30- أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا “O inkârcılar görmediler mi ki, gökler ve yer bitişik idi, biz onları ayırdık.”“Görmediler mi?” ifadesi “bilmediler mi?” manasına gelir.Gökler ve yerin bitişik olması, bir bütün halinde ve tek bir hakikat olmasıdır.
Bunların ayrılması, çeşitlere ayrılması ve birbirinden temyiz edilmesidir.
Veya gökler bir bütün hâlinde idi, çeşitli hareketlerle bölümlere ayrıldı, felekler meydana geldi. Yer de bir bütün hâlinde idi, farklı keyfiyetler ve hâllerle tabakalar ve bölgeler meydana geldi.Denildi ki: Gökler ve yer, aralarında açıklık yok bir durumda idi, aralarında mesafe meydana geldi.Denildi ki: Gökler ve yer bitişik idi, ne gökten yağmur iniyor, ne de yerden ot bitiyordu. Biz, yağmur ve bitki ile bunları birbirinden ayırdık. Bu durumda ayetteki “semavat” ifadesinden murat, dünya seması olur. Bunun çoğul gelmesi, âfak itibarıyladır.[1>
Kâfirler bunu bilmeseler de, tefekkürle bunu bilme imkânına sahiptiler. Çünkü, bitişik bir şey kendiliğinden ayrılmayacağından, bunu ya doğrudan veya vasıta ile yapan bir müessire ihtiyaç vardır. Kâfirler göklerin ve yerin bu durumunu, alimlere sorarak veya kitapları mütalaa ederek de öğrenebilirler.
وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ “Her canlıyı da sudan yarattık.”
Bu ayet, “Allah, her hayvanı sudan yarattı.” (Nur, 45) ayetinde de nazara verilen bir durumu anlatır.Her canlının sudan yaratılması,
-O canlıda suyun çok olmasından,
-Veya suya çok ihtiyacı olması ve bizzat sudan faydalanmasındandır.
-Veya su olmadan hayat da olmaması yüzündendir.
أَفَلَا يُؤْمِنُونَ “Hâlâ iman etmezler mi?”
Ayetler bu kadar açık iken, hâlâ iman etmiyorlar mı?
31- وَجَعَلْنَا فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَن تَمِيدَ بِهِمْ “Onları sarsmasın diye arzda sabit dağlar kıldık.”
وَجَعَلْنَا فِيهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ “Ve yollarını bulabilsinler diye orada geniş vadiler meydana getirdik.”“Orada” ifadesinden murat, ya arz veya dağlardır.
Ayette “geniş” ifadesinin önce gelmesi, Allah arzı yarattığında böyle yarattığına delâlet eder.
“Yollarını bulabilsinler diye”
Bu yolların var edilmesi, insanların maslahatlarına ulaşmaları içindir.
32- وَجَعَلْنَا السَّمَاء سَقْفًا مَّحْفُوظًا “Semayı da korunmuş bir tavan yaptık.”
Semayı da belli bir vakte kadar,
-Düşmekten,
-Bozulmaktan,
-Kendisine bir zarar gelmekten korunmuş bir tavan kıldık.
Veya bundan murat “semayı şihablarla cinlerin ve şeytanların kulak hırsızlığı yapmalarından koruduk” manası da olabilir.
وَهُمْ عَنْ آيَاتِهَا مُعْرِضُونَ “Onlar ise, onun ayetlerinden yüz çeviriyorlar.”
“Onun ayetleri” ifadesinden murat, semanın ayetleridir. Sema, kendisindeki hâllerle Saniin varlığına ve birliğine, kudretinin kemâline ve hikmetinin sonsuzluğuna delâlet eder. Tabiat ve Astronomi ilimleri, bu ayetlerin bir kısmını hissetmiş, bir kısmını da araştırmaya devam etmektedir.Onlar ise, semanın bu ayetleri üzerinde düşünmeyip yüz çevirmektedirler.
33- وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ “Gece ve gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur.”Bir önceki ayette “semanın ayetleri” nazara verilmişti. Burada ise, o ayetlerden bazısı beyan edildi.
كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ “Bunların her biri bir yörüngede yüzmektedirler.”
Yüzen kimsenin sür’atle suda gitmesi gibi, bunların her biri de belli bir yörüngede yüzerler. Güneş ve ay akıl sahibi olmadıkları halde, akıllılar için kullanılan sığa ile bunların yüzmelerinin anlatılması, su üzerinde yüzme fiilinin akıllılara ait bir fiil olmasındandır.
34- وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِّن قَبْلِكَ الْخُلْدَ “Senden önce hiçbir insana ölümsüzlük vermedik.”
أَفَإِن مِّتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ “Şimdi Sen ölürsen onlar ebedi mi kalacak?”
Onlar “O bir şairdir; onun zamanın felaketlerine uğramasını (ölmesini) bekliyoruz” (Tur, 30) demişlerdi, bunun üzerine bu ayet nazil oldu.
Soru şeklinde “Sen ölürsen onlar ebedi mi kalacak?” denilmesi, onların ebedi kalmayacaklarını ifade etmek içindir.
35- كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ “Her nefis ölümü tadacaktır.”
Her ruh, cesetten ayrılmanın acısını tadacaktır.
Bu ifade, onların kendilerini ölümsüz zannetmelerine karşı bir delildir.
وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً “Sizi bir imtihan olarak şerle ve hayırla deneriz.”
Size imtihan muamelesi yapacağız, belalarla ve nimetlerle deneyeceğiz.
وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ “Ve bize döndürüleceksiniz.”
Biz de, sizde bulunan sabır ve şükür gibi hâllerinizin karşılığını vereceğiz.
Ayette, bu hayattan maksadın,
-İmtihan edilmek,
-Sevap ve cezaya maruz kalmak olduğuna bir ima vardır.
36- وَإِذَا رَآكَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِن يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا “O inkârcılar seni gördükleri zaman, seni alaya alıyorlar.”
أَهَذَا الَّذِي يَذْكُرُ آلِهَتَكُمْ “Ve İlâhlarınızı anıp duran bu mudur?”
Şöyle diyerek dalga geçiyorlar: “Bu mu sizin ilahlarınızı diline dolayan?”
Ayette “ilahlarınızı anıp duran” şeklinde mutlak söylenmesi, hâlin delâleti sebebiyledir. Çünkü düşmanın anmasının kötü bir şekilde olacağı açıktır.
وَهُم بِذِكْرِ الرَّحْمَنِ هُمْ كَافِرُونَ “Hâlbuki onlar Rahmân’ın zikrini inkâr eden kimselerdir.”
Böyle olunca, alay edilmeye çok daha layıktırlar demektir.
“Rahmânın zikrini inkâr” ifadesinden murat,
-Tevhidi inkarlarıdır.
-Veya kendilerine bir rahmet olarak peygamberler göndermesini ve kitaplar indirmesini, böylece onları irşad etmesini inkarlarıdır.
-Veya Kur’anı inkâr etmeleridir.
هُمَْ “Hüm” (onlar) zamirinin ayette tekrar edilmesi, te’kid ve tahsis için
dir. Yani, “Rahmânın zikrini inkâr edenler ise, ancak onlardır.”
37- خُلِقَ الْإِنسَانُ مِنْ عَجَلٍ “İnsan aceleci olarak yaratılmıştır.”
Ayet, insanın aşırı aceleci olmasını ve sebatının azlığını nazara verir. Aceleci olmak insanın tabiatında vardır. İnsanın aceleci olmasının görüntülerinden biri, aceleyle küfre girmesi ve küfür yolunda giden kimselere yapılan tehditlerin hemen gerçekleşmesini istemektir.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, Nadr Bin Harisin “haydi azap hemen gelsin” demesi üzerine bu ayet nazil oldu.
سَأُرِيكُمْ آيَاتِي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ “Yakında size ayetlerimi göstereceğim,öyleyse acele etmeyin.”
Ben sizlere dünyada Bedir gibi vak’alarla, ahirette de cehennem azabıyla ceza ayetlerimi göstereceğim.İnsan, fıtraten aceleci olmakla beraber “acele etmeyin” denilmesi, nefsin isteklerine karşı durabilmeleri içindir.
38- وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Ve doğru sözlü iseniz bu vaad ne zamandır?” derler.”
Vaatten murat,
-Azap vaadi
-Veya kıyamettir.
Bu sözü, Hz. Peygamber ve ashabına söylediler.
39- لَوْ يَعْلَمُ الَّذِينَ كَفَرُوا حِينَ لَا يَكُفُّونَ عَن وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَن ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ “Bu kâfirler ateşi yüzlerinden ve sırtlarından men edemeyecekleri ve yardım da göremeyecekleri zamanı bir bilseler!”
Yani, “bu vaat ne zaman?” sözleriyle acele edip istedikleri azabın ne olduğunu bilseler, istemekte acele etmezlerdi. Çünkü azap geldiğinde ateş her taraftan onları kuşatacak, bu ateşi ne kendileri def edebilecek, ne de bunu men edecek yardımcıları olacak!
40- بَلْ تَأْتِيهِم بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ “Doğrusu o, onlara ansızın gelip kendilerini şaşkına çevirecektir.”
Ansızın onlara gelecek olan,
-Vaat edilen azap,
-Ateş,
-Veya kıyamet olabilir.
فَلَا يَسْتَطِيعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنظَرُونَ “Artık ne geri çevirmeye güçleri yetecek, ne de kendilerine mühlet verilecektir.”Ayette, dünyada onlara mühlet verildiğini hatırlatmak vardır.
41- وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِّن قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذِينَ سَخِرُوا مِنْهُم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون “Andolsun ki, senden önce nice peygamberle alay edildi deonlardan alay edenleri, alay ettikleri şey kuşatıverdi.”
Ayet, Hz. Peygambere bir tesellidir.
Ayet, peygamberlerle dalga geçenlerin cezaya maruz kalmaları gibi, Hz. Peygamberle dalga geçenlerin de benzeri akıbete maruz kalacaklarını vaat eder.
42- قُلْ “De ki:”Ey Peygamber! O istihza edenlere deki:
مَن يَكْلَؤُكُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمَنِ “Gece ve gündüz sizi Rahmân’dankim koruyabilir?”
Şayet o Rahmân size ceza vermek isterse, sizi O’nun cezalandırmasından kim koruyabilir?
Ayette Allahu Teâlânın “Rahmân” ünvanıyla ifade edilmesinde, O’nun her şeyi kuşatan rahmetinden başka bir şeyin onları kurtaramayacağına bir tenbih vardır.
بَلْ هُمْ عَن ذِكْرِ رَبِّهِم مُّعْرِضُونَ “Doğrusu onlar Rablerinin zikrinden yüz çevirmektedirler.”Onlar ise, bırakın O’nun cezalandırmasından korkmayı, O’nu hatırlarına bile getirmiyorlar. Böyle olunca kendilerini koruyacak Zatı bilmiyorlar, Ona “bizi koru” şeklinde dua edemiyorlar.
43- أَمْ لَهُمْ آلِهَةٌ تَمْنَعُهُم مِّن دُونِنَا “Yoksa onlar için kendilerini bize karşı savunacak ilahlar mı var?”
لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَ أَنفُسِهِمْ “Onlar kendilerine bile yardım edemezler.”
وَلَا هُم مِّنَّا يُصْحَبُونَ “Katımızdan da dostluk görmezler.”
Ayet, onların inancını iptal eder.
Yani, tapmış oldukları bâtıl mabutlar kendilerine bile yardım edemezler, Allahtan bir himaye ve yardım da görmezler. Böyle olunca başkalarına nasıl yardım edebilsinler?
4ّ4- بَلْ مَتَّعْنَا هَؤُلَاء وَآبَاءهُمْ حَتَّى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُ “Doğrusu biz şunlarıda atalarını da faydalandırdık, öyle ki uzun süre yaşadılar.”
Ayet, aslında onlar helâk edilebilecek iken niçin hayatlarının devam ettirildiğini açıklıyor. Bu da,
-İstidraç,
-Ve kendileri için takdir edilmiş ömür ile fayda görmeleridir.
Veya ayet, onları gaflete ve dalâlete sevkeden durumu anlatmaktadır. Yani, “Allahu Teâlâ onları dünya hayatıyla faydalandırdı, kendilerine mühlet verdi, süre tanıdı. Böylece uzun bir ömür sürünce, hep böyle devam edecek zannettiler. Bundan dolayı ayetin devamında, bunun aldatıcı bir emel olduğuna dikkat çekildi:
أَفَلَا يَرَوْنَ أَنَّا نَأْتِي الْأَرْضَ نَنقُصُهَا مِنْ أَطْرَافِهَا “Şimdi, arza varıp etrafından eksilttiğimizi görmüyorlar mı?”
Görmüyorlar mı, biz Müslümanları saldırtarak onların topraklarını noksanlaştırıyoruz.
Ayet, Allahu Teâlânın Müslümanlar eliyle yaptığı icraatı bir tasvirdir.
أَفَهُمُ الْغَالِبُونَ “Yoksa galip gelen onlar mı?”
Yoksa Rasûlullaha ve mü’minlere galip gelenler onlar mı?
45- قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُم بِالْوَحْيِ “De ki: Ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum.”
Ben ancak bana vahyedilenle sizi uyarıyorum.
وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَاء إِذَا مَا يُنذَرُونَ “Ama sağırlar uyarıldıkları zaman çağrıyı işitmezler.”
Onlara “sağır” denilmesi, duymazdan gelmeleri ve duyduklarından fayda görmemeleri yüzündendir.
“Uyarıldıkları zaman işitmezler” denilmesi
-Ya kelamın onları uyarmakla alâkalı olmasındandır.
-Veya onların duymazdan gelmelerini daha etkili anlatmak içindir.[2>
46- وَلَئِن مَّسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِّنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ “Andolsun, onlara Rabbinin azabından hafif bir esinti dokunsa, muhakkak şöyle diyeceklerdir:”
Ayette, çok beliğ bir anlatım vardır.
-Azabın çarpması yerine “dokunmasından” söz edilmesi,
-“Nefha” kelimesiyle azabın azlığına işarette bulunulması. Çünkü bu kelimenin aslı, bir şeyin kokusunun esmesidir. “Nefhatün” şeklinde gelmesi ise “bir defa azıcık bir azap esintisi gelse” manasına işaret eder.[3>
يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ “Vay halimize! Gerçekten biz zalim kimselerdik.”
O zaman “vay başımıza gelenlere” diye feryad ederler ve kendileri zâlim kimseler olduğundan bu cezayı hak ettiklerini söylerler.
47- وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ “Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız.”
Amel defterlerinin âdil bir şekilde tartılması için adalet terazileri kurarız.
Adalet terazilerinin konulmasından murat, bunun bir temsil olup yapılan amellere göre adaletle hesap görülmesi ve karşılık verilmesi olduğu da söylendi.[4>
فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا “Hiç kimse bir haksızlığa uğratılmaz.”
وَإِن كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ أَتَيْنَا بِهَا “Yapılan amel bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu tartıya koyarız.”Yapılan iyi amel veya zulüm, hardal tanesi kadar da olsa, onu getirir, terazisine koyarız.
وَكَفَى بِنَا حَاسِبِينَ “Hesap görenler olarak biz yeteriz.”
Çünkü bizim ilmimiz ve adaletimizin fevkinde bir ilim ve adalet yoktur.
48- وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى وَهَارُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَاء وَذِكْرًا لِّلْمُتَّقِينَ “Andolsun ki, Musa ve Harun’a müttakiler için bir ziya ve bir zikir olan Furkanı verdik.”
Yani, Musa ve Haruna Kitabı verdik. O Kitap:
Furkandır, hak ile batılı ayırt eder.
Ziyadır, hayret ve cehalet karanlıklarında olanları aydınlatır.
Zikirdir, takva sahipleri ondan öğüt alır.
Veya onda muhtaç oldukları hükümler zikredilmiştir.
Denildi ki: Furkandan murat, onlara yapılan yardımdır.
Veya denizin yarılmasıdır.azabın dehşetli etkisi nazara verilerek, azabın tamamının ne kadar dayanılmaz olduğu gösterilmektedir.
.
49- الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالْغَيْبِ “Onlar görmedikleri halde Rablerinden korkarlar.” O takva sahipleri Rablerini görmedikleri halde veya başkalarının kendilerini görmedikleri yerlerde Rablerinden korkarlar.
وَهُم مِّنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ “Kıyametten de korkanlar işte onlardır.”
Ayetin bu ifadesinde,
-Hem etkili bir anlatım,
-Hem de böyle olmayanlara bir tariz vardır.
50- وَهَذَا ذِكْرٌ مُّبَارَكٌ أَنزَلْنَاهُ “İşte bu, indirdiğimiz mübarek bir zikirdir.”
“Mübarek zikirden” murat Kur’andır. Kur’anın mübarek olması, hayrının çok olmasını anlatır.
أَفَأَنتُمْ لَهُ مُنكِرُونَ “Şimdi siz bunu inkâr mı ediyorsunuz?”
Buradaki soru, kınamak içindir.[5>
[1> Yani, her mekânın bir semâsı olduğundan, toplamı itibarıyla çoğul gelmiştir.
[2>Yani, başka şeyleri rahatça duyarlarken işlerine gelmeyenleri duymuyorlar, duymazdan geliyorlar.
[3> Yani, bu kadar az bir azap bile onları feryat ettirmeye yetecektir. Ayette, azıcık
[4> Bu yoruma göre, ortaya mutlaka teraziler konulması gerekmez.
[5> Yani, siz onu inkâr ediyorsunuz, ama o inkâr edilecek bir kitap değildir. Nasıl olur da inkâr edersiniz?