَكُمْ فِي الْأَنْعَامِ لَعِبْرَةً “En’am’da da sizin için elbette ibretler vardır.”

Davarların hâlinden ibret alır, bunlarla Allahın varlığına, hikmet ve rahmeti gibi sıfatlarına istidlalde bulunursunuz.

نُّسقِيكُم مِّمَّا فِي بُطُونِهَا “Onların karınlarındakilerden size içiririz.”

وَلَكُمْ فِيهَا مَنَافِعُ كَثِيرَةٌ “Onlarda sizin için bir çok faydalar vardır.”

Bunların sırtlarında, yünlerinde, kıllarında sizin için pek çok faydalar vardır.

وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ “Ayrıca onlardan yersiniz.”

 

22- وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَ “Onların üzerinde ve gemilerde taşınırsınız.”

Çünkü, “en’am” içinde deve ve sığır gibi yük taşıyanlar da vardır.

Denildi ki: Bundan murat devedir, çünkü devenin sırtına da binilir. Ayrıca, peşinde nazara verilen gemilere de münasip olur. Zira develer, karaların gemileridir.

Siz bu bineklerle karada ve denizde taşınırsınız.


[1>Ayetten –haşa- Allahtan başka yaratıcılar olduğu manasının anlaşılmaması gerekir. Zira Kur’an baştan sona tevhidi anlatır. Ayetten murat, yarattığı her şeyi, o şeyin mahiyetine en uygun ideal ölçüler içinde yarattığını anlatmaktır.

[2> Çünkü orada anlatılan, suyun sadece aşağıya çekilerek insanların oraya ulaşa mamasıdır. Buradaki ifade ise; hem bunu, hem başka ortadan kaldırma ihtimallerini içine alır.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
23. Müminun
Gönderi tarihi: 14-04-2014
2,101 kez okundu
Block title
Block content