19. DERS (Bakara Suresi, 177 - 182) İyi İnsanların Bazı Özellikleri

177- لَّيْسَ الْبِرَّ أَن تُوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz değildir.”

 

Ayetteki hitap, kitap ehlinedir. Çünkü onlar kıble Kudüs’ten Ka’beye çevrilince, bu konuda ileri geri hayli konuşmuşlardı. Ve her bir taife, iyiliğin ölçüsünü kendi kıblesine yönelmek olarak görüyordu. Allah onları reddedip şunu bildirdi: İyilik, sizin şu an mensup olduğunuz dinde sebat etmeniz değildir, çünkü mensuhtur, hükmü kaldırılmıştır. Lakin iyilik Allahın beyan ettiği ve mü’minlerin de tâbi olduğu durumdur.

Ayetteki hitap, hem kitap ehline, hem de Müslümanlara yönelik olabilir. Yani, iyilik kıble meselesiyle sınırlı değildir.

Veya kendisi yüzünden başka şeyleri unutup tümüyle ona yönelmeniz gereken büyük iyilik, kıble meselesi değildir.

وَلَكِنَّ الْبِرَّ “Asıl iyilik (şu özelliklere sahip olmaktır):”

مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ “Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve bütün peygamberlere iman eden (kimsenin iyiliğidir).

Lakin kendisine önem verilmesi gereken iyilik, şu kimsenin iyiliğidir ki Allaha, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eder.

Ayette kitap müfred olarak geldi, bundan murat kitap cinsidir.

Veya bundan murat doğrudan Kur’an da olabilir.

وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّآئِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ “Malı sevmesine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, ihtiyacından dolayı isteyene ve kölelere veren.”

İyi insan, malı sevmesine rağmen verebilendir.

Hz. Peygambere “hangi sadaka daha efdaldir?” diye sorulur. Hz. Peygamber şöyle cevap verir: Vücudun sıhhatli, mala hırslı, yaşamayı umar, fakirlikten de korkar bir halde iken verebildiğin sadaka.”

Ayetteki zamirin Allaha raci olduğu da söylendi.

Yani, iyi insan Allahı sever bir şekilde malından sadaka verebilendir.

Veya şöyle de mana verilebilir:

“İyi insan, malından severek verebilen kimsedir.”

“Yakınlara” derken, “muhtaç olan yakınlara” anlamındadır. Ayette bunun kayıtlı söylenmemesi, iltibas edilme durumu olmadığındandır.

Ayette önce yakınlara vermek söylendi, çünkü onlara vermek en efdaldir. Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Miskine vermen sadakadır. Yakınına vermen iki sevaptır: Hem sadaka, hem sıla-ı rahim sevabı.”

Yolcuya “İbnu’s-sebil” yani “yolun oğlu” denilmesi yolla iç içe olmasındandır.

Bundan murat, eve gelen misafire ikram da olabilir.

Sail, ihtiyacından dolayı dilenen kimsedir. Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Atıyla bile gelse, dilencinin bir hakkı vardır.”

Köleye vermek, değişik şekillerde olabilir:

-Efendisiyle belli bir bedel ödeme üzerine anlaşan köleye yardım ederek hürriyetini elde etmesine yardım etmek. (Mükatebe)

-Esirleri salıvermek.

-Köleleri, azat etmek için satın almak.

 وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ “Namazı dosdoğru kılan, zekatı veren.”

“Zekâtı veren” derken hem burada, hem ayetin evvelinde “severek malından veren”den murat farz olan zekât olabilir. Lakin birinciden murat malın verileceği yerleri beyandır, ikinciden murat ise bunu eda etmektir ve yerine getirilmesi için teşvikte bulunmaktır.

Bununla beraber birinciden murat nafile sadakalar veya maldan zekât dışında olan bir takım haklar olabilir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

“Zekât, sadakanın hepsini neshetmiştir.”

وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُواْ “Bir de andlaştıkları zaman sözlerini yerine getirenler.”

وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاء والضَّرَّاء وَحِينَ الْبَأْسِ “Ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler.”

Ayette, “be’se ve darra” halinde sabır methediliyor.

Ezherînin yorumunda birincisi malla ilgili, ikincisi ise canla ilgilidir. Mesela, fakirlik malla ilgili, hastalık canla ilgili bir imtihan vesilesidir ve bunlar sabrı gerektirirler.

أُولَئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا “İşte bunlar, doğru olanlardır.”

İşte bunlar dinde, hakka tâbi olmada ve iyilik talebinde sadık kimselerdir.

وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ “İşte bunlar, müttakilerin ta kendileridir.”

Ve bunlar küfürden ve diğer rezil hallerden sakınmış müttaki kimselerdir.

Gördüğün gibi ayet tek başına bütün insanî kemalâtı kendinde toplamıştır. Bunlara açıktan veya zımnî olarak delalet eder. Çünkü kemâlât-ı insaniye, her ne kadar çok ve şubelere ayrılmış olsa da, üç şeyle sınırlandırılabilir:

1-Sahîh bir itikad.

2-Hüsn-ü muaşeret (başkalarıyla iyi geçinmek)

3-Nefsi süslemek.

Bunlardan birincisine ayetin “Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve bütün peygamberlere iman eden.” kısmı,

İkincisine “Malı sevmesine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, ihtiyacından dolayı isteyene ve kölelere veren.” kısmı,

Üçüncüsüne de,

“Namazı kılan, zekatı veren.”

“Ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler.”

“Bir de andlaştıkları zaman sözlerini yerine getirenler” kısmı ile işaret edilmiştir.

Bundan dolayı bunları cem eden kimse imanına ve itikadına nazaran sıdk ile, halk ile muaşereti ve Hak ile muamelesi açısından ise takva ile vasfedilmiştir. Hz. Peygamber (asm) buna şöyle işaret eder:

“Kim bu ayetle amel etse, imanını kemâle erdirmiş olur.”

 

178-  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلَى “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı.”

الْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالأُنثَى بِالأُنثَى “Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın (kısas edilir.)

 

Sebeb-i Nüzûl

Cahiliye döneminde Arab kabilelerinden ikisi arasında kan davası vardı. Bunlardan biri diğerine nisbetle daha itibarlı konumda idi. Bunlar yemin ederek şöyle dediler: “Bizden köleye mukabil sizden hür, kadına mukabil erkek öldüreceğiz.” İslâm geldiğinde muhakeme olmak üzere Rasulullaha geldiler, bu münasebetle üstteki ayet nazil oldu, Hz. Peygamber kısasta denklik üzere muamele etmelerini emretti.

Ayet, köleye mukabil hür, kadına mukabil erkek öldürülmez anlamına delalet etmediği gibi, aksine de delâlet etmez.

Ancak imam-ı Malik ve İmam-ı Şafiî, köleye mukabil hür insanın öldürülmesini –köle ister kendinin olsun, ister başkasının- Hz. Aliden gelen şu rivayete dayanarak men ettiler:

“Bir adam kölesini öldürdü. Hz. Peygamber ona sopa cezası (celd) uyguladı ve bir seneliğine sürgüne gönderdi, kısas yapmadı.”

Yine Hz. Aliden şöyle rivayet edilir:

“Zimmiye mukabil müslümanın, köleye mukabil hürün öldürülmemesi sünnettendir.”

Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer köleyi öldüren hür insana kısas uygulamazlardı. Sahabe bunu gördüğü halde reddeden de çıkmadı.

Bir de bu durum azalardaki kısasa kıyas edildi. Bir nassın manaya delaletinde problem yoksa hükmünün mensuh olduğu söylenemez. Dolayısıyla “Onda (Tevrat’ta) kendilerine şunu yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir.” (Maide, 45) ayetine dayanarak bu hükmün neshedildiği söylenemez. Çünkü esasen Maide sûresindeki bu ibare, Tevratta yer alan bir hükmü hikâye yollu anlatmaktadır.

Dolayısıyla bu, Kur’andaki bir hükmü neshedemez. Hanefi mezhebi bu konuda “kasden öldürmenin cezası sadece kısasdır” diye delil getirdi.

فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ أَخِيهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَأَدَاء إِلَيْهِ بِإِحْسَانٍ  “Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından affedilirse, marûf (aklın ve dinin gereklerine uygun) bir yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir.”

Buradaki “şey” ifadesi, en ufak bir affı da içine alır. Çünkü affın az bir kısmı da, kısasın düşmesinde tam affetmek gibidir. Buradaki af, öldürülenin velisi tarafından yapılan aftır. “kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından” diye ifade edilmesi, iki tarafın insan cinsinden ve İslam dininden olmasını nazara vererek kalbi rikkate getirmek, şefkate sevk etmek içindir.

“…Marûf bir yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir.”

Ölenin velisi affetme durumunda, diyeti kaba bir tavra girmeden istemeli, öldüren de güzel bir şekilde bunu ödemelidir, yani geciktirmemeli ve miktarı azaltmamalıdır.

ذَلِكَ تَخْفِيفٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَرَحْمَةٌ “Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir.”

Af ve diyetle ilgili bu mezkur hüküm, kendisinde bulunan kolaylaştırma ve fayda ile, Rabbinizden bir tahfîf ve rahmettir.

Denildi ki: Yahudilere sadece kısas, Hristiyanlara ise mutlak af emredildi. Ümmet-i Muhammed ise bu ikisiyle diyet arasında muhayyer bırakıldı. Bunda onlar için hem bir kolaylık, hem de mertebeleri hasebiyle hüküm için bir takdir hakkı vardır.

فَمَنِاعْتَدَى بَعْدَ ذَلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Bundan sonra haddi aşana elem dolu bir azap vardır.”

Kim affetme ve diyeti aldıktan sonra kâtili öldürürse ahirette ona elem verici bir azap vardır.

Denildi ki: Dünyada da elîm bir azap vardır, çünkü yakalandığında başka alternatif olmaksızın kısasen öldürülecektir. Çünkü Hz. Peygamber şöyle der: “Her kim diyet aldıktan sonra öldürürse, onu affetmem.”

 

179- وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ “Kısasta sizin için hayat vardır.”

 

Ayet, son derece fasih ve beliğdir.

Çünkü:

-Ayette bir şey zıddı yerine konulmuştur.[1>

-Kısas elif-lâmlı, hayat elif-lâmsız getirilmiştir. Yani, bu cins bir hükümde hayatın azim bir nev’î vardır. Şöyle ki: Katilin kasten öldürme durumunda ceza olarak kendisinin öldürüleceğini bilmesi, onu öldürmekten alıkor, bu da her iki canın hayatına sebep olur.

Ayrıca cahiliye döneminde insanlar, katili bulamadıklarında yakınlarından öldürüyor, hatta bir kişiye mukabil bir topluluğu katlediyorlardı. Bu da aralarında fitneyi daha da alevlendiriyordu. Dolayısıyla katil kısas yoluyla öldürülünce kan davası olmaz, diğerleri selâmette kalırlar, bu da onların hayatına sebep olur.

Bir de kısas yoluyla dünyada cezasını çeken birisi, ahirette bundan dolayı muaheze edilmez, bu da uhrevî hayatında kendisine fayda sağlar.

يَاْ أُولِيْ الأَلْبَابِ “Ey akıl sahipleri!”

“Ey kâmil akıl sahipleri!” Allahu Teâlâ kısasta bulunan ruhların bekası ve nefislerin korunması hikmetini düşünmeleri için akıl sahiplerine nida etti.

لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ “Ümit edilir ki, korunursunuz.”

Ta ki kısası muhafazada, onunla hüküm vermede ve onu anlamada dikkat edesiniz. Veya kısastan korkup ta başkasını öldürmekten sakınasınız.

 

180-كُتِبَ عَلَيْكُمْ إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ إِن تَرَكَ خَيْرًا الْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالأقْرَبِينَ بِالْمَعْرُوفِ “Sizden birinize ölüm geldiğinde, eğer geride bir hayır (mal) bırakırsa, ana- babaya ve yakın akrabaya marûf bir tarzda vasiyette bulunması size farz kılındı.”

 

“Ölüm geldiğinde” ibaresi “ölümün sebepleri geldiğinde ve emareleri ortaya çıktığında” demektir.

“Eğer geride bir hayır bırakmışsa”

Hayırdan murat, maldır.

Denildi ki: Çok mal bırakıyorsa.

Rivayete göre Hz. Alinin kölesi, serveti olan yedi yüz dirhemle ilgili Hz. Aliye vasiyette bulunmak istedi. Hz. Ali “Allahu Teâlâ “Eğer geride bir hayır bırakırsa” diyor. Hayır ise çok mal demektir” diyerek vasiyete lüzum olmadığını söyledi.

Hz. Aişe ile ilgili şöyle nakledilir: “Adamın biri malı ile ilgili vasiyette bulunmak ister. Ne kadar malı olduğunu sorar. Üçbin dirhem olduğunu söyler. Kaç evladı olduğunu sorar dört tane olduğunu söyleyince Hz. Aişe şöyle der: Allahu Teâlâ vasiyet hususunda “Eğer geride bir hayır bırakırsa” diyor. Senin malın ise az bir şeydir. Dolayısıyla onu evladına bırak.”

Bazıları vasiyetle ilgili bu hükmün İslâmın ilk devirlerinde olup miras ayetleriyle ve şu hadisle neshedildiğini söylediler.

“Şüphesiz Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. Dikkat edin, varis için vasiyet yoktur.”

Bu, inandırıcı olmaktan uzaktır. Çünkü miras ayetleri buna muhalif olmadığı gibi, bilakis vasiyeti te’kid eder. Çünkü ilgili ayetlerde miras taksiminin vasiyetten sonra yapılması vardır. Hadis ise haber-i vahiddir. Ümmet nezdinde kabul görmesi, onu mütevatir hadis mertebesine yükseltmez.

Vasiyetin Marûf Bir Tarzda Olması

Yapılacak vasiyet âdil olmalı, zengine fazla vermek ve üçte biri aşmak gibi ölçüsüzlükler yapılmamalıdır.

حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ “Bu, müttakiler üzerinde bir haktır.”

 

181- فَمَن بَدَّلَهُ بَعْدَمَا سَمِعَهُ فَإِنَّمَا إِثْمُهُ عَلَى الَّذِينَ يُبَدِّلُونَهُ “Şimdi her kim, duyduktan sonra onu değiştirirse, bunun vebali, sırf o değiştirenlerin boynunadır.”

 

Vasiyet edilenlerden veya şahitlerden her kim vasiyet kendine ulaştıktan ve kendisi nezdinde tahakkuk ettikten sonra vasiyeti değiştirirse, bunun günahı tümüyle kendine aittir.

إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ “Şüphe yok ki Allah, Semi’ – Alîm’dir.”

O, iştir ve bilir.

Ayetin bu kısmı, haksız yere değişiklik yapan için şiddetli bir tehdittir.

 

182- فَمَنْ خَافَ مِن مُّوصٍ جَنَفًا أَوْ إِثْمًا فَأَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلاَ إِثْمَ عَلَيْهِ  “Her kim de vasiyet edenin, hataya meyletmesinden veya bir günaha girmesinden endişe eder de tarafların arasını düzeltirse, ona bir vebal yoktur.”

 

Her kim vasiyet edenin hata ile vasiyette bir meylinden veya bilerek bazılarını mahrum etmek gibi bir haksızlık yapmasından korksa da, vasiyet edilen kişiler arasında dinin kurallarına göre hüküm icra etse, bu tebdilde kendisine bir günah yoktur. Çünkü bu, öncekinin tam tersine batılı hakka çevirmektir.

إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Şüphesiz ki, Allah Ğafur – Rahîm’dir.”

Ayetin bu kısmı, ıslah eden kimse için bir vaattir. Mağfiret zikri, günah ifadesine mutabık olması ve fiilin normalde kendisiyle günah kazanılan bir fiil olması sebebiyledir.


[1>Kısas, kasten öldürenin ceza olarak öldürülmesidir. Hayat ve ölüm birbirine zıd iken, “böyle öldürmede size hayat var” denilmiştir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
2. Bakara
Gönderi tarihi: 16-12-2010
11,281 kez okundu